Göçmenlik meselesi
Göçmenlik tüm dünyanın öne çıkan sorunlarından biri haline geldi. Göç edenler, göç ettirenler, göçü kabul edenler ve göç riski taşıyan ülkeler, kısacası kimse durumdan memnun değil. Her gün başkaca dram hikâyeleri ve krizler yaratan, hayatın bir gerçeği olan bu göçmenlik konusunu kendi perspektifimden ele almak isterim. Tabii her zamanki gibi çözüm önerileriyle.
Türkiye’de 10 milyon göçmenin yaşadığı herkes tarafından bilinen bir gerçek. Başta Suriye ve Afganistan olmak üzere Ortadoğu, Afrika, Orta Asya ve Asya’nın farklı bölgelerinden, hatta dünyanın hemen hemen her köşesinden göçmenler ülkemize akın etmekteler.
Bu durum öyle bir hal aldı ki göçmelerin bu derece kalabalık olması, ülkeye yerleştikten sonra da sürekli çocuk yapmaları yüzünden memlekette beka sorunu dillendirilmeye başlandı. Yani bu kadar yabancı yeterince kalabalık olduktan sonra ülkede bağımsızlıklarını ilan etmek isteyebilirler. Bu söylem özellikle Suriyeliler için çok konuşuluyor. Hatay gibi ülkemize sonradan eklenen illerimiz ve Kilis gibi Suriye’yle ticaretin beşiği haline gelmiş kentlerimizde Suriyeli sayısının Türklerden daha fazla olduğu, bu insanların hepsine seçme hakkı verilse, ülkemizden ayrılma gibi bir talepleri bile olabileceği söyleniyor. Durum bu kadar ciddi.
Bu göçmenlik meselesi seçimler sürecinde çok dillendirildi. Özellikle seçimdeki farkın sadece 2,3 milyon kişi olması (Recep Tayyip Erdoğan 27,8 milyon, Kemal Kılıçdaroğlu da 25,5 milyon oy aldı) ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilen yabancıların sayısının milyonlarla telaffuz edilmesi bu tartışmaları daha da alevlendirdi.
Şikâyetçi göçmenler
Ülkemize gelen Suriyelilerle konuştuğunuzda ilginç bir şekilde onlar da ülkemizi beğenmediklerine dair söylemlerde bulunuyorlar. Örneğin geçenlerde bir televizyon kanalında yemeğimizi beğenmediğini söyleyen Suriyelilerin söylediklerine denk geldim. Şikâyet ediyorlardı.
Yani bedava yemek, bedava okul, bedava sağlık hizmetlerinden yararlandıklarına şükredeceklerine durumlarından şikâyet ediyorlardı.
Avrupa Birliği’nin tavrı
Bu ilginç denklemde Avrupa Birliği’nin tavrını da enteresan buluyorum. Esasında beklenmedik bir şey yok. Çok istim üstündeler. “Ya bu kadar göçmen Avrupa’ya bir anda yığılırlarsa” diye korkuyorlar. Kendilerini korumak için Türkiye’yi bir tampon bölge olarak konumladılar bile. Hatta bununla ilgili Türkiye’ye finansal yardım taahhüdünde bile bulundular. Yeter ki Türkiye bu göçmenleri tutsun ve Avrupa’ya salmasın diye. Türkiye’deki siyasilerin bu durumu siyasi bir söylem haline getirdiklerine ve hatta bazen bir tehdit unsuru olarak kullandıklarına bile şahit olduk. Türkiye’de 10 milyonu aşkın göçmen var diyoruz, herhangi bir Avrupa ülkesine 100.000 göçmen girse bu büyük bir olay oluyor.
Üstelik Türkiye’ye giren göçmenler geldikleri ülkelerde en alt gelir ve eğitim düzeyinde kişiler, Avrupa’ya ise en eğitimli ve düzgün göçmenlerin gittiği biliniyor. Yani doktorlar, mühendisler ve farklı üst düzey meslek gruplarından göçmenler hep Avrupa’ya, özellikle Almanya’ya göç ediyorlar. Türkiye’de ise durum Mevlana usulü “gel gel, kim olursan gel” kafa yapısıyla hayata geçiyor ve her tip insan ülkemize giriş yapıp barınabiliyor. Bu illa eğitim seviyesi düşük olarak algılanmamalı, bir insan cahil olabilir ama iyi karakterli ve gayretli olursa yine kabulümüzdür. Fakat maalesef, katili de hırsızı da ırz düşmanı da bizim ülkemize geliyorlar ve kalıyorlar. Hatta durum öyle bir hal aldı ki, bu suça karışmış veya karışmaya meyilli göçmenler ülkemizde suç örgütleri kurup faaliyet bile gösterebiliyorlar. Alın size Suriyeli bir organ mafyasının haberi: http://cuts2.com/Rurfs
Göçmenlerin deniz ortasına bırakılması
Bir de tabii Avrupa Birliği’yle aramızda şöyle bir fark oluştu. Başta Yunanistan olmak üzere AB ülkeleri işine gelmeyen bir durum ortaya çıktığında hiç acımadan bu göçmenlerden bir şekilde kurtulmanın yollarını arıyorlar ve çoğu zaman bu süreç göçmenlerin bir şekilde sınır dışı edilmesiyle son buluyor. Sınır dışı etmeyi geçtim, bazı ülkeler göçmenleri denizin ortasına dahi bırakabiliyor. İspat mı istiyorsunuz? İşte size bu konuyla ilgili New York Times’ta paylaşılmış, aralarında küçük çocukların da bulunduğu sığınmacıların Yunan Sahil Güvenliği tarafından Ege Denizi'nin ortasına Yunan, Avrupa Birliği ve uluslararası hukuka aykırı bir şekilde bırakılmalarını gösteren bir video: https://www.instagram.com/reel/Cs6KZsZgIYM/?igshid=NzJjY2FjNWJiZg%3D%3D
Kötü muamele açıklamaları diğer pek çok sığınmacı vakasında olduğu gibi Yunan hükümeti tarafından reddediliyor, dolayısıyla onların çektikleri sıkıntı, normalde büyük ölçüde bilinmez kalabilirdi. Ancak, bir aktivist olanları videoya kaydetti ve New York Times ile paylaştı.
New York Times soruşturması görüntüleri doğruladı. Muhabirler, denize bırakıldıktan sonra tekrar Türkiye’ye ulaşmayı başaran ve İzmir'deki bir gözaltı merkezinde bulunan Somali, Eritre ve Etiyopya'dan gelen sığınmacılardan 11'iyle de görüştü.
Üst düzey bir yetkili bu ay yaptığı açıklamada, New York Times haberindeki görüntülere dayanarak AB'nin Yunanistan hakkında soruşturma başlatmasını resmen istediğini söyledi. Güzelim Ege Denizi’ni ne hale getirdiler! Sadece Yunanistan’ın geri püskürtmesi değil, Yunan Adaları’na giderken boğulan binlerce göçmen insanlığın yüz karasıdır.
Sorunu kökünden çözmek için önerilerim
Bir de tabii göçmenleri geri püskürtmeyi sadece Yunanistan değil, birçok Avrupa ülkesi, hatta gelişmiş sayılan birçok ülke yapıyor. Gelelim bu sorunu kökünden nasıl çözebiliriz sorusuna... 3 tavsiyemi paylaşıyorum:
1) Sorunun köküne inmek gerekiyor. Sorunun kökü de geldikleri ülkeler. Bu insanlar geldikleri yerde mutlu oldukları takdirde başka bir yere göç etme eğiliminde olmazlar. Yani Türkiye’de en fazla Suriyeli varsa, o Suriyelilerin bir kısmını geri göndermek veya Suriye’de kalanların orada yaşamaya devam etmeleri için Suriye yönetimiyle masaya oturup onların sıkıntılarını çözmeye yardımcı olmak ve kendi insanlarına sahip çıkmalarını sağlamak gerekiyor. Suriye’nin çözülemeyen problemleri sadece Suriye’nin değil, tüm komşularının sıkıntısıdır. O yüzden komşu ülkemizdeki sıkıntıların çözülmesine mutlaka katkı sağlamamız gerekiyor. Aynı konu Afganistan ve bize göç veren diğer ülkeler için de geçerli. Bu sorunların çözümünde göç almak istemeyen diğer ülkelerin desteklerini de alabiliriz.
2) Türkiye’deki tüm göçmenlerle tek tek konuşmak gerekiyor. Ülkemizde yaşamış, buraya adapte olmuş, Türkçe öğrenmiş ve suça karışmamış olanlar ülkede kalabilirler. Herkesin insanca yaşamaya hakkı var. Ancak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını parayla satın almış, ülkeye hiç hayrı olmayan, adapte olamayan, suça karışmış veya meyilli olanlar ve Türkçe bilmeyenlerin durumunu yeniden gözden geçirmek ve gerekirse insani yollardan ülkelerine geri göndermek gerekiyor. Bu arada şahsen göçmenlerle ilgili ön yargılı değilim. Toplumumuza katkıda bulunanların bizimle yaşamaya devam etmelerini ve toplumumuzun bir parçası olmalarını isterim. Neşe kaynağı olan göçmenler dahi var. İşte Gümüşhane’de bir dolmuşta şarkı söyleyen göçmenler: https://twitter.com/TrajikomikNews/status/1665045651309092865
3) Göçmenlerin kalifikasyonunu artırmak için çeşitli programlar uygulamak gerekiyor. Aralarında belki de deha diye nitelendirebileceğimiz kişiler vardır. Bu kişileri keşfetmek için özel programlar hayata geçirilebilir. Ayrıca vinç operatörlüğü, su altı çalışmaları yapan ekipler gibi pek fazla bilinmeyen ancak ihtiyaç olan alanlarda özel mesleki eğitimlerden geçirip onları iş gücüne katabiliriz. Bir de tabii hepsinden önemlisi onları hayatla ilgili eğitmemiz gerekiyor. Hayat rehberi gibi içinde görgü ve toplum kurallarının da olduğu bir eğitimden geçirmemiz gerekiyor. Bu arada bu eğitimlerden bizim hâlihazırdaki Türkiye Cumhuriyet vatandaşlarını da geçirmemiz gerekiyor. Yani bu söylediklerim sadece göçmenler için değil, tüm ülkede yaşayanlar için geçerli.
4) İklim değişikliğiyle ilgili yapılması gerekenleri eksiksiz ve vakit kaybetmeden gerçekleştirmek gerekiyor. Bu konuyla ilgili geçmişte defalarca yazılar kaleme aldım. Kısaca tüm ülkenin %100 yenilenebilir enerjiye dönmesi, tüm araçların solar elektrikli veya hidrojenli araçlara dönmesi, enerji verimliliğine öncelik tanınması, fosil yakıtların hammadde olarak kullanılması, ARGE’ye ve yeşil teknolojilerin üretimine her türlü desteğin verilmesi, kendi kendine yeten ve net sıfır binaların inşa edilmeye başlanılması ve şehir planlamlarının bu temel prensiplerle yapılması aklıma ilk gelenler. Devletlerin bu gerekli değişiklikleri hiç vakit kaybetmeden gerçekleştirmeleri gerekiyor. Çünkü insan kaynaklı göçler kadar iklim değişikliği ve kuraklık gibi doğal koşullardan dolayı da milyonlarca insan göçe zorlanıyor. Bu koşulların ortadan kaldırılması için bugünden gerekli adımları atmak gerekiyor. İklim değişikliği sorununu çözmek için belki birkaç nesil mücadeleyi vermek ve gerekenleri yapmak gerekiyor ancak bugünden başlarsak gelecek nesiller için daha yaşanabilir bir dünya başlatabiliriz.
Herkes daha güzel bir yaşamın peşinde. Kimi doğduğu ülkede bunu arıyor, kimi göç ettiği yerlerde, kimi de sürekli seyahat ederek. Tüm insanların hayal ettikleri gibi bir yaşama kavuşmak hakları. Bu bazı kişiler için imkânsız gibi görünse de çoğu insanın kendi elinde. Yeter ki, hayallerinin peşinden koşup arkalarına bakmadan çok çalışsınlar ve bu uğurda gerekenleri yapsınlar.
Bu yazıyla hayallerine kavuşmuş olan insanlara da selam olsun. Helal size!
Herkese mutlu ve hayallerindeki gibi bir yaşam dilerim.