Toplumsal akılsızlaşma üzerine bir film “Don’t Look Up”

Siyasi yozlaşma, halkın kutuplaşması, medyanın içinin boşaltılması, kişisel menfaatlerin dünyanın sonunu getirme riski, bilimin sesine kulak verilmemesi gibi toplumsal akılsızlaşmaya sebep olan unsurları alaycı bir üslupla eleştiren “Don’t Look Up” filmini beğendim. Yıldız oyuncu kadrosu da senaryonun hakkını vermiş. İzlemenizi tavsiye ederim.

Bu filmin fragmanını ilk gördüğümde oyuncu kadrosu için daha kim olsun dediğimi hatırlıyorum. Leonardo Di Caprio, Jennifer Lawrence, Meryl Streep, Cate Blanchett, Jonah Hill, Mark Rylance, Rob Morgan, Tyler Perry, Ron Perlman, Timothée Chalamet… O gün bu gündür bu filmi fazlasıyla merak ediyordum ve sonunda bir uçak yolculuğunda izleme fırsatım oldu. Bazen bu kadar yıldız oyunculu filmler hayal kırıklığı yaratabiliyor. “Don’t Look Up” ise bende tam tersi bir etki yarattı. Filmde tüm oyuncular neden çok başarılı olduklarını ispat edercesine oyunculuklarını konuşturmuşlardı. Performansları gerçekten etkileyiciydi. Adam McCay’in insanlığın sonunu getirebilecek felaketlerle ilgili kaleme aldığı çok başarılı bir senaryo iyi bir yönetimle ekrana yansıtılınca insan ister istemez bu satirik ve hiciv dolu bilim kurgu filmine başından sonuna dek kilitleniyor.  

Don’t Look Up, dev bir göktaşının gezegeni yok edeceği konusunda insanları uyarmak için çalışan iki gökbilimcinin hikayesini konu ediyor. İnsanlık büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Everest Dağı büyüklüğünde bir kuyruklu yıldız hızla Dünya'ya yaklaşmaktadır ve oluşacak çarpışma Dünya'nın yok olmasına neden olacaktır. Astronomi yüksek lisans öğrencisi olan Kate Dibiasky'nin yaptığı bu keşif, insanlığın kurtulmasını sağlayacaktır. Kate ve Dr. Randall Mindy, insanlığı yaklaşmakta olan tehlikeye karşı uyarmak için bir medya turuna çıkmaya karar verir sonrasında başlarına gelmedik kalmaz.

 

Korku yerine görmezden gelme

Filmin ana karakteri astronomi yüksek lisans öğrencisi Kate Dibiasky'i Jennifer Lawrence, hocası Dr. Randall Mindy’i ise Leonardo Di Caprio canlandırıyor. Everest Dağı büyüklüğünde, son hız Dünya’ya yaklaşan ve hem gezegenin hem de insanlığın sonunu getirmek üzere olan bu kuyrukluyıldıza da keşfi yapan Dibiasky’nin adı veriliyor. İnsan her ne kadar bir miras bırakmak istese de ve bir gökbilimci için bir kuyrukluyıldıza ismini vermek bir onur mertebesi olsa da bu yıldızın herkes için korku unsuru ve insanlığı yok etmek üzere olan bir kuyruklu yıldız olması hayli ironik. Gerçi ‘korku unsuru’ demek çok da doğru değil çünkü aslında öyle olması gerekirken, insan doğasının fazlasıyla tuhaf bir özelliği olan görmezden gelme ve konudan kaçma temasını muhteşem işlemiş bu film. Çünkü bu kuyruklu yıldız ilk keşfedildiği zaman gerekli mecraları uyaran Kate Dibiasky ve Dr. Randall Mindy’nin hiç kale alınmaması filmin en can alıcı noktalarından biri. Burada da oyunculukları ile hayran bırakan Amerikan Başkanı Orlean’i canlandıran Meryl Streep ve onun şımarık, boş ve zavallı oğlu Jason Orlean’ı canlandıran Jonah Hill’e teşekkür etmeli. Dünyanın sonunun geldiğini bas bas ve kanıtlarla haykıran bilim insanlarının karşısında tek dertleri tekrar seçilmek, oyları, imajları ve katılacakları bir sonraki davet. İnsan Meryl Streep’in duyarsızlığına gıcık olurken bir yandan da oğlunu pataklamak istiyor. Bu da Amerika’da ve birçok başka ülkede gördüğümüz ve alıştığımız nepotizmi, bencilliği ve en ufak bir kredibilitesi veya kalifikasyonu olmadığı halde sırf akrabalıktan dolayı kendini güçlü zanneden ve olduğu yere hak ederek gelmiş insanları hor gören aile mensuplarının altını çiziyor. Burada kimlerin eleştirdiğini anlayabildiniz mi?

Meryl Streep deseniz tam bir Donald Trump parodisi. Jonah Hill ise Trump ailesinden Beyaz Saray’da hak etmedikleri pozisyonlara ve üstlerine vazife olmayan konumlara getirilen kızı gibi kişileri simgeliyor. Trump seçim kampanyasında Cumhuriyetçi partinin “Make America Great” again yazan kırmızı şapkaları bile bu filmde mevcut. Şapkalar yine kırmızı ancak bu sefer “Don’t Look Up” yazıyor. Neden? Çünkü lider körü körüne kendisini dinleyen cahil ve holigan seçmenine kafalarını kuma gömmeyi öğütlüyor. Bunun en basit yolu da yukarı bakma ve gerçek anlamda tepene inmek üzere olan felaket yokmuş gibi yaşa telkininde bulunmak. Tabii filmin sonunda son derece kutuplaşmış başkan destekçileri aldatıldıklarını anlıyorlar ama… Bundan sonrasını yazmayacağım, filmin sonunu anlatmış olurum.

 

Teknoloji milyarderi kimleri simgeliyor?

Pek tabii filmde Meryl Streep’in seçim kampanyasının en büyük destekçisi ve paranın kaynağı günümüze uygun olarak Mark Rylance tarafından oynanan bir teknoloji milyarderi Sir Peter Isherwell. İzlerken ve sonrasında bu karakter de kafamı epey meşgul etti. Kusurları ve gerçek hayatta kimden esinlenildiği beni düşündürdü. Bu arada bence bir filmin, kitabın, tiyatro oyununun, yani mecrası ne olursa olsun bir öykü içeren tüm anlatıların en büyük başarısı da tam olarak bu: İzleyiciyi düşündürmek ve bakış açısını zenginleştirmek.

Sir Peter Isherwell’e geri dönersek, kendisinin en belirgin özelliği duygulardan yoksun robotik bir adam, adeta bir sosyopat oluşu. Adeta Siri’nin can bulmuş hali gibi, duygu emaresi asla göstermiyor ve hiçbir durumda insancıl bir yükselme, korkma, üzülme göremiyoruz. Aynı zamanda kendisi ‘en doğrusunu ben biliyorum’ edasında, diğer insanlara yukarıdan bakıyor ve etik değerlerden de son derece uzak. Ayrıca sosyal açıdan da insan ilişkileri son derece zayıf ve garip. Bu teknoloji milyarderi kimi simgeliyor diye düşününce ister istemez insanın aklına uzaya mekik fırlattığı için ilk Elon Musk geliyor. Ancak bir yandan da bencillik ve etik değer noksanlığı açısından bakınca Jezz Bezos ve Mark Zuckerberg’den esintiler var. Sir ünvanı verilmesi ve şovmen karakter yapısıyla Richard Branson da bu karakterde var. Son olarak Apple’ın CEO’su Tim Cook’dan da donuk konuşma anlamında alıntı yapılmış. Bu Peter Isherwell’in filmde en çok göze çarpan karakterlerden biri olmasının sebebi de elbette teknoloji milyarderlerinin tüm dünyada çok konuşuluyor olması. İşte bunu anlatan güzel bir makale: https://www.vox.com/recode/22356742/billionaires-amazon-jeff-bezos-rich-philanthropy-coronavirus-election

 

Kedi videoları varken acı gerçeklerden kime ne?

Filmde bu karakter yapısı da yerden yere vurulmuş. Çünkü dünyanın sonunu getirecek kuyruklu yıldız hiç vakit kaybetmeden patlatılacakken Sir Peter Isherwell devreye giriyor ve kuyruklu yıldızda çok değerli madenlerin olduğunu söyleyerek önceliğin onu parçalara ayırıp bu maden kaynağını ekonomik değere dönüştürmek olduğunu devlet başkanına ve ilgili yetkililere empoze ediyor. Başlayan bir operasyonu bu kişisel menfaat uğruna sonlandırıyorlar.

Cate Blanchett’in canlandırdığı haber programcısı Brie Evantee’de yozlaşmış sistem içerisinde karşılaştığımız bir karakter. Kariyeri haber olan ve izleyici kitlesi son derece geniş olan bu kadının tek derdi görünüşü ve içeriğin ne kadar popüler olduğu. Filmdeki satirik uslüpla söylemek gerekirse; kim kötü haber dinlemek ister, kedi yavrusu videoları ve ünlülerin skandalları varken neden bir felaket haberiyle rating kaybedilsin? Gerçekleri söylemek onun işi mi?

Birçok ince giydirmenin yanı sıra bu filmde hoşuma giden bir diğer unsur da kadınları ve erkekleri ele alış şekli. Örneğin bu felaketi ilk keşfeden Jennifer Lawrence yapılması gerekeni yapıp bunu kendi üstü Leonardo Di Caprio’ya aktarıyor. Ancak Leonardo Di Caprio’nun karakteri stresi kaldıramıyor avuçları terliyor ve gereken sesi çıkaramıyor. Jennifer Lawrence ise tabiri caizse daha cevval çıkıyor ve canlı yayında kıyameti koparıyor. Jennifer Lawrence’ın bu karakterinin işinde başarılı, patronundan da daha dobra ve kuvvetli bir kadın olması açıkçası hoşuma gitti. Tabii bu dobralığı toplum kaldıramıyor.

Filmde tek eleştireceğim nokta Amerikan yapımı olan bu filmde klasik bir şekilde Amerikalıların kendilerini dünyanın merkezine koymaları ve dünyayı yok edecek bu felaket konusunda tüm ülkelerin onlara bel bağladığını göstermeleri. Bence Allah korusun böyle bir felaketle karşı karşıya kalırsak milyarlarca insanın yaşadığı diğer ülkeler nal toplamaz. Kesinlikle toplu bir müdahale olur. Tabii filmdir diyor, geçiyoruz.

Amerikan sistemini de farklı yönlerden eleştirmişler. Örneğin Beyaz Saray’a dünyanın sonunu getirecek felaketi duyurmak için giden gökbilimcilerin devlet başkanıyla ilk gün görüşememeleri ve bütün gün görüşme için beklerken içeride doğum günü kutlaması gibi fuzuli tantanalara tanık olmaları. Beyaz Saray’ın gereksiz işlerle meşgul olduğunu anlatıyor. Veya bu bekleme esnasında kendilerine eşlik eden Pentagon üst düzey yetkilisinin mutfakta bedavaya dağıtılan atıştırmalıkları gökbilimcilere parayla satması, ABD’nin rüşvetlerle yozlaşan en güçlü kurumlarını eleştiriyor.

 

Sistem eleştirisi 3 mesaj

Tabii hem eleştiren hem de ince ince dalga geçen bu filmde yaşadığımız sistemin tüm sorunlu unsurlarına değinmişler. Öyle ki, film esasen şunu söylemek istiyor: İklim krizi, virüsler, nükleer savaş gibi insanlığın sonunu getirebilecek bir sorunla karşılaştığımızda kurduğumuz sistemin tüm oyuncuları yozlaşmadan ötürü sınıfta kalabilir, dünya diye bir gezegen kalmayabilir, insanlığın da sonu gelebilir. Sistemin bozuk parçalarına değinmek gerekirse:


1) Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere içinde yaşadığımız ülkelerin politikacıları sorunu çözmek yerine sorunu siyasete alet edip kendi menfaatlerine kullanmaya çalışabilirler.

2) Medya, sorunu nesnel olarak ele alması gerekirken “rating” endişesinden veya çıkar ilişkisinden sorunu daha da yozlaştırıp derinleştirerek insanları yanlış yönlendirebilir.

3) Yaşanan bu kaos ortamında insanlar ciddi tartışmalar yaşayıp kavga edebilirler, sonuçta toplumda ciddi bir kutuplaşma doğabilir. Bu kutuplaşma yüzünden sorunun ortak çözümü imkânsızlaşabilir.

 

Sonuç olarak insanlığın sonunu getirebilecek iklim krizi, virüsler, nükleer vb. felaketleri anlamak ve önlemek için sadece bilimin sesine kulak verilmeli mesajı veriliyor.

Şahsım adına konuşmam gerekirse, ben de bilimin izinde başta iklim değişikliği olmak üzere insanlığın sonunu getirebilecek sorunları çözen teknoloji ve iş modellerini geliştirip hayata geçirmeye kendimi adadım. Projelerimi gerçekleştirmek için elimden geleni yapıyorum.

Gelecek yazımda bu önemli projelerimden biri olan Niğde’deki güneş hücre ve panel üretimini ele alacağım. Sağlıcakla kalın.

 

 

 

 

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için