Corrupflation: Ahlaki çöküş enflasyonu
Büyük köfte zincirlerinde domuz eti kullanılması, yemek porsiyonlarının gitgide küçülmesi ve başta gıda sektörü olmak üzere bütün sektörlerde yapılan birçok farklı sahtekârlıklar... Hepsinin kaynağı aynı: Ekonomik krizin bir sonucu olarak ortaya çıkan enflasyonun derinleştirdiği ahlaki çöküş. İçinde bulunduğumuz bu vahim ortamı tanımlamak için İngilizce corruption ve inflation kelimelerini birleştirerek bir ad verdim: Corrupflation.
Son dönemlerde ülkemizde hep okuduğumuz negatif haberlerden etkilenmiş olabilirim ki, kafamın içinde beyin fırtınaları koparken bir anda aklıma geldi. “Bu yaşadığımız ortamı tek bir kelimeyle nasıl açıklayabilirim” diye sordum kendi kendime. Ardından da düşünürken bir anda aklıma “Corruption” ve “Inflation” kelimelerini birleştirmek geldi. Corruption’ın tam tercümesi “yolsuzluk”, “yozlaşma” veya “bozulma”dır. Burada bizim durumumuzu yozlaşma veya bozulma anlatıyor. Esasında tam anlatmak istediğimi “moral corruption” terimi karşılıyor, o da “ahlaki bozulma” veya “ahlaki çöküntü” anlamına geliyor. Ama kısaca bozulma veya yozlaşma da bize istediğimizi veriyor. Bunu inflation yani enflasyonla birleştirince Corrupflation kelimesi bize tek kelimede “enflasyondan dolayı bozulan (daha açık tabiriyle: Ahlakı Bozulan) ortam” ifadesini veriyor.
Bu arada bu kelimenin Türkçesi nasıl olur diye de kafa yordum ama kafamdaki kelime kombinasyonları tam birbirini tutmuyor. Çünkü esasında enflasyon da inflation’dan gelme yabancı bir kelime. O yüzden aynı “enflasyon” dediğimiz gibi bence bu tabire de Türkçe “korapflasyon” diyebiliriz.
İş etiğindeki aşırı bozulma
“Corrupflation” yaşayan ülkemizde resmi rakamlara göre %50’nin üzerinde enflasyon var ki, bunun aslında çok daha yüksek olduğunu hepimiz biliyoruz. Ticari hayatın içinde olanların fütursuzca sürekli fiyatları yükseltmeleri veya enflasyonu bahane ederek kâr marjını acımasız bir şekilde sürekli artırma gayreti içinde olmaları iş yapma etiğinin ne denli bozulduğunu çok net gösteriyor.
Bir günümüz yok ki fiyatlarla ilgili şaşırmayalım. Bu yaşadığımız ortamı en iyi anlatan Suvla Şarapları’nın sahibi Selim Zafer Ellialtı’nın geçen aylarda bir restoranda yaşadığı olay anlatıyor. Türkiye’nin bilinen meşhur ekonomi gazetecisi Vahap Munyar’ın Ekonomim adlı web sitesinde kaleme aldığı yazıdan alıntı yaparak bu olayı sizlerle paylaşmak isterim (yazının tamamını https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/260-liraya-sattigimiz-sarabi-restoranda-3-bin-300-liraya-ictik/762093 linkinde okuyabilirsiniz):
Kendi şaraplarını fahiş fiyata içtiler
Suvla Şarapları’nın kurucusu Selim Zafer Ellialtı, birlikte çalıştığı eşi Pınar Ellialtı ile bir akşam dışarıda yemeğe çıktı. Gittikleri restoranda kendi ürettikleri şaraplardan birini sipariş verdi.
Yemeğin sonunda hesabı istedi. Hesap dökümüne baktı, kendi şaraplarının restorandaki fiyatını görünce şaşırdı:
- 3 bin 300 lira…
İtiraz etmedi, hesabı ödedi. Ancak, kendi şarabına ödediği 3 bin 300 lira içine oturdu. Ertesi sabah pazarlama ekibine restoranın adını verdi:
- Bakın bakalım “K………..” adlı şarabımızı o restorana kaç liraya vermişiz?
Ekip çok geçmeden bilgiyi aktardı:
- Sözünü ettiğiniz şarabı o restorana veriş fiyatımız 260 lira görünüyor.
İç geçirdi, hayıflandı:
- Yüksek enflasyon fiyatlama davranışlarını çok bozdu. Onu anladık. Ancak, bir şişe şaraba alış maliyetinin üzerine 11-12 kat eklemek dünyanın hiçbir yerinde görülmüş şey değil…
Selim Zafer Ellialtı resmen hislerimize tercüman olmuş. Fiyat davranışının bozulması net bir şekilde ahlaki çöküntüye işaret ediyor. Korapflasyondan kaynaklanan bu davranış bozukluklarını restoranların çoğunda görebiliyoruz.
Bu arada restoranların da sesini ve dertlerini dinlememiz gerekiyor. Yaşadığımız ortamda maliyetlerinin sürekli yükselmesinden dolayı şikayetçiler. Çalışanların sürekli maaş artışı talep etmeleri (ki onlar da haklılar, geçinme sorunu yaşıyorlar), girdi maliyetlerinin sürekli artması (satın aldıkları ürünlerin fiyatlarının sürekli yükselmesi) ve kira gibi bir sürü diğer giderlerin de sürekli artış içinde olması onları da fiyatları sürekli artırma girdabının içine itiyor. Ama burada krizi yöneten birçok restoran bence ayarı ciddi anlamda kaçırıyor. Yaşam savaşı verilen piyasada adeta orman kanunları işliyor.
Korapflasyon sadece fiyat artışıyla olmuyor. Başka şekillerde de korapflasyona tanık oluyoruz. Örneğin girdi giderlerini azaltmak isteyen restoranlar ürettikleri yemeklerinde vadettikleri ürün yerine onun muadilini kullanabiliyorlar.
Köfteci Yusuf olayının düşündürdükleri
Son dönemde sıkça okuduğumuz Köfteci Yusuf olayını tüm Türkiye biliyor. Bilmeyen yabancı okuyucularım için olayı kısaca anlatayım (haberin tamamını https://www.haberler.com/haberler/kofteci-yusuf-ta-domuz-eti-olayi-ne-kofteci-17911027-haberi/ linkinde okuyabilirsiniz):
Tarım ve Orman Bakanlığı'nın şubat ve mart ayında gerçekleşen denetimlerinde, ünlü köfte zinciri Köfteci Yusuf'a ait bazı numunelerde domuz eti bulunduğu belirlendi. İncelemeler pişmiş köfte eti ve dana eti dönerinden numune alınarak yapıldı. Pişmiş köfte etinden 300 gram, dana eti dönerinden 400 gram numune alındı. Raporlara göre her iki üründe domuz eti tespit edildi.
İşletmenin sahibi Yusuf Akkaş ve işletmesi Köfteci Yusuf ilk birkaç gün bu haberlere sessiz kaldı sonrasında önce kurum olarak Köfteci Yusuf açıklama yayınladı. Açıklamasında, numune alma işlemleri sırasında birçok teknik hata yapıldığı savunularak, şu bilgiler paylaşıldı:
"Bu hatalar yapılan analizlerin sonuçlarını gerçeklikten uzaklaştırmaktadır. Bu hususlarla ilgili tüm teknik detayları hukuki süreçler sonuçlandığında kamuoyu ile paylaşacağız. Yukarıda bahsettiğimiz usulsüzlükler içeren ve gerçeği yansıtmayan analiz sonuçları sonrasında Tarım İl Müdürlüğü ve İlçe Müdürlüğü tarafından üretim tesisimizde yerinde yapılan denetimlerde herhangi bir olumsuz sonuç ile karşılaşılmamıştır. Bilakis üretim tesisimizin hijyen ve diğer uygunluk koşullarını taşıdığı değerlendirilmiştir." (Bkz: https://gazeteoksijen.com/ekonomi/kofteci-yusuftan-domuz-eti-aciklamasi-bu-is-sonuna-kadar-gidilerek-aydinlatilsin-225127). Kurumdan yapılan açıklama sonrasında Köfteci Yusuf’un kurucusu ve sahibi Yusuf Akkaş Youtube videosu yayınlayarak açıklamalar yaptı. Videosunda, ticari ve siyasi konular üzerinde kendi değerlendirmelerini seslendiren Akkaş, insanlardan konuya vicdanla bakmalarını istedi. Kendilerini "Ahlaklı ve emekleriyle uğraşan" kişiler olarak tanımlayan Akkaş, suçlamalara yanıt verirken, "Çok yanlış insana çattılar, Allah’ın gölgesi her şeye yeter. Şerden hayır doğacak." dedi (Bkz: https://www.ntv.com.tr/turkiye/urunlerinde-domuz-eti-cikan-kofteci-yusuf-cok-daha-iyi-olacagiz,q9Z8CXGuXEO-eb6AA0I6pg#).
Komplo teorileriyle sıyrılma çabaları
Valla şerden hayır mı doğar onu bilemem ama ben bir daha Köfteci Yusuf’ta yemek yiyeceğimi düşünmüyorum. Zaten köfte çok riskli bir yemek, içine ne koysanız köftenin karışımında bir şekilde yeniliyor, o yüzden ekstra hassas olunması gereken bir ortamda bana göre numunelerden domuz eti çıkmışsa bu doğrudur.
Türkiye’de suçlularda bir gelenek haline geldi, suç işleyen kişi ve kurumlar hep kendilerini kurtarmak için sorunu bir komplo teorisine veya bir örgüte bağlıyor. İşin usulünü konuşup hedef şaşırtıyorlar ve insanların dikkatini dağıtıyorlar, bir süre sonra kimse sorunun nereden kaynaklandığını ve işin esasını konuşmuyor. Bu da artık adet haline gelmiş bir manipülasyon şekli olarak karşımıza çıkıyor. Ya da suç işleyenler konuyu milletimizin balık hafızasına güvenerek unutturmaya çalışıyorlar. Köfteci Yusuf olayı da Türkiye gibi bir ülkede bir süre sonra unutulacak. Aynı Burger King olayında (bu konuyu “Bozuk et skandalı ve 2024’te “Ne yediğini bil!” kampanyası” başlıklı blog yazımda kaleme almıştım: https://www.serhansuzer.com/tr/2010daki-bozuk-et-skandali-ve-2024teki-ne-yedigini-bil-kampanyasi) olduğu gibi Köfteci Yusuf olayı da bir süre sonra milletimizin balık hafızasında kaybolup gidecek.
Enflasyonu büyüten küçülme: “Shrinkflation”
Şimdi gelelim restoranların girdi maliyetlerini azaltmak için yaptıkları sahtekârlıklardan bir başkasına: Ürün küçültme. Son dönemde özellikle fast food restoranlarının ürünlerinin (hamburger, patates kızartması vb.) alıştığınız boyuttan veya miktardan daha küçük olduğuna tanık olduğunuz mu? Ben oldum. İsim vermeyeceğim ama yediğim birkaç restoranın hepsinde örneğin burgerleri en az %30 oranında küçülmüştü, patates kızartmasındaki patates sayısı da yarı yarıya azaltılmıştı. Bunu sektörde uzun süre emek verdiğim için çok net görebiliyorum. Ama eminim sektörle uzaktan yakından ilgisi olmayan vatandaşlarımız da yedikleri hamburgerlerin, patates kızartmasının vb. porsiyonlarını ciddi anlamda küçüldüğünü rahatlıkla görebiliyorlardır. Fiyatı yükseltmek için kâr marjını sabitlemek isteyen bu kuruluşlar maalesef bu yola gidebiliyorlar. Bunun da literatürde adı “Shrinkflation” (Bkz: https://en.wikipedia.org/wiki/Shrinkflation).
Fiyatları sürekli yükselten ve aşırı fiyatlamayı adet edinenleri, ucuz olsun diye ürünün içine domuz eti veya muadil ürün koyanları, ürünleri küçültenleri Allah’a havale ediyoruz. Ayakta kalma mücadelesi verdiklerinin de farkındayız ama ‘Bu şekilde ayakta kalacaksanız da ayakta kalmayın o zaman’ demek geliyor içimden. İnsanın en dikkat etmesi gereken prensipleri çiğnemek yerine onur ve şerefleriyle restoranlarını kapatsınlar daha iyi. Çünkü bu sektörden gelip de kepenk kapatanlar ileride bir fırsat bulup tekrar dükkan açabilirler. Müşteri gözünde iyi bir intiba bıraktıkları için de müşterileri her zaman restorana geri gelirler. Diğer sahtekârlar ise sahtekârlıkla ayakta kalsalar bile müşteri sadakati yüksek olmayacaktır.
Zorlu çözüm önerilerim
Şimdi gelelim bu korapflasyon ortamının nasıl düzelebileceğine. Öncelikle bu ortamın düzelmesinin çok zor olacağını belirtmem gerekiyor. Ancak doğru adımlar atılırsa, taşlar yeniden yerine oturabilir ve ülkede refah sağlanabilir. Bana göre:
1) En önemli kriter kamuya güven. Ülkemizde hepimizin hissettiği bir kaygan zemin var. Her an yaşadığımız dibin daha dibini de göreceğimiz hissiyatı da hakim. Burada önemli olan hâlihazırdaki hükümetin ülkeyi nasıl yönettiği ve halkın iktidarda olan hükümete güven duyup duymadığıdır. O güven temelden sarsılırsa ülke böyle önlenemez bir enflasyon ortamı yaşar. Dolayısıyla ya mevcut hükümetin kendini baştan aşağıya yenilemesi ve gerçekten işleri farklı ele alacağını göstermesi gerekir ya da hükümetin değişmesi ve yerine gelecek olan yeni hükümetin gerçek reformlarla ülke ekonomisini rahatlatacağını göstermesi gerekir.
2) Ekonomide en önemli kriter iki yakamızın bir araya gelmesidir. Yani ülke olarak Türkiye’nin sürekli büyüyen cari açığını kapatması ve tam tersine cari fazla vermeye başlaması gerekir. Bunun da nasıl olabileceği çok net. Harcamaları kıs, gelirleri artır. Kendi alanım olduğu için söylüyorum, örneğin enerji ithalatını durdursalar, onun yerine kendi kaynaklarımıza odaklanıp %100 yenilenebilir enerjiye geçiş yapsak, Türkiye ertesi sene cari fazla verir. Buna tabii çok gereksiz kamu harcamalarının da kısılması şartını koymak istiyorum. Başka bir blog yazımda ekonomik krizden çıkış reçetesini detaylandıracağım.
3) Makyaj çözümlerden uzak durmak. Zamanında şimdiki hükümet Türk Lirası’ndan 6 adet sıfırı attığında bunu büyük bir zafer şeklinde lanse ettiler. Hükümetin destekçileri hükümetin yaptığı icraatları anlatırken Türk Lirası’ndan sıfır atmayı da senelerce ballandıra ballandıra anlattılar, hükümeti övgüye boğdular. Benim gibi ekonomiden biraz olsun anlayanlar ise bunun esasında kurmaca bir hamle olduğunu ve bu makyajlamanın ancak sağlam ekonomik temelleri olduğu zaman işe yarayacağını, yoksa Türkiye’ye enflasyon ortamının geri gelebileceğini, bu da gerçekleşirse o attığımız sıfırların teker teker tekrar Türk Lirası’na geri eklenebileceğini düşünüyorlar.
Türkiye’de ekonomi çok iyi yönetiliyor söylemine de hiçbir zaman katılmadım. Hatta size daha iddialı bir şey söyleyeyim. Bence Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomisi Atatürk’ün 15 yıllık yönetimi dışında hiçbir zaman iyi yönetilmedi. Bir gelen bir öncekini maalesef hep arattı. Ben verilerle konuşmayı severim. Türkiye’nin cari fazla verdiği bir dönemi hatırlamıyorum. Kimi dönemler cari açık nispeten azaldı, kimi dönemlerde de arttı. Ama cari açık hayatımızda hep vardı. Özellikle son 20 senede eldeki tüm imkanlara rağmen cari açık çok arttı. O yüzden kimse bana ekonomi önceden iyi yönetiliyordu hikayesini anlatmasın. Durum açık. Cari açığın cari fazlaya dönmesi, yani ülkenin gelirlerinin giderlerinden fazla olması da bana göre çok zor değil. Yapılacaklar çok net. Yeter ki, ülke menfaatini samimi olarak birinci öncelik olarak sıraya koyan hükümetler başa gelsin.
4) Fiyat kontrolü. Eğer icranın başında olan hükümete güven yeniden tahsis edilirse ve akabinde ekonomi düzelmeye başlarsa, enflasyon ortamını kökünden kazımak için yapılması gereken önemli bir iş daha var. O da fiyat kontrolü. Tamam, ben de liberal ekonomi ve serbest piyasa yanlısıyım. Ancak bu mekanizmalar etik değerleri yüksek, ahlaki bozulma yaşamamış ülkelerde iyi çalışır. Bizim gibi temelden çürüme yaşamış bir ülkede en azından belli bir süre kontrol ve yaptırımlarla ilerlemek şart, aksi takdirde o temeldeki çürüme tüm ülkeye sirayet etmeye devam eder. Burada bana göre hükümete güven tahsis edildikten ve ekonominin düzelmeye başlamasından sonra yapılması gereken şey, önceden yapıldığı gibi yeni bir soluk getirme adına ya paradan sıfır atmak ya da gelişmiş ülkelerdeki gibi fiyatları görebileceğimiz yeni bir para birimi getirmek olur. Hatta biraz ilerici bir bakış açısıyla kağıt parayı tedavülden kaldırıp dijital bir Türk para birimi getirmek çok yerinde bir hamle olur. Bu yeni dijital para biriminin tüm ülkede kullanılmaya başlanmasından sonra fiyat kontrollerine başlamak gerekiyor. Aşırı fiyat artışlarını ve fırsatçılığı önlemek için kâr marjı kuralı bile getirilebilir.
Kafanızda canlanması için yine Suvla örneğinden gideceğim. Aldığı şarabı 11-12 kat artışla satmaya çalışan bir restorana çok sert yaptırım uygulanması, hatta restoran kapatmaya kadar gidilmesi gerekecek. Kural koyulacak: Örneğin alkollü içeceklerde girdi maliyetinin üzerine en fazla %100 fiyat kâr marjı koyabilirsin gibi. Yani 260 TL’ye mal edilen şarabı en fazla 520 TL’ye satabilecek, Suvla’nın sahibinin yaşadığı gibi 3.300 TL’ye değil. Bunu tekrar etmek istiyorum: Bu konuda kaçak satış yapıp kurala uymayan ve fiyatı yüksek tutan restoranların, bir uyarıdan sonra ikinci uyarıya gerek kalmadan kapatılmaları gerekecek. Fiyat kontrollerinin tüm sektörlere uygulanması ve sürekli denetlenmesi gerekecek. Dijital ortamda yapılan bir alışverişte de takdir edersiniz ki herhangi bir kaçak göçek olmayacaktır. Her şey dijital ortamda olduğu için de, özellikle yapay zekânın yardımıyla bu kuralı çiğneyenlerin hemen tespit edilip gerekenin yapılması gayet mümkün.
Merak eden okuyucularım bazen şu soruyu soruyorlar: “Neden bu konularda yazıyorsun?” Cevabım çok net: Çünkü ben de hepimizin hak ettiği ve arzuladığı bir ortamda yaşamak istiyorum. Hepsi bu.