Galatasaray’ın 24. Şampiyonluğundan çıkarılacak dersler

Bu yazımda geçenlerde Türkiye Futbol Süper Ligi’nde şampiyonluğunu ilan eden Galatasaray’ın hikâyesini yazmayacağım. Bu hikâyeyi farklı açılardan medyada ve sosyal medyada okuyabilirsiniz. Bu yazıyı bu sene şampiyonluk yarışında olan iki İstanbul takımı Galatasaray ve Fenerbahçe’nin kendi payına düşen dersleri çıkarması açısından kaleme alacağım.

Lafı fazla uzatmadan hemen iki takımın çıkarması gereken derslere girelim. Öncelikle bu senenin şampiyonu, tuttuğum takım Galatasaray’dan başlayalım.

GALATASARAY:

1) Takımın geç form tutması:
Özellikle yabancı futbolcular tatil için gittikleri ülkelerden geç dönüyorlar. Galatasaray’da da hatırı sayılır sayıda Latin Amerikalı futbolcu var. Bunlardan bazıları kampa geç katıldı. Bunu her sene yaşıyoruz. Toplu halde çalışamayan takım geç form tutuyor. Geç form tutunca da lige iyi başlayamıyor. Galatasaray’ın bir önceki şampiyonluğunda olduğu gibi bu sene de ilk 10-15 maçındaki performansı iyi değildi. Daha sonra form tutunca art arda alınan galibiyetlerle şampiyonluk yarışına katıldı ve sonunda ipi göğüsleyebildi. Bu sene Galatasaray’ın oyuncularına vaktinde kampa katılmaları konusunda telkinde bulunması gerekiyor. Avrupa Şampiyonasına rağmen disiplinden taviz vermemek gerekiyor.

2) Şampiyonluğu cepte görmek: Bir süre yarışta geride kalan Galatasaray, Fenerbahçe’yi ligin ikinci yarısında geçti ve sonrasında bir ara puan farkı 6’ya kadar çıktı. Ondan sonra Galatasaraylıların genelinde “şampiyon olduk” gibi bir hava oluştu. Bu hava futbolculara da yansıyınca kendi sahamızda Fenerbahçe’ye yenildik. Atılan golde Muslera’ya bariz faul vardı, yani Fenerbahçe haksız yere galip geldi, o ayrı mesele. Ancak asıl sorun Galatasaray’ın en önemli maçında herkesin alışık olduğu oyununu oynayamamasıydı. Hayatta hiçbir zaman “ben oldum” deyip kimseyi küçümsemeyeceksin. Sonra en olasılığı düşük sonuçlar alırsın, bir anda zor duruma düşersin.

3) Transfer hataları ve geç kalınan transfer hamleleri: Galatasaray’ın Mertens, Torreira, Rashica, Sacha Boey gibi transferleri yapan ilk transfer dalgası başarılıydı. Ancak sonrasında transferde ciddi hatalar yapılıp Tete, Vinicius ve Serge Aurier gibi takıma neredeyse hiç katkı yapmayan ve ciddi mali yük oluşturan oyuncular transfer edildi. Üstelik Rashica gibi Galatasaray’da çok iyi performans göstermiş bir oyuncudan vazgeçilerek o futbolcu Beşiktaş’a kaptırıldı. Ayrıca Icardi’ye senelik 10 milyon euroluk ödemeyle Galatasaray tarihinde açık ara en fazla ücretin ödenmesi de mali anlamda ciddi hatadır. Bunun yerine forvete, orta sahaya ve hatta defansa iki veya üç kaliteli futbolcu alınabilirdi. Tabii bu hatalara bir de bu transferlerde payı olan bazı yöneticilerin Kulübü karıştıracak nitelikteki demeçleri ve tavırları Galatasaray’ın son haftalarda karşılaştığı Fatih Karagümrük maçından itibaren form düşüklüğü ve motivasyon eksikliğine sebebiyet verdi. Bunu da bir kenara yazalım.

4) Geç kalan oyuncu değişiklikleri: Okan Buruk, Türkiye Süper Ligi’nin açık ara en iyi teknik direktörüdür. İnsan ilişkileri, baskın futbol oynatması, karşı takımın analizini çok iyi yapması ve genel olarak oyunu iyi okuması Okan Buruk’un en iyi teknik direktör olmasının altında yatan bazı sebepler. Ancak kimse mükemmel değildir. Okan’ın da hepimizi fıtık eden özelliği oyuncu değişikliklerini geç yapması. Bazen adeta dalıp gidiyor. Oyunda iyi gitmeyen işler olduğu zaman Okan bunu çok net görüyor, netekim müdahale ettiği zaman genelde direkt oyunun akışını değiştirebiliyor. Gel gelelim bu değişiklikleri çok geç yapıyor. 80. dakikada yapılan değişiklikle oyunun genelinde son 10-15 dakikada maça giren oyuncuların maça etki etmesini beklemesi haksızlıktır. Oyuncu değişikliği yapılması gerekiyorsa bence devre arasında veya en geç 60. dakikada yapılması gerekiyor. Aksi takdirde oyunu ciddi riske atıyoruz. Son dakikalarda bu kadar heyecan yapmak hiç birimizi motive etmiyor. Birçok maçın sonunda kazandığımız halde hiç kazanmamış gibi hissettiğimin altını çizmek isterim.

5) Fenerbahçe’nin tahriklerine izin vermek: Fenerbahçeli yöneticiler baktılar ki şampiyonluğu kaybediyorlar, saha içinde ve dışında sezon sonuna doğru ciddi anlamda çirkefleştiler ve üslupları her geçen hafta daha da kötüleşti. Tabii yöneticilerin kendi yaptıkları hataların hiçbirini üstlenmeden sürekli suçu Galatasaray’a ve federasyona atmaları, yaptıkları tahrikler sonucunda kendi taraftarlarının da toplu halde kişilere ve kurumlara saldırmalarına yol açtı. Galatasaraylı yöneticiler de bu saldırılara çanak tutacak stratejik hatalara imza attılar. Örneğin eski Çevre ve Şehircilik Bakanı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Murat Kurum’un Galatasaray Başkanı’nın yanağını okşaması hem aklıselim Galatasaray taraftarı arasında infial yarattı, hem de Galatasaray’a sürekli saldırma eğiliminde olan Fenerbahçelilerin eline koz verilmiş oldu. Bu hareketi kendi bakış açımdan şu şekilde yorumlayabilirim: Muhtemelen Galatasaray Başkanı Dursun Özbek de böyle bir durumda kalmak istememiştir. Ancak iktidarla ters düşmemek veya tepki çekmemek adına bu hareketi sineye çekmiştir. Yoksa Murat Kurum’un yanak okşama hareketi Galatasaray Başkanı’nın ağırlığına yakışmaz. Ayrıca bu hareketten “Galatasaray iktidarı destekliyor” diye algı yaratılması çok yanlış bir söylemdir, bunu sürekli dillendirmek de kötü niyete girer.

6) Avrupa kupalarında iyi oyun, kötü sonuçlar: Avrupa Kupalarında genelde iyi bir çizgide maçlar çıkardık. Bayern Münih maçlarına çok yazık oldu. Kupanın favorilerinden biri olan Bayern Münih’e hem kendi sahamızda hem de deplasmanda kök söktürdük. Ama sonuç olarak oynadığımız takım Bayern Münih. Adamlar 3 kez kalemize geliyorlar, üçünde de gol atabiliyorlar. Biz de yakaladığımız pozisyonları cömertçe harcayabiliyoruz. Kopenhag ve Sparta Prag maçlarına da ayrı bir parantez açmak isterim. Bu maçlar gösterdi ki, fiziksel kondisyonda Türkiye’nin en iyi takımlarından biri olan Galatasaray’ın kapasitesi, futbollarını fizik gücüne dayandıran Doğu Avrupa veya İskandinav takımlarına yetmedi. Buradan bir sürü ders çıkarabiliriz. Eğer Avrupa’da başarılı olmak istiyorsak, fiziksel kapasitemizi mutlaka Avrupa takımlarının üzerine çıkarmamız gerekiyor. Zihninizde canlandırmanız için hemen somut bir istatistiki veri paylaşayım. Türkiye’de maç başına koşu mesafeleri ortalama 11-12 kilometrede kalırken, Avrupa’da ve özellikle İngiltere’de bu ortalamalar 15-16 kilometrelerin üzerine çıkıyor. O yüzden Türkiye’de futbol yavaş oynanıyor ve İngiltere Premier Ligi’nde maç izlediğimizde maç “bir o kalede bir diğer kalede” oynanıyor. Hepimiz sanki başka bir oyun seyredermişçesine zevkten dört köşe Premier Lig maçlarını izliyoruz. Okan Buruk ve ekibinin Galatasaray’ın fiziksel kapasitesini en az %30 artırmak üzerine çalışma yapması gerekiyor.

7) Icardi sendromu: Ben burada genel kanının aksini düşünüyorum. Bence Icardi takıma yarar yerine zarar veriyor. Şimdi şöyle diyebilirsiniz: “Adam bu sene de gol kralı oldu, kritik maçlarda gol attı, Galatasaray’ı kurtardı...” Bu konuyu daha önce “Icardi sendromu” başlığıyla kaleme almıştım: https://www.serhansuzer.com/tr/icardi-sendromu. Şimdi burada Icardi’nin Galatasaray’a neden zarar verdiğini tekrar özetleyeyim:

a) Aldığı maaş takım ortalamasının 3-4 katı. Bu takımda ciddi bir dengesizlik yaratıyor, bütçe disiplinini bozuyor. Galatasaray’a şampiyonluk kazandırmış Gomis’in maaşını 1 milyon euro artırmamak (yanlış bilmiyorsam 3 milyon euro’dan 4 milyon euro’ya artırılması) adına Suudi Arabistan’a düşük bonservis ücretiyle satan yöneticilerden sonra, Icardi’nin maaş yükünü yıllık 10 milyon euro’ya yükselten yönetim tarzından bahsediyoruz.

b) Bu sene en önemli maçlarımızda ve kendisine en çok ihtiyaç duyulan maçlarda (Kopenhag, Sparta Prag, Fenerbahçe vb.) ortalıkta yoktu.

c) Özel hayatıyla gündeme gelmeye devam ediyor, özellikle takımdaki gençlere kötü örnek oluyor.

d) Bir futbolcu olarak takımdaki eski bir yöneticiyi koruma yoluna gidebilecek gücü kendinde bulabiliyor. Bu Galatasaray’ın iç işlerine müdahale etmektir, bir futbolcunun haddini aşar.

e) Takım savunması zayıf. Onun yüzünden ortadan dinamo gibi çalışan futbolcuların üzerine ek yük biniyor.

f) Adeta efsaneleştiriliyor (ki bence bu kadar dağlara çıkarılmayı hak etmiyor) ve bu aşırı sevgi gösterileri diğer futbolculara ayıp oluyor, takımın konsantrasyonunu zaman zaman dağıtabiliyor.

Icardi’nin yerine iki veya üç çok iyi futbolcu alabilirdik bu sene. Bunlardan ikisi forvette olabilirdi. Forvete bir uzun boylu, çok koşan ve hava toplarında hakimiyet kurabilecek, bitiriciliği iyi pivot santrafor çok iyi olurdu, diğeri de fiziği sağlam, patlayıcı gücü yüksek ve dayanıklı bir forvet olurdu. Okan Buruk maçlara çift forvet çıkmayı pek sevmiyor ama böyle iki forvetten oluşan takımımızın performansı daha yüksek olurdu.

FENERBAHÇE:

1) Sürekli manipülasyon yolunu seçmek:
Başarısız olan Fenerbahçeli yöneticiler kirli siyasette görmeye alışık olduğumuz “tüm kabahati başkalarının üzerine atma” yolunu benimsiyorlar. Bunun içinde olmayan bir şeyi olmuş gibi göstermek, yalan yanlış konuşmak, manipülasyon yapmak var. Bu konuşmaları yaparken hiç utanmıyorlar, sıkılmıyorlar, nasıl olsa kendi seyircisini galeyana getirmeyi başarıyorlar, gerisi Fenerbahçeli yöneticiler için önemli olmuyor. Ancak şunu bir türlü idrak edemiyorlar. Masa başı oynadıkları bu oyunlar, iletişim oyunları, saldırı kültürü vb. adeta bumerang etkisi yapıyor. Her türlü haksızlık ve yanıltmacalar kendilerine dönüyor. En azından bu tip söylemler futbolcuların üzerindeki baskıları ağırlaştırıyor ve başa çıkılması çok zor durumlar yaratılıyor. O yüzden normalde rahatlıkla kazanabilecekleri maçlarda bile Fenerbahçe kendi sahasında zorlanabiliyor. Herkesin kendi işine odaklanması, saha dışı yerine saha içindeki performansı artırması için çalışması gerekiyor.

2) Süper kupa maçına çıkmamak: Süper Kupa maçına A takımın yerine U19 takımını çıkarıp 1. dakikada takımı sahadan çekmek ciddi bir stratejik hataydı. Dışarıdan gözlemime göre bu durum takımın moral ve motivasyonunu bozdu, takımı aşağıya çekti. Ali Koç ve yönetim kurulu bence sene içerisindeki en stratejik hataya bu şekilde imza attı. Çünkü bu olaylar sonrasında Fenerbahçe önce Olympiacos’a kaybedip Avrupa Kupası’nda elendi, sonra da puan kaybedip şampiyonluk yarışında ağır darbe aldı. Sonunda da ipi Galatasaray göğüsledi.

3) Taraftarların kendi oyuncularının üzerindeki baskısı: Fenerbahçeli seyirciler, Türkiye’deki birçok futbol seyircisi gibi fazla ateşli. Seyirci desteği takımı ateşlemek ve motive etmek için bir güçtür esasında. Ancak ayarı fazla kaçırınca, bu ateş takımı yakabiliyor. Futbolcuları ve ailelerini sürekli sosyal medya üzerinden rahatsız etmek, maç öncesi ve sonrası mesajlar atmak, sahada işler yolunda gitmeyince protestolara başlamak bu negatif desteğin örneklerinden bazıları... Halbuki Fenerbahçe seyircisinin sabırlı olup hakikaten maç kazandıracak davranışlar eğiliminde olması gerekiyor. Bunun için de klasik bir deyişle “Yenilsek de yensek de taraftarın hep seninle” mottosuyla takımlarını her zaman desteklemeleri ve protestolardan kaçınmaları gerekiyor. Seyircinin bunun ters yönündeki negatif enerjisi takıma kritik maçlarda puan kaybettirdi. Birçok maçta da eli ayağı birbirine dolanan Fenerbahçeli futbolcuların imdadına hakemler yetişti ve son dakikalarda (ki bu penaltıların birçoğunun hakikaten penaltıyla uzaktan yakından alakası yoktu) maçı penaltılarla kazandılar. Bu sezon en fazla penaltı kullanan ve en fazla son dakikalarda bu penaltılarla maç kazanan takımın Fenerbahçe olduğunu bir kez daha hatırlayalım.

4) Hoca seçimi: Fenerbahçe bu sene iyi bir takım kurdu. Şahsen Fenerbahçe’de en beğendiğim 3 futbolcu Osayi Samuel, Fred ve Batshuayi’ydi. Bu üç oyuncu oynadıkları her maçta fark yarattılar. Takımın geri kalanında da belli bir standart vardı. Böylesine büyük bütçelerle kurulan takımın başına kariyerinde elle tutulur bir başarısı olmayan İsmail Kartal’ın getirilmesi bence yapılan en büyük stratejik hatalardan biriydi. Büyük İskender’in meşhur bir lafı vardır: “Bir koyun tarafından komuta edilen aslan ordusundan korkmam; ama bir aslan tarafından komuta edilen koyun ordusundan korkarım” diye. Fenerbahçe’nin durumu da bu ikilemi bu sene bire bir yansıttı.

5) Karakter noksanı futbolcuları ısrarla takımda tutmak: Mert Hakan ve kaleci İrfan Can gibi karakterleri sıkıntılı futbolcuların maçlarda seyirciyi ve karşı takımı tahrik etmesi için sürekli ortalara salınması Fenerbahçe antipatisini körüklemeye devam etti. Fenerbahçeli yöneticilerin ve teknik kadronun artık galip gelmek için her yol mubahtır yaklaşımını bir kenara bırakmaları ve takımı düzgün karakterli oyunculara teslim etmeleri gerekir, bu da şampiyonluk şanslarını artar. Çünkü karakter noksanı futbolcular sadece karşı takımı değil maçla ilgili karar vericileri de negatif anlamda etkiliyor. O maçta bu futbolcular cezalandırılmasalar da bir sonraki maçın hakemi olanları izliyor ve kendi maçı için Fenerbahçe’ye ön yargıyla yaklaşabiliyor. O yüzden bu sorunlu futbolcuları takımdan bir an önce ayıklamak gerekiyor.

6) Özellikle yöneticilerinin sürekli kavgacı bir tutum sergilemesi: Herkesle sürekli kavga eden yöneticiler o negatif enerjiyi takıma da yansıtıyor. Karakter noksanı futbolcular nasıl antipatiyi körüklüyorsa, kavgacı ve manipülasyon yapan yöneticiler de aynı şekilde durumu olumsuz körüklüyor. Ondan sonra Fenerbahçeliler “herkes Fenerbahçe’ye karşı”, “bizimle toplu halde uğraşıyorlar” gibi söylemleri dillendiriyorlar. Dillendirmelerinin ötesinde aldıkları aksiyonlarla da Fenerbahçeli yöneticilerin çaresiz kaldıklarında agresyona başvurabildiklerini net bir şekilde bizlere gösterdi. Galatasaray maçından sonra Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un adeta bir mafya lideri edasıyla 30-40 korumayla stada girmesi ve sonrasında Fenerbahçe yöneticileri, futbolcuları ve idari görevlileri korumalarla birlikte Galatasaray’ın Genel Sekreteri ve Stat Müdürünü darp ederek  Fenerbahçe bayrağını saha ortasında zorla açmaya çalışmaları kendilerini ne kadar kaybettiklerini gösteriyor. Bu yapılanlar suçtur ve karşılığı hapis cezasıdır. Hukuk sistemi oturmuş bir ülkede sen böyle kabadayılık yapıp insanları darp edemezsin, bu maalesef Türkiye gibi bir ülkede oluyor ve hep insanların yaptıkları yanlarında kalıyor. Galatasaray Kulübü’nün de bu olayların takipçisi olmasını bekliyoruz. Artık yapanın yanında kalmasın.

Bir de bunun tersini düşünelim. Sen böyle kavga, gürültü ve negatif bir ortam yaratma, herkesi sindirmeye çalışma, tersine, yenilsen de yensen de hep pozitif olmayı aşıla, hatta daha da ötesi maçı kaybetsen de karşı takımı alkışla, sonrasında bak bakalım bunun karşılığı sana hangi açılardan dönüyor. Bir bakmışsın, hiç beklemediğin bir sezonda şampiyonluğa ulaşmışsın. Sonuçta hayat da böyle bir şey. Ne ekersen onu biçersin.

7) Avrupa kupalarında tutarsız performanslar: Fenerbahçe, Galatasaray gibi tutarsızlık anlamında tam Türkiye’nin karakterini Avrupa kupası maçlarında yansıttı. Bir bakmışsın, zor geçmesi beklenen bir maçı harika bir oyunla kazanmış, bir bakmışsın, “Fenerbahçe her türlü kazanır” denebilecek bir maçta fark yemiş. Bu tutarsızlıkların kaldırılıp Avrupa’daki futbolun da belli bir standarda oturtulması gerekiyor.

Bu yukarıdakiler benim şahsi fikirlerimdir. Aklıma ilk gelenleri yukarıda paylaştım. Elbette bu liste genişletilebilir. Burada önemli olan futbol takımlarımızın kendilerini geliştirip bir sonraki sene özellikle Avrupa’da ülkemizi en iyi şekilde temsil etmeleri ve başarılı olmalarıdır.

2024-2025 sezonunda tüm takımlarımıza Avrupa Kupalarında başarılar dilerim.

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için