Sıkça sorulan sorulara cevaplarım 8
Blog yazılarımı takip edenler, iş hayatıma veya farklı konulardaki görüşlerime dair yöneltilen sorulara belli aralıklarla yanıtlar verdiğimi bilirler. “Sıkça Sorulan Sorular” yazı dizimin sekizincisinde; hayal ettiğim dünya, yaptığım konuşmalar, “Turkia” isim önerim, TİDER’in sürdürülebilirliği ve yenilenebilir enerji piyasasının dinamikleri hakkında sorularınızı yanıtlıyorum.
71. Birçok yerde konuşma yaptığınızı görüyorum. Nerelerde konuşma yapıyorsunuz? Konuşmalarınızda hangi temaları işliyorsunuz?
Birçok farklı yerde konuşma yapabiliyorum. İlkokul, ortaokul, lise, üniversite ve lisans üstü öğrencilerine ders verdiğim gibi iş hayatındaki çalışanların, yöneticilerin, girişimcilerin bulunduğu seminer ve konferanslarda, sosyal girişimcilere veya STK profesyonellerine, kamu yetkililerine konuşma yaptığım oldu. Hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) iki kere konuşma yaptım.
Konuşmalarım genelde kendi ülkemde oluyor. Ancak Brezilya, Avusturya, İngiltere, Almanya, ABD ve Kanada gibi birçok farklı ülkede de konuşma yaptım ve yapmaya devam ediyorum. Örneğin önümüzdeki ay Çin’de konuşmam var.
Konuşmalarımın teması çoğunlukla sürdürülebilirlik, yenilenebilir enerji, EkoRE ve TİDER konulu oluyor. Ancak bu temaların dışında talep gelirse sıfır atık, aile şirketleri, kariyerim, güneş veya biyogaz gibi spesifik enerji alanlarında veya talebe göre farklı konularda da konuşmalarım olabiliyor.
72. Serhan Süzer nasıl bir dünya görmek istiyor?
Doğamızı ve dolayısıyla gezegenimizi koruyan kollayan insanların olduğu, teknolojilerin etik değerleri koruyarak sürekli geliştiği, gezegenimizde belli bir dengenin oturduğu (nüfus vb.) ve aynı zamanda insanların başka gezegenlerde, galaksilerde yaşam kurabildiği, eğitim düzeyinin yüksek olduğu, yaşam sıkıntısının olmadığı, tüm insanların bulundukları yerde mutlu bir yaşam kurabildikleri, savaşların, tehdit edenlerin ve taciz edenlerin olmadığı, suç oranının yok denecek kadar düştüğü, kötü insanların bastırıldığı ve kötülüklerin asgariye düştüğü, sınırların kalktığı ve herkesin keyifli yaşayabildikleri bir dünya görmek istiyorum.
73. Sürdürülebilirliği TİDER (Temel İhtiyaç Derneği) ile nasıl sağlıyorsunuz?
İki şekilde sağlıyoruz. Birincisi israfı önleme vizyonumuzla dünyanın doğal sürdürülebilirliğine katkıda bulunuyoruz. Ne demek istediğimi aşağıdaki israfı önleme vizyonuma bakarak daha iyi anlayabilirsiniz:
İkincisi de, temel ihtiyaçlarını süreli olarak karşıladığımız ihtiyaç sahiplerine iş bularak veya mikro girişimcilik programlarımızla onlara gelir kazandırarak kendi ekonomik sürdürülebilirliklerini sağlayabilmelerini hedefliyoruz.
74. “Türkiye’nin İngilizce karşılığının ’Turkey’ yerine ‘Turkia’ olması gerekir” dediğimde yapılan klasik bir yorum: “Turkia yerine ‘Türkiye’ kullanılmalıdır.” Türkiye bize daha uygun değil mi?
Güzel bir temenni ancak uygulanabilir değil. Çünkü yabancılar Türkiye’yi bizim gibi telaffuz edemiyorlar. Ağızlarından “Törkay” veya “Türkay” gibi kelimeler çıkıyor. Halbuki https://www.serhansuzer.com/tr/ulkemizin-ingilizce-adi-turkia-olmali linkinde bulacağınız makalemde belirttiğim gibi “İngilizce’de -ia eki Türkçe’deki -istan ekinin muadilidir. Yani bir ulusun veya etnik kökenin sonuna -ia getirdiğiniz zaman “onun ülkesi” tanımlamasını yaparsınız. Örnek vermek gerekirse Bulgaria, Bulgar’ın ülkesi, Malaysia, Malay’ların ülkesi anlamında kullanılır. Bütün dünyada bu böyledir. Size birçok örnek daha verebilirim:
Albania, Algeria, Armenia, Australia, Austria, Bosnia, Bulgaria, Croatia, Estonia, Georgia, India, Indonesia, North Macedonia (Yunan arkadaşlarım kızmasın), Malaysia, Mongolia, Nigeria, Romania, Russia, Saudi Arabia, Serbia, Syria ve burada sayamadığım daha birçok başka ülke.
Adı “ia” ile biten ülkeler arasına eklenen en güncel örnek “Czechia” yani Çekya. Onlar uzun uzadıya “Czech Republic” yerine “Czechia”yı dünyaya kabul ettirebildilerse, biz neden yapamayalım?”
75. ‘Turkey’ yerine ‘Turkia’ denmesi önerime yapılan ikinci klasik yorum da şu olmuştu: “Bırakın bize Turkey desinler. Ne yani onlar Turkey deyince biz Hindi mi oluyoruz? Onun yerine biz ülke olarak kendimizi düzeltmeye çalışalım. İşimize bakalım, imajımızı geliştirelim. Doğru değil mi?”
Ben ülkeme “hindi” denmesini istemiyorum. Büyük çoğunluğun da, özellikle yurtdışında yaşayanların (bana gelen mesajlardan biliyorum) benim gibi düşündüklerini biliyorum. Çünkü yurtdışında yaşayınca iyi veya kötü niyetli bir şekilde bıyık altından ülkemizin adıyla dalga geçme durumlarına çok rastlıyorsunuz. Enteresan bir şekilde Türkiye’de yaşayanların bir kısmı bunu idrak edemiyorlar. Ülke adına onlarca yıldır yapılan bir yanlışlığı düzeltmeye çalışıyoruz, kendi ülkemizde “ne gerek var, işinize bakın” diye yapıcı olmayan eleştiriler getirilmesini anlamakta güçlük çekiyorum. Bu yanlışlığın düzeltilmesi için elimden geleni yapmaya devam edeceğimin altını da tekrar çizmek istiyorum.
Ayrıca ülke imajını düzeltme işini sadece kamuya (Turizm ve Kültür Bakanlığı vb.) yükleyemezsiniz. Bu geçmişte yapılan hataların tekrarı olur. Bu imajı düzeltme sorumluluğu hepimizin.
Ben de hayatım boyunca aksiyon alan kişi oldum. Yani birçoğu gibi yerimden oturup ahkam kesmiyorum. Ülke imajı için çok şey yaptım ve yapmaya da devam edeceğim.
Buyurun size bir örnek:
ABD’nin eski başkan yardımcısı Al Gore’un iklim değişiklini konu alan programında Türkiye adına konuşma yaptım: https://www.youtube.com/watch?v=O_25mBIoP34
Buyurun size ikinci örnek:
2017 senesinde kurucusu olduğum TİDER tüm gıda bankalarının üyesi olduğu Global Foodbanking Network’ün tarihinde ilk defa düzenlediği inovasyon ödülünü kazandı. Türk STK’cılığı açısından bu çok önemli başarıyı da GFN yaptığı bu röportajla taçlandırdı: https://www.foodbanking.org/lifting-people-out-of-poverty-tiders-support-hr-program-wins-global-food-bank-innovation-award/
Buyurun size üçüncü örnek:
Kurucusu olduğum EkoRE firması olarak Türkiye’de ilk defa 4 prosesin bir arada olduğu entegre güneş paneli üretim tesisinin temelini attık ve “Turkia” kampanyamı da Türkiye’den belki de bir dünya markası çıkaracak bu tesisinin tanıtım videosuyla başladık: https://www.youtube.com/watch?time_continue=3&v=9LX3lLEtOK8
Yani ben şahsen ülke imajı için gereken her şeyi ekiplerimle birlikte yapıyorum. İngilizce konuşan ülkelerin vatandaşları hem bize yakışan (hem kulağa hoş gelmesi hem de anlam olarak) “Turkia” ismini kullansın hem de yaptıklarımızı ve ülke potansiyelini takdir edip bizi kendi kafasında en üst yere koysun istiyorum (bu iş ‘hindi’ demekle olmaz). Bunun için de sadece konuşmuyorum, gerekeni yapıyorum.
Yurtdışında gittiğim her yerde de bize “Turkey” denmesini düzelteceğim. Yaptığım konuşmalarda ve sunumlarda hep “Turkia” kelimesini kullanacağım. Bu böyle biline.
76. Niğde Bor’da temel atma töreni yaptınız. Piyasada ses getirdi mi bu?
Evet oldukça ses getirdi. Hem Türkiye’de hem de yurt dışında birçok yerde haberlerimiz çıktı. Türkiye’de çıkan haberler dışında yurt dışında İtalya’dan Çin’e birçok yerde haberlerimizin çıkmış olması bizi iyi anlamda şaşırttı. Bu haberlerden bazılarını paylaşmak isterim:
https://kknews.cc/zh-cn/world/qgm5v3o.html
http://www.rinnovabili.it/energia/fotovoltaico/turchia-fabbrica-fv-integrata/
Tüm bunların karşılığını şimdi görüyoruz. Dünya’nın en büyük güneş enerjisi etkinliklerinden Almanya’da organize edilen Intersolar’da geçen mayıs ayında konuşma yaptım. Haziran ayında Çin’de organize edilen yine dünyanın bir başka en büyük güneş enerjisi etkinliklerinden SNEC’te de konuşma yapacağım.
Bunlar EkoRE olarak kuracağımız güzel geleceğin habercileri…
77. Dünyanın geleceği için enerji alanında “en çok” ne ya da nelere ihtiyaç olduğunu düşünüyorsunuz?
Tüm dünyada %100 yenilenebilir enerjinin kullanılması gerektiğini düşünüyorum. İster dağıtık sistem ister santral (merkezi) modeliyle olsun, her halükarda mutlaka ihtiyacımız olan enerjiyi tamamen yenilenebilir enerjiyle karşılamamız gerekiyor.
Fosil kaynakların da enerji için yakıt yerine hammadde olarak kullanılması gerekiyor. Yani petrolün petro-kimya sektöründe, doğalgazın da gübre üretiminde kullanılması gerekiyor. Ayrıca üretilen plastik gibi maddelerin mutlak geri dönüştürülebilir olması gerekiyor. Fosil hammaddeyi yakarak hem doğamızı kirletip iklim değişikliğine sebebiyet veriyoruz, hem de gelecek nesiller için çok önemli olabilecek bir kaynağı harcıyoruz.
78. Sizce yenilenebilir enerji, bu alana yatırım yapacak yeni şirketlere, bağımsız girişimcilere nasıl fırsatlar sunuyor? Banka finansman modelleri ve yeni yatırımcılar için tehditler neler olabilir?
Çok güzel fırsatlar söz konusu. Sektörün yeniden yapılandırılma aşamasında herkese iş düşüyor. Yenilenebilir enerji yatırımcı ve girişimcilerinin, teknoloji üreticilerinin, kendi öz tüketimi için dağıtık sistemlere ihtiyaç duyacak şirketlerin ve bankaların yapabilecekleri pek çok farklı işler var.
Örneğin çatı üstü veya dağıtık sistemlerin piyasası tam olarak açıldığında pasta herkes için ciddi anlamda büyüyecek.
Aynı şekilde memleketimizde ve tüm dünyada farklı bölgelerde büyük enerji santralleri ihaleleri yapılmaya devam edilecek. Bu projeleri de yatırımcıların ve bankaların takip etmeleri gerekir. Yakın coğrafyada, özellikle Afrika’da ve Orta Asya’da büyük fırsatlar var.
Biz de EkoRE olarak işini düzgün yapan ve güneş enerji sektörüne hizmet etme gayretiyle hareket eden bütün firmalarla işbirliğine açığız.
Bir parantez de bankacılık sektörümüz için açalım. Türkiye’de bankacılar bu açıdan çok eskide kaldılar. Birçoğu hala işin doğasını anlamıyor. Proje finansmanı dedikleri şey gerçekte proje finansmanı değil. Bankacıların bakış açılarını değiştirmeleri gerekiyor. Yoksa bu yenilikçi ve dünyamız için çok önemli olan sektörü olması gerektiği kadar destekleyemeyecekler. Yani bankacıların bu konuda kendilerini ciddi anlamda geliştirmeye ihtiyaçları var.
79. Niğde'de kurulacak entegre tesis ne zaman faaliyete geçecek? Tesisin istihdam olanakları ve üretim kapasitesi hakkında bilgi alabilir miyiz?
İlk güneş panellerini önümüzdeki senenin ilk yarısında çıkarmayı planlıyoruz. Panel ve hücre üretimi yatırımlarını aynı anda başlatacağız. Hücre üretimi panel üretiminden sonra başlayacak. Yani önümüzdeki sene hem hücre hem de panel üretimlerinin faaliyete geçmiş olmasını planlıyoruz.
Toplamda 1 GW’lık fabrikada 1.500 istihdam yaratmayı planlıyoruz. Tabii bu istihdam sayısı fabrikanın kapasitesinin büyümesiyle artacaktır.
Bu dev projenin kapsamını iyi anlamak gerekiyor. Kristal teknolojide ingot, wafer, hücre ve modül üretimi gibi 4 önemli üretim aşamasının bir arada olduğu büyük bir tesis kuruyoruz. Proje alanımız yaklaşık 620 dönüm. Bu büyüklükte bir arazi bütün süreçleri içinde toplamda 2 GW’lık bir kapasiteyi barındırabilir. Yani teşviğe konu olan 1 GW’lık kapasitenin 2 katı. Vizyonumuz da talebi sürekli artırıp kapasite artışlarını yapma üzerine kurulu. Yani iç pazarda talep oluşursa veya ihracatımızı artırdığımız takdirde kapasite artışı için gerekli ek yatırımları da yapmayı planlıyoruz.
80. Enerji piyasasının liberalleşmesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Liberal ekonomiye geçiş mi olsun, yoksa devletin geliştirdiği proje modeliyle mi devam edelim?
Devletin geliştirdiği proje modelindense öz tüketim veya PPA (elektrik satın alma sözleşmeleri) modellerini teşvik etmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben bütün piyasaların eninde sonunda liberalleşmesinden yanayım. Tüm dünyadaki enerji modelleri “yerinde üretim ve yerinde tüketim” ve “yenilenebilir enerji” üzerine kurulmaya başlandı. Dünyada dönüşen bir durum bu, bunun önünde durmak mümkün olmayacaktır. Yani her binanın veya elektrik tüketim noktasının kendi enerjisini kendi yatırımıyla ya da başka bir yatırımcı aracılığıyla üretmesi sağlanabilmelidir. Bu sağlanırsa teşvike de gerek kalmaz. Yaratılan algının tersine, yenilenebilir enerjinin, sektör liberalleştiğinde teşvike ihtiyacı yoktur.
Bizim de bu eğilimi destekleyecek adımları hızla atmamız gerekiyor. “Öz tüketim için gerekli kanunlar ve yönetmelikler var, isteyen bunu yapabilir” gibi yorumda bulunanlara da buradan şunu söylemek isterim: Kanun ve yönetmelikler önemli tabii ama esas işin özüne ve pratikte ne olduğuna bakmak gerekiyor. Öz tüketimde yeteri kadar talebin oluşmamasının iki sebebi var. Birincisi uygulamada herkes büyük zorluklarla karşılaşıyor. Belediyeler veya ilgili kurum ve kuruluşlar bu santrallerin kurulumunda her türlü zorluğu çıkarıyorlar. Bu uygulamaların tarafsız, şeffaf ve belli bir süre içinde yapılıyor olması gerekir. Örneğin başvuru tarihi itibarıyla en fazla 1 hafta içinde izinlerin çıkıyor olması gerekir. Herkese eşit ve hızlı işleyen bu uygulamalar için de kimseden ekstra bir beklenti içine girilmemesi gerekir. Bir de tabii öz tüketim modeli için finans mekanizmaları üzerinde çalışılması gerekir. Burada bankalara ve finansman kuruluşlarına iş düşüyor. Bankacılık sektörü dışında finansmanın hızlanması ve sağlıklı bir finansman yapısı için en azından PPA (enerji satın alma sözleşmeleri) modeliyle farklı yatırımcıların sermayelerinin bu işe aktarılması sağlanmalıdır. Son olarak, Türkiye’de “dağıtım şirketleri” gerçeği olduğunu söylemem gerekiyor. Onların da içinde olduğu ve sektörde bütün tarafların kazanacağı bir model çok rahat yaratılabilir.