Gökyüzünün altındaki müze: Saint Petersburg 2
Son Rusya gezimdeki izlenimlerimi aktarmaya başladığım geçen yazımın bu haftaki ikinci bölümünde birbirinden etkileyici saraylara, opera ve tiyatro binalarına, çar ve çariçeler hakkında ilginç tarihi hikayelere, güncel izlenimlere ve elbette Rus mutfağının damakta iz bırakan özel lezzetlerine yer veriyorum.
Katerina Sarayı (Tsarskoye Selo / Puşkin)
Bu saray tüm gezdiğim saraylar arasında benim favorim oldu. St. Petersburg'un 30 km güneyindeki, Puşkin kasabasında yer alan Rokoko tarzı Katerina Sarayı, çarların yazlık ikametgâhıymış. Neden favori sarayın buydu derseniz, sarayın mimarisi, şekli ve bahçesi diyeceğim. Bu pastel mavisi düz ve yayılmış sarayın her odasından koridorlarla bir sonrakini görebiliyorsunuz ve her oda başka bir renkle dekore edilmiş. O kadar özenilmiş ki, en basit soba bile mavi beyaz seramik kaplı ve altın kapaklarıyla son derece göz alıcı. Öğrendiğim başka ilginç bir şey de duvardaki kalın şeritler halinde kullanılmış olan alüminyum folyolar. Bunlar folyo mu diye sorduğumda rehberimiz Svetlana’dan öğrendim ki, zamanında şu an bizim için son derece basit ve mutfakta yemek pişirirken bile bolca kullandığımız folyo, bir zamanlar çok ender bulunduğu için kıymetli addedilirmiş. Bu sarayda da zenginlik göstergesi olsun diye duvar dekorunda kullanılmış.
İlgimi çeken başka bir şey de ahşaptan yapılmış çekmeceli mücevher dolabı oldu. Özellikle II. Katerina’nın elbiseleri ve mücevherleri o kadar çokmuş ki bu tarz bir dolaba gerek duymuş. Ayrıca o zamanlar giydikleri o gösterişli elbiseleri bir kez daha giymedikleri için giyinme odalarının boyutu ile balo salonlarının boyutunun benzer olmasına şaşmamak gerek.
Bu sarayda bir oda A’dan Z’ye kehribar taşı ile işlenmiş ve ismi de Amber Room yani Kehribar Odası. Baltık kıyılarında kehribar toplanması gerektiği için yapımı meşakkatli olan bu oda toplam 12 yılda ancak tamamlanabilmiş. Ancak savaşın yıkımından bu oda da nasibini almış. Hitler Rusyaya doğru ilerlediği zaman odayı korumak için basit bir duvar kağıdı ile saklamaya çalışmışlar ancak başarılı olamamışlar. Duvardaki tüm kehribarlar sökülerek oda tahrip edilmiş.
Yıllar sonra, 1979’da ise Kehribar Odasının I. Dünya Savaşı öncesi çekilmiş siyah beyaz resimlerinden ve tanıkların ifadelerinden faydalanarak tekrar inşa edilmeye başlanmış. Bu sefer de 24 yıl süren ve 6 ton Ukrayna kehribarı kullanılarak yapılan odanın 55 metrekarelik alanı sonunda kaplanmış ve bu şaheser 2003 yılının bahar ayında St. Petersburg’un 300. kuruluş yılında ziyarete açılmış.
Rusya’da Fransız esintisi
Sarayın bahçesine de hayran kalmamak mümkün değil. İçinde göller, uzun ve düz yürüyüş yolları bulunan bu kocaman bahçede belli ki yine Fransız peyzaj mimarisinden esinlenilmiş. Geleneksel Fransız bahçelerinde olduğu gibi burada da yapıya dik uzanan yollar ve saray bahçenin merkezini oluşturuyor. Kesin, simetrik çizgiler, basit renkler, taş basamaklar kullanılmış ve göllerin etrafındaki oturma yerleri son derece zarif. Belli ki bu sarayda birçok çar ve çariçe zamanında bolca keyif yürüyüşü ya da Fransızların tabiriyle ‘promenade’ yapmışlar.
Bu sarayın bir odası ise Romanov yönetimi altındaki Rusya'nın son çarı II. Nikolay ve ailesine adanmış. II. Nikolay, babası III. Alexandr 1894'te öldüğünde tahtı devralıp, aslında babası gibi otokrasiye inanıyor olmasına rağmen, sonunda seçilmiş bir yasama meclisi oluşturmak zorunda kalmış. II. Nikolay’ın Kanlı Pazar ve I. Dünya Savaşı'nı ele alışı Rusları kızdırdığı için başkaldırılar sonucu tahttan çekilmek zorunda kalmış. En sonunda da Bolşevikler onu ve tüm ailesini 16-17 Temmuz 1918 gecesi Rusya'nın Yekaterinburg kentinde idam ettiler.
Rasputin ve Romanov Ailesi
Rus tarihinin en trajik hikâyelerinden biri olan Romanov ailesinin vurularak öldürülmesi birçok filme konu oldu. Rusya seyahatimden önce ben de Netflix’te The Last Czars isimli, bu hazin sona nasıl gelindiğini anlatan altı bölümlük güzel bir belgesel drama izledim. Tavsiye ettiğim bu dizi, Rusya'nın Romanov Hanedanlığı'nın son imparatoru II. Nikolay'ın 1894'te tahta çıkmasından Bolşevik devrimciler tarafından vurularak öldürülmesine kadar olanları anlatıyor. Ayrıca bu dizi Rasputin’in yükselişi ve hikâyesini de detayıyla işliyor.
Uğruna şarkılar yazılmış Rasputin karakteri, saraydaki bazı Ruslar tarafından mistik, vizyon sahibi ve peygamber, diğerleri tarafından ise bir din şarlatanı ve ahlak yoksunu olarak görülen bölücü bir figürdü. 1906'nın sonlarında Rasputin, imparatorluk çiftinin hemofili hastası olan tek oğlu Alexei için şifacı olarak Romanovların hayatına girdi ve aileyle, özellikle de çariçe ile yakın bir dostluk kurdu. Bu sayede imparatorluğun aldığı kararlarda hatırı sayılır bir nüfuz kazandı. Hatta Romanovların yanlış kararlar almasında ve imparatorluğun çöküşünde de büyük rol oynadı.
I. Katerina
Tarihten bir ilginç karakter de hayatı bir Sindirella hikâyesini andıran I. Katerina. Letonyalı bir köylü ailesinin kızı olarak dünyaya gelen I. Katerina, 3 yaşında öksüz kalıyor. Daha sonra Rusların İsveç ile olan savaşı sırasında esir alınan Katerina, Çar I. Petro'nun danışmanlarından birinin konağında çamaşırcı olarak işe giriyor. Katerina, bu arada efendisinin konağına sık sık gelerek çarın gönlünü çelmeyi başarıyor ve I. Petro’nın karısı, dolayısıyla çariçe oluyor. Bu hikâyeyi duyunca insan ister istemez I. Katerina’nın dış görünüşünü merak ediyor. Yukarıda o zamanların güzellik anlayışında makbul olan I. Katerina’yı görebilirsiniz.
Çariçe II. Katerina
Benim aklımda en çok yer eden karakter ise Büyük Katerina; 18. yüzyıl Rusya’sına damgasını vurmuş Çariçe. 1762'den 1796'ya kadar Rusya'nın hükümdarı olan Katerina, imparatorluğunun sınırlarını genişletmiş, adli ve idari reformlara öncülük etmiş, dünyanın en büyük müzelerinden birinin temelini oluşturan geniş bir sanat koleksiyonu başlatmış ve Rusya’ya tam bir aydınlanma dönemi yaşatmış. Katerina’nın Aydınlanma filozoflarının (Baron Montesquieu, Jean Le Rond d'Alembert, Voltaire ve Denis Diderot) yazılarına olan ilgisi, onların fikirlerinin on sekizinci yüzyılda Rusya'da yayılmasına katkı sağlamış. İmparatoriçe, Voltaire ile düzenli yazışmalar yapmış ve Diderot'yu sarayında kabul etmiş.
Belki de en etkileyici olanı, neredeyse beş parasız bir Prusya prensesi olarak doğan imparatoriçenin, taç üzerinde hiçbir iddiası olmamasına rağmen 34 yıl boyunca iktidarda kalmış olması.
Kırım’ı Rus topraklarına katmasıyla ve sanatseverliği ile nam salan II. Katerina’nın bir ilginç yönü de meşhur çapkınlığı. Hatta halk arasında ‘’Taçlı fahişe’’ olarak bile anılırmış.
İkinci kuzeni ile gerçekleşen evliliğinde hiçbir zaman mutlu olmayan Katerina ve kocası 3. Peter (Petro) başkalarıyla çok sayıda aşklar yaşamışlar. Kocası 3. Petro adıyla Rus tahtına çıktığında 2. Katerina o sıralar sevgilisi olan General Grigory Orlov ve saray içinde mavi boncuk dağıttığı diğer generaller sayesinde kocasının tahta oturmasından sadece altı ay sonra bir darbe yapıp tahta çıkmış. İktidardaki kansız geçiş o kadar kolay gerçekleşmiş ki, Prusya Kralı Büyük Frederick bu konuda: “Peter yatağa gönderilen bir çocuk gibi tahttan indirilmesine izin verdi” demiş.
2. Katerina tahta çıktıktan sonra pek çok erkek arkadaşı olmuş ve hatta bunlara malikâneler tahsis etmiş. Dahası, 2. Katerina vefat ettiği sırada kendisi 69 yaşında en son sevgilisi ise sadece 19 yaşındaymış. Bu genç sevgiliye tahsis ettiği konağı da Katerina Sarayı’nda görmek mümkün.
Kazan Katedrali
Birçok hayranlık uyandıran dini yapısı bulunan bu şehirde Kazan Katedrali’nden de söz etmek lazım. Nevsky Prospect isimli ana caddeye görkem katan bu katedral yarım ay şeklinde ve tasarımı Roma’daki Aziz Petrus Bazilikası’ndan ilham alınarak yapılmış.
Kan Döken Kurtarıcının Kilisesi
Bu kilise ise Saint Petersburg’un en meşhur yapıtlarından biri. 1881'de İmparator II. Aleksandr'ın suikasta kurban olduğu yerde inşa edilmiş ve ismi de bu sebeple Kan Döken Kurtarıcının Kilisesi (Church of the Savior on Spilled Blood) olmuş. İlk başta II. Aleksandr'ın onuruna oğlu III. Alexsandr tarafından inşasına başlanan kilisenin inşaatını kendisi de suikast kurbanı olan Romanov ailesinin son imparatoru II. Nikolay tamamlamış.
Kilise Griboedov Kanalı kenarında yer alıyor ve kanalın iki yanında asfalt yollar var. 13 Mart 1881'de II. Aleksandr arabası ile geçerken, anarşistler çara el bombası ile saldırmış. Hatta bu II. Aleksandr için düzenlenen 7. suikastmış ve ancak sonuncusu başarılı olabilmiş. Neden kendisine bu kadar suikast düzenlenmiş diye soracak olursanız, o dönemki siyasi teröristler Rusya’nın çarlık otokrasisini devirmeyi amaç edinmişler.
Mimari olarak katedral, Saint Petersburg'un diğer yapılarından farklı. Şehrin mimarisi ağırlıklı olarak Barok ve Neoklasik, ancak bu kilise, romantik milliyetçilik ruhu içinde ortaçağ Rus mimarisine geri dönmüş ve Moskova'daki ünlü Aziz Basil Katedrali'ne kasıtlı olarak benzetilmiş.
Ruslarla ilgili izlenimlerim
Saint Petersburg’da doğal olarak Ruslarla ve özellikle de Saint Petersburg’lu rehberimiz Svetlana ile bolca sohbet etme fırsatı yakaladım. Size daha önce de söylediğim gibi Saint Petersburg bir rehber eşliğinde gezmek için uygun bir şehir ve Svetlana’yı kesinlikle tavsiye ederim. Kendisine https://www.instagram.com/svetlana_guide_spb/ instagram sayfasından ulaşabilirsiniz, eğer görüşürseniz de lütfen selamımı iletin.
Ruslarla ilgili en belirgin izlenimim insanlarının dürüstlüğü ve netliği. Yapmacıklık hiç yok ve ne söyleyeceklerse hiç lafı oyalamadan direkt dile getiriyorlar. Her ne kadar insanın bu üslubu ilk başta kabalık sanıp yadırgama ihtimali olsa da, aslında kısa bir sürede bu net üsluba alışılıyor ve hatta iletişimin verimliliğini artırdığı için insanın hoşuna bile gidiyor.
İkinci ana gözlemim ise Rusların kendi tarihlerinden ve Rus olmaktan duydukları büyük gurur. Kendilerini asla Avrupalı olarak tanımlamıyorlar. Hatta Katerina Sarayı’nı gezerken Svetlana’dan öğrendim ki II. Katerina’nın halk arasında popüler olmasının en temel sebebi tam bir Rus milliyetçisi ve hayranı olmasıymış.
Üçüncü gözlemim ise sanata ve kültüre olan saygıları. Saint Petersburg’daki metro istasyonları bile birer sanat harikası. Metro istasyonuna girdiğinizde gözlerinize inanamıyorsunuz.
Bir de binalarında ve inşa ettikleri farklı yapılarda kendi ihtiyaçlarını ve karakterlerini yansıtmışlar. Sanatı hayatlarının her alanına koymalarını dışında binaların koridoları ekstra geniş, kapılar büyük ve nispeten sizi rahatlatan bir hacmi var.
Opera, bale ve tarihi tiyatrolar
Kültür ve sanat demişken Rus balesinin methini herhalde duymayan yoktur. Ben de Rusya’nın kültür başkenti Saint Petersburg’u ziyaretim sırasında opera ve bale izlemek istiyordum ancak bu tecrübeler tarihi tiyatro salonlarının güzelliği ile birleşince hakikaten beklediğimden de büyüleyici oldu.
Mariinski Tiyatrosu
Bu tiyatro yine favori karakterim II. Katerina’nın “Rus Tiyatrosu yalnızca komedi ve trajedi değil, opera da sahnelemelidir” emri ile 1873’te kurulmuş.
Bu tiyatroya yerleşik Mariinskiy Balesi, 19. yüzyılda Rusya'nın en önde gelen opera ve bale topluluğu ve Sovyet döneminde "Kirov Balesi" adıyla tanınmış. Bina, günümüzde de Rusya'nın en büyük tiyatrosu olarak hizmetini sürdürüyor.
Bu tiyatro Rus bestecilerinden Çaykovski'nin pek çok eserinin galasına ev sahipliği yaptığı gibi, Uyuyan Güzel ve Kuğu Gölü balelerinin de doğum yeri olarak biliniyor. Aynı zamanda Kryukov Kanalı kıyısında bulunan neoklasik bina, 19. yüzyıl Rus mimarisinin başyapıtlarından biri olarak değerlendiriliyor.
Ben de bu muhteşem tiyatroda Angelin Preljocaj’in Le Parc balesini Wolfgang Amadeus Mozart besteleri eşliğinde izleme şansı buldum. 1994 yılında Ballet de l'Opera de Paris için yaratılan ve Mozart'ın en sevilen piyano konçertolarından bazılarının yer aldığı Le Parc, aşktan bahsediyor: Erkekler, kadınlar, çekim yasaları, oynadığımız oyunlar, uyduğumuz kurallar ve bazen bastırmak istediğimiz daha derin arzular. Bu baleyi bu salonda izlemek ise tek kelimeyle büyüleyici.
Mikhailovsky Tiyatrosu ise yine bir başka tarihi opera ve bale tiyatrosu.
Burada izleme şansı bulduğum Tosca Operasının kadın orkestra şefinin işine olan tutkusunu gözlemlemekten çoğu zaman sahne yerine orkestrayı izledim. Hakikaten ilham verici bir tutku.
Rus kültürünün zenginliği opera, bale ve müzik ile de son bulmuyor. Saint Petersburg, zengin Rus edebiyatında Puşkin, Gogol, Dostoyevski, Tolstoy gibi meşhur Rus şair ve yazarlarının eserlerinde de büyük önem taşıyor.
Rus kültüründe daha çok çocukları ilgilendiren Matruşka bebekleri hemen hemen hepimiz biliriz. Bu bebeklerin anlamını dost olduğum tur rehberim Svetlana’nın ağzından dinleyince ise daha çok sevdim.
Rus mutfağı
Geleneksel Rus mutfağının temelleri, genellikle sert bir iklimdeki kırsal nüfusun köylü yiyeceklerine dayanır. Bol balık, domuz eti, kümes hayvanları, havyar, mantar, çilek ve baldan oluşur. Çavdar, buğday, arpa ve darı mahsulleri, bol miktarda ekmek, krep, turta, tahıl gevreği, bira ve votka içerir. Çorbalar ve yahniler ise vazgeçilmezdir. En meşhur Borscht çorbası ise pancardan yapılır.
Diğer bir meşhur yemek olan Pelmeni ise bizim mantıya benzer ama daha irisi gibi düşünülebilir. Genellikle kıyma dolgulu, ince hamura sarılmış (un ve yumurtadan, bazen süt veya su eklenmiş) geleneksel bir yemektir.
Geleneksel Rus mutfağını deneyimlemek için Hermitage müzesine yürüyüş mesafesindeki Mari Vanna restoranını ise kesinlikle öneririm.
Tattığım lezzetlerden örnekler
Beef Stroganoff: Sotelenmiş sığır eti parçaları, smetana (ekşi krema) ile bir sosta servis edilir. 19. yüzyılın ortalarında Rusya'daki kökenlerinden, orijinal tariften önemli farklılıklar ile dünya çapında popüler hale geldi.
Turşu: Ruslar bu soğuk iklimdeki kuvvetli bağışıklık sistemlerini belki de sağlığa faydasıyla bilinen ve Rus mutfağında sıkça kullanılan turşuya borçludurlar.
Havyar: Elbette Rus mutfağından örnekler verip havyardan söz etmemek olmaz. Rus mutfağının temeli olan ve geleneksel olarak yılbaşı gecesinde tüketilen havyar, çarlar ve çariçeler tarafından da düzenli olarak yenirmiş.
Blini: Genelde havyar yerken de tercih edilen, karabuğday unu ve mayalı hamurla yapılan kreplere benzer ince ızgara keklerdir. Tereyağı, smetana (ekşi krema), meyve konserveleri veya havyar ile yenebilir.
Ve pek tabii ki votka, Rusya'nın alkollü ürünleri arasında en iyi bilinenidir. Hayatlarının her alanında votka var. Hatta farklı votkaları deneyebileceğiniz votka tadımı dahi gerçekleştirebiliyorsunuz.
Ayrıca Rus mutfağındaki Gürcü etkisi de epey hissediliyor. Saint Petersburg’un ana caddelerinden biri olan Bol'shaya Morskaya Ulitsa üzerindeki Phali-khinkali isimli Gürcü restoranını ise tavsiye ederim.
Imeretinsky khachapuri denilen ve bizim pidemizi andıran yemek ile de mors isimli kızılcık şerbeti çok güzel gidiyor.
Restorana ismini veren khinkali ise yukarı görüldüğü gibi yine bu mutfakta çok yaygın olan bir ‘dumpling’ ve çiçek demeti gibi tutularak yenmesi, sapının ise yenmemesi öneriliyor.
Sizlere Saint Petersburg gezimden izlenimlerimi aktarmaya çalıştım. Orası öyle bir şehir ki, bir kere daha gitsem bu iki yazıdan farklı bir seri yazı dizisi daha oluşturabilirim. Sonuçta 100’den fazla sarayı inşa edildiği Rusya’nın kültür ve sanatının başkentinden bahsediyoruz. Gökyüzünün altındaki müze diye tabir edilen Saint Petersburg bu ismini fazlasıyla hakkını veriyor. Bu şehri ziyaret etmek isteyen herkese tavsiye ederim. Rusya’dayken bol bol kadeh kaldıracaklar için: Здоровье (na zdarovye) yani “Yarasın, afiyet olsun!"
Etiqueta: eğitim