Vatansever gazeteci Fehmi Köfteoğlu’nu kaybettik
Geçen hafta memlekette meslek etiği açısından kötü bir örnek olarak tarihe geçen Köfteci Yusuf’u kaleme almıştım. Memleketi batıran bu çökmüş ahlak anlayışını dillendirdikten sonra bu yazımda memleketi yüceltecek anlayışa sahip iyi bir gazeteci ve vatansever Fehmi Köfteoğlu’nu anlatacağım. Kendisini geçtiğimiz haftalarda kaybettik. Bu yazıyı hem Fehmi Köfteoğlu’nu anmak hem de gerçek vatanseverlere selam çakmak için kaleme alıyorum.
Fehmi Köfteoğlu’yla ta 2000’li yılların başlarında bir turizm etkinliğinde aynı masaya düşünce tanıştım. Daha o zamanlar turizm gazeteciliğinin önde isimlerinden biriydi. Ben de Ritz-Carlton Oteli’ni açan ekibin başındaydım ve akabinde otel yatırımını ‘asset manager’ olarak yaklaşık 5 sene yönettim. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ekonomik krizini tetikleyen Şubat 2001’deki Anayasa kitapçığı polemiği, teröristlerin İkiz Kulelere uçakla çarparak yıktığı ve binlerce insanın hayatına mal olan 11 Eylül saldırıları, bu olayın ardından ABD’nin Afganistan’a girişi ve 2003 senesindeki İstanbul bombalamaları. Gerçekten bir barış ve refah sektörü olan turizmin düşmanı ne kadar olay varsa o günlerde yaşamıştık. Ama yine de otelimizi tüm zorluklara rağmen açıp sakin sulara çekmeyi başarmıştık. Proje bizim de sürekli müdahalelerimizle 5 sene içinde kendini toparlamış, pozitif nakit akışına dönmüştü.
Ortak payda vatan sevgisi
Turizmin sürekli sınavdan geçtiği o zor günlerde Fehmi Bey’le tanışmıştım. Daha ilk rastlaşmamızda bana “Gökkafes’i hiç sevmiyorum, oraya adımımı atmam” dedi. Ben de kendisine “Saygı duyarım” deyip “bir de hikayesini benden dinleyin” diye devamını getirdim. Sakin bir şekilde beni dinledi, kendi bildiklerini söylemek için arada sözümü kesti ama benimle hep son derece saygılı konuştu.
Sonuçta birbirimizi kırmadan gayet seviyeli bir tartışma yaptığımızı hatırlıyorum. Sonrasında Türkiye’deki turizmin sorunlarını konuşmaya başladık. Orada ciddi bir ortak paydamız olduğunu fark ettim. En büyük ortak paydamız da vatanseverlikti. İkimiz de Türkiye’nin menfaatlerini düşünerek konuşuyorduk. Türkiye’deki turizm sorunlarını nasıl çözebileceğimizi değerlendirirken konu bir anda vatan kurtarmaya döndü. Farklı bir geçmişten gelmemize, bambaşka kafa yapılarına sahip olmamıza ve yaş farkımız olmasına rağmen o günkü sohbetten keyif aldığımı hatırlıyorum. Gecenin sonunda daha sonra görüşürüz diye vedalaşmıştık.
Bakan Mustafa Taşar’ın daveti
İlerleyen yıllarda yolumuz eski Turizm Bakanı Mustafa Taşar’ın daveti üzerine tekrar kesişti. Yine ilginç bir buluşmaydı. Allah rahmet eylesin, Mustafa Taşar babamın yakın arkadaşıydı. Gaziantepli hemşeri olmalarının ötesinde, aralarında gönül bağı vardı. Ben de kendisiyle İstanbul Kongre ve Ziyaretçi Bürosu yapılanmasını konuşmak için tanışmıştım. Türkiye’de destinasyon pazarlama ve kongre satışıyla turizmi düzlüğe çıkaracağımızı düşünüyordum ve bunu ilgili bakanlıklarda ve kamu kuruluşlarında sürekli anlatıyordum. O dönemde Turizm Bakanı olan Mustafa Taşar’a da sunum yaptım. Çok pratik ve hızlı düşünen, sempatik kişiliğe sahip biriydi. Sunumum beklediğimden kısa sürdü. Hemen sadede geçmemi istedi. Konunun özünü anlattıktan sonra bana “Hemen yapalım” dedi ve o dönemde Türkiye çapında ideal bir kongre ve ziyaretçi bürosu yapılanması için harekete geçtik. Ancak bakanlıktaki görev süresi hayalimizi gerçekleştirmemize yetmedi. Bu konunun detaylarını daha sonra aktaracağım. Burada anlatmak istediğim olay Mustafa Taşar’la bu vesileyle tanışmış olmamdı.
Salaş kebapçıda buluşma
O yaptığım sunumundan birkaç ay sonra Fehmi Köfteoğlu benimle temasa geçti. Bir turizm profesyoneli kadar turizmi bilen iyi bir gazeteci olduğu için benim o dönemde Kongre ve Ziyaretçi Bürosu yapılanmasıyla ilgili yapmak istediklerimi dikkatle takip ediyordu. Bana bakanla paylaştığım sunumun nasıl geçtiğini sordu. Kendisine detayları aktardım ve bir umut doğduğunu anlattım. O da hem yaptıklarıma destek için hem de eski bakan Mustafa Taşar’ı bizzat tanıyıp insan olarak sevdiği için bana “Ben sizi bir araya tekrar getireyim, hem de güzel bir sohbet yaparız hep beraber” dedi ve tam yerini ve ismini hatırlamadığım salaş bir kebapçıya ikimizi davet etti. Yanlış hatırlamıyorsam sene 2005’ti.
O kebapçıda bir araya gelerek hem turizm konuştuk hem de eğlenceli bir sohbet yaptık. Espriler havada uçuşuyordu, çok güldüğümü ve eğlendiğimi hatırlıyorum. Zor günlerde böyle keyifli bir yemek ve sohbet ilaç gibi geldi. Ardımızda bıraktığımız o gün hep güzel bir anı olarak hafızalarımızda yer etti. Bu güzel hatıradan 2 sene sonra Mustafa Taşar’ı kaybettiğimize inanamadım ve üzüntüsünü hissettim. Allah rahmet eylesin, iyi bir insandı.
Yıllar sonra yeniden
Gelelim bu seneye. Bu senenin başında Fehmi Bey bana “Uzun zaman oldu, tekrar bir araya gelelim” diye mesaj attı. Ben de “Memnuniyetle” diye karşılık verince “Seni bu sefer yine bildiğim salaş bir kebapçıya götüreceğim” dedi. Anlaştık ve Eminönü’ndeki o salaş kebapçıya gittik. Yemekler yine çok lezzetliydi. Ağzının tadını biliyordu. Yemekte neşe kaynağı Mustafa Taşar yoktu yanımızda, onu da anmış olduk ama yine klasik o iki saatte memleketi kurtardık. Fehmi Köfteoğlu’nun kafa yapısı ve memleketin nasıl kurtarılacağı konusundaki düşünceleri benim düşüncelerimden farklıydı. Ama ikimizde aynı sonuca gitmek istiyorduk: Tüm insanların ve hayvanların refah, sağlık ve mutluluk içinde yaşadığı doğa ve çevresini koruyan bir Türkiye. Ayrıca Fehmi Bey’in çok yönlü okuma ve araştırmalar yapmış olması da dikkatimi çekmişti. Bir turizm gazetecisi olmasına rağmen dünyada olan bitenden haberi ve fikri vardı. Örneğin bir ara ABD ve Çin arasındaki rekabeti, Türkiye’nin böyle çift kutuplu bir dünyada (ABD’nin yanına Avrupa’yı, Çin’in yanına da Rusya’yı ekleyebiliriz) nasıl tavır sergilemesi gerektiğini konuştuk.
Fehmi Köfteoğlu hakkında
Bunu söylemişken Fehmi Köfteoğlu’nu da size anlatayım. Fehmi Köfteoğlu, 1957 yılında Mardinli Köftezade ailesinin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Gazetecilikle ilk tanışması, Akşam gazetesini kol altında satmasıyla başladı. Aktif gazetecilik kariyerine Devrimci Gençlik Birliği (DGB) ile adım atan Köfteoğlu, 1975-1978 yılları arasında Halkın Sesi dergisinin yayıncılığını üstlenerek profesyonel bir zemin kazandı. Nezih Demirkent’in rehberliğinde Dünya gazetesinde çalışmaya başlayan Köfteoğlu, "Otelcilik ve Turizm" adıyla hazırladığı ekle önemli bir dönüm noktasına ulaştı. İlk sayısına “Otelcilik ve Turizm Türkiye’nin Belkemiği Olmaya Aday” başlığını attı.
TÜRSAB’ın basın ve strateji danışmanlığı görevini üstlenen Köfteoğlu, Ar-Ge bölümünün kurulmasına katkıda bulundu. 1995 yılında Ekin Grubu’na editör olarak katıldı ve burada TÜRSAB Dergisi, Hotel Dergisi, Türkiye Turizm Yatırımcıları Dergisi (TYD), Rehberler Dergisi, ilk online turizm gazetesi Turizm Gazetesi ve Resort Dergisi’nin editörlüklerini üstlendi. Dünya, Aydınlık, Milliyet ve Cumhuriyet gibi gazetelerde köşe yazarlığı yaptı.
Ekin Grubu bünyesinde EMITT’in (Doğu Akdeniz Uluslararası Turizm ve Seyahat Fuarı) fikir önderlerinden ve yöneticilerinden biri olarak tanındı ve 2014’e kadar EMITT’e paralel olarak düzenlenen Turizm Tedarikçileri Fuarı’nın imtiyaz sahipliği görevini üstlendi. 2012 yılında Ekin Grubu’nu devralan Köfteoğlu, AKTOB ile Uluslararası Resort Turizm Kongresi’nin oluşturulmasına öncülük etti. Ayrıca Türkiye Turizmi Sözlü Tarih Projesi, Türkiye Turizm Ansiklopedisi, Uluslararası Turizm Karikatürleri Yarışması ve Anadolu Yemekleri Fotoğraf yarışması gibi projelerde yazıları ve jüri üyeliği ile destek sağladı. Fehmi Köfteoğlu, EKONOMİ Gazetesi'nde köşe yazıları kaleme alarak Seyahat ekinin editörlüğünü sürdürüyordu. Fehmi Bey’in Turizm Gazetesi’ndeki yazılarını https://www.turizmgazetesi.com/yazar/fehmi-kofteoglu/374 linkinde okuyabilirsiniz.
Güzel sohbet son görüşmemiz oldu
Velhasıl, kebapçıdaki iki saatlik güzel sohbetin ardından iyi niyet temennileriyle ve “tekrar görüşmek üzere” deyip ayrıldık. Ancak maalesef geçen ay Fehmi Köfteoğlu’nun vefat ettiğini öğrendim. Açıkçası 28 Ağustos günü vefat eden Fehmi Bey’in vefatını geç öğrendiğim için cenazesine katılamadım. Hiç değilse bu yazıyla kendisini anmak ve bu vesileyle Allah’tan rahmet, geride kalan ailesine de sabır dilemek isterim. O da Mustafa Taşar gibi nur içinde yatsın.
Her yazıda olduğu gibi bu yazının sonunda da bir ders cümlesi çıkarmak isterim. Birincisi, insanlar farklı düşünce yapısına sahip olmalarına rağmen ülkelerinin veya insanlığın iyiliği gibi ortak paydalarda buluşabilirler. Bu düşünce farklılıkları atılacak adımlar açısından faydalı bile olabilir. Türkiye’nin hak ettiği yeri bulması, insanlarımızın huzur ve refah içinde yaşaması hepimizin ortak temennisi.
Zaman çok çabuk geçiyor
İkincisi herkesin bir ömür süresi var. Eninde sonunda hepimiz yaşamlarımızı tamamladıktan sonra bu dünyadan göç edeceğiz. Bu sınırlı sürede değer verdiğiniz insanlara zaman ayırın. Çünkü ölümün zamanı yok. 2005 senesini hala çok net hatırlıyorum. O sene o kebapçıda yaptığımız güzel sohbeti, Mustafa Taşar ve Fehmi Köfteoğlu’yla neşe içerisinde yediğimiz akşam yemeğini. Maalesef ikisi de artık aramızda yok. Aynı sene kasım ayında dedemi kaybettik. Bunu da çok net hatırlıyorum hatta zamanında dedemle ilgili bloğumun en çok okunan yazısını kaleme almıştım: https://www.serhansuzer.com/tr/dedem-hasan-suzerle-anilar-gecidi
Yani işin özeti, sevdiklerinize ve değer verdiklerinize elinizden geldiğince vakit ayırmaya çaba sarf edin. Zaman çok çabuk geçiyor.