Hayal kırıklığından doğan umut

Ayın son günü İstanbul Yarı Maratonu’nda ben de yerimi aldım. Pace’imi 4 dakikanın altına indirmeyi planlarken 3000 koşucunun katıldığı yarışa tam olarak anlamadığım bir sebepten dolayı en arka sıradan başlayınca büyük bir eforla 4 pace’in biraz üzerinde yarışı tamamlayabildim. İşte benim açımdan hayal kırıklığı olmasının ötesinde gelecek için umut besleyebileceğim bir sonuca vardığım koşunun anatomisi.

Yaptığım planlama sonucunda Nisan ayının son günü İstanbul Yarı Maratonu’nda yerimi alıp pace’imi 4 dakikanın altına indirecektim. Bu arada koşu sporuyla pek alakalı olmayan okuyucularım için pace demek 1 km’yi koştuğunuz süre demektir. 10 km’lik bir koşuyu da 40 dakikanın altında koşmayı hedefliyordum. Ancak koşuyu 42 dakika 05 saniyede tamamlayabildim.

Burada NBA’in süper starı Giannis Antetokounmpo gibi de düşünmüyorum. Bu konuda yorum yapmadan önce geçtiğimiz günlerde oynanan play-off maçının ardından Giannis’in yaptığı açıklamaları hatırlayalım.

Normal sezonun en başarılı takımı ve en büyük şampiyonluk adayı olarak gösterilen NBA Doğu Konferansı takımlarından Milwaukee Bucks, büyük favori olarak çıktığı NBA play-off'ları ilk turunda, son anda play-in oynayarak play-off'lara kalan Miami Heat karşısında 4-1 ile adeta bozguna uğradı.

NBA yıldızının “başarısızlık” yorumu

Maç sonrası takımın süper yıldızı Giannis Antetokounmpo'nun bir gazetecinin “Bu bir başarısızlık mı?” sorusuna verdiği şu yanıt çok tartışıldı:

“Sen her yıl işinde terfi alıyor musun? Hayır değil mi? O zaman çalıştığın her yıl başarısızlık mı oluyor? Her yıl bir amaç için çalışıyorsun. Terfi almak, ailene bakmak ve daha birçok şey… Bu başarısızlık değil; başarıya giden adımlar bunlar. Michael Jordan 15 sezon oynadı, altısında şampiyon oldu. Diğer dokuz yıl başarısızlık mıydı? Bana bunu mu söylüyorsun? Bana neden bunu soruyorsun? Yanlış bir soru, sporda başarısızlık yoktur. İyi günler olur, kötü günler olur. Bazen başarırsınız, bazen başaramazsınız. Spor böyle bir şey. Sürekli kazanamazsınız.”

Ben şahsen tam olarak Giannis gibi düşünmüyorum. Bence bir başarısızlık varsa o başarısızlığın sorumluluğunu almak ve bunu yaparken de ders çıkarmak gerektiğini düşünüyorum.

İstanbul Yarı Maratonu’ndan da ciddi dersler çıkardım. Bunları yazının son bölümünde anlatacağım. Şimdi gelelim koşuya.

Hafta sonları hariç her sabah 5’te uyanırım. Koşu günü olan Pazar sabahı da benzer bir şekilde 5’te uyandım. Duşumu alıp giyindikten sonra çocukları (köpeklerimi) dışarı çıkardım. Sonrasında yulaflı hafif bir kahvaltı yaptım, düşüp omuriliğini çatlatan ve bende kalan annemin ihtiyaçlarını sorup karşıladıktan sonra metroya doğru yol aldım.

Kaçan trenle başlayan aksilikler

Her şeyin makine düzeninde gitmesi gerekirken metroya binmek için geç kaldım. Normalde 06.30’da evden çıkmayı planlıyordum ancak köpeklerimin, annemin işi biraz daha uzadı derken 06.50’de dışarı çıkabildim. Koştur koştur metroya yetiştim ancak önüme çıkan ilk treni kaçırdım. Merdivenden hızla aşağıya inerken trenin kapıları kapandı ve ben yetişemeden tren gitti. Bu da belki de gün boyu yaşayacağım aksiliklerin bir habercisi gibiydi. Sonraki tren için 8 dakika beklemek zorunda kaldım. Bir sonraki trene bindim. Bu sefer de her ne hikmetse Levent istasyonunu 2 sonraki durak diye kafamda yer ettiğinden dolayı tren durdu, 3-4 dakika trenin içinde bekledim ve “bu kapılar neden kapanmıyor?” diye söylenirken kapılar kapandı ve tren hızla ilerlerken bir anda aklıma düştü ve istasyonun ismini görmeye çalıştım, “Levent” ismini görünce bir anda ‘eyvah’ deyip teyakkuza geçtim. Hemen bir sonraki Nispetiye durağında indim. Gelen ilk trene gerisin geriye bindim ve Levent’te indim. Ardından koşmaya başladım ve hiç vakit kaybetmeden yeşil hatta geçip Yenikapı istikametindeki trene bindim. Bu trende bir sürü başka koşucu olduğunu görünce rahatladım. Tam o sırada spor koçum Serpil Hoca beni aradı. Whatsapp’tan aradığı için internet üzerinden biraz kesik de olsa konuşabildim. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:

– Neredesin? Sana ulaşmaya çalışıyorum.
– Metroda olduğum için ulaşamamışsındır.
– Metroda olmak için geç kalmadın mı? Koşu kaçta başlıyor?
– 08.10’da başlıyor. Sabahki yoğunluktan biraz geciktim ama merak etme yetişirim, daha 40 dakika var. 15 dakika içinde Yenikapı istasyonunda olacağım.
– Tamamdır, sesin iyi geliyor, bugün iyi koşarsın artık.
– Kendimi iyi hissediyorum, seyahatten dolayı biraz yorgunluk var ama elimden geleni yapacağım.
– Sana iyi koşular o zaman.
– Teşekkürler.

Hakikaten Serpil Hoca’ya söylediğim gibi Cuma gecesi Almanya’dan döndüm. Pazar sabahı da erkenden koşuya katılıyordum. Ama kendimi iyi hissediyordum. Benim açımdan sorun olmayacaktı. Bu arada koşudan evvel halletmem gereken bir başka sorun vardı. Acayip tuvaletim geldi.

Yenikapı istasyonundan çıktık. Bizi hemen çıkışta İBB yetkilileri karşıladı. Yönlendirdiler. Arka taraftan yürüyüp üst geçide doğru ilerlerken karşıma bir anda OPET istasyonu çıkınca hiç tereddüt etmeden hemen tuvalet ihtiyacımı gidermek için istasyona girdim. Ciddi bir tuvalet sırası vardı, ben de tuvalete girdim. Açıkçası oradaki tuvalet ihtiyacını nasıl karşılayabileceğimi bilmediğimden ve alanın daha kalabalık olacağını öngörerek doğru karar verdiğimi düşündüm. 5-10 dakika bekledikten sonra bana sıra geldi. Vakit kaybetmeden işimi görüp dışarı çıktım ve alana doğru koşar adımlarla devam ettim.

Sıralamada K handikapı

Alana vardığımda yarışın başlamasına 20 dakika kalmıştı. Hemen çantamı bırakmak için ayrılan yerde kendi sıramı aradım ve sıramın çanta bırakma alanının en sonunda olduğunu fark ettim. Size şöyle söyleyeyim. Her çanta bırakma alanı için yaklaşık 50-100 m2’lik bir alan ayrılmıştı. Sıralama A’dan başlıyordu, benimkisi en sondaki K idi. Arada ne kadar mesafe katettiğimi siz hesaplayın. Yine hiç vakit kaybetmeden üzerimdekileri çıkardım, çantaya koydum ve çantayı teslim ettim. Ardından koşarak kendi koşu alanıma doğru ilerledim. Yarışın başlamasına 10 dakika kalmıştı. Tam yarış alanına girerken, çantalarda olduğu gibi K’ların en sonda olduğunu fark ettim. Hatta yan taraftan girmeye çalıştım, beni hemen ‘sizin yeriniz yan taraf’ diye en sona aldılar. Bunun olduğuna inanamıyordum. En sondaydım. Neden böyle olduğunu da anlamadım. Halbuki ben derecemi iyi koşanlar arasında kaydettirmiştim. Sonradan aklıma geldi. Esasında 21 km koşusuna kaydolmuştum, sonra 10 km’ye değiştirdim, ‘herhalde bundan olmuştur’ diye düşündüm.

Sonuçta en sondaydım. Yarışa 1 dakika kala bizim bariyeri açtılar, ben de en sondan öne doğru koşmaya başladım. Yarışın yer alacağı yere gidene kadar hiç değilse biraz daha ön sıralara geçmeye çalışıyordum. Çok fazla ilerlediğimi söyleyemem ama yine de biraz mesafe kaydetmiştim. Yarış alanına geldiğimizde ise geri sayım başlamıştı. Birkaç saniye sonra yarış başladı.

Dereceyi düşüren ilk kilometreler

Yarışın ilk 2-3 km’sinde çok zorlandığımı itiraf etmeliyim. Sonuçta 10 km koşusuna 3.000 kişinin katılacağı anons edilmişti. Önümde binlerce kişi vardı, onların aralarından geçmek için çok büyük çaba sarfettim. İlk kilometreyi 6,30 pace ile, ikinci km’yi de 5,35 pace’le bitirdim. Normade 4 pace’in altında koşmam gerekiyordu. 3 km’yi 4,45 pace’le bitirebildim. İlk 3 km’de düz koşamadım bir türlü, öne geçebilmek için hep aralardan sıvışır gibi yan yan ve çaprazlama gidiyordum. Kendi içimden ‘bırak 4 pace’in altında bitirmeyi bu yarışta normal derecelerinin bile çok altında bitireceksin’ diyordum. Beni bir karamsarlık aldığı sırada yanıma sanırım o da bir yanlışlık sonucunda gerilerden başlamış olan kadın atlet bir koşucu geldi ve beni geçti. Temposu benden hızlıydı. Fiziği de gayet iyiydi, boyu benden uzundu. Onu görünce “tempomu şu atlete göre ayarlayayım” bari dedim. Ondan sonra ivme kazandım. 4 km’den sonra hızımı artırarak koşmaya başladım. Açıkçası genelde yarışın ilk 3-5 km’sini hızlı koşar sonra yavaşlardım, bu koşuda tam tersi oldu. Hızımı artırarak koşmaya devam ettim. Kadın atleti son km’ye kadar bire bir takip ettim. Adeta ensesinde koştum. Önümüze geleni beraber geçiyorduk. Son kilometrede bastı, bende o kadar nefes kalmamıştı, yine de tempomu devam ettirdim ve yarışı 42 dakika 5 saniyede bitirdim. 42 dakikada bitirince hem sevindim hem de üzüldüm. Bir önceki Antalya koşusunda 41 dakikada yarışı bitirmiştim arada az bir fark vardı. Ancak bu koşunun ilk 3 km’si çok yavaştı ve geriden gelip adeta bir önceki 10 km süreme yakın bir sonuçla bitirmiş oldum.

Şöyle bir matematik hesabı yapalım. Normalde ilk 3 km’yi 4 pace’le bitirseydim (ki koşardım), ilk km’yi 2,5 dakika, ikinci km’yi yaklaşık 1,5 dakika, üçüncü km’yi de 45 saniye daha hızlı koşardım. Alın size 4 dakika 45 saniye. Yani bu koşuyu 37 dakika 20 saniyede bitirebilirdim. Hadi ilk km’leri hızlı koştuğum için sonrasını yorulup biraz daha yavaş koştuğumu varsayalım. Oradan da 1 dakika ekleyelim. Yarışı 38 dakika civarlarında bitirebilirdim. Neyse sağlık olsun.

Koşu sonrası keyifli bir sohbet

Size bu hesabımı teyit edecek bir başka örnek daha vereyim. Yarış bittikten sonra madalyamızı alıp ayakkabının çipini çıkardıktan sonra çantalarımızı almak üzere alana gitmek için üst geçide doğru ilerlerken yanıma biri geldi ve aramızda şöyle bir diyalog geçti:

– Abi seni gördüm, yanımdan geçtin. Çok iyi koşuyordun.
– Teşekkür ederim. Lakin sonuçtan memnun değilim. Normal performansımın altında koştum.
– Ben de normal performansımın altında koştum. Geçen koşuyu 40 dakika civarında bitirmiştim şimdi 46 dakikada bitirebildim.
– Benim de normalde 40 dakikanın altında koşmam gerekiyordu, 42 dakikada bitirebildim.
– Bu nasıl olur, beni son km’de geçtin aramızda o kadar fark olmaması gerekiyor.
– Beni her ne hikmetse en sona koymuşlar, yarışın kategorisini değiştirirken orada bir aksama oldu her halde.
– Sen en arkadan mı başladın?
– Maalesef evet.
– Tamam, şimdi oldu. Aramızdaki 4 dakikanın açıklaması burada.
– Bir de seyahatten yeni döndüm. Ondan da üzerimde bir yorgunluk var.
– Ben de dün gece işten 2’de çıktım, evet gitmem, uyumam 4’ü buldu. Saat 6’da kalktım. Yani 2 saat uykuyla yarışa katıldım.
– 2 saatlik uykuyla iyi koşmuşsun (gerçi bunu derken geçen Antalya koşusunda sıfır uykuyla 10 km’yi 41 dakikada bitirdiğim aklıma geldi). Neden bu kadar geç yattın?
– Ben gece kulübü işindeyim. Bu iş bizi yıpratıyor.
– Yıpratır. Sen şimdi sigara içki falan da içiyorsundur.
– Evet içiyorum. Sen kaç yaşındasın?
– 45 yaşındayım. 1977’liyim. Sen kaç yaşındasın?
– Nasıl yani? Ben 1987’liyim.
– O zaman benim kardeşim sayılırsın.
– İyi ama bu işte bir terslik var. Ben senin abin gibi duruyorum.
– Sigarayı bırakman gerekiyor. İçkiyi de abartma.
– İçki zaten bende fazla yok ama sigara konusunda haklısın.
– Ben hayatımda hiç sigara içmedim ve bu kararımdan dolayı bu yaşımda çok mutluyum.
– Haklısın abi ama sigara da öyle bir meret ki bir alıştın mı, bırakman çok zor oluyor.
– İstersen bırakabilirsin. Aradaki farkı görüyorsun. Tavsiye ederim.
– Tamamdır, tavsiyen için teşekkür ederim.
– İsmin nedir?
– Ali. Senin nedir?
– Serhan. Güzel bir gün dilerim Ali.
– Sağol Serhan abi. Sana da iyi günler.

Bu güzel diyalogdan sonra ayrıldık. Umarım Ali tavsiyemi dinler ve sigarayı bırakır. Sigarayı bırakması direkt performansına da yansır.

Kendime tavsiyelerim

Bu arada sürekli etrafımdakilere tavsiyelerde bulunuyorum. Şimdi gelelim kendi kendime vereceğim tavsiyelere ve sorumluluğu üstlenmeye. 40 dakikanın altında bu yarışı bitirmiş olmak için ne yapabilirdim? Aklıma gelenleri sıralıyorum:

1) 21 km’den 10 km’ye kaydımı değiştirdiklerinde master koşucular arasında elit kategoride olduğumu söyleyebilirdim. Özellikle en ön sıralarda başlamak istediğimin altını çizebilirdim, bunu atladım. Bu hata bana pahalıya patladı.

2) İşte yaşadığım stresten dolayı son 1-2 aydır yememe içmeme dikkat etmedim. Bu yeme içme olayını daha profesyonel bir şekilde ele alabilirdim. Hatta geçen pazartesi yola çıkıp cuma akşamı geri dönüş yaptığım Almanya seyahatinde de neredeyse her gün bol bol kalorili yemekler yedim ve buğday birası içtim. Hiç değilse yarış haftası dikkat edebilirdim. Sonuç olarak geçtiğimiz ocak ayındaki kilomla yarışa girdim.

3) Yarışa ucu ucuna yetiştim. Sonuçta evde bakmakla yükümlü olduklarım var. Ancak yine de gecikme payını koyup sabah 5 yerine 4’te kalkabilirdim. Bunun için de daha erken yatabilirdim.

4) Antrenmanları düzenli yaptım ancak seyahatlerimden ve meşguliyetimden dolayı bazı haftaları neredeyse hiç antrenman yapmadan geçirdim. Burada seyahatte de olsam antrenmanları aksatmayabilirdim. Bir tek Almanya’da bu prensibe uydum.

5) Geçtiğimiz 4 ay boyunca normalde akşamları evde karın ve sırt çalışması yapmam gerekiyordu. Ancak işten yorgun argın dönüp evde de akşamları çalıştığım için bu fiziki çalışmaların hiçbirini yapmadım. Zaten kafaca da kendimi bir türlü akşamları ekstra antrenman yapmaya hazırlayamadım. Bu da fiziki dayanıklılık ve güç anlamında beni geriye götürdü.

Dediğim gibi sorumluluğu alıyorum ve bir sonraki sefer daha iyi bir performans göstermek için çalışmalara başlıyorum. Bana göre iyi bir sporcu mantalitesine sahip olmak hayatın her alanında başarılı olmanın anahtarıdır. Sağlıcakla kalın.

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için