Beyinlerde hiç bitmeyen veba: Irkçılık

2018 senesinde düzenlenen Dünya Kupası’ndan sonra ırkçılıkla ilgili bir makale kaleme almıştım. Burada Türk asıllı Alman futbolcu Mesut Özil ve Türk asıllı İsveçli futbolcu Jimmy Durmaz’ın milli takımlarında ırkçılığa varan talihsiz olaylara maruz kaldıklarına dikkat çekmiştim. Dünya’nın hemen hemen her köşesinde tanık olabileceğiniz ırkçılık vebası bu sefer ABD’de patladı, sonrasında da protestolar tüm dünyaya yayıldı.

Öncelikle tüm olayları tetikleyen George Floyd olayını hatırlayalım. George Floyd'un ölümü, 25 Mayıs 2020 tarihinde akşam saatlerinde Minneapolis'te 20 Amerikan doları sahte banknot ihbarı için gelen polislerden biri olan beyaz memur Derek Chauvin'in kelepçeli şekilde yere yüz-üstü yatırdığı Afro-Amerikalı şüpheli George Floyd'un boynuna 8 dakika 46 saniye boyunca diziyle bastırarak öldürmesi olayıdır. Yüreğiniz kaldırırsa olayın videosunu https://www.youtube.com/watch?v=5I3SWcwD3EY linkinde izleyebilirsiniz.

Minneapolis Eyaleti’nde gerçekleşen olayı tanıklar cep telefonlarıyla kaydettiler. Floyd'un defalarca "Nefes alamıyorum" dediğini gösteren video kayıtları sosyal medya platformları ve ana akım medyada yayıldı. Olaya karışan dört polis memurunun işine ertesi gün son verildi. Floyd'un ölümüne sebebiyet veren polis memuru Derek Chauvin ise cinayete teşebbüsten tutuklandı. Olay sonrası ABD'nin birçok bölgesinde siviller tarafından eylemler başladı. Milyonlarca insan sokaklara döküldü. George Floyd’un dakikalarca yalvarıp “nefes alamıyorum” yani “I can’t breathe” sözü ve boğazına basmak için yapılan diz çökme eylemi ırkçılığı protesto etme eyleminde sembol oldu.

Bu konuyla ilgili düşüncelerimi sizlere aktarmadan önce ABD’deki ortamı anlatan iki anımı paylaşmak isterim. ABD’ye hiç gitmeyenlerin veya iyi tanımayanların ortamı anlamasına faydası olacak bu anılarım sadece ABD hakkında değil, sınırların kalktığı bir dünyanın nereye gittiği konusunda ipuçları veriyor.

Harvard’daki oda arkadaşım Peter

Üniversite’ye başlamadan bir önceki yaz Harvard’ın yaz okuluna gittim. Precalculus (ön cebir) ve Microeconomics (mikro ekonomi) derslerini aldığım yaz okulundaki tecrübelerim bana birçok farklı kapı açtı. Ayrıca Süzer ailesinden yurtdışında üniversiteden ilk ders alan kişi olarak da ailemizde arkadan gelen kuzenlerim ve akrabalarım için de bir kapı açmış oldum.

Oraya ilk geldiğim zamanki Serhan ile oradan mezun olduktan sonraki Serhan arasında geçen 2 ayda çok büyük gelişim kaydettim. Bu sadece dersler olarak algılanmamalı. Hayata bakış açısı ve dünya görüşü açısından da ciddi gelişme kaydettim. Hatta orada bulunduğum dönemle ilgili meşhur bir futbol hikâyemi aktarmıştım. Hatırlatma amaçlı linkini paylaşıyorum (ilgili bölümü “İki kişilik paslaşmadan büyük saha turnuvasına…” alt başlığında okuyabilirsiniz): https://www.serhansuzer.com/tr/turk-futbolunun-degismeyen-ezikligi

Hayatımda ilk kez farklı ırklardaki insanların bulundukları yere nasıl adapte olabileceklerini görmüştüm. Harvard’taki iki oda arkadaşımdan biri olan Peter, Japon kökenli bir aileden geliyordu. Bilgisayar mühendisliği okuyan Peter, Teksas’ta doğup büyüdüğü için ağzını ilk açtığı anda hayretler içinde kalmıştım. Uzakdoğu kökenli bir arkadaşımız Amerika’nın en zor anlaşılır, yayvan yayvan konuşan güney aksanıyla İngilizce konuşuyordu. 1-2 gün dediklerini anlamak için tüm dikkatimle odaklanıp onu dinlemek durumunda kaldım. Sonra konuşma şekline alıştım. İlk başlarda kendi kendime “bu nasıl olur?” demiştim. Bildiğiniz Japon görünümlü biri Amerikan güney aksanıyla yayvan yayvan İngilizce konuşuyor. Sonra hangi ırktan veya kökenden olursanız olun bulunduğunuz yere, hele bir de küçük yaşlarda yerleşmişseniz adapte olabileceğinizi hatta oranın bir parçası haline gelebileceğinizi anladım.

ABD için “melting pot” yani “çeşitli ırk ve ulustan insanların kaynaştığı yer” anlamına gelen “eritme kazanı” deyimi çok sık kullanılır. Sonuçta hangi kökenden ve ırktan olursanız olun o kaynayan kazanın içine girdiğinizde siz de o ülkenin bir parçası olursunuz, adapte olursunuz anlamına gelir. ABD’ye yerleşenlerin çok sık duyduğu ve ABD’deki mantaliteyi ve yaşam şeklini genel anlamda açıklayan bir deyimdir.

Ancak metafor olarak kullanmak gerekirse, o eritme kazanı her zaman sorunsuz çalışıyor diyemeyiz. O kazan kaynarken zaman zaman kazalar ve hatta patlamalar da oluyor. Bu patlamaların da en sık rastlanan sebebi ırkçılık ve özellikle siyahi ırk ile hispaniklere karşı yüzyıllardır değiştirilmeye çalışılan tutumdur. O kazanda çıkan yangını körükleyen bazı tutumlara da rastlayabiliyorsunuz. Örneğin devlet başkanının samimi bir şekilde özür dilememesi, aşırı güç kullanarak olayların bastırılmaya çalışılması bu tür körüklemelerdir. Bu olaylarda da Trump sınıfta kalmıştır.

Montreal’den Baltimore’a otobüs yolculuğu

Anlatacağım ikinci olay, okuduğum üniversitenin ilk yıllarında yaptığım bir otobüs yolculuğudur. O dönemde babam beni arayıp; “Oğlum, Kentbank’ın genel müdürü Mevlüt Aslanoğlu hastalandı. Onu Dünya’nın en iyi hastanelerinden biri olan Johns Hopkins’e iki gün sonra check up’a getireceğim sonrasında da gerekirse tedavi olacak. Senin de bir işin yoksa bize katılabilirsin” deyince hemen uçakları araştırdım. Ancak 2 gün gibi kısa bir zamanım olduğu için uçak fiyatları çok yüksekti. Çok tutumlu biri olduğum için de (özellikle o dönemde idealistliğim hat safhada) “bu paralar uçağa verilmez, yazık günah, otobüsle de gidebilirim” dedim ve başıma iş açtım.

Tabii çok cüzi rakamlara otobüsle Montreal’den Baltimore’a gidiyordum. Uçak ve otobüs arasında arada ciddi zaman farkı var. Uçakla birkaç saatte varırken (inmesi, binmesi herşey dahil), otobüsle arada çok fazla durak olduğu için neredeyse 1 günde Baltimore’a varıyordum (toplamda 23 saat). Yine de boş bir zamanıma (4 gün dersim yoktu) denk geldiği için “vaktim var, otobüsle giderim” dedim. Otobüs biletini aldım.

Özellikle Kanada’nın Quebec eyaletinin güneyi ve ABD’nin Maine eyaletinin doğal güzellikleri beni büyülemişti. Cam kenarında oturduğum için olabildiğince yeşilliğin ve doğanın keyfini çıkarıyordum. Tek şikâyetim otobüsün çok fazla dur-kalk yapmasıydı. Ama yapacak bir şey yoktu, bu da benim seçimimdi. Şikâyet etmedim.

Rahat ve uzun bir yolculuktan sonra önce New York’a ulaştım. New York’tan Baltimore’a gitmek için otobüs değiştirmem gerekti.

Baltimore otobüsüne ilk bindiğimdeki hissiyatımı size kelimelerle anlatamam. Otobüsün tamamı siyah Amerikalılarla doluydu. Benim dışımda yalnızca bir kişi daha beyazdı. O da aynı siyahların çoğunlukla tercih ettiği rapçi misali, bol pantolon, gömlek dışarıda, bolca kola ve boyna takılmış zincirler, aksesuarlar tarzında giyinmişti. Otobüse biner binmez, birkaçı bana “Yo, what’s up, man?” diye halimi hatırımı sordu. Ben de öğrendiğim kadarıyla “Everything is cool, man, what’s up?” diye onların tarzında cevap vermeye çalıştım.

Şoförden dostane uyarı

Yolculuğunun ilerleyen saatlerinde otobüsün içinden “Şoför seni çağırıyor” diye bana seslendiler. Ben de kendi kendime “Allah Allah, neden acaba?” diyerek yanına gittim. Siyah ırktan olan otobüs şoförü ile aramızda şöyle bir diyalog geçti:

- Seninle konuşmak istedim. 

- Buyurun.

- Senin buralardan olmadığın her halinden belli. Bir uyarıda bulunmak isterim. Baltimore’da otobüs garına varır varmaz, hiç vakit kaybetmeden ve kimseyle muhatap olmadan bulabildiğin ilk taksiye atla ve gideceğin yere hemen git.

- Neden bu uyarıyı yapıyorsunuz?

- Oralar hiç tekin yerler değil. Varacağımız yerde suç oranı oldukça yüksek. Senin sıkıntı yaşamanı istemem. Sen buralardan değilsin, belli.

- Uyarınız için teşekkür ederim. Dediğinizi yapacağım.

Otobüs şoförüne helal olsun. İnsan yüreği budur işte, siyah-beyaz fark etmez. Yüreği el vermediği için beni çağırıp konuştu “tehlikeye girmemem” için uyarılarda bulundu.

Hakikaten otogara gece geç saatte varınca otobüsten indim ve birden 3-4 farklı gruptan (hepsi siyahtı) insanlar üzerime geldi (o kadar kişi otobüsten iniyordu, hepsi direk benim üzerime geldiler) ve benimle konuşmaya çalıştı. Tamamen görmezlikten geldim, otogarın hemen dışında ilk gördüğüm taksinin önüne atlayıp durdurdum ve taksiye binip babamların olduğu otele gittim. Böyle yorucu bir yolculukta tehlikeli olduğunu her halinden hissettiğiniz bir yerden geçip, babamların delüks kategorideki otellerine varınca insan bir kültür şoku yaşayabiliyor, ancak ben de çabuk adapte olabiliyorum. Üzerimdeki tedirginliği kısa sürede atlatıp lobide beni karşılayan babama yolculuğu anlattım. O da gülümseyerek çok kilit bir soru sordu bana:

- Montreal’e nasıl döneceksin?
- (Hiç tereddüt etmeden) Uçakla tabii ki. Bir daha aynı yolculuğu çekmek istemem.


Sağolsun yardımcı oldu ve Baltimore’daki hastane işlerine katkı verdikten sonra uçakla geri dönüş yaptım. Amerika’daki en yüksek suç oranına sahip yerlerden biri olan Baltimore’daki o ortamı hiç unutmuyorum.

Amerikan polisinin sertliği

Konunun esasına girmeden evvel ortamı tam olarak anlayabilmeniz için Amerikan polislerinden de bahsetmek isterim. Suçu bastırmak için etki tepki meselesinden mi, başlarına gelmiş olaylardan mı, yetiştiriliş tarzlarından mı bilemiyorum, ancak ABD polisi dünyada en sert tavrı olan polis olarak bilinir. Örneğin hız yapıp hız sınırını aşarsanız, ABD polisi tarafından durdurulursanız, Türkiye’deki gibi diyaloğa giremezsiniz polisle. Sizden elleriniz direksiyonda, çok düzgün bir üslupla camı açıp polisle konuşmanız beklenir. Her şeye itiraz edip hele de “bir yolunu bulalım” tarzında konuşmaya kalkan olursa vay haline. Orada özellikle büyük metropollerin ve suç oranı yüksek olan yerlerdeki polislerin tavrı çok serttir. Ameirka’da hızdan durdurulup vurulan çok olmuştur.

Ancak George Floyd olayında olduğu gibi zaman zaman kantarın topuzunu iyice kaçırabiliyorlar. Bir polisin diziyle nefessiz bırakacak şekilde dakikalarca siyah bir adamın boğazına bastırıp ölümüne sebebiyet vermesi ve diğer polislerin hiçbir müdahale etmeden izlemesi kabul edilemez bir tutumdur.

Amerika’da çok fazla şey görmüş geçirmiş ve ülkeyi iyi bilen biri olarak da George Floyd olayının nasıl patlak verdiğini ve neler yaşandığını az çok tahmin edebiliyorum. Size sadece o hissiyatı vermek adına küçük bir siyah kızın ayrımcılık adına yaptığı konuşmayı paylaşmak isterim: https://www.instagram.com/p/CA4w2NgjMTK/?igshid=1kknptgpuvjno

Bir de aktivist Jane Eliott’ın dinleyicilere ABD’de siyahlara karşı yapılan ayrımcılıkla ilgili sorduğu çok kilit bir soruya karşı oluşan tepkiyi görmeniz yeterli:

https://www.instagram.com/p/CA5mdXcHD6a/?igshid=18g4dkgp39x4f

Sadece ABD’de değil, ırkçılık her yerde

Farklılıkları bir cevher değil de, düşmanlık yapacak bir unsur olarak algılayan kültürler çoğunlukta. ABD gibi bir başka süper güç konumunda olan Çin’i örnek verelim. Sarı ırk olarak adlandırılan Uzak Doğulu çekik gözlü kardeşlerimizin de ciddi ırkçı damarlarının olduğunu söyleyebiliriz.

Sarı ırktan ve gözlerinin çekik olmasından dolayı dünyanın bir çok yerinde ırkçılığa maruz kalan bu coğrafyadan gelen insanların da ırkçı tutumlarının olması şaşırtıcı geliyor, değil mi? Ben de böyle düşünmüştüm ama oralara gidip kendi gözlerimle bazı şeyleri gördükçe ve oraları iyi tanıyan insanlarla konuştukça bu tutumun da oranın normal davranışlarından biri olduğunu anladım.

Çinliler, beyaz ırka hayranlık duyuyorlar ancak siyah ırka karşı da aşırı ırkçı tutum içine girebiliyorlar. Örnek mi istiyorsunuz? Alın size Çin’de haftalarca ekranda kalmış ırkçı bir çamaşır makinesi tableti reklamı: https://www.youtube.com/watch?v=X27dvuBSyXE

Bu reklamda siyah bir adamı çamaşır makinesinin içine sokup yıkadıktan sonra Çinli hale getiriyorlar, yani kendi akıllarınca temizliyorlar.

Şaşırdınız, değil mi? Çin’de yaşamanın siyahlar için ne anlama geldiğini komik bir dille anlatan bir video daha sizinle paylaşmak isterim: https://www.youtube.com/watch?v=CqtS3hSwq3o. Çin’in süper güç haline gelmesi ülkede farklı diyalekt, dil, kültür ve gelenekleri olan bütün hanedanları birleştirmeyi başardıktan sonra gerçekleşmiştir. Bu her yer için geçerli. Birleştirebilenler büyürler, güçlenirler, din, dil, ırk, köken ve farklı sebeplerden ayrıştıranlar da güçten düşerler.

O yüzden ABD’nin de süper güç konumunu devam ettirebilmesi için kendi iç sorunlarının üstesinden gelmesi gerekiyor. Esasında sadece ABD’de değil, tüm dünyada ırkçılık ve kutuplaşma yükselişte. Irkçılıkla ve sonucunda ortaya çıkan çatışmaların önüne geçmek için dünyanın her yerinde ciddi çaba da sarf ediliyor. Örneğin “protestolarınızı barışçıl yoldan yapın, suç işlemeyin” diyen siyahi toplumun liderleri de var: https://www.instagram.com/p/CA_nRsoIyA4/?igshid=3fzvzza3davs

Aynı şekilde Kanadaki üniversitemden (McGill University) mezun Kanada Başbakanı Trudeau’nun sembol haline gelmiş diz çöküp protestoculara katılmasını da örnek olarak verebilirim: https://www.msn.com/tr-tr/haber/dunya/kanada-başbakanı-trudeau-floyd-anısına-diz-çöktü/ss-BB156nZq?ocid=spartanntp

Yazdığım makalelerde bir sorudan veya sorundan bahsediyorsam mutlaka cevabını veya çözümünü de paylaşırım. Irkçılıkla ilgili yazdığım son makalede de esasında sorunun cevabından bahsettim.

Irk üstünlüğü taslamanın bilimsel manasızlığı

Her şeyi bir kenara bırakın, olaya bilimsel açıdan yaklaşalım: İnsanların bu dünyada en baskın ve güçlü canlı türü olmasının en önemli sebebi bulunduğu ortama çabuk adapte olması ve esnekliğidir. Yoksa bizden çok daha güçlü olan dinozorlar gibi insan ırkı da yeryüzünden kolayca yok olabilirdi. Ancak insanlık tarihine baktığımızda koşullar ne olursa olsun, yaşam savaşını kazanan ve her geçen nesil daha da akıllı hale gelen insan ırkının ilk başladıkları yerlerden farklı yerlere zamanla göç ettiklerini ve iklim koşullarına göre tiplerinin değiştiğini görüyoruz. Örneğin kuzeyde bulunan insanlar daha az güneşe maruz kaldıkları için tenleri açılmış, göz renkleri değişmiş ve daha uzun boylu ve iri hale gelmişlerdir. Güneşin etkisini çok fazla hissettirdiği Afrika kıtası veya diğer muhtelif yerlerde insan ırkı yine değişmiş ve ten koyulaşmış, burun delikleri büyümüş ve bulundukları yerin rutubetli veya kuru olmasına göre de vücutları şekillenmiştir. Durum bu kadar basittir. Yani bu yeryüzünde kimse kimseye daha akıllı olduğunu, üstün ırk olduğunu veya Tanrı tarafından seçilmiş kutsal kavim oldukları gibi saçmalıkları söylemesin. 21. Yüzyıl’da yaşıyoruz, insanlığın milyonlarca yıllık tarihinin belki de en akıllı olduğu ve en hızlı değişimin yaşandığı bir dönemdeyiz. Hâlâ bu saçmalıkları duymaktan bıktık usandık. Ne demek istediğimi sizlere anlatabilmek için iki sembolik resim paylaşacağım:



Yukarıdaki resimde Trump’ın 3 versiyonunu görebilirsiniz. En solda Trump’ın kendisi, ortada eğer Trump Latin Amerika’da yaşasaydı nesiller sonra onun kökeninden gelenlerin tipinin nasıl değişebileceği, sağda ise aynı şekilde Trump Afrika’da yaşasaydı tipinin nasıl bir evrim geçirebileceği görülüyor. Tabii genetik olarak böyle bir değişikliğin kaç nesil sonra gerçekleşebileceğini bilemiyorum, bunu işin uzmanlarına bırakıyorum, ancak Trump’ın soyundan gelenler başka bir yerde yaşadıkları takdirde kendi ırklarından kişilerle evlenmeye devam etseler dahi tipleri bu şekilde değişmeye başlar.

Bu makaleye özel olarak şimdi de George Floyd’un resmini paylaşmak isterim. George Floyd güneşin az olduğu soğuk bir coğrafyada (örneğin İskandinav ülkelerinde veya Rusya’nın kuzey bölgelerinde) yaşasaydı, o zaman nesiller boyunca tipi nasıl değişebilirdi, örnek olarak göstermek istiyorum:

 

Yukarıda ten renginin coğrafi özeliklere göre nasıl değişebildiğini bir kez daha görebilirsiniz. Tabii bir önceki makalemde de bahsettiğim gibi burada farklı ırktaki insanların sürekli karışmasını da belirtmek isterim. Brezilya gibi ülkelere baktığınızda melez ırkların nasıl olabileceğini net bir şekilde görüyorsunuz. Bu arada melezlik de kötü bir şey değildir. Tam tersine eğer çocuk anne ve babasının güçlü taraflarını almışsa sonuç çok daha güzel olabilir.

Bu makalede Çin’den bahsettiğim için çekik gözün de nasıl oluştuğuna dair gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Uzakdoğu kökenli insanların da çekik gözlü olmalarının sebebi güneşin dik bir açıyla o coğrafyaya ulaşmasıdır.

Çin’de vakit geçirdiğim zaman içerisinde dışarıda bulunduğum ve güneş gözlüğü takmadığım zamanlarda güneşin dik açısından dolayı gözümü kıstığımı fark ettim. Hatta bunu yanımdaki çalışma arkadaşlarıma da söyledim. Onlar da ister istemez gözlerini kısarak bana bakıyorlardı, dediklerimi teyit ettiler.

Nesiller boyu dışarıda (şapka ve diğer aksesuarlara rağmen) gözlerinizi kısarak dolaştığınızda ne olur, siz düşünün. Vücut otomatik olarak bu duruma adapte olur. Konu bu kadar basittir esasında.

O zaman renklere göre kategorize ettiğimiz beyaz, sarı, kahverengi ve siyah ırktan insanları ayrıştırıp bir düşmanlık unsuru haline getirmenin anlamı nedir?

 

Sorunun çözümü

Sorunun cevabından öte burada bir çözüm önerisinde daha bulunacağım. Farklılıkların bir cevher olduğunu anlayabilmemiz için farklı ırk ve kökendeki insanların küçük yaşlardan itibaren beraber yaşamalarını sağlamak durumundayız. Aynı Angelina Jolie ve Brad Pitt çiftinin farklı ırklardan çocukları evlat edinmeleri gibi. Kendileri gibi sarışın, renkli gözlü olan öz çocuklarının, çekik gözlü olan Güneydoğu Asya kökenli kardeşleriyle ilgili ırk ve köken odaklı olumsuz düşünceleri olabilir mi? Birlikte büyüdükleri için kardeş gibi görüp gereken saygıyı göstereceklerdir.

Tüm dünyada da sınırların kaldırıldığı bir ortamda farklı kökendeki kişilerin küçük yaşlardan itibaren bir arada yaşamaları sağlanmalı (Brezilya bunu doğaçlama yapsa da iyi bir örnektir), bu konudaki tüm olumsuz düşünceleri bertaraf edecek unsurların eğitim sistemiyle, ebeveyn eğitiminde ve eğiticilerin eğitimlerinde verilmesi gerekir. Bu eğitimlerde ırk ve kökenin coğrafi koşullarla alakalı olduğunu kimsenin kimseden doğuştan üstünlüğü olmadığını ve üstün ırk gibi saçmalıları gözardı etmeleri gerektiği öğretilmelidir.

 

Yazımı bir önceki makalemdeki sözlerimle bitiriyorum:

Fark kanda değil, yürekteki iyiliktedir

İnsanları ülkeleri, inançları, dilleri gibi etmenlere göre kategorize etmek saçmadır. Bana göre iki tip insan vardır: İyi insan ve kötü insan. Herkesin %100 iyi veya %100 kötü olduğunu da söyleyemeyiz elbette. Ama içinde iyi tarafı baskın olanlar, kötüyü bilip de iyide ısrar edenler iyi insandır. Dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi ırktan insanla muhatap olursanız olun, orada iyi insan da kötü insan da vardır. Kendi ülkesindeki veya kendi ırkındaki insanları topyekûn şişirenlerin yaptığı aslında kendini ve etraflarındakileri aldatmaktan başka bir şey değildir.

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için