Hind-istan-bul

Tüm yoğunluğuyla bayram tatili sona erdi. Bayram tatilini İstanbul’da geçirenler veya benim gibi stratejik bir hata sonucu bayramda yolu Büyükada’ya düşmüş olanlar, şehrin tüm insan yoğunluğunu, özellikle ulaşım bağlantı noktalarında iliklerine kadar yaşadılar. Adalar’da gözlemlediklerim bundan yaklaşık 12 sene önce güneş enerjisi için gittiğim Hindistan’da yaşadıklarımı anımsattı.

Başta hafta sonları olmak üzere tatil günlerinde zaten ciddi kalabalık olan İstanbul’a yakın tatil destinasyonları, ulaşımın bedava yapılmasıyla tam bir izdihama uğruyorlar. Gözünüzde canlanması için İstanbul’da ulaşımın bağlantı noktalarında bayramda nasıl bir izdihamın ortaya çıktığını paylaşıyorum: https://www.instagram.com/reel/C5qWxRei4mX/?igsh=MThod3p1am14Mjl0Nw%3D%3D

İstanbul’un nüfusu zaten resmi ve gayriresmî yaşayanlarla birlikte 20 milyonun üzerine çıkmışken, buna bir de 2023 yılında İstanbul’a gelen yaklaşık 17,5 milyon turisti eklerseniz şehirde konaklayan insan sayısının bir sene içinde 40 milyona ulaştığını söyleyebiliriz (bkz: https://www.trthaber.com/haber/ekonomi/istanbula-gelen-turist-sayisi-yuzde-66-artti-839305.html). Bu da Türkiye’nin açık ara en fazla nüfusu barındıran ve turist ağırlayan şehri İstanbul’u dünyanın en kalabalık şehirleri arasına sokuyor. Yani Hindistan’ın Delhi ve Mumbai gibi en kalabalık şehirleriyle yoğunluk açısından aynı seviyelerde olmasını sağlıyor.

Büyükada’da yaşadığım Hindistan çağrışımı

Hindistan örneğini verdim çünkü Büyükada’ya ilk vardığımda sabah 11’den sonra adaya adeta akın eden kalabalığı görünce aklıma direkt Hindistan’da gördüğüm manzaralar geldi. Hindistan’a yolum en son bundan 12 sene önce CSP (Concentrating Solar Power) teknolojisinin ticarileşmesi için uğraştığım dönemde düşmüştü. Hindistan’da gördüğüm hiçbir şeyi yadırgamadım diyebilirim. Hatta iyi ve kötü anlamda birçok şey bana oldukça tanıdık geldi.

Evet, yanlış okumadınız, Hindistan’ı memleketimiz Türkiye’ye birçok açıdan çok benzettim. Sadece bir büyük farkla. Övündüğümüz ve eleştirdiğimiz bir çok konunun ekstrem versiyonlarını Hindistan’da bulabileceğimizi fark ettim. Yani Türkiye’de ne varsa, Hindistan’da onun aşırı versiyonuyla karşılaştım. Tabii bu duruma çok çabuk adapte oldum. Orada rahat hareket edebildim.

Ne demek istediğimi daha net açıklayabilmek için size pozitif ve negatif unsurlardan bazı örnekler vermek isterim.

Hindistan’la Türkiye’nin ortak noktaları

İyi anlamda:

1) Misafirperverlik: Türkiye’de bizler hep misafirperverliğimizle övünürüz. Misafir ağırlama bizim kültürümüzün bir parçasıdır. İşte o yüzden Türkiye’de otelcilik sektörü çok gelişmiştir. İnsan kaynağı ve otelcilik sektöründe temel eğitim anlamında hiç zorlanmazsınız. Hindistan’a gittiğimde oradaki misafirperverliğin başka bir boyutta olduğunu fark ettim. Kaldığımız otelde kendimizi adeta krallar ve kraliçeler gibi hissettik. İnanılmaz bir misafirperverlik oraya bağlanmanızı sağlıyor.

2) Mutfak zenginliği: Bu konuda tarafsız olamıyorum. Türk mutfağı bize dünyanın en iyi mutfağı gibi geliyor. Her yörenin farklı damağa hitap eden tatları farklı kültürlerin sentezi olduğumuzu ve zengin mutfak kültürümüzü ortaya koyuyor. Bu denklemde Türk mutfağının yıldızı güneydoğu veya güney mutfağıdır. Yani bir Gaziantep ve Hatay mutfağını muhteşem Türk mutfağında ayrı bir yere koyuyorum. Türk mutfağının yıldızı olan bu yöreye dünyada en çok benzeyen ve farklı varyasyonları tadabileceğiniz mutfak da Hint mutfağı.

Hindistan’da ara sıra ufak tefek mide fesadı geçirmemizin asıl sebebi yemeklerden kendimizi alamayıp fazla yememizden kaynaklandı. Yani Hindistan’da yemek yeme hissinin bir benzerini Gaziantep, Hatay ve Mardin gibi yerlerde hissettiğimi söyleyebilirim. Yemekler arasında benzerliklere de hemen bir örnek vereyim. Hindistan’ın meşhur Tikka yemeğinin (et veya tavuk olabilir, örneğin Chicken Tikka Masala veya Tikka Masala) bizde de karşılığı vardır.

Gaziantep’te veya Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde “Tike” kelimesi kullanılır. TDK’ya bakın, ‘Tike’nin anlamı şu şekildedir: Halk ağzında Et, ekmek, peynir vb.nde parça, lokma, dilim. Gaziantep’te de ince doğranmış, lokma halinde ve marine edilmiş etli yemekler için kullanılır (şiş kebap gibi).

3) Baharat çeşitliliği ve acı: Mutfaktan bahsetmişken Hint mutfağını zenginleştiren ana unsurlardan biri olan baharatları ve yemeklerde acı kullanımından bahsetmeden olmaz. Kimileri bunun iyi mi kötü mü olduğunu tartışabilir ama kendi perspektifimden konuları anlattığım ve bol baharat ve acı yemekleri çok sevdiğimden dolayı bunu pozitif bir unsur olarak algılıyorum.

Türkiye’de baharat çeşitliliği boldur ve yemeklerde acı kullanılır. Bol baharatlı ve acı yemeklerden şahsen çok keyif alırım, bol bol kullanırım. Bunu Mumbai’deki bir toplantıda Hintli bir iş insanına bahsettiğimde bana ne kadar acı yiyebileceğimi sordu. Ben de ona her türlü acı yemek yiyebileceğimi aktarınca yardımcısını çağırdı ve özel bir Hint acı biberi siparişi verdi. Özel bir torbanın içinde getirdikleri Hint biberini bana verirken “dikkat et, bu Hindistan’ın en acı biberlerinden biridir. Ufak bir parçası bile çok ciddi acıdır, Hintliler bile bunu yerken zorlanırlar” diye uyarısını yaptı. O bir torba biberi İstanbul’a getirdim ve evdeki yardımcıma bu biberle ilgili uyarılarımı yaptı. O da bana bir deneme yapalım, bununla ben bol acılı bir makarna yapayım dedi. Hakikaten bir tutam biberi koca makarnanın piştiği tencereye attı, bütün evin içi adeta biber gazı atmış gibi oldu. Evi havalandırdıktan sonra makarnadan yedim. Yediğim en acı yemeklerden biriydi. Yani adam tüm uyarılarında haklıydı. Makarnayı çok beğendim, o ayrı mesele ama evdeki yardımcının gözü korktu ve böyle bir acıyı başka hangi yemekte kullanabilirim diye kafası karıştı. Yani demek istediğim bizde de çok acı biberler var, özellikle Doğuda yetişen küçük boyuttaki biberler çok acıdır ancak Hindistan’daki o yediğim acının eşiği bir başka boyuttaydı.

4) Düğünlerde dans: O dönemde Delhi’de kaldığımız otelde yanlışlıkla bir düğün katına çıktım, sonra merakımdan odaya dönmeden önce, “Bu kalabalık nedir böyle?” diye asansörden dışarı adım atmış bulundum. Çıkış o çıkış. O kalabalık beni direkt düğün salonuna sürükledi. Düğün salonunda ise gördüklerime inanamadım. Yaklaşık 300 kişi inanılmaz bir enerjiyle dans pistini doldurmuşlar, birlikte dans ediyorlardı. Benzer bir manzarayı Küba’da da görmüştüm ama Kübalılar tabii harika salsa teknikleriyle dansı bir şova dönüştürüyorlardı ve kollektif dansta tam bir senkronizasyon vardı. Delhi’deki düğünde ise aynı bizdeki gibi pek bir senkronizasyon veya dans tekniği yoktu. Sadece temel sallanma hareketlerinin büyük bir enerjiyle yapılmasını düşünün, öyle bir hava vardı (evet, bizden daha enerjikler, hoplayıp zıplıyorlardı). Bir Bollywood sahnesinden çıkma bu düğünde tabii aynı bizdeki gibi ortada gelin ve damat kendilerinden geçmiş dans ediyorlardı.

5) Zengin kültür: Aynı Türkiye’deki gibi Hindistan’da da zengin bir kültür mozaiği var. Evet, yanlış anlamadınız, Hindistan da esasında yıllar boyunca birbirine benzemiş, ancak farklı insanların ve kültürlerin bir araya gelmesiyle oluşmuş 1,5 milyarlık dünyanın en kalabalık ülke nüfusuna sahip. Bunu en iyi konuştukları dilden anlayabilirsiniz.

Hintli mühendislerle yaptığım bir toplantının sonunda “Sizin dilinizde teşekkür ederim nasıl dersiniz?” deme gafletinde bulundum. 5 dakika boyunca masanın karşısındaki 20 mühendis kendi aralarında konuştuktan sonra bana dönüp “Beyefendi, bizim ülkemizde 170’in üzerinde farklı dil ve lehçe var. O yüzden siz en iyisi hepimizin anlayacağı şekilde ‘Thank you’ deyin” dediler. Bu yanıt beni hem şaşırtmış hem de güldürmüştü. Bizde de ana dil Türkçenin dışında, Hintliler kadar olmasa da 10’un üzerinde farklı dil ve lehçe var.

Kötü anlamda:

1) Fakirlik: Türkiye’de ciddi bir fakirlik var. Bu durum ekonomi kötüleştikçe daha da derinleşiyor. Kişi başı gelirden tutun da hangi kritere bakarsanız bakın bunu doğrulayacak birçok veriye ulaşabilirsiniz. Zenginlik anlamında özellikle Batılı ülkelerin oldukça gerisindeyiz.

Hindistan’a gittikten sonra kendi kendime ‘Biz iyiymişiz aslında’ dediğimi hatırlıyorum. Oradaki fakirliğin seviyesini size anlatamam. Milyonlarca kişinin yalın ayak sokaklarda yürüdüğünü düşünün, öyle bir dibe vurmaktan bahsediyorum. Hindistan’daki fakirlik insanlığı sorgulatacak seviyede.

2) Trafik: Hayatımda “İstanbul’un trafiğinin gözünü seveyim” dediğim tek yerdir Hindistan. Delhi’ye ayrı bir parantez açıyorum ama Mumbai ve Bangalore’da trafiğin sıkıştığı yerlerdeki manzara birbirine benziyor. Öyle bir trafik ki, her yönden size veya sizin ters istikametinize doğru araçların geldiğini düşünün. Bu kaosun içinde bir de herkesin araç kullanırken elleri kornada. Yani sürekli korna çalarak ilerliyorlar. Türkiye’de organize kaos dediğimiz ve özellikle trafikte karşılaştığımız bunun benzeri durumlar Hindistan’da bambaşka bir boyutta.

3) Hanutçuluk: Hanutçuluk özellikle turizm sektöründe kullanılan bir tabirdir. Benim de şahsen masa altı hanutçuluktan hiç hoşlanmadığımı söyleyebilirim. Bilmeyenler için hemen tarifini yapayım. Hanutçuluk, ‘concierge’ gibi turizm profesyonellerinin turistleri bir yere (halıcı, hediyelik eşya satan dükkan vb.) yönlendirip, o işletmeden komisyon alma eylemidir. Benzer bir durumla Hindistan’da karşılaştık. Tabii durumu hemen çaktım ve istemeden sokulduğumuz halıcı vs. gibi dükkânlardan hemen çıkmak istedim. Biz yönlendiren şoförden sert tepki alınca “Senle uğraşamayız” deyip araçtan indiğimi hatırlıyorum. Geçenlerde bu yaşadığım olaya benzer bir video izleyince olayı tekrar hatırlayıverdim. İşte o video: https://www.facebook.com/share/r/ubqf7s1oRwnF3nSZ/?mibextid=UalRPS

4) Kalabalık: Türkiye’nin nüfusu 85 milyona ulaştı, yüz ölçümü 783.562 km². Hindistan’ın nüfusu 1,5 milyara ulaştı, yüz ölçümü 3.287.590 km². Yani Hindistan’ın yüz ölçümü Türkiye’nin 4,2 katıyken, nüfusu Türkiye’nin yaklaşık 17,7 katı. Yani nüfus yoğunluğu Türkiye’nin kat be kat üzerinde. Biz de kalabalık nüfusu olan şehirlerde büyük sıkıntılar çekiyoruz ama, metrekare başına düşen nüfusun bu denli kalabalık olduğu bir ülkedeki sıkıntıları ve baş gösterecek problemleri düşünemiyorum.

5) Fazla pazarlık: Türkiye’de her şeyde pazarlık edebileceğiniz bir ortam vardır. Hatta bazıları pazarlığın suyunu çıkarır. Hindistan’da da benzer bir ortam var. Esas konuya bile girmeden her küçük detayın pazarlığının yapıldığını ve bu durumdan sıkıldığımı hatırlıyorum. Yani bizdeki pazarlıkçı esnaf mantığının aşırı versiyonuna Hindistan’da tanık olabilirsiniz.

Kitle akınıyla Adalar’a kıymayalım

Hindistan’a hiç gitmemiş olan okuyucularım için, yaptığım bu Türkiye-Hindistan kıyaslamasından sonra gelelim konunun özüne. Dünyanın en yoğun nüfusuna sahip ülkesi Hindistan’da tanık olduğum o kalabalıkların bir benzerini İstanbul’un nadide destinasyonlarından biri olan Büyükada’da da deneyimleyince bu yaşadığım çağrışımı paylaşmak istedim. İnanın bu kadar insanı Adalar’ın ne altyapısı ne de hizmet kapasitesi karşılayabiliyor. Yüz binlerce insanın giriş çıkış yaptığını ve bazı caddelerde insan kalabalığından yürüyemediğinizi düşünün.

Aslında destinasyonların doğal yapısını tehdit eden ciddi bir problem haline dönüşen gereğinden fazla turizm konusunu geçen ay “Sürdürülebilir turizm için ikilemlerin aşılması” başlıklı blog yazımda işlemiştim. Bu yazıyı https://www.serhansuzer.com/tr/surdurulebilir-turizm-icin-ikilemlerin-asilmasi linkinde okuyabilirsiniz.

Adalarımızı koruma önerileri

Bu yazıdaki tavsiyelerimi şimdi Büyükada özelinde güncelleyeceğim (burada Adalar kelimesini Prens Adaları veya İstanbul’un Adalar ilçesi anlamında kullanıyorum). Aklıma ilk gelenleri sıralıyorum:

1) Büyükada’yı sakin şehir formatına dönüştürmeyi hedeflemeliyiz. Bunun da bir yolu doğal park veya sit alanı gibi özel bir statüyle Adalar’ın daha fazla yıpratılmasının önüne geçmek olabilir.

2) Adalar’a günlük girişi sınırlandırabiliriz (örneğin günlük 10.000 kişiyle). Burada ulaşımı buna göre organize etmek önemli.

3) Adalar’daki tüm tarihi yapıların restore edilip geri kazandırılmasını sağlayabiliriz.

4) Sadece tarihi binaların restorasyonu yetmez. Mevcut tüm binaların deprem güçlendirmelerini yaptırmalıyız. Çünkü Adalar Marmara Denizi’ndeki fay hattına yakın bir konumda. Allah korusun, ciddi bir depremde Adalar’daki birçok güzelliği kaybedebiliriz.

İstanbul’un sürdürülebilir turizme sahip olabilmesi konusunda söyleyebileceğim çok şey var, ancak bunun için başka uzun bir blog yazısı kaleme almak gerek. O yüzden bu konuda söyleyeceklerimi saklı tutarak (sorun tespiti, çözüm vb.) bayramda adeta Hindistan kalabalığına bürünen İstanbul’un güzide ilçesi Adalar’la bu yazımı sınırlı tutuyorum.

Adeta “Hind-istan-bul” olma yolunda hızla ilerleyen ülkemizin en büyük metropolünün nasıl yaşanabilir bir yer haline tekrar dönüştürülebileceğini ve sürdürülebilir turizmin nasıl sağlanabileceğini bu sene içinde yazacağım. Sözüm olsun.

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için