Latin Amerikalı kuzenlerimizin karizmatik ülkesi: Peru (Ica)
Yılbaşında seyahat ettiğim Peru’yla ilgili yazı dizimde son olarak farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir başka antik şehir olan Ica izlenimlerime yer vereceğim. Gerek yol boyunca gerekse Ica’da yaşadıklarımız, dönüş öncesindeki son günümüzde Lima’dan kiraladığımız arabayla toplam 10 saatlik yolu göze aldığımıza gerçekten değdi.
Hatırlatma amacıyla, daha önce Peru gezim hakkında kaleme aldığım Lima, Cusco ve Macchu Picchu yazılarımın linklerini paylaşayım:
https://www.serhansuzer.com/tr/latin-amerikali-kuzenlerimizin-karizmatik-ulkesi-peru-lima
https://www.serhansuzer.com/tr/latin-amerikali-kuzenlerimizin-karizmatik-ulkesi-peru-cusco
https://www.serhansuzer.com/tr/latin-amerikali-kuzenlerimizin-karizmatik-ulkesi-peru-macchu-pichu
Peru’da geçirdiğimiz son haftanın son günlerinde Lima’dan ayrılıp farklı bir şehri deneyimlemek istedik. Araba kiralayarak nereye gidebiliriz diye düşünürken Cusco’da kaldığımız otelin sahibi Jesus’un daha önce şiddetle tavsiye ettiği Ica aklımıza geldi. İncelediğimizde Ica’ya arabayla yaklaşık 5 saatte ulaşabileceğimizi saptadık. Cumartesi akşamı dönüş uçuşlarımız vardı. Biz de Cuma günü Ica’ya gitmenin uygun olacağını düşündük.
Planımıza göre sabah erkenden araba kiralayıp Ica’ya gidecek, akşam da dönecektik. Lakin otelden çıkıp araba kiralamamız beklediğimizden uzun zaman aldı. Aklınızda bulunsun; Peru’da araba kiralamak çok meşakkatli bir iş. Arabalar çalınıyor mudur nedendir bilinmez, ekstra bir prosedür, ekstra güvenlik önlemleri söz konusu. Sonuçta arabayı kiralayıp çıkmamız 1,5 saati buldu. Sabahın erken saati yerine 11.30’da yola koyulunca program haliyle sarktı.
Peru yolları İstanbul şoförüne vız gelir :)
Tabii Peru ortamında bir Türk şoförden daha iyisini zor bulursunuz. Takdir edersiniz ki İstanbul gibi bir yerde araba kullanmayı her gün deneyimleyen biri için Peru’da araba kullanmak hiç zor olmadı. Arabaların sürekli şerit değiştirmeleri, her yerden yaya ve araçların çıkması, birbirlerine makas atan araçlar, ışıklara uymayan arabalar vb. hiç sorun yaratmadı. Çünkü aynı teraneler bizde de var. Peru’da hiçbir şey beni şaşırtmadı, hatta kendimi ülkemde hissettim diyebilirim. Tabii bunları size övünerek anlatmadığımı da belirtmek isterim. İşi şakaya vurduğuma bakmayın; aslında kuzenlerimiz diye tabir ettiğim ve karakter olarak bize çok benzettiğim Latin Amerikalıların bu özelliklerinin kendi ülkem açısından da pek övünülecek tarafı yok. Kurallara uymama özelliği ancak tam olarak gelişmemiş ülkelere özgü bir olgu. Ben de açıkçası tam olarak ayakta kalabilmek için uyum sağlıyorum. İşe yarıyor mu? Elbette yarıyor. O ülkeye uyum sağlamakta hiç zorluk çekmiyorum, ancak bir taraftan da bu işlerin hem bizim coğrafyamızda hem de Latin Amerika’da bir an önce düzene girmesini temenni ediyorum.
Konumuza dönersek, Türkiye’deki uzun mesafeli yolculuklarda olduğu gibi nasıl İstanbul’dan çıkma trafiğin yoğunluğundan zor bir işse, Lima’nın dışına çıkmak da zaman aldı. Yaklaşık 1 saat içinde Lima’nın dışına çıkmayı başardık.
Sonrasında yol nispeten akıcı geçti ve kendimizi inanılmaz bir coğrafyada bulduk. Bir tarafta okyanus, diğer tarafta çöl vardı ve okyanus boyunca otobanda bu görsel şöleni, doğanın bize bahşettiği bu güzellikleri seyrederek yol aldık.
Yola çıktıktan 3 saat sonra, Ica’ya yaklaşık 2 saatlik bir mesafede öğle yemeği için mola verdik. Yol kenarında çöl ikliminin içindeki bu şirin yerde, bildiğiniz klasik hamburger ve kızarmış patates tarzı abur cuburların dışında pek bir şey yoktu ancak içinde bulunduğumuz bölgenin eksantrik olması yemeğin keyifli geçmesini sağladı. Konumumuzu size bir de şöyle ifade edeyim, daha iyi anlayacaksınız: Çölde hamburger patates yedik ve bulunduğumuz restoranın yanındaki tepenin arkasında da okyanus vardı.
Şirin Peru restoranında çektiğimiz bir kare
Navigasyona kafayı yedirten Türk usulü çözümler
Karnımızı iyice doyurduktan sonra, yaklaşık 45 dakika içinde tekrar yola koyulduk. Bu arada kendimize Jesus’un bize şiddetle tavsiye ettiği Museo Regional de Ica’ya yetişmek gibi bir hedef koymuştuk. Müze saat 17.00’de kapanıyordu. Yola çıktıktan kısa bir süre sonra asfalt çalışması yüzünden gidiş güzergâhımız tek şeride düştü. O araç kuyruğunda 3 dakika kadar bekledikten sonra saate baktım, bu tempoyla müzeye kapanış saatinden önce vakitli ulaşmamızın imkansız olduğunu anladım ve yanımdaki arkadaşıma bu gidişle hem müzeye yetişemeyeceğimizi hem de havanın kararmasıyla birlikte gideceğimiz Huacachina bölgesine geç kalacağımızı söyledim ve ekledim: “Bu işi ancak Türk usulü çözüme kavuşturabilirim. Sen bundan sonrasıyla pek ilgilenme, müziği aç.” Arkadaşım doğal olarak ne yapmayı planladığımı sordu. Gülümsedikten sonra direksiyonu sola kırdım ve önce karşı şeride, ardından da yan yola, daha doğrusu yol olmayan toprak alana geçtim. Yani hedefimize giden yola paralel seyreden toprak alandan, kimi zaman ara sokaklardan, kimi zaman yol olmayan yerlerden geçerek güzergâhımızı takip ettim. Bu arada Google Maps kafayı yedi. Sürekli “yanlış yoldasın, u dönüşü yap” gibi saçmalayınca navigasyonun sesini kıstım. Kendi bildiğim gibi ilerlemeye devam ettim. 20 dakika yol aldıktan sonra navigasyonda 1,5 saat olarak görünen tek şerit trafiğin hepsini atlatıp gişelerden yine sağa kırdım. Kendi gidiş şeridimize ve polisin kestiği yerin tam önüne çıktım. Peki, yol olmayan yerden çıkıp, üstelik şerit ihlali yaparak binlerce arabanın önüne polislere rağmen nasıl geçtim sizce?
Tabii yine bildiğimiz yöntemlerle, Türk usulü: Polise selam vererek!
Polisler de bana selam verdiler ve yolu açtılar. Çok eğlenceliydi. Çünkü bizim coğrafyada olduğu gibi muhtemelen beni de önemli biri veya birinin oğlu zannettiler (külüstür arabamıza rağmen).
Yanımdaki arkadaşım gözlerine inanamıyordu. O kadar adrenalinden sonra bizi bir gülme tuttu. Sonuçta navigasyonun şaşırtmasıyla müzenin ters yönündeki çarşı bölgesine gidip zaman kaybetmemize rağmen saat 16.30’da müzeye giriş yapmayı başardık.
Yanlışlıkla indiğimiz şehir merkezinde çektiğimiz video
Müze güzeldi, ancak açıkçası beklentimin altında çıktı. Yine de geçmişe uzanan bölge medeniyetlerinin izini sürmek benim için keyifli oldu. Gözünüzde canlanması için işte müze içinde ve dışında çektiğim resimlerden bir seçki:
Çölde serap gibi bir vaha
Müzeden çıktıktan sonra hızlıca bir sonraki durağımıza, Huacachina bölgesine gittik. Burası çok ilginç bir yerdi. Şöyle söyleyelim: Bildiğiniz çöle girdik, ancak çölün yanında tam da masallarda anlatıldığı gibi bir “vaha” vardı. Vahanın içinde göl ve gölün etrafında da turistik tesisler mevcuttu.
Vahanın videosu
Burası Kuzey ve Güney Amerika kıtalarındaki tek doğal vahaymış. Huaca-china ağlayan genç kadın demekmiş, vaha adını da bu efsaneden almış. Efsaneye göre, güzel Inca prensesi yakışıklı Inca prensine âşık olur. Ancak prens ani bir şekilde ölünce prenses çok fazla ağlar ve göz yaşları bu vahayı oluşturur. Prenses bu vahanın yanında oturarak prensi düşünür ve sonunda kendi üzüntüsüyle oluşturduğu vahanın içinde deniz kızına dönüşerek aşklarını ölümsüzleştirir.
Yüksek kum tepelerinin üstünden izlediğimiz, güneşin batarken oluşturduğu bin bir renkteki sıcak ve yumuşak tonu, çölün uçsuz bucaksız sonsuzluğuyla birleştirince, görsel bir şölene şahit olduk.
Hem çölde, hem de yanındaki vahada mola verip aşağıdaki resimleri çektikten sonra artık hava iyiden iyiye kararmaya başlamıştı.
Bu ortamda çektiğimiz kareleri sizinle paylaşmak isterim:
TİDER gönüllülerine çölde onlar için koşacağıma dair söz vermiştim. Onun videosunu da bu vesileyle paylaşayım:
İçimde iki ukde: Çöl sörfü ve havadan Nazca manzarası
Burada tek içimde kalan iki şey oldu. Birincisi çölde yapılan çöl sörfüydü. Bildiğiniz bordun üzerinde kumlarda kayan kişileri görünce aklım gitti. Ancak bunun için vaktimiz yoktu. Kendi kendime ‘bir daha buralara gelirsem kesin çöl sörfü’ yapacağım dedim.
Bir başka aklımda kalan olaysa buradaki turistik gezi programlarına baktığımda Nazca’ya düzenlenen hava yolculuklarıydı Yani Ica’ya bir daha yolum düşerse oraya öyle günübirlik gitmek yerine en az 1 gün konaklayıp hem çöl sörfünü deneyimlemek hem de Dünya üzerindeki gizemli izlerinden biri olan Nazca çizgilerini havadan deneyimlemek isterim. Hatta vahanın olduğu yerde böyle bir havadan turun tanıtımı posterine denk geldim:
Nazca çizgileri, çölün üst tabakasında demir oksitli kumlar, alttaki toprak katmanına göre daha koyu renkli olduğu için, alt tabakadan açık renkli kumların ortaya çıkması ile 1500’den fazla yaklaşık 4000 kilometre karelik alanı kapsayan geometrik çizgilerden oluşmuştur. Bu çizgiler güneş, ay ve yıldızların konumunu gösteren Nazca halkının ekim sulama hasat gibi tarım faaliyetlerine yardımcı gök takvimi olarak da kullanılmaktaymış. Bu çizgilerin nasıl oluştuğu konusunda bilim hala bir açıklama getirememiştir. Bu doğa ustu ilginç çizgilerle ilgili daha fazla bilgi edinmek isterseniz TÜBİTAK’ın ilgili sayfasını öneririm: http://www.bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/silinin-gizemli-nazca-cizgileri
Dönüş yoluna geçtiğimizde ise hava iyiden iyiye kararmaya başlamıştı. Planı şu şekilde yaptık. Güzergâhımızın üzerindeki Pisco şehrinde mola verip akşam yemeğini yedikten sonra doğru Lima’ya yol alacaktık. Hatta acaba o şehirde bir gece kalsak mı diye düşündük ancak Lima’ya dönüp ertesi sabah otelimizde yolculuk hazırlıklarını tamamlamak lojistik açıdan daha doğru olacaktı.
Pisco şehrinin bana göre tek eli yüzü düzgün restoranında As de Oro’s (şehirde biraz dolaştıktan sonra bu kanıya vardım) son gecemizde kendimize Peru mutfağının ziyafetini çektik. Yemekler bir harikaydı.
Issız ve zifiri karanlık dönüş yolu
Sonra gece 10 gibi tekrar yola koyulduk. Yanımda ‘co-pilotluk’ yapan arkadaşım gideceğimiz ışıl ışıl otoban yerine yanındaki iki şeritli bir yola çıkardı bizi. Sonra da yorgunluktan uyudu. Dönüş yolunda yaklaşık 2,5 saat zifiri karanlık bir yolda çölün içinden, toplamda sadece 4 arabaya denk gelerek ilerledim. Ayrıca telefonun navigasyonun da destek almadan yaptım bunu. Şarj kablomuz bozulduğu için şarjlarımız bitmek üzereydi ve o bölgede telefon çekmiyordu.
İş başa düştü ve açıkçası o ışıl ışıl otobana çıkmayı denemedim çünkü o zifiri karanlıkta ne olduğu belli olmayan köy-kasaba türü yerlerde kaybolmak yerine bulunduğumuz yol güzergâhında düz ilerlemek bana daha doğru geldi.
Lima’ya yaklaştığımızda arkadaşım 2 saatlik bir uykudan sonra uyandı ve nerede olduğumuzu sordu. Gülümseyerek “Lima’ya yaklaştık merak etme” dedim. Sonra “burası neden böyle karanlık?” dedi. “İki saattir bu yoldan ilerliyoruz, sağolasın bizi bu yola soktun, yapacak bir şey yok” diye takıldım. O da “sana her şartta ve koşulda gözüm kapalı güvendiğimi göstermek istedim” diye bana takıldı.
Sonunda aydınlık otobanın olduğu yerle birleşme noktasına gelmiştik ve direkt Lima’nın içine giden bu yola girdik. Gece 01.30 gibi otelimize varmıştık. Çok yorucu bir yolculuktan sonra sıcak duş harika geldi.
Ertesi gün memlekete dönüş için hazırdım. Havalimanına giderken Peru gezisinin damağımda bıraktığı harika tatları ve yaşadığım güzellikleri aklımdan geçirdim. Tüm yaşadıklarım için şükrettim.
Türkiye’ye dönüş yolunda da bir gece önce geçtiğim o zifiri karanlık yoldaki gibi bir ortama gireceğimi düşünüyordum. Kendi kendime ‘dün gece olduğu gibi bu karanlıkların içinden de sakinlikle ve alnının akıyla çıkacaksın Serhan!’ dedim.
Büyük mücadelelerle geçecek 2019 senesine enerji ve moral toparlamış bir şekilde hazırdım…
Etiqueta: yaşam, gezi