Türkiye’de sürdürülebilir kalkınmanın başlaması
Geçen yazımda sürdürülebilir kalkınmaya giriş yapıp ekonomik ve ekolojik bütünlüğü ele almıştım. Bu yazımda da kavramları daha net canlandırabilmeniz için Türkiye üzerinden neler yapılabileceğini aktaracağım. Tabii bu örnekler başka ülkelerde de bire bir uygulanabilir. Umarım memlekette bu tavsiyelerimi tavizsiz ve vakit kaybetmeden gerçekleştirecek bir iradeye yakın bir gelecekte sahip oluruz.
Geçen blog yazımda şu satırlara yer vermiştim: “Sistemdeki köklü değişikliklerle ilgili düşüncelerimi ileride paylaşacağım. Kafanızda bu kavramları daha net canlandırabilmeniz için net örnekler vereceğim. Mesela hiç vakit kaybetmeden sürdürülebilir kalkınmayı Türkiye’de sağlayabilmek için neler yapılması gerektiğini kaleme alacağım.”
Bu yazımda Türkiye’de ekonomik, ekolojik, sosyal ve kültürel anlamda neler yapılması gerektiğini ele alacağım. Esasında yapılacak çok iş var. Yazıyı fazla uzatmamak adına her bir başlıkta bana göre en önemli 5 maddeyi ele alacağım. Ama öncelikle problemin tekrar altını çizelim ve Türkiye’de neden sürdürülebilir kalkınmanın gerektiğini bir kez daha vurgulayalım.
Geçen yazımda alıntı yaptığım Zehra Yakut’un makalesinde belirttiği gibi: “Türkiye’nin de içinde bulunduğu Kuzey Yarım Küre biyoçeşitlilik tehdidi altındadır. Haritaya göre Türkiye, 1977’den bu yana biyolojik kapasite açığı vermektedir ve son 2018 verisine göre bu açık kişi başına 1.1 gha (global hectare)’a düşmüştür.”
Biyolojik kapasite açığını kapatmak, ekonomiyi sürdürülebilir bir şekilde yoluna koymak, sosyal eşitliği sürekli hale getirmek ve kültürel mirasımızı sağlamlaştırarak çeşitlendirmek için yapılması gerekenleri aşağıda sıralıyorum.
1) Ekonomi
a) Üretime dayalı ekonomi: Sürekli tüketen ve ithalatı ihracatından fazla olduğu için cari açık veren bir ülke konumundan, değer zincirinin tüm parçalarının Türkiye’de olduğu üretimle ihracat yapan ve her sene cari fazla veren bir ülke konumuna gelebiliriz. Bunun önemli hedef olarak belirlenmesi ve bu hedefe ulaşmak için planlama ve uygulama yapılması gerekiyor. Bu hedef için atılacak adımlar için Devlet Planlama Teşkilatı gibi bir kurumla birlikte ülkenin başlıca sanayici ve iş insanlarının bir araya gelip bir master plan çıkarması ve sonrasında bu master planın harfiyen uygulanması gerekiyor.
b) %100 yenilenebilir enerji: Yeter ki devlet iradesi arkasında olsun, 3 sene içinde ülkenin tüm ihtiyacı yenilenebilir enerjiden karşılanabilir. Bunun için yenilenebilir enerji kaynaklarımız imrenilecek durumda, teknoloji var ve tek eksik olan devlet mekanizması doğru inisiyatifi gösterdiğinde çok kısa zamanda bu hedefe ulaşılabilir. Ben bunu yıllardır söylüyorum aslında. Bundan 10 sene önce Turkish Policy Quarterly’de yazdığım makaleyi tekrar paylaşmak isterim: ……… %100 yenilenebilir enerjiye 3 sene içinde nasıl ulaşabileceğimize dair fikirlerim var ama bunu bir başka blog yazıma saklıyorum.
c) Fosil yakıtların hammadde olarak kullanılması: Şimdi her yerde doğalgaz çıkarılıyor diye reklam yapılıyor. Bu doğalgaz gerçekten çıkarılacaksa o doğalgazı tipik enerji ihtiyaçlarımızı karşılamanın ötesinde, çok yönlü olarak değerlendirmek mümkün. Teknoloji ve ekstra çaba ile hem enerji ihtiyacımızı karşılayabilir hem de karbon elde ederek satılacak emtia yaratabiliriz. Doğalgazı özel bir prosesten geçirip hidrojen ve karbona ayırmak gerekiyor. Hidrojeni baz yükü enerji ihtiyacımız için kullanabiliriz. Üstelik hidrojeni yaktıktan sonra su buharı çıktığı için ekolojik anlamda da herhangi bir sorun yok. Ayrıca hidrojeni günün 24 saati enerji ihtiyacımız için kullanabiliriz. Ayrıştırılan karbon da Cola gibi farklı ürünlerin hammaddesi olarak kullanılabilir ve katma değer katar, gelirleri artırır.
d) Teknoloji gelişimini sürekli hale getirmek: Farklı sektörlerdeki fark yaratacak teknolojilerin sürekli gelişimini sağlayacak bir sistemin oturtulması şart. ARGE (araştırma geliştirme) çalışmalarını hem kamunun hem de özel sektörün ele alması gerekiyor.
e) Kendine yeten bir ülke haline gelmek: Tarım, hayvancılık, temizlik ürünleri, kıyafet gibi temel ihtiyaç ürünleri başta olmak üzere Türkiye’nin ihtiyacı olan tüm ürünleri ülke içinde üretebiliyor olması gerekiyor. Dışarıdan ithal edilen ürünlerle halkımızın ihtiyaçlarının karşılanmaya çalışılması sürdürülebilir değil.
2) Ekoloji
a) Ormanlarımızın korunması ve ağaç dikilmesi: Türkiye gittikçe orman fakiri bir ülke haline geliyor. Bu eğilimi tam tersine çevirip, her sene kesilenden veya kuraklık gibi doğal sebeplerden ömrünü tamamlayan ağaçlardan daha fazlasının dikilmesini sağlayacak bir sistem oluşturmak gerekiyor. Orman sayısını da, orman arazisinin toplam araziye oranını da her sene artırmak ülke çapında bir hedef olarak koyulmalı ve bu hedeflerin gerçekleşmesi için gereken her şey yapılmalı.
b) Toprak reformu: Ülkedeki toprağın bilinçli bir şekilde işlenmesi ve üretim yapılması gerekiyor. Toprağın bakımı da başlı başına önem verilmesi gereken bir başka unsur. Bunun için çiftçilerin sayılarının artırılması ve onlara en iyi eğitim ve teknolojik donanımın sağlanması gerekiyor. Bu amaçla topyekûn seferberlik ilan edilerek özellikle az gelişmiş bölgelerimizde geçim sıkıntısı yaşayan halka toprak tahsis edilmesi ve onların doğaya sahip çıkan bilinçli çiftçiler haline dönüştürülmesi lazım. Milyonlarca vatandaşımızın toprak (kullanım hakkı) sahibi bilinçli çiftçiler haline dönüştürülmesinden söz ediyorum.
c) Su yönetimi: Bunu ikiye ayırabiliriz. Birincisi su kullanımı. Mevcut ve gelişmekte olan teknolojiler yardımıyla, su kullanımını şimdi ve gelecekte asgariye indirgemek gerekiyor. Su kullanımında sağlanacak verimlilik çok önemli ve bu prensiplerin hayatımızın her alanında ve her sektörde uygulanması lazım. Evlerde, tarımda, hayvancılıkta, bahçe sulamada, araba yıkamada vs. su tüketimini konforumuzu azaltmadan asgariye düşürmemiz şart. İkincisi de su üretimi. Yağmur suyu toplama sistemleri, deniz suyunun tuzsuzlaştırılması ve havanın suya dönüştürülmesi gibi en basitinden en karmaşık yöntemlere dek pek çok teknoloji kullanabiliriz. İşin ideali herkesin kendi suyunu üretebilmesidir.
d) Denizlerimize ve tatlısu kaynaklarımıza sahip çıkılması: Denizlerimizin, göllerimizin, nehirlerimizin, ırmaklarımızın, derelerimizin kısacası tüm tatlısu kaynaklarımızın kirletilmesinin önüne geçmeliyiz. Bunun için gerekirse çok sert önlemler almak gerekiyor. Marmara Denizi’ndeki müsilaj problemi hala zihinlerde ve bu problemin henüz tam olarak çözülebildiğini sanmıyorum. Sanayinin ve OSB’lerin atık yönetiminin son derece profesyonel ve gerekli masraftan çekinmeden yapılması gerekiyor. Aynı şekilde su kaynaklarımızdaki yaşamı tehdit eden aşırı avlanma gibi sorunlar giderilmeli. Maalesef denizlerimizde balık çeşitliliği ve bolluğu diplerde. Deniz mahsullerinin yine bolluk mertebesine ulaşması için özel çalışma gösterilmesi gerekiyor. Bir de tatlı su kaynaklarının kuraklık sonucunda buharlaşıp yok olmasının önüne geçilmesi lazım. Buharlaşmanın önüne geçmek için su üzerine yüzer güneş enerji santralleri yapılması, öncelik verilmesi gereken işlerden biri.
e) Vahşi veya evcil tüm hayvanların yaşam haklarına saygı duyulması: Ormanlar azaldıkça ve insanların yerleşim yerleri ormanların yerini aldıkça vahşi hayata inanılmaz boyutta zarar veriyoruz. Türkiye’nin önemli bir alanını ulusal park ilan edip çivi dahi çaktırmamak gerekiyor. Evcil hayvanların da layık oldukları güzel yaşamlara sahip olmaları için sokak hayvanlarından başlamamız gerekiyor. Bu konuda söyleyecek çok lafım var ancak öncelikle sokak hayvanlarının kısırlaştırılması, çiftlik tarzı yerlerde yaşamlarını keyifle sürdürmelerinin, dijital ortamın da yardımıyla sahiplendirilmelerinin ve sevgiyle yaşayacakları evlerde yerlerini almaların sağlanması aklıma gelen ilk önlemlerden birkaçı. Ancak bunun detaylı çalışılması gerekiyor.
3) Sosyal Alan
a) Eğitimin ve sağlığın ücretsiz ve yüksek standartlarda olması: Devletimizin eğitimi ve sağlığı ücretsiz ve yüksek standartlarda verebilmenin kaynağını mutlaka ayırması gerekiyor. Bu bir rüya değil aslında. Doğru adımlar atılırsa gerekli kaynak ayrılabilir ve gerçekleştirilebilir. Özellikle İskandinav ülkelerinin veya Kanada’nın sistemlerini incelemekte fayda var. Hatta bizim daha iyi bir sistemi bile kurabileceğimizi düşünüyorum.
b) Eğitimin sadece gençlere değil tüm vatandaşlara sürekli verilmesi: Eğitim sistemimizi baştan aşağıya değiştirmemiz gerekiyor. Atılacak radikal adımlardan biri de sadece okullarda çocuklarımızı eğitmenin ötesine geçmek olmalı. Okullara giden çocukların anne babalarını da eğitmemiz gerekiyor. Bunun için özel bir sistem kurulmalı. Çocukların okula, anne babaların da özel eğitim görebilecekleri kurslara gitmeleri gerekiyor. Bu kurslara gitmeyen anne babalara da gerekirse yaptırım uygulanmalı. Bu eğitimlerin çocuk psikolojisi ve hayat rehberi (örneğin görgü kuralları gibi) gibi eğitimleri içermesi gerekiyor. Sonuçta geleceğimiz olan çocuklarımız okuldan daha çok anne babalarıyla vakit geçiriyorlar. Bunu unutmamak gerekiyor. Cahil kalmış veya psikolojisi bozuk anne babaların çocuklarında aynı sorunların baş gösterme olasılığı daha yüksek oluyor. Anne babaların dışında eğitmenlerin de sürekli eğitilmesi ve güncel tutulmaları gerekiyor. Okullardaki öğretmenlerin her ay eğitimden geçirilmesinden söz ediyorum. Bu eğitimin, hem kendi alanlarında hem yaşamsal ilkelere dair hem de çocuk psikolojisi gibi onların daha iyi bir eğitmen olmalarını sağlayacak şekilde tasarlanması gerekiyor.
c) Hukuk üstünlüğü prensibinin ülke çapında tavizsiz uygulanması: Türkiye’nin hukuk devleti olması çok normal geliyor değil mi? Maalesef hukuk devleti yapısının yakınından bile geçmiyoruz. Hukuk birlikte yaşayabilmenin temelidir. Türkiye’de hukukun üstünlüğü prensibini yeni baştan tesis edebilmek için atılacak adımlar belli. Bu da başlı başına bir blog konusu. Sadece sistemin içinde yer alan kişilerin (hakim, savcı ve avukatlar) mali açıdan rahat olmaları, karar vericilerle davaların tarafı olanların yüzgöz olmamalarını sağlayacak bir sistemin kurulması ve siyasetin elini hukuk sistemimizden tamamen çekmesini sağlayacak önlemlerini alınması, yani bağımsız yargının oluşturulması aklıma gelen ilk önlemler arasında. Bu da bir blog yazısı konusu olduğu için şimdilik burada kesiyorum ancak hukukun üstünlüğünün çok derin ve önemli bir konu olduğunun tekrar altını çizmek isterim.
d) Etnik köken, inanç ve yaşam şekli konusundaki farklılıklara herkesin saygı göstermesinin sağlanması: Herkesi karbon kopya gibi birbirine benzetmeye çalışan bir sistem yanlışlarla doludur ve her zaman sıkıntı yaşatır. Bırakın ülkedeki farklılıkları, bir ailede bile kardeşlerin karakterleri ve altyapıları çok farklıdır. Farklılık bir handikap değil tam tersine bir renklilik göstergesi, eşsiz bir zenginliktir. O yüzden ülkemizdeki farklılıkların değerini bilip herkesin birbirine sahip çıkmasını sağlayacak bir ufuk genişliğini ülke çapında yerleştirmemiz gerekiyor. Türkiye’de bunu en iyi başaran ilimiz Hatay’ın bu konuda örnek alınması lazım. Bu vesileyle de güzel Hatay’ımıza ve etkilenen tüm ilerimize yaşadıkları deprem sebebiyle tekrar geçmiş olsun diyor, tez zamanda yaralarının sarılmasını diliyorum.
e) Dağıtık sistemler: Vatandaşlarımızın devlete bağımlı kalmalarını sağlayan merkezi bir sistem doğru bir sistem değildir. Çünkü işbaşına geçen hükümetler, her şeyi devletten uman vatandaşı bir oy deposu gibi her şekilde kullanabilirler. Oysa vatandaşlarımızın özgür olabilmeleri ve kendi hür iradeleriyle hareket edebilmeleri için herkesin kendi çaresine bakabileceği dağıtık sistemler kurulması gerekiyor. Vatandaşlarımızın en azından kendilerinin ve ailelerinin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi lazım. Bunun nasıl yapılabileceğine dair ileride bir blog yazısı kaleme alacağım.
4) Kültürel Alan
a) Tüm kültürlere sahip çıkılması: Dünya’nın muhtemelen en renkli ve derin coğrafyalarından birinde yaşıyoruz. Bir kere Doğu ve Batı’nın kesişim noktasındayız. On binlerce yıldır bizim coğrafyamız çok farklı medeniyetlere ev sahipliği yaptı. Yani genetik olarak bir araştırma yapılsa gen haritamız da kendi kültürümüz gibi çok çeşitli çıkar ki bu büyük bir zenginlik. Coğrafyamızdaki tüm kültürlere sahip çıkmamız ve onların zenginleşmesini sağlamamız gerekiyor. Herkesin karbon kopya gibi birbirinin benzeri olmasıyla bu özelliğimizi kaybederiz. Topraklarımızdaki tüm kültürlere sahip çıkmak da ülke çapında oluşturulacak barış ortamı ve kafa yapısının değişmesiyle sağlanır.
b) Kültür ve sanatın desteklenmesi: Her türlü kültür ve sanat etkinliklerinin ve bu işe emek verenlerin desteklenmesi gerekir. Eninde sonunda her şey finansal desteğe bakıyor. Bu desteği sadece devletten beklemek doğru olmaz. Özel sektörün de kültür ve sanat çalışmalarına verecekleri desteğin teşvik edilmesi gerekiyor. Örneğin verilen verginin ülkedeki kültür ve sanat etkinliklerini organize eden STK’lara aktarılma opsiyonunun şirketlere verilmesi iyi bir başlangıç olabilir.
c) Tarihi eser kaçakçılığı: Bu utanç verici sorunu bir türlü halledemedik. Tarihi eser kaçakçılığı öyle bir boyuta ulaştı ki, ülkemizden kaçırılan veya resmi olarak satın alınan (ki bence kaçakçılığın resmi olarak yapılmasıdır) tarihi eserlerle yabancı ülkelerde müze dahi kuruyorlar. Biz tarihi eserlerimize sahip çıkamadığımız için bizden çaldıkları eserlerle müze açan ülkeler “bu tarihi eserlere biz sizden daha iyi bakarız” pişkinliğiyle ve haklılık payı da olan görüşlerini bildiriyor, eleştirileri cevaplıyorlar. Oysa tarihi eserlerin orijinal yerlerinde korunması gerekir. Bu eserleri Türkiye’ye geri döndürecek, yeni eserleri ortaya çıkaracak ve hepsinden önemlisi bu tarihi eserlere sahip çıkacak (tarihi eser kaçakçılığını sıfıra indirecek) bir sistem kurulması gerekiyor. Gerçekten vatansever kişilerin görev aldığı hükümetlerin yönettiği devlet iradesi bu uğurda yapılması gerekenleri harfiyen yerine getirebilir, ülkemizin yerlerde olan prestijini geri kazandırabilir.
d) Türk mutfağının dünyanın en popüler mutfaklarından biri haline getirilmesi: Türk mutfağı dünya çapında tanınıyor. Ancak maalesef turistlere sorduğunuzda hala çok sükse yapan Fransız, İtalyan, Japon, Kore, Thai, Yunan, İspanyol, Portekiz ve Peru gibi popüler mutfakların pozitif algısının gerisindeyiz. Türk mutfağını doğru tanıtımlarla ve yaratıcılığa önem veren, dünya çapında insan kaynağıyla dünyada en çok sevilen mutfaklardan biri haline gelebiliriz. Şu anki durumumuz fena değil ama kesinlikle hak ettiğimiz yerde değiliz. Bir de bizim mutfağın bir özelliği sürdürülebilirliğe önem vermesidir. Örneğin bayat ekmekle dahi birçok farklı yemek yapılır. Hatta bunun yemek kitabı bile mevcut. Tam da bu özelliğimizi ön plana çıkarıp israfı önleme konusunda tüm dünyaya örnek olabiliriz.
e) Müzeler: Müze ziyaretleri artıyor ancak hâlâ hak ettiği yerde değil. Müzelerimizin sayısını artırıp iyi işletilmelerini sağlamamız gerekiyor. Bir de klasik müze anlayışının ötesinde daha yaratıcı işler yapılmalı. Her ilde farklı özellikte müzeler açabiliriz. Türkiye’nin her bir köşesi kültür, sanat, tarih, mutfak anlamında bir cennet. Bunu ortaya çıkarmamız gerekiyor. Bayburt’taki Baksı Müzesi buna güzel bir örnektir. Açılacak farklı konseptte müzeler bulunduğu şehrin ekonomisine de ciddi katkı sağlayacaktır.
5 yıl içinde başlatabiliriz
Türkiye’de sürdürülebilir kalkınmayı sağlayabilmek için ekonomik, ekolojik, sosyal ve kültürel alanlarda 5’er öneride bulundum. Bazı önerilerde ipuçları da verdim. Beyin fırtınasını başlatmak adına yazdığım bu yazının ötesinde elbette yapılacak birçok farklı iş var. Eminim sizlerin de pek çok fikri vardır. Aklı başında ve vatansever yurttaşlarımızın bu sürece katkıda bulunmalarını sağlayıp tam bir takım oyunuyla ülkemizde kalıcı sürdürülebilir kalkınmayı sağlayabiliriz. Bu bir rüya değil; doğru hedefler koyulup planlama yapılırsa, bir de bu planı icra edecek kişiler işin başında olursa sürdürülebilir kalkınmayı 5 yıl içinde başlatabiliriz.