Bir haftada iki kıtada ülkemi temsil etme onuru
Yerel seçimlere bir haftadan az zaman kala, geçtiğimiz pazartesiden cumartesiye uzanan süreçte, biri İngiltere’de diğeri Kanada’da gerçekleşen iki önemli etkinlikte ülkemi temsil etmek ve ardından oy kullanmak üzere zamanında geri dönebilmek için hassas bir planlama yapmam gerekti. İşte Londra’daki Gıda Bankacılığı zirvesinden Montreal’deki etkinliklere uzanan serüvenin detayları…
Mart ayının son haftasını uzun süredir planlıyordum. Esasında iki önemli etkinlik çakıştı. Birincisi senelik olarak düzenlenen ve tüm dünyadan gıda bankalarının bir araya geldiği Londra’daki Foodbanking Leadership Institute (FBLI, Gıda Bankaları Liderlik Enstitüsü), ikincisi ise 20 yıl önce mezun olduğum Kanada’nın McGill Üniversitesi’ndeki girişimcilik yarışmasıydı. McGill Dobson Cup’taki jüri üyeliği ve mentorluk görevlerimin yanı sıra, ertesi gün biri üniversitenin yüksek lisans diğeri de lisans öğrencilerine yönelik olmak üzere iki sınıfta ders vermem gerekiyordu. Sonuçta hem İngiltere’ye hem de Kanada’ya gitmenin bir yolunu buldum.
Öncelikle Global Foodbanking Network’ün (GFN, Global Gıda Bankacılığı Ağı) İngiltere’de düzenlediği “Gıda Bankacılığı Liderlik Enstitüsü 2019” etkinliği geçtiğimiz hafta pazartesi başlıyordu. Ben de o gün Ankara’ya gitmek zorunda olduğum için İngiltere’ye pazartesi akşamı geçtim. Ankara’dan İstanbul havalimanına, sonra da direkt devam ederek Londra’ya uçtum. Salı günkü konuşmam için hazırdım. İşin ilginç tarafı konuşmam 14.00’te bitiyor ve Londra Heathrow Havalimanı’ndan kalkan 16.30 uçağıma yetişmem için hiç oyalanmadan otelden çıkmam gerekiyordu.
GFN’in bu seneki FBLI etkinliğine TİDER’in yönetim kurulu başkanı Hande Tibuk, yönetim kurulu üyesi Yasemin Ahıskalı ve genel müdürü Nil Tibukoğlu katıldılar. Pazartesi akşamı Londra’ya indikten sonra bir İspanyol restoranında yemek yiyip hem derneğin konularını konuştuk hem de güzel sohbet ettik.
İlk inovasyon ödülünün ayrıcalığı
Ertesi gün FBLI’a katıldım. Tabii bir yanda otelden öğleden sonra çıkacağım için hazırlıklarımı yaptım, bir taraftan da GFN’in etkinliğine (FBLI) katılımım dahilinde tüm dostlarla selamlaştık, sohbet ettik. Son 3 senedir FBLI’a katıldığım için artık güzel bir çevrem oluştu. Dünya’nın her yerinden gıda bankacılarını tanıyorum. Beni görenler de aynı samimiyetle sohbet ediyorlar. Hatta GFN’in tarihinde ilk kez 2017’de düzenlediği inovasyon ödülünü bizim kazandığımız da herkesin hatırında. 2017 senesinde katılanlar beni o yarışmanın şampiyonu olarak bellemişler. Bu konuyla ilgili yazdığım blog yazısını da hatırlatma amaçlı paylaşmak isterim: https://www.serhansuzer.com/tr/global-bir-stk-olma-yolundaki-tidere-buyuk-odul
Sabahki 2 önemli panele katıldım. Arada GFN’in yetkilileriyle toplantı yaptık. Otelden çıkışımı da tamamladıktan sonra öğle yemeğine geçip ardından yapacağımız panel için ilgili salona gittim.
Konuşacağımız panelin konusu “Zor Ulaşılan Yerlerde Yapılan Gıda Bankacılığı” idi. Gerçekten gıda bankacılığında zor bir konu seçilmişti. Şahsen benim için keyifti. Panelde yüzölçümü olarak Dünyanın en büyük ikinci ülkesi Kanada, Avrupa’da göçmenlerin ilk tercihlerinden olan Almanya ve Güney Amerika’da yine farklı yerlerden göç alan ve birçok farklı sorunla mücadele veren Kolombiya vardı. O panelde benim moderatör olarak seçilmem de Türkiye’ye verdikleri önemi net bir şekilde gösteriyordu. Çünkü konuşmacılar ve özellikle moderatörler GFN’in düzenlediği konferanslarda titizlikle seçiliyor. Türkiye’nin kendisini göstermesi için önemli bir platformdu.
Lokum gibi bir panel
Sabahki konferanslardan sonra bizim panele katılanlara Türk lokumu ikram edeceğimizi bildirdik. Panelde konuşulacak konuyla ilgilenen ve hem de bu jestimizi gören gıda bankacılığı yöneticileri salonu doldurdular.
Bana yapılan bilgilendirme uyarınca paneli 10 dakika geç başlattım ve 13.10’da söz aldım. Panel toplamda 1 saat sürdü. Panelde Kanada adına katılan Kanadalı Kirstin Beardsley (Chief Network Services Officer - Food Banks Canada) ve Almanya adına katılan Amerikalı Ryan Harty (Migration and Integration Project Director, Tafel Deutschland e.V) ile İngilizce, Kolombiya adına katılan Kolombiyalı Juan Carlos Buitrago Ortiz (Executive Director, Asociación de Bancos de Alimentos de Colombia - ABACO) ile de İspanyolca konuştum. Tercümanlar olduğu ve her iki dile de hakim olduğum için rahattım.
Panelde kısaca şu konu işlendi: Korunmasız insanların oluşturduğu spesifik gruplara hizmet etmek için gıda bankalarının çoğu zaman kendilerini adapte etmeleri gerekiyor. Bizim oturumda göçmelere ve fiziksel olarak ücra yerlerde bulunan nüfusa verilen hizmetler hakkında konuştuk. Almanya’yı temsil eden Ryan göçmenlerle ilgili programlarını anlattı. Kanada’yı temsil eden Kirstin, özellikle Amerikan sınırında yoğunlaşan nüfusun ötesinde kuzey bölgelerde ve çok uzakta olan nüfusa nasıl hizmet götürdüklerini anlattı. Juan Carlos ise Latin Amerikalı ve özellikle Venezualalı göçmenlere nasıl hizmet verdiklerini anlattı.
Soldan sağa: Ben, Ryan, Kirstin ve Juan Carlos
Ben de arada bizden örnekler verdim. Türkiye’nin 4 Milyondan fazla Suriyeli göçmenlere ülkeye nasıl entegre ettiğini ve yaşana bir takım zorluklardan bahsettim. Çok keyifli geçen oturumda her paneliste 3 soru sordum, ardından dinleyicilerden de 3 soru aldım. Sohbet havasında geçen oturumda zaman çabuk geçti.
Londra’dan Montreal’e tam gaz!
Panelimiz biter bitmez, hemen üzerimdeki mikrofonları çıkarıp aşağıya indim, valizleri alıp doğruca havalimanının yolunu tuttum. Biniş kartlarını önceden almış olmanın rahatlığıyla valizimin uçağa yüklenip yüklenmediğini kontrol ederek uçağın yolunu tuttum. Uçakta 1-2 saat uyumanın dışında Dobson Cup’taki yarışmacıların dosyalarını okudum. Notlar aldım. Hem birçok soru çıkardım, hem de tavsiyelerimi not ettim. Rahat bir yolculuktan sonra Montreal’e varmıştım.
Ülkeye girişleri çok hızlandırmışlar. Dijital bir ekrandan kendi girişimi yaptım. Bana verilen çıktıyı görevlilere verdikten sonra hiç beklemeden Montreal havalimanına giriş yaptım. Ardından Über çağırıp otelin yolunu tuttum. Über’de beni otele İtalyan kökenli bir Montrealli şoför götürdü. Onunla buz hokeyinden, New York Montreal kıyaslamasına ve Kanada politikasına kadar birçok konuyu konuştuk.
Otele vardığımda kendimi yuvaya dönmüş gibi hissettim. Çünkü Kanada’ya ilk geldiğim 1994 yılında babamla birlikte kaldığımız Omni Hotel’de yer ayarlamıştım. Omni Hotel benim okuduğum Bronfman binasının hemen karşısında. Otele giriş yaparken yıllarımı verdiğim Bronfman binasına ve otelin Peel caddesini kesen köşesine uzun uzun baktığımı hatırlıyorum.
İşte Omni Hotel’in dışarıdan görüntüsü
Hayatımın en önemli dönemlerinden 4 yılımın geçtiği McGill’in İşletme Fakültesinin bulunduğu Bronfman Binası
Hayatta herkesin bir ikinci şansa ihtiyacı var
Kanada’ya 94’te ilk geldiğimde bu otelden ilk çıktığımız anı unutmam ise asla mümkün değil. Babam, ikizim Baran ve ben, üçümüz otelden çıktık. Otelin Peel köşesinden döndük ve köşeyi döner dönmez, acı bir fren sesininin bir çarpma sesiyle son bulduğu kulaklarımda çınladı. Kafamı çevirir çevirmez arabanın önünde yatan evsiz bir adamın bütün vücudunun titremeye başladığını hatırlıyorum. Bu öyle bir titremeydi ki gözümün önünden gitmiyor. Sonrasında arabadan hızla inen bir kadının etrafına “Bana yardım edin, lütfen, aman Tanrım bu nasıl oldu? Lütfen yardım edin” diye bağırdığını ve tüm caddenin kadının sesiyle yankılandığını hatırlıyorum. Hepimiz büyük bir şok içinde olayları izlerken babamın “Adam ölüyor, isterseniz diğer tarafa bakın” dediğini hatırlıyorum. Ben de ona “Hayır bunu kaldırabilirim” dediğimi hatırlıyorum. Birkaç saniye içinde gelişen bu olayları izlerken kısa süre içinde ambulans ve polis arabaları geldi. Ancak artık çok geçti. Yerde yatan evsiz adamın saniyeler içinde titremesi durduktan sonra öldüğünü anladık. Doktor değildik, ilk yardım bilmiyorduk, o birkaç saniyede ne yapabilirim diye hızlıca aklımdan geçirdim ve öldüğünü anladıktan sonra ‘yazık adama, kim bilir nasıl bir yaşamı oldu? Herkesin bu hayatta ikinci bir şansa ihtiyacı var’ diye geçirdiğimi hatırlıyorum. Sonra o olayın şokuyla (ve tabii hiçbir şey yapamamamın çaresizliğiyle) yolumuza devam ettik. Yolda o an yaşadıklarımızın aklıma takıldığını ve ‘evsiz, kimsesizleri bu durumdan çıkarmak için ne yapılması gerektiği’ konusunu kafamda çözmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Bu olayı daha sonra aramızda hiç konuşmadık.
Bilemiyorum belki de bugün kurucu başkanı olduğum Temel İhtiyaç Derneği’ndeki motivasyon kaynaklarımdan biri bu olaydır.
Şirketler yarışmasında jürilik
Akşam otelde yatmadan önce Dobson Cup dosyasının üzerinden geçtim. Ertesi güne hazırdım. Sabah 8.00’de program kahvaltıyla başladı. 8.30’da açılış konuşmaları ve bilgilendirmeler yapıldı. Etkinlik 09.00’da başladı. Ben sosyal şirketler bölümünde jüri üyeliği yaptım.
Toplamda gün boyunca 10 şirketi kuran McGill öğrencileri sunum yaptı. Arada bir öğle yemeği arası verdik. Tüm görüşmeler 16.00’ya kadar sürdü. Sonrasında puanlama yapıldı. Puanlama sonucunda ortaya ilginç bir sonuç çıktı. 4 jüri üyesinin de ilk 3 favorisi aynıydı. Bir tek sıralamalar farklıydı. Hangisi en çok hak ediyor diye aramızda tartıştık. Sonuçta oybirliğiyle ilk üçün sıralamasına karar verdik. Bu yazıyı yazdığım sırada kazananlar deklare edilmediği için şu anda burada kazananları anlatmayacağım. Bir tek kazananların açıklanacağı 4 Nisan tarihinden sonra bilgilendirme için bu yazının altına bir not düşeceğim.
Saat 17.00’ye kadar süren bu puanlama sürecinden sonra 17.00-19.00 arasında kokteyl düzenlendi. Kokteyl sırasında birçok öğrenci ve jüri üyesiyle sohbet etme şansı buldum. Özellikle jüri üyeliği ve mentorluk yaptığım sosyal şirketler şablonundan öğrencilerin yanıma gelip sohbet etmeleri şahsen hoşuma gitti. Onlarla bütün gün vakit geçirmiş bütün tecrübelerimi onlara aktarmış olmanın hazzıyla 2 saat boyunca birçok öğrencinin ek sorularını cevapladım ve kokteylde de tecrübelerimi aktarmaya devam ettim. 19.00’da kokteyl bittikten sonra hazırlanma zamanım geldi.
Bize sunum yapan bu Çin kökenli öğrencilerle keyifli sohbet ettik. Bu genç kadınlar ülkelerine geri dönüp önemli işlere imza atacaklar.
Akşam yemeğimi yerken ertesi günkü sunumlarım ve konuşmalarım üzerinde çalışıyordum. Gece geç saate kadar hazırlıklarım devam etti. Tabii bir taraftan bana yollanmış olan önemli e-postaları da cevapladım.
Üniversitemde, bu kez öğrenciler benim dersimde
Ertesi sabah 08.20’de bizim işletme bölümünden ilerleme yetkilisi Daniel Cere ile buluştuk ve doğrudan yüksek lisans öğrencilerinin sınıfına gittik. Biz içeri girer girmez sınıfta herkes kendini tanıttı ve 08.35’te başlayan ders, 09.25’e kadar sürdü. Dersin adı Managing Strategy and Innovation idi. Ben de güneş enerjisi, EkoRE stratejisi ve inovasyona bakış açımızı anlattım. Sunum sırasında öğrenciler beni sık sık sorularıyla kestiler. Çok iyi sorular geldi. Kanada’nın en iyi üniversitelerinden biri olan McGill’de seviye gerçekten çok yüksek. Okulum olduğu için bunu söylemiyorum, gelen soruların kalitesinden seviyenin en üst düzeyde olduğunu rahatlıkla anlayabiliyorum. Ben de şahsım adına iyi sorular gelince keyifleniyor, konuşmadaki motivasyonum artıyor. Çok daha fazla sorular gelebilirdi. Ancak sürem dolduğu için orada kesmek zorunda kaldık.
Bizim Bronfman binasının önünde çektiğim bir kare
Sonrasında Daniel ile Bronfman’ın hemen yakınındaki bir kafeye gidip kahve içip sohbet ettik. Saat 10.00 gibi diğer lisans öğrencilerinin sınıfına gittim. Strategic Management başlıklı ders 10.05’te başladı, 11.25’te bitti. Hiç durmadan bir önceki sınıfa yaptığım sunumun bir benzerini bu sefer lisans öğrencilerine yaptım. Yaşları daha genç olan öğrenciler tahmin ettiğim gibi başlarda çekingen kaldılar ancak sonrasında ısrarla “Takıldığınız bir yer olursa bana sorun” diye tekrarlayınca bir anda sorular yağmaya başladı. Bu da çok hoşuma gitti. McGill’in 1. ve 2. sınıf öğrencileri bile çok zeki ve meraklı çocuklar. Bir önceki derste olduğu gibi bu dersin de nasıl geçtiğini anlayamadım.
Gurur duyduğum ve aktivist öğrencilerin yer aldığı okulumun tuvaletinin kapısındaki sticker’ı sizinle paylaşmak isterim
Bu iki dersten sonra hem profesörlerden hem de öğrencilerden çok iyi geribildirimler geldi. Onlara başka bir perspektif sunduğum için çok sayıda teşekkür aldım. Bana ‘senin sayende çok şey öğrendim’ türünden Linkedin mesajları iletildi. Bu da benim için ayrı bir keyif oldu.
Röportaj, kütüphane ve dostlar…
Bu derslerden sonra bir şeyler atıştırdım ve öğleden sonra McGill’in meşhur profesörlerinden Karl Cooper benimle röportaj yaptı. Röportajımın Kanada’nın en çok okunan ve en saygın gazetelerinden biri olan Globe & Mail’de yayınlanacağını bildirdi.
Sonrasında da bir başka asistan profesörle hayattaki duruşum konusunda uzunca sohbet ettik. Bu sohbetin ardından kafamda planladığım gibi McGill Bookstore’a alışveriş yapmaya gittim. Çok uzun bir süredir burada bulunmamıştım. Hoşuma giden bütün McGill kıyafet ve aksesuarlarını, kitapları satın aldım. “Bugün sizin cironuzu artırmaya geldim” diyerek kasadaki görevliyle şakalaştım. Sonrasında Bookstore’un yerini eski yerinden neden kaydırdıklarını konuştuk. McGill İşletme bölümündeki yüksek lisans öğrencilerini Bookstore’un olduğu yere koymuşlardı. Ben de kasadakilere “Allah’tan bizim bölümümüzü Bookstore’un olduğu yere taşımışlar, buna bir lafım yok, başka bir departman olsaydı sorun olurdu” diye şaka yaptım, gülüştük.
Oradan çıktıktan sonra otele gittim, işlerle ilgili bazı mesaj ve e-postaları cevapladıktan sonra 95 yılından beri McGill’deki en yakın arkadaşlarımdan Sirel ile akşam yemeğine çıktık. Sirel de Kanada’da kaldı ve güzel bir kariyer yaptı ve orada şu anda Samsung’un farklı bir iş modeliyle ilgili yöneticilik yapıyor.
Son görüşmelerin ardından sandık başına dönüş
Ertesi gün erkenden kahvaltı ettim, sabah 07.00 gibi otelden çıkışımı yaptıktan sonra Montreal’in dış bölgelerinde olan Kirkland’da konumlanan güneş enerjisinin önemli firmalarından Targray ile görüşmeye gittim. Sabah 08.00’den 10.15’e kadar toplantımız sürdü. Sonrasında eyalet yatırım ajansı Investissement Québec’in bir yöneticisiyle toplantım ve öğle yemeğim oldu. Bu yemekten sonra Montreal’in gıda bankası Moisson Montréal’e gittim. Burada ilginç olan bu kuruluşun yöneticilerinden Maggie’nin benim McGill’den sınıf arkadaşım çıkmasıydı. Bir gece önce benimle telefonda görüşmek istedi. Kendisini aradım ve bana telefonda “Serhan, beni hatırlamadın mı, seninle birkaç aynı sınıfta okumuştuk” dedi. İsmini hatırlamadım ama yüzünü görünce hatırladım. Moisson Montréal’in başındaki Executive Director Richard Daneux ve Maggie Borowiec ile 1,5 saatlik toplantının ve gıda bankasının gezilmesinden sonra oradan ayrıldım ve 20-25 sene önce bana adeta anne-baba şefkatiyle yaklaşmış, bana her konuda yardımcı olmuş Jill ve Xeno’yu evlerinde ziyaret ettim. Yaklaşık 1,5 saatlik bu ziyaretimden sonra artık havalimanına gitme zamanı gelmişti, ben de yola koyuldum.
Moission Montreal’in başındaki Richard ile çektiğimiz bir kare
Açıkçası hafta sonu Montreal’de kalmayı planlıyordum. Ancak vatandaşlık görevimi yerine getirebilmek için Cuma gecesi yola çıktım ki cumartesi akşamı Türkiye’de olayım ve pazar günü hem kendim hem de babaanneme oy kullandırabileyim.
Yüksek tempolu bu 3 güne o kadar çok şey sığdırmıştım ki, uçağa bindiğim gibi uyumaya başladım ve gözümü açtığımda Londra’ya inmiştik.
Ancak klasiktir, neyin üzerine titizlenirseniz onun başına bir şeyler gelir. Uçağım İstanbul’a indiğinde valizlerimden biri çıktı, diğeri çıkmadı. Tatsız geçen bildirim sürecinden sonra havalimanından ayrıldım.
Üzerinde ismim yazan valizimi başka biri almış. Ertesi akşam aradılar. Meğer valizim ta Beylikdüzü’ne gitmiş. Çekmeköy’e göndermelerini bekliyorum. Ne diyeyim, valizi alıp üzerindeki etiketlere hiç bakmadan Beylikdüzü’ne götüren arkadaşa Allah akıl fikir versin. Tek tesellim iyi niyetli insanlar çıkmaları.
Böylelikle memleketin karmaşık gündemine hoş gelmiş oldum…