Yerkürede gerçeküstü bir ülke: İzlanda (2)
Geçen yazımda Kasım sonunda yaptığım İzlanda seyahati izlenimlerimi paylaşmaya başlamıştım. Bu hafta ise doğum günümü kutladığım tatilin ikinci yarısını kaleme aldım. Siyah kumlar, buzuldan elmaslar ve tanık olduğumuz etkileyici lav şovu hakkında yazdıklarımın ilginizi çekeceğine inanıyorum.
25 Kasım sabahı erkenden kahvaltımızı yapıp yola çıktık. Hedefimiz buzulların olduğu güney sahillerinde turlamaktı.
İzlanda’nın kış aylarında belki de olumsuz olarak nitelendirilebilecek tarafı güneşinin saat 10-10.30 gibi doğup saat 4 gibi batmasıdır. Bu biz Türklerin alışık olmadığı bir durum ve güneşi sürekli tepemizde istediğimiz için hoşumuza gitmeyebilir. Benzer şekilde yaz aylarında da tam tersine sürekli bir aydınlık durumu var. Bana göre doğanın yerküremiz üzerinde gösterdiği farklılıkları kucaklamamız gerekiyor. Örneğin Türkiye’de 4 mevsim yaşanırken ekvatora yakın yerlerde sürekli 27-28 derecede tropik iklimin olması veya biz kuzey kürede kışı yaşarken güney kürede yazın yaşanması veya İzlanda, İskandinav ülkeleri gibi yerlerde kışın gün ışığının çok kısıtlı olması yazın ise tam tersine sürekli gün ışığına maruz kalınması kıyaslanacak veya eleştirilecek iklim koşulları değil. Her insanın soğuğu, sıcağı veya iklim koşullarına bakış açısı var. Bana göre bölgenin insanları kendi koşullarına bir şeklide adapte olup keyfini çıkarıyorlar.
Örneğin hava sıcaklığının sürekli 27-28 derece olduğu tropik bir iklimde yaşamak çok cazip geliyor değil mi? Bana göre 4 mevsimi yaşamak daha keyifli. Çünkü o zaman yazken kışın değerini, kışken yazın değerini biliyorsunuz. Sürekli farklı alternatifler ve yaşam koşullarını, hatta ona göre kıyafetlerimizin değişiyor olması hayatımızın renkleri. Örneğin sürekli yaz ikliminin yaşanması şahsen kar gibi bir doğa harikasından mahrum kalmamızı ve kayak gibi muhteşem bir sporu yapamamamıza neden olur.
Dolayısıyla herhangi bir iklim bir başka iklime göre bana göre üstün değildir. Bu koşullarla ilgili insanların algısı değişir. Yani “kime göre, neye göre hava güzel”, bunu sorgulamak gerekiyor.
Elmas Plajı ve siyah kumlar
Konumuza dönersek, harika bir doğal ortamda sabahın erken saatlerinde güneşin doğuşuna tanıklık etmek gerçek bir keyif. Böyle Zen bir ortamda duygu ve düşüncelerimi sizinle daha evvel 41. Yaş ve 4. Evrem başlıklı blog yazımda paylaşmıştım: https://www.serhansuzer.com/tr/41-yas-ve-4-evrem
Böyle bol düşünceli 2 saatlik yolculuktan sonra buzulların ve siyah sahilin olduğu Diamond Beach’e (Elmas Plajı) vardık. Açıkçası hava soğuktu, ama doğanın bize sunduğu bu harika ortamdan kendimizi alamadık. Bir kere siyah kumdan oluşan bir plaj görmemiştim. Beyaz kum (Karayipler), açık veya koyu kahverengi kumdan oluşan (Ege) hatta küçük taşlardan (Akdeniz, Karadeniz) oluşan plajlar çok gördüm. Peki ama siyah kum nedir yahu? Üzerinde yürürken dahi inanamıyorsunuz. Bu konuda bir araştırma yaparken Dünya’daki kum çeşitleri üzerine bilgilendiren Sand Atlas (Kum Atlası) web sitesine denk geldim. Bakmanızı tavsiye ederim: www.sandatlas.org
Bana İzlanda’da anlatılan ve bu kum atlasından teyit ettiğim kadarıyla; özellikle bazalt, demir ve diğer volkanik mineraller içermesi bu kumu siyah yapıyor. Buraya neden Elmas Plajı dediklerini siyah kumun üzerinde elmasa benzer buz kütlelerinden anlayabilirsiniz. İşte bu muhteşem doğa harikası yerin görselleri:
Buzullar arasında sörf keyfi
Plajda yürürken çok ilginç bir görüntüye tanık oldum. İki sörfçü o soğukta buzulların arasında dalga sörfü yapmaya çalışıyorlardı. İlk başlarda kumsalın karşısındaki bir başka bölgeye sörf tahtasının üzerinde yüzerek geçtiler:
Video
Sonrasında da buzulların arasında tekrar geri dönüş yaptılar. İçimden ‘bu soğukta sörf yapacak adamlar ya Kanadalılardır ya da İskandinav’ diye geçirdim. Bizim sahile tekrar döndüklerinde yanlarına gittim ve haklı çıktım. Biri Ontario diğeri Quebec eyaletinden iki Kanadalı sörfçüymüşler. Hatta Quebec eyaletinden gelen üniversiteyi okuduğum Montreal şehrindenmiş. Arkadaşla neredeyse hemşeri çıktık. Hemen birini yakalayıp aşağıdaki resmi çektim (tüm sörfçülere ve Kanadalılara selam olsun):
Sonrasında da gülümseyerek yüzlerine “Sizin Kanadalı olduğunuzu anlamıştım” dedim. Selamlaşıp yolumuza devam ettik.
İklim değişikliğinin tatsız göstergeleri
Elmas Plajından sonra yolun karşı çaprazındaki Jökulsárlón Buzul Gölü’ne (Jökulsárlón Glacier Lagoon) gittik. Buzul Gölü de bir doğa harikasıydı.
Resim 8,5
Burada iki şey içten içe canımızı sıktı. Birincisi, etrafta çok fazla turist vardı. Bu fazlasıyla kalabalık yerde doğru dürüst fotoğraf çekme konusunda bile zorlandık. İkincisi, buzul gölünde buzulların eridiğini gözlemleyebiliyorsunuz. Tabii Kasım ayının sonunda olmamızın da bir etkisi var mıdır bilemem ama kendi deneyimlerime dayanarak Kanada’dan örnek verebilirim. Kanada’da okuduğum 95-99 yılları arasında her sene 1 Kasım’da kar yağar ve bu kar 1 Mayıs’ta kalkardı. Şimdi bana arkadaşlarım bazen aralık ayında bile karın yağmadığını sonrasında da yağdı mı çok fazla kar yağdığını ve aşırı soğukların meydana geldiğini söylüyorlar. Bu kadar kısa süre içerisinde bu iklim değişikliği değil de nedir? Kanada, İzlanda ve daha birçok yerde iklim değişikliğinin etkileri hissediliyor.
Konumuza dönersek, kalabalığa rağmen Jökulsárlón Buzul Gölü’nden de harika kareler çıktı:
Resim 9
Resim 10
Resim 11
Mahcup benzin macerası
Buzul gölünden sonra geri dönüş yoluna geçtik. Yolculuğun daha ilk dakikalarında benzinimizin az kaldığını fark ettim. Bir şehirle bir başka şehir arasında ciddi bir mesafe olduğunu düşünerek bulduğumuz ilk benzin istasyonuna uğramayı planladım. Riske atamazdım. 45 dakika sonra vardığım köyde bulduğum ilk benzin istasyonunda durdum. Herkesin benzin aldığı orta bölümdeki konsollar yerine kenarda ve boşta bulunan benzin konsoluna gittim. İzlanda’da da sistem Kanada’daki gibi. Herkes kendi benzinini kendisi alıyor. Bu konsepte alışık biri olarak kendime güvenle indim arabadan, pompayı hazır hale getirdim ancak bir türlü pompa başlığını benzin deposuna sokamadım. Sığmadı. Bu nasıl olur diye anlamaya çalışırken içeriye sormaya karar verdik. İçeridekiler bize o istasyonun traktörler için olduğunu orta kısımda bulunan yerden benzin almamız gerektiğini söyleyince yaptığımız yanlışı anladık. Orta kısma geçtik. Başka çaremiz olmamasından dolayı, kendi adıma konuşmam gerekirse, benzini suçluluk hissiyle doldurdum.
Bu suçluluk duygusu Jökulsárlón Buzul Gölü’nde gördüğüm şarj istasyonunu hatırlayınca daha da arttı. Ancak nereden bilebilirdim ki, İzlanda’nın birçok ülkenin ilerisinde olup şimdiden şarj istasyonlarını ülkeye yerleştirmeye başladığını. Bir daha ki sefere gideceğim ülkede bu konuyu detaylı araştıracağım diye hayıflandım kendi kendime. İşte buzul gölü’ndeki şarj istasyonunun görselleri:
Resim 12
Resim 13
Ardından Katla Jeolojik Parkı (Katla Geo Park) rotasında dönüş yolumuza devam ettik. Karnımız acıkmıştı. Yolumuzun üzerinde Sur kasabasında çorba içtik. Yolumuzun üzerinde muhteşem şelalelere tanık olduk:
Resim 14
Sonunda saat 16:00’ya doğru Vik’e geri dönmüştük. Vik’te gezmediğimiz bir kilisenin olduğu tepeye çıktık.
Resim 15
Resim 15,5
Sonrasında da Black Sand Beach’e (siyah kum plajı) gittik. Bu Zen ortamda bir süre vakit geçirip aşağıdaki harika kareleri çektik:
Resim 16
Resim 17
Resim 18
Resim 18,5
Sonrasında küçük bir kafede mola verdik.
Resim 19
Sonrasında Vik kasabasında keşfe çıktık ve tur attık. Bu tur sırasında “Lav Şovu” gözüme takıldı. Ertesi gün mutlaka buraya gitmem gerekiyor dedim. Keşif turundan sonra da akşam yemeği için İzlanda-Uzakdoğu füzyonu olan Sudur Vik Restorana gittik. Bu restoranı da tavsiye ederim. Bu restoranla ilgili çekilen bazı görselleri paylaşmak isterim:
Resim 20
Resim 21
Resim 22
Bütün çalışanlar İzlanda’da daha evvel de tanıklık ettiğimiz gibi yabancıydı. Bize hizmet edenler İspanyol ve Polonyalı garsonlardı. Harika bir ziyafetten sonra otele geri döndük.
Günün yorgunluğunu otelin lobisinde bir şeyler içerek attık.
Resim 22,5: İki gece konakladığımız Vik kasabasının coğrafi formasyonuyla ilgili detaylı bilgilendirme
Siyah Kum restoranında pasta sürprizi
Ertesi gün hazırlıklarımızı tamamlayıp otelden ayrıldık. Çıkış işlemlerini yaparken gözüm resepsiyon kürsüsünde bulunan haritaya takıldı. Görevliye “Vik kasabasının ortasından geçen dağın diğer tarafında ne var?” diye sordum. Orada kasabanın küçük bir bölümünün olduğunu söyledi. Sonra o bölümde bir restoran olduğunu fark ettim. “Burası nasıl bir yer?” diye sordum, “Fena değil” dedi. Öğle yemeği için gideceğimiz yeri tespit etmiştim. Otelden çıktıktan sonra doğrudan Black Beach restoranına gittik.
Resim 23: Dağın diğer tarafına giderken çektiğimiz bir kare
Resim 24: Black Beach Restaurant’ın dışarıdan görünümü
Burası siyah kum plajının bir dağ tarafından bölünmüş diğer tarafıydı. Siyah kum plajının dolaşılmasının ardından turistlerin mola verip bir şeyler atıştırabileceği kafe tarzında tatlı bir restorandı girdiğimiz. Burada Cumartesi gecesi bize müzik ziyafeti veren Jam Session’da görsellerini paylaştığım İspanyol Aura ve Polonyalı Hal ile karşılaştık. Tabii görür görmez gülümseyerek yanımıza geldiler ve hoş geldiniz dediler. Yemek sırasında Aura restaurant’ta Türk müziği açtı. Türküyle tekno müziğin füzyonunu İzlanda’da siyah kumlara karşı bir restoranda dinleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. İşte o anların videosu:
Video
Yemeğimizi yedikten sonra tatlı faslına geçtiğimizde, seçtiğim çikolatalı kekin gelmesini beklerken tatlı bir sürprizle karşılaştım. Aura’nın getirdiği pastayı ve olayı idrak etmeye çalışırken verdiğim tepkiyi aşağıda çekilen videoda görebilirsiniz:
Video
Terleten Lav Şovu
Bu keyifli yemekten sonra lav şovuna gitmeye gelmişti sıra. Vik’in merkezine tekrar döndük ve bir gün önce tespit ettiğim, her gün 13.00’te ve 17.00’de gösterilen lav şovuna saat 13.00’te katıldık. Şov öncesi bu işin kurucusu Julius ile lavlar, Ada’nın volkanik yapısı, yarattığı şov hakkında detaylı sohbet etme fırsatı buldum. Bana anlattıklarının önemli bir çoğunluğunu web sitesinde bulabilirsiniz: www.icelandiclavashow.com
Şovdan önce lavlardan soğuyarak oluşmuş, içindeki bazalttan ve volkanik minerallerden dolayı siyah renk almış lava taşlarını gösterdi:
Resim 25
Sonrasında Julius’un şovuna girdik. Büyük büyükbabasının Katla Yanardağı patladığında başından geçenleri dinledikten sonra, eritilmiş lavı odanın içindeki taştan oluşmuş küvete boşaltmasına tanık olduk. Tahmin edebileceğiniz gibi 1.100 derece sıcaklığında lavlar küvetin içine akmaya başlayınca odanın içi bir anda hamam kıvamına geldi. Koruyucu gözlüklerle izlediğimiz şovda akan lavların daha sonra nasıl soğuduğuna, bu süreçte içten içe nasıl yanmaya devam ettiğine tanık olduk. Soru-cevap faslının ve anı taşlarını almamızın ardından şovun sonuna geldik. Geriye aşağıdaki anı resimleri ve videosu kaldı:
Resim 26
Resim 27
Resim 28
Resim 29
Resim 30
Video
Lav şovundan sonra tekrar yola koyulduk ve başkent Reykjavik’e doğru bu kez güney sahilinden yola koyulduk.
İzlanda’nın futbol başarısı tesadüf değil
Sırasıyla .....… kasabalarından geçtik. Yol üzerindeki bir termali ararken yolumuz yanlışlıkla bir çadırın önüne düştü. İçeri girince gözlerime inanamadım. Bildiğiniz şişme çadır gibi bir yapının içinde çocuklar spor eğitimi alıyorlardı. Çadırın bir tarafında jimnastik yapanlar diğer tarafında da futbol antrenmanı vardı. O çocukların nasıl eğitildiklerini biraz izledikten sonra futbolda büyük çıkış yapan ve geçen Dünya Kupası’nın gözde takımı İzlanda’nın başarısının şans olmadığını anlayabiliyorsunuz. Ne demek istediğimi aşağıda videolardan anlayabilirsiniz:
Video
Video
Termale gitmek için yolumuzu bulmak için oradaki antrenörlerden biriyle sohbet etmeye başladık. Aramızda şöyle bir muhabbet geçti:
İzlandalı antrenör: Nerelisiniz?
Ben: Türküz
İzlandalı antrenör (yüzünde bir gülümsemeyle): Ahaaa, biz sizi her zaman yeniyoruz! (Ahaa, we always beat you!)
Damarına basılmış ben: Şimdi yeniyorsunuz. Geçmişte biz sizi yeniyorduk. Gelecekte de sizi yenmeye devam edeceğiz.
İzlandalı antrenör: Göreceğiz!
Karşılıklı kahkahalaşmadan sonra adamı oluşturdukları altyapı ve çocuklara böyle güzel bir eğitim verdikleri için tebrik ettim. Güzel temennilerden sonra oradan ayrıldık. Yalnız bu antrenörün söylediği kadarıyla termallerin olduğu yere 15 dakika uzaklıktaydık, ne var ki 15 dakika sonra aracı bırakıp 45 dakika da yürümemiz gerekiyordu. Bunu duyunca termal ziyaretinden vazgeçtik. Çünkü hava bir saat içinde kararmak üzereydi. Biz de başkent Reykjavik’e ancak gidip yerleşebileceğimizi hesapladık. Sonrasında akşam yemeği ve şehri bir kez daha turlayabileceğimizi varsayarak Reykjavik yönüne odaklandık.
Resim 31: Başkent Reykjavik yolunda gökkuşağını görünce arabayı durdurdum ve resim çektim. Ortaya bu harika kare çıktı.
Kol Restaurant ve dönüş yolu
Akşamüzeri şehre vardık. Aynen planladığımız gibi hazırlandık ve o akşam için seçtiğim Kol Restaurant'a gittik: https://kolrestaurant.is/
Kol Restaurant’ın fiyatları bence olması gerekenden biraz daha yüksek olsa da yemekleri çok lezzetliydi ve servis harikaydı. Tavsiye ederim. Orada kendi adetleriyle bir kez daha doğum günümü kutladım. Son akşamımdaki doğum günü kutlama yemeğim tüm tatilimi güzel bir şekilde noktalamamı sağladı.
Resim 32: Reykjavik’teki Kol Restaurant
Resim 33: Akşam restaurant’tan otele dönerken bir giysi dükkanında bulabileceklerinizin İzlandaca ve İngilizce tercümeleri dikkatimi çekti.
Resim 34: Otel odasında lav ateşinde İzlanda usulü piknik yapıldığını görünce Türklerin İzlanda’da yaşaması durumunda mangal ve piknik konusunda ne kadar yaratıcı olabileceklerini düşündüm ve kendimi bir gülümseme aldı
Ertesi gün sabahın 4’ünde memlekete dönmek üzere, aklımda İzlanda’nın doğal güzellikleri, kafam dinlenmiş ve huzur içinde tekrar yola koyuldum.
Türkiye’de iş hayatımda çok sert geçecek bir haftaya hazırdım…
Etiqueta: gezi