Bozcaada Maratonu 2013

Kendimi bildim bileli hep sporun içinde olmuşumdur. Yeni hobim ise uzun mesafe koşuları… Avrasya Maratonu ile başladığım uzun mesafe koşu deneyimini Bozcaada Maratonu ile pekiştirmek için geçen hafta sonu yine yollardaydım. Bu arada, niye uzun bir süredir yazı yazmadığımı soran birçok okurum oldu. Bunu da sizlerle paylaşmak istiyorum.

Niye uzun bir süredir yazı yazmadığını soran birçok okurum oldu. Haklılar, çünkü bir ayı aşkın bir süredir yazı yazamadım. Başında bulunduğum şirketlerin yeniden yapılandırma döneminin de etkili olduğunu söyleyebilirim bu konuda. Gerçekten de insanın başını kaşıyacak vakti olmaması böyle bir durum olsa gerek. Bana yazmış olduğunuz tüm destek mesajlarınız için teşekkür ederim.
Tabii ki, bir de geçtiğimiz hafta uğramış olduğum kazadan bahsetmeden geçemeyeceğim.

Webhosting firmamız Borusan’ı satın aldıktan sonra hizmet kalitesi ileriye gideceğine gerileyen Vodafone, benim blog’u yok etmeyi başardı. Evet, yanlış duymadınız. Kendi içlerinde yaptıkları düzenleme sonrası benim blog’u yok ettiler. Bu son derece sinir bozucu bir durum. Bütün emeklere yazık. Biz de mecburen çareyi başka bir webhosting firmasıyla anlaşarak bütün yazılarımı tekrar yüklemekte bulduk. Artık blog’uma tekrar kavuştuk diyebilirim. Bu vesileyle şunu da haber vermek isterim. Bu sene sonuna doğru blog’umun formatını yeni bölümler ekleyerek değiştirmeyi planlıyoruz. Hayırlısı olsun.

Evet, bu giriş yazısından sonra gelelim lahananın faydalarına, bu yazımda lahanadan daha faydalı olabilecek bir aktiviteden bahsedeceğim: Spor yapmak. Kendimi bildim bileli hep sporun içinde olmuşumdur. Sporla ilişkimi lise futbol takımında oynamam, TED Tenis Okulu (profesyonelliğin ucundan döndüm. İlgili yazımı http://serhansuzer.com/index.php?s=tenis&si=arama+%3Elink’inde bulabilirsiniz), ENKA Tenis Okulu (Küçük yaştatenise ilk başladığım yerdir.), Galatasaray Basketbol Okulu (Zevkine gitmiştim. Beyoğlu’ndaki tesislerde antrenman yapıyor, takımda ise hep guard pozisyonunda oynuyordum, tabiiki ), Galatasaray Yüzme Okulu (Yüzmeyi ilk Kalamış’taki tesislerde öğrendim.) gibi farklı spor dallarındaki okullara gitmem,5 yaşından beri kayak, 8 yaşından itibaren ise her türlü su kayağı (mono, wakeboard, vs.) yapmam şeklinde özetleyebilirim. Tabii, küçüklüğümden beri yanımda hep ikiz kardeşimin olması benim için büyük bir avantajdı. Benimle aynı yaşta ve fiziken daha iri olan kardeşimle birlikte doğal olarak sürekli spor ve antrenman yapabiliyorduk. Evimizin bahçesinde basket potası, evde pinpon masası vardı. Bunun yanı sıra, bizim bahçede ve mahallede futbol oynuyorduk.

Keyif için sürekli spor yapardık. Kanada’da McGill Üniversitesi’nde 200 takımın katıldığını en büyük turnuvada kupayı finalde kaybettik. Bu benim için çok acı bir deneyim oldu. Birçok halı saha futbol maçı, basket turnuvaları, su topu maçları, plaj voleybolu oynamışlığım, birçok otel ve tatil köyünde zevkine katıldığım masa tenisi, bilardo ve langırt turnuvalarını kazanmışlığım vardır.Belli bir süre kick boks da yaptım.Bowling oynamaktan her zaman çok keyif almışımdır. Yani, anlayacağınız spor benim hep bir parçam olmuştur. Hatta öyle bir parçam olmuşturki, iki elimi kullanabildiğim için sporda da kendi kendime demokrasi yapıp farklı spor dallarını iki elim ve iki ayağım arasında paylaştırdım.

Nasıl mı? Basketbol, voleybol, su topu, hentbolu, bilardoyu, bowlingi sol elimle, tenis ve masa tenisini sağ elle, futbolu sağ ayakla oynuyorum, su kayağını (mono gibi) sol ayak temelli yapıyorum. Bu durum karışık gelebilir, ben de bu durumun nereden kaynaklandığını bilmiyorum. Esasında, zorlasam bütün sporları her iki el ve ayağımla yapabilirim sanırım. Örneğin, yazıyı önce solla yazmaya başladım, sonra sağa aldım. Kick boksta da her iki el ve ayağımı kullanıyorum.

Bugünlerde ise kendime yeni bir spor hobisi buldum: Koşu. En temelkardio aktivitesi olan ve kalori harcamada, metabolizmayı hızlandırmada çok etkin olan bu temel spor dalını, yüzme haricindeki bütün spor dallarında sürekli uyguluyordum. Ancak, müsabaka deneyimimi ilk olarak üniversiteden arkadaşım Youssef’in tavsiyesiyle 2011 senesinde katılmış olduğum Avrasya Maratonu’nda 15 km koşarak kazanmış oldum (Bu konudaki yazımı http://serhansuzer.com/index.php?s=avrasya&si=arama+%3 Elink’nde bulabilirsiniz.). Çok hoşuma giden bu etkinlik sonrası vaktim oldukça koşulara devam ettim. Geçen sene ABD seyahatim nedeniyle katılamadığım Bozcaada Maratonu’na bu sene katılmayı çok istiyordum.

Gelgelelimki, daha başlangıçta oraya gitmemem için herşey oldu. Uzun yolda araba kullanmaktan çok hoşlanmadığım için (Maalesef yollarda araba kullanmasını bilmeyen ya da bütün hırsını trafikten çıkarma eğiliminde olan çok kişi var.) deniz uçağıyla gitmeye karar verdim. MAC (Mars Athletic Club) G-Mall ekibinin koçu Mehmet Hoca’nın da telkinleriyle Sea Bird diye bir firmadan uçak bileti satın aldım. Saat 14.00’te kalkacak olan uçağımız için Haliç’e gittiğimde ise kötü bir sürprizle karşılaştım.

15 yolcunun bulunduğu gruba uçağın rötar yaptığı söylendi ve bize uçağın saat 16.00’da kalkacağı iletildi. Ben de iki saat orada beklememek ve bazı işlerimi halletmek üzere Haliç’ten bizim ofisin olduğu Dolmabahçe’ye geçtim, sonrasında saat 15.45 gibi geri döndüm. Grup, yine yetkilinin etrafında toplanmış bilgi alıyordu. Yetkilinin ağzından şu sözcükler sıralandı: “Kusura bakmayın, maalesef uçağımız Bozcaada’da yanlış ikmaldan dolayı geç kalkacak. Akşama doğru uçak burada olacak, ama uçağın tekrar Bozcaada’ya gidişi havanın karardığı saatlere denk geleceği için bu akşam uçağımız uçamayacak. Yarın sabah 5:30’da uçacak. “
Serhan: “Yanlış ikmal ne demek hanımefendi?”
Yetkili: “Kirli ve yanlış benzin getirmişler. Sonra değiştirmek için çok beklenmiş, henüztemin edememişler, ancak benzin yoldaymış.”
Serhan: “Kusura bakmayın, ama ben hayatımda böyle bir mazeret duymadım. En kibar tabirle tam bir amatörlük söz konusu. Hadi bize hava koşulları falan deseniz herneyse, bir derece anlayacağız ama yanlış ikmal, kirli benzin falan bana şu anlattığınız mazeret çok saçma geldi.”
Diğer yolcular: “Evet, haklı, biz de anlamadık.”
Yetkili: “Çok özür diliyoruz, ama bazen bu tip aksilikler olabiliyor. Size önerebileceğimiz en iyi iki çözüm ,ya bu akşam sizeBozcaada’ya gitmek için bir araba ayarlayalım, ya da yarın sabahki 5:30 uçağıyla sizi uçuralım.”
Bir Yolcu: “Ya yarın uçmazsa ne olacak?”
Yetkili: “Kesin uçacaktır.”
Serhan: “Bu akşam Bozcaada’da otel rezervasyonumuz vardı. Sayenizde onuda yakmış olacağız. Bu ne olacak?”
Yetkili: “Siz faturaları bize yollayın.Biz ödemeyi yapacağız.”

Bu konuşmaların sonucunda 15 yolcu içerisinden sadece ikisi akşam deniz uçağı şirketinin arabasıyla Bozcaada’ya gitmeyi kabul etti. Ben dâhil, 13 yolcu ertesi sabah 05.30 uçağıyla gitmeye karar verdik.

Sonrasında eve geri dönüş yolunda iki yolcuyu arabama aldım. Nişantaşı’na birlikte döndük. Arabadaki yolculardan biri bunun başına daha evvel de geldiğini, bu Sea Bird firmasından 13 kere bilet aldığını, ancak sadece 9’unda uçabildiğini söyleyince ben de kendisine ‘oransal olarak benden daha şanslı olduğunu, benim rasyomun da 1’de 0 olduğunu’ söyleyince herkes acı acı güldü. Ertesi sabah 5:30’ta görüşmek üzere diye sözleşip ayrıldık.

Akşam 09.00 gibi telefonum çaldı. Asistanım Fulya Hanım, kendisini Sea Bird’ten bir yetkilinin aradığını, maalesef ertesi sabah 05.30’daki uçağın hava muhalefetinden dolayı kalkamayacağını iletti. Ben de kendi kendime benim onlara söylediğim mazereti söylüyorlar dedim. Telefonu kapattıktan sonra Bozcaada’da bulunan Mehmet Hoca’yı aradım. Orada havanın nasıl olduğunu sordum. Bana “Bugün harika bir hava vardı. Yarın da hava güzel olacakmış,” deyince kafamın tası attı.

Makûs talihe asla boyun eğmemek gibi bir huyum olduğu için o an kararımı verdim. Hocayı tekrar aradım ve “Geliyorum” dedim. Son hazırlıklarımı tamamladıktan sonra akşam 10.30 gibi evden çıktım. Çanakkaleli arkadaşım Hakan’ı arayıp akşam Çanakkale civarında otel ayarlayıp ayarlayamacağımızı ve bu saatte gidilecek en iyi rotayı sordum. Otel fikrinden daha sonra vazgeçtim (birkaç saat için otele giripçıkmak bana anlamlı gelmedi). O gün çok yorgun olmama rağmen,arada benzincide durmanın dışında beş buçuk saat aralıksız araba kullandım. Sabah 02.00’de Gelibolu-Lapseki feribotuna yetiştim ve 04:00 gibi Geyikli limanına vardım. Bilmeyenlere hemen hatırlatayım, Bozcaada’nın hemen karşısında bulunan Geyikli limanı Ada’ya en yakın liman konumunda. Kafanızda canlandırabilmeniz için aşağıdaki feribot firması GESTAŞ’ın haritasını paylaşmak isterim:

 

 

Sabahın 04.00’ünde Geyikli’ye varınca ne mi yaptım? Önce sağıma soluma baktım. Önümde 2 araç vardı. Yan tarafımda kumsalda da iki çadırı görünce “Tamam dedim, burası benim yerim.” Çektim arabayı kenara, koltuğu bir güzel yatırıp uyudum. Sabah 07.00 gibi güneşin arabanın içine vurmasıyla uyanır gibi oldum. Sonra 07.30 gibi bir okul otobüsü geldi, bir anda ortalık büyük bir sessizlikten lise bahçesi kıvamına gelince mecburen kalkmak zorunda kaldım. Öncelikle karşıya geçmek üzere biletimi aldım, bileti aldığım yerdeki görevliden şarjı biten cep telefonumu şarj edebilmek için izin istedim ve sonrasında ise çay içmek ve tost yemek üzere limanın yakınındaki kafeye gittim. Bir anda kalabalıklaşan kafede tostun yapılması zaman alınca çayı pas geçip tostu teknede yemek üzere elime alıp ayrıldım. Saat09.00’da tekne hareket etti. Bu arada Bozcaada Maratonu’ndan önce kalkan bu son feribot seferinde İstanbul’da kalmış olan 13 mağdur SeaBird müşterisinden sadece bir kişiyi görebildim. O da aynen benim gibi yapmış ve durumu öğrenir öğrenmez arabaya atlayıp gelmişti. Geri kalan 11 müşteriyse seyahatlerini iptal etmek zorunda kalmıştı (Kendisi de 11 kişinin İstanbul’da kaldığını teyit etti.).

Adaya yaklaşırken butik otelin sahibi Taner Bey’i aradım.Sağolsun, motoruyla gelip bizi limandan aldı ve oteline doğru yola çıkardı. Otele vardığımızda Nevşin ve kardeşi Burak terasta kahvaltı yapıyorlardı. Beni görünce ‘nasıl gelebildiğimi’ sordular. Ben de kahvaltıya katıldım. Sonra bizim MAC grubundaki diğer arkadaşlar teker teker kahvaltıya gelmeye başladılar. Hafif bir kahvaltı yaptıktan sonra izin isteyip bir saat kadar odamda kestirdim. O uyku bana çok iyi geldi. Sonra, kalkıp koşu için hazırlıklarımı yaptım. Saat 13.00 gibi ekiple buluşup koşunun yapılacağı yere indik. Hafif ısınma turları ve esneme hareketlerinden sonra koşuya hazırdık.

 

 

 

İşte size koşunun başlangıcını gösteren bir video:

https://www.youtube.com/watch?v=5bte06FL-6Q

Etraf cidden çok kalabalıktı. Koşu başlamıştı, ama ben koşamıyordum. Herkes birbirine takılmamak için ciddi çaba sarfediyordu. Ben de o kalabalıkları yavaş yavaş geçmeye başladım, insanların arası açıldıkça benim de hızım artıyordu. Beni daha önce gruptan uyarmışlardı, Bozcaada’nın parkuru çok fazla yokuş içerir diye. Hakikaten, durum aynen öyleydi. Bizim Maçka’nın yokuşunun sürekli olması gibi bir durumdu. 5. km’ye kadar hiç istifimi bozmadım. Yokuş yukarı da olsa sürekli yüksek tempoda koştum. Açıkçası ilk 5 km’de önümdeki herkesi geçtim. 5 km dönemecinden sonra yorulduğumu hissettim. Sonra gittikçe yavaşlamaya başladım ve birçok kişi beni geçmeye başladı. Uykusuzluğun yanı sıra, havanın sıcak oluşu (Normalde bu tip koşular sabah saatlerinde başlar.) ve benim iş yoğunluğumdan dolayı doğru düzgün antrenmanlara katılamamam etkenlerden bazılarıydı (Yalnızca,Cumartesi sabahları07.00’deki Belgrad Ormanı koşularını kaçırmamaya çalışıyordum, çünkü hem orman havası bana iyi geliyor, hem de zamanı bana uyuyordu.). Koşunun 7. km’sinde bizim gruptan Fatih yanıma geldi. Daha önce birlikte antreman yaptığımız için bana “Hadi Serhan, temponu biraz yükselt, benimle koş” dedi. Ben de tempomu onun temposuna çıkardım ve birlikte koşmaya başladık. Yine, birçok kişiyi birlikte geçmeye başladık. Ne olduysa son 1 km kala oldu. Bir anda kendimi iyi hissettiğimi ve enerjimin yerine geldiğini hissettiğim anda Fatih’e “Depar atalım mı?” diye sordum. Kendisi bana temposunu daha fazla yükseltemeyeceğini söyleyip istersen sen depar at deyince bir anda depara kalktım. Bitiş çizgisine kadar ciddi bir depar atıp 10 km’yi 50 dakika 57 saniyede bitirmiş oldum. Finiş çizgisini geçtiğimde elbette nefes nefese ve ter içindeydim.Ancak, mutluydum. Çünkü, koşudan evvel bizim ekibe ‘bu parkuru 1 saatin altında tamamlarsam tatmin olacağım’ demiştim ve hedefime ulaşmıştım. Bir de tabii kendi yaş kategorimde 12. olduğumu öğrenmem benim için sürpriz oldu.

Yarışı bitiren herkese madalya ve tişört veriyorlardı. Tişörtümü değiştirdikten sonra düzenlenen eğlenceye katıldım. Sonrasında aşağıdaki kareler ortaya çıktı:

 

 

 

Etrafta dolaşırken yanıma tanımadığım iki kişi geldi ve ‘hadi birlikte şu kürsüde resim çektirelim, anlamlı olsun’ dediler. Ortaya bu kare çıktı.

 

Yarı maratona (21 km) katılan Mehmet Hoca’nın da yarışı bitirmesiyle birlikte otele çıktık ve kısa bir hazırlıktan sonra Akvaryum Koyu’na hep birlikte yüzmeye gittik. Ben aracımla otelin sahibi Taner Bey’i takip ediyordum (Butik otel olduğundan ve adadaki samimi havadan dolayı, sağolsun, otelin sahibi bütün ihtiyaçlarımızla ilgileniyordu.). Gerçekten muhteşem görünümdeki bu koyda denize girdik. Su çok soğuktu, insanın çivi gibi suya dalması kolay değil. Girdikten sonraysa alışıyorsun ve çok büyük keyif alıyorsun.

 

 

Sonrasında otele döndük. Ben duşumu aldıktan ve akşam için hazırlandıktan sonra saat 6 ile 8 arasında terasta çay/kahve keyfi yaparken muhteşem Bozcaada manzarası eşliğinde çalışma fırsatı buldum. İnsan böyle bir ortamda, inanın, daha verimli çalışıyor.

 

 

 

Akşam 08.00’de Asmalı Restoran’a gitmek üzere merkeze indik. Restoran civarında ilkokul arkadaşlarım Fulya ile Nevra’yı görmem benim için sürpriz oldu.

 

 

Bizim MAC Grubuyla birlikte güzel bir balık ziyafetinden sonra (yemekler lezzetli fakat fiyatları İstanbul kadar pahalı) birşeyler içmek üzere Polente’ye gittik.

 

 

Bir saat sonra izin isteyip gruptan ayrıldım, çünkü ertesi sabah 07.30’da ilk feribot hareket ediyordu. Pazar akşamı Dubai uçağına yetişmem gerektiğinden ilk feribotla karşıya geçmekten başka çarem yoktu. Yine, sabahın erken saatlerinde söylene söylene yola koyulduk.

 

 

Çünkü bu deniz uçağı şirketi saat 12.00’de olması gereken dönüş seferini de iptal etmişti. Açıkçası bu Sea Bird denen firmanın yetkililerine şu naçizane uyarıyı yapmak isterim: Deniz uçağıyla bu mesafelere sefer düzenlemek iyi bir fikir. Ancak, operasyonu bu derece amatörce götürmeye ve müşterilerinizi zor duruma düşürmeye devam ederseniz, bu hatta karşınıza çıkan ilk profesyonel firma bütün işleri elinizden alır. Haberiniz olsun.

İstanbul’a bütün beklemeler ve öğle yemeğiyle birlikte saat 13.00’te vardım. Daha doğrusuBeylikdüzü’ne saat 13:00’te vardık. Beylikdüzü’nden benim Nişantaşı’na gitmem saat 15:30’u buldu. Bu kadar uzun bir yolculuktan sonra o trafik çilesi sebebiyle hissettiklerimi kelimelerle anlatmam zor. Sonrasında hızlı bir hazırlığın ardından saat 17:00’de evden çıktım ve şirketteki çalışma arkadaşlarımı alarak havaalanına devam ettik.

Dubai seyahatine çok yorgun gitmiştim. Ama mutluydum. Güzel bir haftasonu geçirmiştim. Bu da işteki performansıma yansıdı tabii ki. İnsanın sporla gezmeyi birleştirip bu tip organizasyonlara katılması güzel bir olay. Herkese de tavsiye ederim. Ben de bundan sonra vakit buldukça bu organizasyonlara katılmaya devam edeceğim.

Sağlıcakla kalın…

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için