Türkiye’de enerji gamı değişiyor
Türkiye’nin %100 yenilenebilir enerjiyi hedeflemek için her türlü olanağa sahip olduğunu son 10 yıldır sürekli vurguluyorum. Yakınlarda çıkan bazı haberler, zorlayıcı etkenlerle de olsa bu vizyonun yavaş yavaş meyve vermeye başlandığını ortaya koyuyor. Bu haftaki yazım, sürdürülebilirlik için hangi modellerin kullanılması ve nelere dikkat edilmesi gerektiği hakkında.
Geçenlerde aldığım sektörel bültenlerin birinde şöyle bir haber okudum:
“Türkiye’nin elektrik üretim kapasitesi Eylül ayında 184,40 MW net artış gösterdi.
Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ) tarafından açıklanan verilere göre 2020 yılının ilk 9 aylık döneminde toplamda 2.213,8 MW gücünde yeni kurulu güç devreye girerken, 273,70 MW’lık güç ise devreden çıktı.
Bu dönemdeki net artış rakamı ise 1.940,10 MW oldu.
Bu artışta en büyük pay açık ara 1.234,60 MW’lık gücün devreye girdiği barajlı hidroelektrik santral yatırımlarının oldu.
İkinci sırada 485,80 MW’lık yeni kurulu güç ile rüzgâr enerjisi yatırımları üçüncü sırada 365,90 MW ile güneş enerjisi yatırımları geldi.
Bununla birlikte 2020’de doğal gaza dayalı 270 MW, yerli kömüre dayalı ise 3,70 MW’lık güç devreden çıktı.”
Haberin tam metinini https://yesilekonomi.com/ilk-dokuz-ayda-2-213-mwlik-guc-devreye-girdi/?utm_source=newsletter&utm_medium=email&utm_campaign=ruezgar_enerjisi_buelteni&utm_term=2020-10-09linkinden okuyabilirsiniz.
Dergi makalemde 2013’te vurguladıklarım
Bu haberi okuduktan sonra çok eskiden beri yaptığım tahminlerde haklı çıkmanın verdiği hafiflikle gülümsedim ve 2013 senesinde Turkish Policy Quarterly’de “Türkiye neden %100 yenilenebilir enerjiyi hedeflemelidir?” başlığıyla kaleme aldığım makale aklıma geldi: http://turkishpolicy.com/article/632/why-turkey-should-aim-for-100-renewable-energy-summer-2013
Bu yazıda özetle şunu söylemiştim:
Türkiye enerji politikasını değiştirerek, tüketimi öncelikle enerji verimliliğiyle optimum seviyelere çekmeli, nükleer, kömür, kaya gazı gibi çevre açısından sakıncalı enerji üretimini desteklemeyi bırakmalı ve %100 yenilenebilir enerjiyi hedeflemelidir. Bu, hem enerji ithalatını düşürerek ekonomiyi rahatlatacak, hem karbon emisyonunu azaltarak çevreyi koruyacak hem de bir milli güvenlik meselesi olan enerji bağımsızlığını mümkün kılacaktır. Türkiye karbondan arınmış ekonomiye geçişte pek çok ülkeye öncülük ederek küresel enerji endüstrisinde harika bir örnek oluşturabilir.
Konjonktür değişimi hızlandırıyor
10 yılı aşkın bir süredir, Türkiye’nin fosil yakıtları bırakıp enerji kaynağını tamamen yenilenebilir enerjiden elde etmesi gerektiğini ve fosil yakıtların da hammadde olarak kullanılması gerektiğini bulunduğum her platformda anlattım. Üniversitelerde, sektörel etkinliklerde, sürdürülebilirlik konulu konferanslarda, alakasız etkinliklerin hepsinde istinasız hep aynı mesajı verdim: %100 yenilenebilir enerjiyi hedeflememiz ve nihayetinde enerjideki bu dönüşümü tamamlamamız gerekiyor.
Sonunda konjonktür, ekonomik koşullar ve iklim değişikliği gibi insanlığı tehdit eden unsurları bazılarının daha iyi idrak etmesi sonucu bu değişimin hızlandığını gözlemleyebiliyoruz.
Yine de daha çok yolumuz var. Enerji kaynaklarının %100 yenilenebilir enerjiye dönüşmesi için bu konuyla ilgili bütün kurum ve kuruluşların bu iradeye sahip olması gerekir. Gerekli destek geldiğinde bu değişikliği yapmak 3 seneden az bir zaman diliminde mümkün.
Enerji kaynağının tamamen yenilenebilir enerjiye dönüşmesi de sadece ‘büyük doğal gaz veya kömür beslemeli enerji santrallerini kaldıralım, yerine büyük güneş ve rüzgar santralleri yapalım’ anlamına gelmiyor. Burada tüm modellerden faydalanmak gerekiyor. Buna göre:
1) Merkezi Yenilenebilir Enerji Santrallerinin Kurulması
Güneş, rüzgar, jeotermal, biyoenerji (biyogaz, biyokütle, biyoyakıt vb.), dalga, akıntı gibi doğanın bize bahşettiği her türlü kaynağı enerjiye dönüştürebiliriz. Burada günün 24 saati elektrik üretmemizi sağlayan baz yük için jeotermal ve biyoenerji santrallerinden faydalanmamız gerekiyor ki şebekedeki dalgalanmayı belli oranda telafi edebilelim. Veya güneş ve rüzgar gibi günün belli dönemlerinde verimliliği artan ve azalan santrallerin hibritlenmesi gerekiyor. Bunun için de yakın bir tarihte çıkarılan hibrit yönetmeliğini şahsen çok olumlu bir gelişme olarak görüyorum. Detayları https://www.enerjiportali.com/yenilenebilir-enerji-kaynaklari-yonetmeliginde-hibrit-enerji/ linkinden okuyabilirsiniz. Bu da sektörde yapılmaya başlanan hibrit santrallere bir örnek: https://yesilekonomi.com/turkiyenin-ilk-ruzgar-gunes-hibrit-projesinin-yatirim-sureci-basladi/?utm_source=newsletter&utm_medium=email&utm_campaign=ruezgar_enerjisi_buelteni&utm_term=2020-10-09
Merkezi yenilenebilir enerji santralleri kurarken arz fazlalığı hastalığımızın ortaya çıkmasının da önüne geçmeliyiz. Yani iyi para kazandırıyor diye bulabildiğimiz her yere bu santralleri kurmamak lazım.
Planlı, programlı bir denge gözeterek bu santralleri hayata geçirmemiz gerekiyor. Bir başka deyişle doğa dostu olan ve gücünü doğadan olan bu teknolojilerin aşırı sayıda kurulması ve teknolojilerin bazı yönlerinin eksik bırakılarak uygulanması (jeotermal santrallerde alınması gereken önlemler gibi) yüzünden doğaya ve çevremize zarar verilmesinin önüne geçmek gerekiyor. Buna güzel Türkçemizde ‘kaş yaparken göz çıkarma’ deniyor. Örnek olarak geçenlerde Turizm Bültenlerinden okuduğum şu haberi paylaşmak isterim: https://www.turizmaktuel.com/haber/cennete-ihanet-mugla-da-32-saha-jes-e-aciliyor?utm_source=newsletter&utm_medium=email&utm_campaign=oteller_dikkat_50_oda_sarti_30_odaya_indi&utm_term=2020-10-09
Bu haberde özetle şu deniyor: Ağaçları kurutan, çevre katliamına yol açan jeotermal enerji santralları (JES) için Muğla’da 32 saha ilana çıkarıldı. 30 yıl süreyle katliama açılacak yerler arasında doğa ve turizm harikası Bodrum Mazı, tarihi Bafa, Türkbükü, Dalyan, Datça ve Marmaris’teki sahalar da bulunuyor.
Jeotermal santraller düzgün kurulduğu takdirde yukarıdakilerin hiçbirinin olmadığını biliyorum. Düzgün kurulmak derken doğanın kaldıramayacağı şekilde yan yana aşırı sayıda yapılmaması ve santrallerin bütün kural ve yönetmeliklere uygun eksiksiz yapılmasından bahsediyorum.
Aynı sorunlar hidroelektrik enerji santrallerinde de geçerli. Arz fazlalığı yüzünden aynı su akıntısının üzerinde yapılan birden fazla HES o su kaynağını kurutuyor. Her yerde söylediğimi burada da tekrarlamak istiyorum. Adı üzerinde: Yenilenebilir. Yani o su kaynağı kendini sürekli yenileyip aynı üretimi hatta daha fazlasını veriyorsa o zaman o HES yenilenebilir enerji kategorisinde sayılabilir. Ancak ‘su akar biz para kazanırız’ mantığıyla her akıntının üzerine HES’ler yapılırsa doğanın dengesi bozulur. Suyu kurutan ve doğaya zarar veren HES’ler bana göre yenilenebilir enerji değildir. O yüzden bu dengeyi gözetecek, planlamayı doğru düzgün yapacak bir otoritenin varlığı çok önemlidir.
Bir de bu santraller karada çok yer kaplıyor gibi eleştirileri de duyar gibiyim. Esasında bu büyük merkezi sistemleri sadece karada kurmamıza da gerek yok. Dünya’nın önemli bir çoğunluğu suyla kaplı. Potansiyel olan yerlere deniz üstü rüzgar enerji santralleri kurulabilir. Bu konuda güneş konusunda çok şanslı olmayan ama ciddi bir rüzgar potansiyeli olan İngiltere’nin planlarına bir göz atalım. İngiltere, önümüzdeki on yıl içinde tüm evlerin elektrik ihtiyacını deniz üstü (off shore) rüzgar santrallerinden karşılamayı hedefliyor. İlgili haberi https://www.enerjigunlugu.net/ingiltere-on-yilda-tum-evlere-ruzgarla-elektrik-saglamayi-hedefliyor-39354h.htmlinkinde okuyabilirsiniz.
Aynı şekilde suyun üzerine güneş enerji sistemleri de kurabilirsiniz. Bu konuyla ilgili kaleme aldığım iki blog yazısını da tekrar hatırlatmak isterim:
https://www.serhansuzer.com/tr/yuzer-gunes-enerjisi-sistemleri-1
https://www.serhansuzer.com/tr/yuzer-gunes-enerji-sistemleri-2
2) Dağıtık Sistemler
Benim de şahsen en çok önem verdiğim model dağıtık sistemler. Bir başka deyişle yerinde üretim, yerinde tüketim. Yani bütün binaların, sitelerin, köylerin, kasabaların ve mahallelerin vb. kendi enerjilerini üretmeleri ve bu enerjileri yerinde tüketmelerinden bahsediyorum. Eninde sonunda merkezi sistemlerden de dağıtık sistemlere kayış gerçekleşecek. Bunun için çatılara yapılan güneş enerji sistemleri (hem elektrik hem ısı için), mikro rüzgar türbinleri, ısı pompası gibi teknolojilerin tüm binalarda doğa koşullarına göre standart hale gelmesi gerekiyor. Yani güneşli bir yerde tüm evlerin çatılarına güneş enerji sistemlerinin kurulmasının veya rüzgarlı bir yerde tüm evlerde mikro rüzgar türbinlerinin kurulumunun yapılmasının kanunen zorunlu olmasından söz ediyorum. Bu da ileride gerçekleşecek. Kaliforniya eyaletinin yürürlüğe koyduğu kanunu buna örnek olarak gösterebiliriz: Kalifornia, 1 Ocak 2020'den sonra inşa edilecek tüm müstakil ev ve apartman dairelerinde güneş enerjisi panellerini zorunlu kılan ilk ABD eyaleti oldu. İlgili haberi bu linkten okuyabilirsiniz:
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-44054893#:~:text=California%2C%201%20Ocak%202020%27den,k%C4%B1lan%20ilk%20ABD%20eyaleti%20oldu.&text=%C4%B0n%C5%9Faat%C3%A7%C4%B1lara%20evlere%20tek%20tek%20g%C3%BCne%C5%9F,sistemi%20kullanmas%C4%B1%20se%C3%A7enekleri%20de%20oluyor
Aynı şekilde, evlerde çatı üstü PV panelleriyle elektrik üretilirken, yine su ısıtıcısı sistemleriyle elde edilen ısı evdeki ısı ihtiyacı için kullanılabilir. Ön yüzünden elektrik üreten arka yüzünden de özel alaşımlı borular sayesinde ısı üreten hibrit paneller evin hem elektrik hem ısı ihtiyacını karşılayabilir.
Enerjiyi yanan ve hareket eden her şeyden elde edebileceğimizi varsayarsak dağıtık sistemler konusunun bence dibine vurduran modelle bisikletten elektrik üretmek bile mümkün. İşte Hollanda’da geliştirilen konsept proje: https://www.facebook.com/GoWasteEd/videos/3655918444458922/?vh=e&extid=0&d=n
Son olarak dağıtık sistemlerin sadece binalarda değil kullanılan araçlar için de önemli bir yer teşkil ettiğini söyleyebiliriz. İleride şarj istasyonları tüm evlere gireceği gibi sokaklara, caddelere ve ülkelerin farklı yerlerine yerleştirilecek. Benzin istasyonlarının yerini şarj istasyonları alacak. Herkesin kullandığı aracı şarj ettirecek bir istasyona erişimi olacak.
Dağıtık sistemlerde de dikkatli olunması gereken konu bu enerji sistemleri kurulurken güvenliğin ve insan sağlığının ön plana alınması. Örneğin GES kurarken yangın çıkma olasılığına karşı tüm önlemlerin en üst düzeyde alınması gerekiyor. Standartlara uyulursa hiçbir sıkıntı çıkmaz.
3) Enerji Depolama Sistemleri
Gerek merkezi sistemlerde gerekse dağıtık sistemlerde enerji depolama sistemleri çok kritik bir rol oynuyor. Çünkü az evvel bahsettiğim baz yükü veren jeotermal ve biyoenerji gibi yenilenebilir enerji türleri dışındaki güneş, rüzgar, dalga, akıntı gibi yenilenebilir enerji tiplerinin sürekliliğini garantilemek için enerji depolama sistemleri şart. Yani merkezi yenilenebilir enerji santrallerinin yanına yine yüksek kapasiteli batarya sistemleri yerleştirip üretilen enerjinin bir kısmını depolayıp talebin yüksek olduğu zamanlarda bu enerjiyi kullanmak mümkün. Bu, şebekedeki dengesizliklerinin de önüne geçer.
Bu arada güneş enerjisinde ve jeotermalde enerji depolama sadece elektriğin depolanmasıyla değil aynı zamanda ısı depolamayla da mümkün oluyor. Bu ısı daha sonra suyla birleştirilip yüksek ısı ve basınçla buhar elde edilip, buhar türbiniyle yine elektrik üretilebilir. Ya da ısı direkt kullanılabilir. Merkezi ısıtma sistemiyle CSP (Concentrating Solar Power) veya jeotermal sistemleriyle bu ısı doğrudan kullanıma sunulabilir.
Evdeki batarya sistemleri sayesinde de güneşten elde edilen elektrik depolanıp günün istenilen saatinde kullanılabilir. Bu batarya sistemleri sadece evde değil, kullandığımız elektrikli araçlarda da (araba, motosiklet vb.) tüm sistemin kalbidir.
Özetle, enerji devrimi yaşadığımız bugünlerde ileride olacakları size söyleyeyim. Enerji ihtiyacı için fosil yakıt terkedilerek tüm ihtiyaç yenilenebilir enerjiden karşılanacak. Bununla birlikte merkezi sistemlerin yerini de dağıtık sistemler alacak.
Buradaki esas soru ne olacağı değil, bunların ne zaman gerçekleşeceği. Burada da siyasi iradenin tavrı zamanlamayı belirleyecek.
Etiqueta: sosyal sorumluluk, yaşam, enerji, ekoloji