Koşu bahane, Bozcaada şahane!
Zorlu parkuruna eşlik eden harika doğası ve tarihi dokusuyla Bozcaada koşusunun benim için diğerleri arasında özel bir yeri var. Ancak Tider gönüllüleri ve Adım Adım’dan dostlarla bu müthiş atmosferde koşmak kadar, koşu öncesi ve sonrasında artık iyice tanıyıp benimsediğim Ada’nın keyifli olanaklarından yararlanmak da ritüelimin bir parçası haline geldi.
Benim için gelenekselleşen Bozcaada koşusuna geçtiğimiz hafta sonu yine katıldım. Her sene ayrı bir keyif aldığım bu koşunun da hikâyesini anlatmak isterim.
Geçtiğimiz yıllarda 3 kez katıldığım Bozcaada koşusunda bu yıl dördüncü kez yer aldım. Daha önce bu konuda iki yazı kaleme almıştım. Hatırlatmak için ilgili linkleri paylaşmak isterim:
http://www.serhansuzer.com/tr/bozcaada-maratonu-2013
http://www.serhansuzer.com/tr/kosudan-otesi
Bu seferki koşu atmosferi geçen yıllara oranla daha da sıcaktı benim için. Adayı tanımanın özgüveni, gide gele iyice vakıf olduğum yerler, tanıdığım şahıslar, Tider’in gönüllüleri, Adım Adım’dan ve farklı çevrelerden dostlar derken kendimi iyiden iyiye evimde hissettim.
Geçtiğimiz Cuma günü sabahtan bizim Maltepe ofisteki öncelikli işleri bitirdikten sonra saat 11.30 gibi yola çıktık. Bana Tider’in gönüllülerinden iki arkadaşım eşlik etti. Maltepe’den İzmit Körfeze gittik ve oradan Osmangazi köprüsü üzerinden karşıya geçtik. Çok rahat bir otobandan Bursa’ya girmeden Çanakkale’ye yöneldik. Arada Karacabey’de mola verip Tavacı Refik’te öğle yemeği yedik. Bu restoranı öneren arkadaşım göl kenarındaki konumu ile mola için uğranan restoranlar arasında en popüler yerlerden biri olduğunu söylüyordu. Hakikaten güzel bir mekân çıktı, harika bir yemek oldu.
Ek sefer paniği!
Restorandayken gelen birkaç telefonla tekrar iş başı yapmam gerekti. Benimle seyahat eden arkadaşlarımdan birine rica ettim, direksiyonu devraldı. Karacabey’den Çanakkale’ye yol alırken 2 saat boyunda işleri arka koltukta hallettim. Çanakkale’ye varınca tekrar direksiyona geçtim, Bozcaada’ya kadar sürdüm. Saat 17.30 gibi Geyikli’deki iskeleye vardık. Aracımızı sıraya koyduk ve bir sonraki feribotun saat 19.00’da kalkacağını varsayarak iskeledeki çay bahçesine oturduk. Tam içeriden elimde tepsiyle Türk kahvesi ve çayı alırken, arkadaşlarımdan birinin ortadan kaybolduğunu fark ettim. Diğer arkadaşım ayağa kalkmış panik içerisinde bana bakıyordu. En son bizim önümüzdeki otobüsün feribota doğru yöneldiğini fark edince ben de elimdeki tepsiyi masaya koydum, tepsideki bisküvileri aldım, arkadaşım suları aldı ve hemen arabaya doğru yöneldik. Diğer arkadaşım çoktan direksiyona geçmişti. Hareket ettiğini görünce ‘sen feribota git biz yürüyerek geliriz’ diye işaret ettim. Biz de feribota yürüyerek geçtik. Feribotta yukarıya çıktığımızda tekrar Türk kahvesiyle çay aldık ve bir anlamda içimizde kalan yorgunluk kahvesi faslını manzaranın keyfini çıkararak gerçekleştirmiş olduk. Karışıklığın nedenini araştırdığımızda, normalde vapur 19.00’da olmasına karşın saat 18.00’e ek sefer konduğunu öğrendik. Bu yüzden hepimiz ters köşe olmuştuk. Adaya vardığımızda ise yolları kapatmışlardı. O yüzden kalenin diğer tarafına arka sokaklardan geçerek ulaşabildik ve ardından otele vardık.
Aklın yolu bir
Bu arada ilginç bir rastlantı oldu. Ege Otel’de kalan arkadaşlarımız daha önce kendi aralarında orada konaklayalım diye yazışmışlar. Ben de kendi otelimi ayarlamak için asistanım Oylum Hanım’a Bozcaada’daki müsait durumdaki otelleri sorduğumda bana 7-8 otellik bir liste çıkarmıştı ve aralarında fiyat ve kalite kriterlerine bakarak birinci tercihim Ege Otel olmuştu. Böylelikle benimle gelen iki arkadaşım ve iki Tider gönüllüsü daha şans eseri aynı otelde konaklamış olduk.
Ege Otel, eski bir Rum ilkokulunun otele çevrilmesinden oluşmuş güzel bir konseptli bir mekândı. Lüks değildi, odaları ve banyosu küçüktü, kahvaltısı da çok lezzetli ve bol çeşitli sayılmazdı ama otelin bir ruhu vardı. O yüzden hoşuma gitti.
Ege Otelin girişi
Örneğin bu ruhu destekleyen bir unsur olarak her odayı önemli bir yazar veya şaire atfetmişler ve kapılarına o sanatçıların şiir veya yazılarından birer alıntı koymuşlardı. Ben de Oğuz Atay odasında kaldım. İşte size en çok hoşuma giden 3 kapı yazısı:
Sahip çıkan yerli değil, İstanbullu
Bu ruhu tabii ki otelin işletmecisi Ümit Turan yaratmıştı. Kendisiyle kaldığım zaman içerisinde uzun uzun sohbet etme imkânım oldu. Ümit Bey dolu dolu ve bilgili bir şahıs. Aslen İstanbul Üsküdarlı. Bana adayla ve otelinin tarihçesiyle ilgili birçok bilgi aktardı. Bunlar arasında en ilginç bulduğumu sizinle paylaşmak isterim:
“Adanın dokusuna ve tarihi yapısına en çok İstanbul’dan gelenler sahip çıkıyor. Buranın yerlisi olan Türk nüfusta maalesef kültür olmadığı için Ada’da oluşacak yanlış yapılaşma veya denizinin kirlenmesi gibi elzem konular umurlarında değil. Maalesef buranın yerli halkı en çok cebini doldurmayı düşünüyor. İstanbul’dan kaçıp gelenler ise şehirlerinde başlarına gelenin burada tekrarlanmaması için savaş veriyorlar.”
Otele yerleştikten sonra duş alıp hazırlandık ve akşam yemeği yiyeceğimiz Kuzina Restorana gittik. Gönüllülerimiz de yavaş yavaş bulunduğumuz restorana gelmeye başladılar. Feribotlar yanaştıkça gönüllülerimiz de çoğalıyor ve bize katılıyorlardu. Yaklaşık 22.00 gibi tüm ekip tamamlanmıştı. Yemekler, özellikle de balık lezzetliydi. Çalışanlar cana yakındı.
Çupradan feyk yemek
Sadece o gece bir aksilik oldu. Çupra ısmarlamıştık. Mezeler geldikten 1 saat sonra ben “Balık nerede?” diye sormaya başladım. 2 saat boyunca herhalde 5 kez sormuşumdur. Hatta bir ara “Balığı hâlâ tutamadınız mı?” diye işi espriye bile vurmuştum. En sonunda dayanamadım, “Bizim balığı başka masaya mı verdiniz?” dedim. Karşılığında “Maalesef evet” dediler. Çok özür dilediler. Bizim balık (durum farkedilince yeni bir Çupra pişirdiler) ancak gece 11.00 gibi masaya gelebildi. En başından beri tahmin ettiğim şey çıktı. Aklıma gelen genelde başıma geliyor. Baştan beri lafı dolandırdıkları için biraz kızdım. Servis yapanlar biraz paniğe kapılmışlardı. Sonuçta ‘sorun değil, olur böyle şeyler’ dedik ve akşamın keyfini çıkarmaya devam ettik. Bu tatsızlığa rağmen arada böyle aksiliklerin olabileceğini belirterek Bozcaada’daki Kuzina restoranı tavsiye ederim. Yolunuz düşerse gidebilirsiniz.
Ertesi gün 10 km koşu olacağını es geçerek eğlencenin tadını biraz fazla çıkarmışız. Cumartesi günü sabah erken kalktık, kendimize gelmek için arkadaşlarla yürüyüş yaptık, kahvaltıdan sonra biraz dinlenebildim. Sonrasında duş alıp hazırlanarak otelden çıktım. Alanda herkes müzik eşliğinde topluca ısınıyordu. Bir gece önce fazla eğlendiğimiz için kendimi yormamaya çalışıyordum. İyi bir kahvaltı ve kısa süreli kestirme beni biraz kendime getirmişti. Koşudan hemen önce gönüllülerimizle aşağıdaki resimleri çektirdik:
...Ve spor vakti!
Saat 11.30’da koşu başladı. Sıraya girmekte gecikince kendimize arka sıralarda yer bulabildik. Sorun değildi çünkü ter atmak için zaten yavaş bir başlangıç planlamıştım. İlk 2 km içinde önümdekileri yavaş yavaş geçerek ön sıralara doğru ilerlemeye başladım. Tempom normal ortalamamın altındaydı. İkinci kilometreden sonra hızlanmaya başladım. Ter atmak beni kendime getirmişti. Gittikçe hızlandım. Yol koşuları arasında en zorlusu olan Bozcaada’da bolca yokuş çıkarsınız. Parkurda gittiğiniz yolu geri dönersiniz. Geri dönüş sırasında bizim Tiderli gönüllüleri görünce; “Tiderliler merhaba” diye onları selamladım. İlk 5 km’de yokuşları bitirip inmeye başlayınca iyice hızlandım. Havanın artan sıcaklığına rağmen giderek açılıyordum. Hatta son 2 kilometredeki uzun yokuşta önümdekileri geçmeye devam ettim. Bir ara geçtiğim bir koşucu arkamdan “Bravo, tempon çok iyi” diyerek alkışladı. Ben de dönüp gülümseyerek “Teşekkür ederim” dedim. Gerçek sporcu kültürünü yansıtan güzel bir davranıştı bu. Birbirini alkışlayıp teşvik edebilmek sporun özüne uygun bir yaklaşım. Son 300 metrede iyice depar atıp finişi gördüm. 10 km’yi 48 dakikada bitirmiştim. Zorlu yokuşlara rağmen 48 dakika Bozcaada’da iyi bir derece. 2.728 koşucu arasından 51. oldum. Kendi yaş grubumda ise 7. oldum. Özellikle son dönemde yoğun iş temposu, taşınma derken hiç antrenman yapmadan bu dereceyi elde etmek üstelik bir gece önceki eğlenceye rağmen benim açımdan başarılı bir sonuçtu. Hatta arkadaşlar arasında bunu şakaya vurduk; Demek ki, koşudan bir gece önceki eğlence ne kadar sağlamsa ertesi gün o kadar iyi koşuyordum :)
Derecemle ilgili detaylı bilgilendirme
Tuhaf bir saldırganlık vakası
Yarışı ilk 51. sırada bitirmek bana zaman kazandırdı. Yalnız bir sorun vardı. Etrafta bizim gönüllülerden tanıdık kimse göremiyordum. Yarım saat boyunca diğer arkadaşların gelmesini bekledim. Bu sırada koşu sonrası verilen muz ve granoladan yiyip bolca su tükettim. Hatta granola veren firmanın kurucusu tanıdık çıktı. Onunla ve Adım Adım’dan arkadaşlarla sohbet ettik. O sırada ilk defa öyle güzel bir ortamda birinin bağırış çağırış etrafa saldırdığına tanık oldum. Kafayı yemiş gibi davranıyordu. Tuhaf davranışlar sergileyen bu iri kıyım arkadaş öyle ileriye gitti ki üst panelde bulunan sunucuların yanına çıkıp birini aşağıya itmeye çalıştı. Bunu görünce ben de harekete geçtim. Müdahale etmeye kararlıydım. O sırada iri kıyım adam aşağıya atladı. Adım Adım antrenörlerinden biri de oradaydı, hatta yıkılmak üzere olan platformun kolonunu tuttu ve devrilmesini önledi. Sonrasında kargaşa çıkaran kişiyi kalabalıktan birileri yakaladı ve polise teslim ettiler. Bir şey yapmama gerek kalmadı.
Böyle bir ortamda birinin aklını kaybetmiş gibi davranması (neden olduğunu kimse anlamadı) ve etrafa saldırması can sıkıcıydı. Ancak kısa sürede herkes toparlandı ve etkinliğin keyfini çıkarmaya devam etti.
Gönüllülerimiz de gelmeye başladı. Herkes meydandaki çınar altında toplanmaya başladı. Sakızlı Türk kahvesinden sonra otele dönüp hazırlandık. Sonra beraber çıkıp Ayazma’da nispeten sakin olan plaja gittik. Arkadaşlarımız önceden piknik sepeti organize etmişlerdi. Plajda yemeklerin ve içeceklerin keyfini çıkardık. Güzel havada saat 18.00’e kadar plajdaydık, yüzdük, sohbet ettik. Böylece deniz sezonunu Bozcaada’da açmış oldum.
Her ne kadar plajın keyfini çıkarsam da arada sırada ister istemez iş’le ilgili konularda gözüm kayabiliyor.
Otele dönüp tekrar hazırlandık ve akşam için Gümüş restorana gittik. Yemekler fena değildi. Servis kötüydü. İşletmecisi samimi ve iyi biriydi. Ancak tekrar gider miyim emin değilim. Masada benim dışımda 12 gönüllümüz vardı. Bir ara bana “Dernekle ilgili gelişmeleri anlatır mısın?” diye sordular. Ben de “Tabii memnuniyetle” diyerek anlatmaya başladım. Yaklaşık yarım saat boyunca dernekle ilgili bütün gelişmeleri anlattım. Önceliklerimizi, sıkıntılarımızı ve neler planladığımızı anlattım.
Rum hanımdan müzik ve muziplik
Sonrasında muhabbet devam etti. Akşam yemeğinin keyfini çıkardık. Yemekten sonra da ben köşedeki dondurmacıdan dondurma aldım. Bal bademli ve sakızlı dondurması çok iyiydi. Ada dondurmacısını tavsiye ederim. Sonrasında arka tarafta bulunan bir kahvehaneye gittik. Çok ilginç bir yerdi. İşletmecisi Uzakdoğulu bir kadındı. Bizim dışımızda bir masa daha vardı. O masada Rum kökenli olduğunu anladığımız bir hanım “Müzik çalsak oynar mısınız?” diye sordu. Gönüllülerimiz arasında Balkan kökenli arkadaşlarımız hemen “Tabii oynarız” diye karşılık verdiler. Bunun üzerine soruyu soran hanımın yanındaki genç arkadaş udunu çıkardı ve çalmaya başladı. Genetik olarak herkeste bir hareketlenme oldu tabii. Balkan kökenli ve Balıkesirli arkadaşlarımız ayağa kalkıp dans etmeye başladılar. 1 saatlik kahve ve dans faslından sonra hesabı ödedik ve kalktık. Gitmeye yakın Rum kökenli hanım, şakayla bana takıldı. Aramızda şöyle bir diyalog geçti:
- Sizin masada kaç kız var?
- 12
- Millet 1 kızı zor buluyor ulan, sen 12 kızı nereden buldun? (Bunu söyleyince herkes kahkaha atmaya başladı)
- Şans diyelim (Bu cevapla kadını daha da provoke etmek istedim.)
- Ne şansı ulan, burada bir iş var.
Bu sırada masadaki fırlama gönüllülerimizden biri araya girip ortalığı iyice kızıştırdı:
- Biz esasında onun müritleriyiz. Burada olmayan başka müritler de var.
- Allah Allah, bir yaşıma daha bastım. Ne günlere kaldık yarabbi!
Bunun üzerine durumu kurtarmaya çalışarak yeniden lafa girdim:
- Yok, hanımefendi, arkadaşlarımız şaka yapıyor, burası bir dernek, bu arkadaşlarımız da gönüllülerimiz.
- Her neyse…
Şaka bir yana, derneğimizdeki bütün gönüllülerimizi kardeşlerim olarak algılıyorum ve her biri benim için şahsen değerli. Çünkü insanlığın ciddi bir testten geçtiği içinde bulunduğumuz dönemde bir karşılık beklemeden elini taşın altına koyan herkesin başımın üzerinde yeri var.
Bu arada neden erkek gönüllü sayımızın kadın gönüllü sayımıza göre ciddi azınlıkta olduğunu da aramızda tartıştık. Çıkan sonuç şu oldu: Derneğimiz Tider, insanların karnının doyması, temizlenmesi ve üzerine kıyafet giyebilmesi gibi temel ihtiyaçlarını karşılıyor. Bu da anaç duyguları ön plana çıkarıyor. O yüzden kadınların daha hassas olması ve daha yürekten bize destek olmaları gibi bir durum ortaya çıkarıyor. Hatta gönüllülerimizden biri bunu bir başka dernek üzerinden örnek vererek tanımladı: Örneğin Akut’ta erkek gönüllü sayısı daha fazla. Her ne kadar Genel Sekreteri kadın da olsa (kendisini çok severiz) Akut’un misyonu gereği erkekler orada gönüllü olmaya daha fazla rağbet gösteriyor.
Kahve faslından sonra Bozcaada’nın popüler mekânı Polente’ye gittik. Mekân güzel, insanlar güzel, hava güzel. Keyfimiz yerindeydi. Orada yine Adım Adım’daki kardeşlerimizle karşılaştık. Bir süre sohbet ettik. Sonra muhabbetti, danstı derken başka bir yere gidelim fikri doğdu. Polente’de hep aynı ritimde tekno çalındığı için bir süre sonra müzik kafa ütüleme moduna dönüyor. O yüzden hep birlikte kalktık, bizim otelin yakınlarında, 80’ler ve 90’ların klasiklerini çalan sahilde Salhane adlı mekâna gittik. Gerçi açık havadaki eğlence biz vardığımızda bitmişti ama sahilin kenarında oturup kapalı mekândaki müziğin keyfini bir süre daha çıkardık. Sonrasında herkes otellerine dağıldı.
Salhane’den bu harika manzaraya tanık olduk. Bozcaada Kalesi’nin üzerinde Dolunay.
İşlemeyen butonlu garson çağırma sistemi
Ertesi gün 8.30 gibi kahvaltımızı yaptık, toplanıp 9.30 gibi otelden çıktık.
Otelden çıktıktan sonra çektiğimiz bir kare. Bu resmi sosyal medyada paylaşınca ilkokuldan bir arkadaşım muzip bir şekilde “Bozcaada’nın ağası mısın?” diye bana takıldı.
Ek seferler sayesinde yine 10.00 feribotuna yetiştik. Bu sefer başka bir güzergâh üzerinden gidelim dedik. Çanakkale-Tekirdağ-İstanbul (Avrupa Yakası) rotasını seçtik.
Bozcaada’da bindiğimiz feribotta çekilmiş bir resim. Arkada Bozcaada Kalesi.
Arabada bulunan Bulgaristan göçmeni olan arkadaşımızın da memleketi Keşan olduğu için yol üzerinde onun tavsiyesine uyarak Kavaklık Restoran’da mola verdik. Orada biraz fazla oyalandık diyebilirim. Trakya’nın klasikleri çevirme, satır eti ve peynir tatlısının keyfini çıkardık. Benim hep söylediğim ‘düğmeye bas garson gelsin’ sistemini Kavaklık restoran yapmıştı. Bu hoşuma gitti. Garsona da bu sistemi deneyeceğimi bildirdim. Yemeğin sonuna doğru düğmeye bastım, kimse gelmedi, 5 dakika sonra yine bastık, yine kimse gelmedi. 10 dakika sonra ben kendim kalkıp bahçeden içeriye geçtim ve garsonu çağırdım. Sistemin niye çalışmadığını sordum. Talebin geldiğini gösteren elektronik panelin fişinin takılı olmadığı ortaya çıktı. Tam Türk işi bir inovasyon olmuştu bu! Sistem vardı ama fişi takılı olmadığı için kullanmıyorlardı. Fişini takdırdım ve birkaç denemeden sonra çalıştığını test etmiş olduk. Kahvelerden sonra kalktık ve İstanbul’a doğru yola koyulduk.
Butonlu garson çağırma sistemi
Butonlu garson çağırma sisteminin panosu
Bahçeşehir’in plansız istilası
Yaklaşık 6 saatte gittiğimiz yolu 9 saatte dönebildik. Bunun en büyük sebebi Kavaklık Restoranda 2 saat oyalanmamız ve Bahçeşehir’den şehir merkezine 2 saatte inebilmemizdi. Aile şirketimizin yapmış olduğu Bahçeşehir’in ne hale düştüğünü gözlemlemek benim için üzücü oldu. Tepenin üzerinde çok katlı olmayan ve ağaçların arasında kaybolan ilk etap evleri Süzer Holding yapmıştı. Bahçeşehir’in en güzel tarafı olan göleti, doğalgaz alt yapısını (Türkiye’de ilk doğalgaz kullananlar Bahçeşehir sakinleridir, çünkü şehri planlayıp doğalgaz boru hattını da planın içine dahil ettik) ve Bahçeşehir’i Bahçeşehir yapan bütün unsurları (Bahçeşehir Üniversitesi, restoranları, AVM’si vb.) biz planlayıp ortaklarımızla hayata geçirmiştik. 17.000 konut yapıp satılmıştı, ancak proje popüler olunca bütün inşaat şirketleri oraya saldırdı ve etrafından arazileri satın alarak çok sayıda gayrimenkul projesi başlattılar. Maalesef etrafı betonarme çirkin binalarla dolduruldu. Tüm bu plansız uygulamalar ve bölgenin adeta yağmalanmasından sonra orada oluşan nüfus yoğunluğunu artık otoban dahi kaldırmıyor.
Sonuçta arabadaki arkadaşlarımı yol üzerinde evlerine yakın bir yerlerde bırakıp yorgun argın eve vardım. Bir başka keyifli yolculuğun sonuna daha gelmiştim. Yazımı sonlandırırken size Bozcaada’yla ilgili bazı tüyoları özetlemek isterim. Bu tüyolar benim veya arkadaşlarımın deneyimleri sonucu ortaya çıktı:
En rahat yol güzergahı:
İstanbul – Osmangazi Köprüsü – Bursa – Çanakkale – Geyikli İskelesi
En iyi yol restoranları:
Tavacı Refik, Kavaklık, Çamlıbel, Özen
Tavsiye edeceğim oteller:
Kaikias, Bademlik, Kalais, 9 Oda, Alicante, Evreka, Ege Otel
Restoranlar:
Kuzina, Maya, Rengigül Konukevi (özellikle kahvaltı için), Asmalı Meyhane, Insulares, Sandal
Kafeler:
Çiçek, Polente, Oda, Ada Dondurmacısı
Gece Eğlencesi:
Salhane, Bakkal, Polente
Daha fazla detay için http://www.bozcaadarehberi.com link’ine bakabilirsiniz.
Bozcaada’ya gitmek isteyenlere şimdiden bol keyifli bir Ada macerası dilerim…
Etiket: sağlık
Keşke herkes bu gerçeği görebilse...