Eğitimli kesimin yetersizliği ve kişilik sorunları

Türkiye’nin en büyük sorununun eğitim olduğuna ne kadar inanıyorsam, eğitimli kesim içinde kendini, ufkunu, bilgisini geliştirmeyen, çağa ayak uyduramayan peşin hükümlü ve sığ bakışlı çoğunluğun da aynı ölçüde sorunun parçası olduğu kanaatindeyim. Bir önceki blog yazıma yapılan bazı yorumlar ve yakın zamana ait birkaç deneyimim bunun tipik örnekleri niteliğinde...

Hemen belirteyim, her eğitimli vatandaşımızdan bahsetmiyorum. Hem çok değerli bilgi ve birikime hem de yüksek karaktere sahip yüz binlerce vatandaşımız var. Ancak bu kişiler ciddi azınlıktalar. Çünkü memleketin büyük çoğunluğu eğitimsizlerden, yetersiz eğitimlilerden veya karakterinde ciddi zaaflar olan eğitimlilerden oluşuyor. Bu yazıyı ülkem adına özeleştiri için kaleme alıyorum. Elbette yazının sonuç bölümünde önerilerim olacak.

En son “Ülkemizin İngilizce adı ‘Turkia’ olmalı” başlıklı bir makale kaleme aldım. Bunu da aktif olarak kullandığım Instagram, Facebook ve Linkedin’de paylaştım. Instagram ve Facebook sayfalarım herkese açık değil. Bir tek Linkedin ve Facebook’ta herkesi ilgilendiren bir konu olduğu zaman herkesin görebileceği şekilde paylaşım yapıyorum.

Genelde çok güzel tepkiler aldım. “Turkia” fikrini benimseyen birçok kişi yazımı paylaştı. Bu da beni mutlu etti. Bu fikri ne kadar çok yayarsak o kadar başarılı oluruz. Şu anda daha işin başındayız.

“Turkia” önerime tutarsız yorumlar

Bir de çok acayip tepkiler gösterenler oldu. Örneğin memleketin en önemli sektörlerinden birinin işleyişini belirleyen ve denetleyen bir kurumda hukuk müşaviri olarak çalışan biri şöyle bir yorum yazdı (kopyalamadığım için aklımda kalanları yumuşatarak yazıyorum):

“Bırakın Allah aşkına böyle şeyleri. Arapların söylediği Turkia ismiyle zaten Ortadoğulu olan imajımızı perçinlemek mi istiyorsunuz? Hiç mi araştırma yapmıyorsunuz, ne kadar yüzeysel yazıyorsunuz! Türkiye’nin ismi Keltlerden gelmedir.”

Tam cevap yazarken yorumunu sildi. Herhalde Araplara karşı nefret söylemi dillendirmesinin kendi pozisyonu için iyi olmayacağını düşünerek yaptı bunu. Ben de cevabımı ortaya yazdım:

Yanıt cümlelerim

“Turkia kelimesini Araplar söylüyor, bizi Ortadoğu Ülkesi mi yapacaksınız?” gibi saçma yorum yapanlar oluyor. Bu yüzden makaleme bazı eklemeler yaptım.

Bir kere, Araplar Arapça yazar, Latin  alfabesi kullanmazlar. Dolayısıyla telaffuz aynı olsa da Arapça “Turkia” yazılışını hiçbir yerde göremezsiniz. 

Kendi dillerinde “Turkia” diye yazan dil Baskçadır. İspanya’nın kuzeyinde yerleşik Baskların dışında Latin kökenli birçok dilde Türkiye, “Turkia” diye okunur, sadece yazılışları biraz farklıdır. Örneğin İspanyolca “Turquia”, İtalyanca “Turchia” diye yazılır, ancak her ikisi de “Turkia” diye okunur. 

Ayrıca makalenin en can alıcı kısmı İngilizce’de “hindi” kelimesiyle ülkemizin isminin aynı olmasıdır. Ben bunu değiştirmeye çalışıyorum. Bunun dışındaki yoruma açık konuları tartışmıyorum. 

Makalede belirttiğim gibi İngilizcede  -ia eki Türkçedeki -istan ekinin muadilidir. Yani bir ulusun veya etnik köken adının sonuna -ia getirdiğiniz zaman “onun ülkesi” tanımlamasını yaparsınız. Örnek vermek gerekirse Bulgaria, Bulgar’ın ülkesi, Malaysia, Malay’ların ülkesi anlamında kullanılır. Bütün dünyada bu böyledir. 

Özetle bize İngilizcede yakışan “Turkia” kelimesini her yerde kullanmaya ve teşvik etmeye devam edeceğim.


Besteciden şaşırtan yorum

Daha sonra çok acayip bir başka yorum bu kez bir Fransız kurumunda çalışan bir besteciden geldi (yine yumuşatarak aklımda kalanları yazıyorum):

“Asıl sizin yazınız bir saçmalık. Hiç araştırma yapmadan son derece yüzeysel bir yazı yazmışsınız. Bir makale bile değil. Bilime, etimoloji vs. uygun yazılar yazmak yerine bu tip yazıları okumak bile zaman kaybı. Ne yani Fransızcada “Merde” yani İngilizce “Shit” Türkçede “Bok” denildiğinde ismi Mert olanlar ne yapsınlar? Onlar da mı isimlerini değiştirsinler. Hem Turkey deyince biz hindi mi oluyoruz? Bırakın bu işlerle uğraşmayı.”

(Tabii bir önceki yorumdaki gibi bu yorumda da şiddet dilini kullanıp saldıran kişinin profesyonel olarak müzik yapan biri olması ayrıca çok ilginç geldi bana. Sanatla uğraşanların normalde kendisiyle ve etrafıyla daha barışık olmasını beklersiniz. Alın size Türkiye’de eğitimli kişi profili!)

“Varsın bize hindi desinler”

Ona cevap verdim. Bu sefer topa profesyonel “marka uzmanı”, üslubu düzgün (başlarda o da sert yazdı) bir kadın girdi ve bu besteciye katıldığını belirtti. Yine beni çok şaşırtan bir yorumda bulundu:

“Varsın bize hindi desinler, ne olacak? Bu bizim marka değerimizi etkiler mi? Hem ‘Turkey’ deyince hindi anlamanız sizin sorununuz. Bizim memlekette bir sürü sorun varken bunlarla mı uğraşacağız? Öyle gelişmişlik seviyesine gelelim ki İngilizler bize hindi derken şapka çıkartsınlar. Ülkenin markalaşmasını üstlenecek kurum Kültür ve Turizm Bakanlığıdır.”

Ben de her ikisine de şöyle bir cevap yazdım (bana aynı ifadeleri birkaç kez tekrarlattılar, ısrarla aynı şeyleri yazıyorlar):

“Neden saçma bulduğumu bir önceki cevabımda yazdım. Tekrarlıyorum:

  1. Yapılan kıyaslama elmayla elma kıyaslaması değil. Çünkü Fransızca “Merde” kelimesinin, hem yazılış hem de okunuş olarak “Mert” ismiyle alakası yok (Fransızca “Merde” Mert diye okunmaz. Burada yanlış bir bilgi var). Halbuki “Turkey” yazılışıyla da okunuşuyla da hem “Türkiye” hem de “hindi” anlamına geliyor.

 

  1. Sizlerin ısrarla “bırakın bize hindi desinler, bu neyi değiştirir ki” görüşünüze kesinlikle katılmıyorum. Ben ülkeme “hindi” denmesini istemiyorum. Büyük çoğunluğun da, özellikle yurtdışında yaşayanların (bana gelen mesajlarından) benim gibi düşündüklerini biliyorum. Çünkü yurtdışında yaşayınca iyi veya kötü niyetli bir şekilde bıyık altından gülerek ülkemizin adıyla dalga geçme durumlarına çok rastlıyorsunuz. İlginç bir şekilde Türkiye’de yaşayanların bir kısmı bunu idrak edemiyorlar. Ülke adına onlarca yıldır yapılan bir yanlışlığı düzeltmeye çalışıyoruz, kendi ülkemizde “ne gerek var, işinize bakın” diye yapıcı olmayan eleştiriler getirilmesini anlamakta güçlük çekiyorum. Bu yanlışlığın düzeltilmesi için elimden geleni yapmaya devam edeceğimin altını da tekrar çizmek istiyorum.

 

Sizin diğer yorumlarınıza gelince şunu da belirtmek isterim. Ülke imajını düzeltme işini sadece kamuya (Turizm ve Kültür Bakanlığı vb.) yükleyemezsiniz. Bu geçmişte yapılan hataların tekrarı olur. Bu imajı düzeltme sorumluluğu hepimizin.

Ben de hayatım boyunca aksiyon alan kişi oldum. Yani birçokları gibi oturduğum yerden ahkâm kesmiyorum. Ülke imajı için çok şey yaptım ve yapmaya da devam edeceğim. Alın size bir örnek:

ABD’nin eski başkan yardımcısı Al Gore’un iklim değişiklini konu alan programında Türkiye adına konuşma yaptım:
https://www.youtube.com/watch?v=O_25mBIoP34

Alın size ikinci örnek: Kurucusu olduğum EkoRE firması olarak Türkiye’de ilk defa 4 prosesin bir arada olduğu entegre güneş paneli üretim tesisinin temelini attık ve “Turkia” kampanyama da Türkiye’den belki de bir dünya markası çıkaracak bu tesisinin tanıtım videosuyla başladık: https://www.youtube.com/watch?time_continue=3&v=9LX3lLEtOK8

Alın size üçüncü örnek: Bu tesisin haberi İtalya’dan Çin’e kadar onlarca uluslararası medyada çıktı (bazılarının linklerini aşağıda paylaşıyorum):


https://www.pv-magazine.com/2019/03/11/ekore-breaks-ground-on-1-gw-vertically-integrated-module-factory-in-turkey/

https://www.pv-tech.org/news/ekore-building-worlds-first-ever-vertically-integrated-heterojunction-modul

https://kknews.cc/zh-cn/world/qgm5v3o.html

http://www.rinnovabili.it/energia/fotovoltaico/turchia-fabbrica-fv-integrata/

Yani ben şahsen ülke imajı için gereken her şeyi ekibimle birlikte yapıyorum. “İngiliz Vatandaşı hindi derken bile şapkasını çıkaracaktır” söyleminize de katılmıyorum. İngiliz Vatandaşı hem bize yakışan (gerek kulağa hoş gelmesi gerekse anlam olarak) Turkia ismini kullansın, hem de yaptıklarımızı ve ülke potansiyelini takdir edip bizi kendi kafasında en üst yere koysun istiyorum (bu iş hindi demekle olmaz). Bunun için de sadece konuşmuyorum, gerekeni yapıyorum.”

Anlamamakta ısrara dayalı tekrarlar

Benzer yazışmaları bana 3 kere yinelettiler. Besteci olan en son “İdare edecek kadar Fransızcanızla Fransızca “Merde” kelimesinin Mert diye okunmayacağını söylüyorsunuz, hatalısınız” deyip bunu çıkarılan seslerle açıklamaya kalkınca ve “Söyledikleriniz argüman, hiçbir temeli yok. Bizimle bilime dayalı konuşun” diye yazınca gülmekten sandalyemden düşüyordum. Bu kez ona şöyle bir cevap yazdım:

  • smiley Benim Fransızca seviyemi nereden biliyorsunuz? Hangi Fransız’a sorarsanız sorun “Merde” kelimesini Mert diye telaffuz etmediğini size söyler. Bu bir realitedir.
     
  • Hindi özellikle Kuzey Amerika kültüründe en çok dalga geçilen kuştur. Ayrıca Amerika ve Kanada’da yaşamış yüzbinlerce Türk, hindi şakalarına maruz kalmıştır. Buna ben de dahilim. Bu da bir argüman değil, realitedir.
     
  • Kariyerim boyunca hep teknoloji ve ARGE içinde oldum. Halihazırda bugün girişimcisi olduğum 4 şirketin de ARGE ve yazılım geliştirme departmanları var. Hepsine önemli bütçeler ayırmışızdır. Bilimin hep içinde bulundum ve o yüzden güneş enerjisi, fintech gibi herkesin zamanında geleceğin sektörleri olarak tanımladığı işlere Türkiye’de ilk girenlerdenim. Farklı dallarda bilim, teknoloji ve inovasyonla ilgili birçok çalışmam oldu, bu artarak devam edecek.


Bunları yazdıktan sonra kendimi gereksiz yere tekrarladığımı fark ettim çünkü bu insanlar anlamıyorlar veya anlamazdan geliyorlardı. Bence her ikisi de hoş değil. Sırf bir tartışmayı kazanma hırsıyla gerçekliği çarpıtıp (örneğin argüman diye adlandırıp) garip yorumlar yapıyorlar. Sonunda benim vaktim bundan çok daha değerli diye düşünerek bu kişilere mesafe koymaya karar verdim.

Şaşırtıcı bir güncel örnek daha

Size eğitimli kesimle ilgili bir başka örnek daha vereyim. Hafta sonu cereyan eden bu olaylardan bir gün önce, yani geçtiğimiz Cuma günü TÜBİTAK’ta konuşma yaptım. Benim konuşmamdan önce Türkiye’nin önemli üniversitelerinden birinin ‘Güneş Enerjisi Araştırma Merkezi’nin başında bulunan bir profesör konuşma yaptı. Güneş enerjisi sektöründe beni genelde herkes tanır. Benim ondan sonra konuşma yapacağımı biliyordu ve gözümün içine bakarak teknolojinin gelişimiyle ilgili yanlış bilgiler aktardı. Ya bilgi eksikliğinden yaptı ya da bilerek kendi işine geleni söyledi. Bence ikisi de kötü. Sonra bir başka şirketi övdü, kurucusuna methiyeler düzdü. Hayretle konuşmasını dinledikten sonra sözü ben aldım. Yaptığım konuşmada kesinlikle polemiğe girmeden düz bir tonlamayla bazı yanlış söylemlerini düzelttim, bizim de bölgenin üniversitesi olan Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi’yle protokol imzalama aşamasında olduğumuzu belirttim.

Ondan sonra “ülkede teknoloji neden gelişmiyor, üniversitelerde bu işin ARGE’si neden yapılmıyor?” deniyor. Böyle futbol takımı tutar gibi teknoloji tutulursa ve bunda ısrar edilirse, biz daha çok tren kaçırırız. Allah’tan girişimciler bu hatalara düşmüyorlar. Daha esnekler ve hızlı hareket ediyorlar.

Türkiye’de akademinin ciddi zaafları var. Akademisyenlerin hepsi değil ama önemli bir çoğunluğu gerçek hayattan kopuklar. Aynı o müzik bestecisinin gerçek olan olaylara argüman demesi gibi. Kendi dünyalarını yaratıyorlar. Sonrada inanıyorlar.

Birçoğu da 10 sene önceki bilgileri anlatıyorlar. Gerçek hayatta o işi profesyonel olarak yapanları da küçümsüyorlar. Halbuki işi pratikte yapanlar her zaman daha bilgilidir. Bence profesörlerin de mutlaka özel sektörde çalışıp gerçek hayattan kopmamaları gerekir. Ya da pratikte o işleri yapanların akademide öğretim görevlisi olarak çalışıp kamu hizmeti yapmaları çok iyi olur.

Akademide çalışan çok değerli ve mütevazı öğretim görevlilerinin yanında, ‘küçük dağları ben yarattım’ edasıyla hareket eden şişkin egolu birçok akademisyene de rastladım diyebilirim. Bu tip karakter zaaflarını sırf akademide değil, memleketin her yerinde görebilirsiniz. Böyle egolar hem eğitimli hem de eğitimsiz kesimde var. 

Bir de tabii memleketin her köşesinde yozlaşmanın da olduğunu söylemem gerekiyor. Sivil toplum kuruluşları üzerinden para kazanmaya çalışanlardan tutun da özel sektörde ve kamuda her yerde ciddi sıkıntılar var. Nelerin olup bittiğinin farkındayız.

Şahsım adına konuşmak gerekirse, ben de insanlığa ve ülkeme nasıl katkıda bulunabilirim, buna odaklanmış durumdayım.


Çözüm önerilerim

Yukarıdaki örneklerde belirttiğim gibi memlekette eğitimliler arasında çoğunluk olan yetersiz ve karakter zaafı olanlar yüzünden bu memleket bir türlü gelişmiş ülkeler seviyesine çıkamıyor. Neden olduğunu hemen anlatayım.

  • Eğitimli milyonlarca kişi, oturdukları yerden ahkâm kesmeyi bırakıp aksiyona geçselerdi bugün memlekette birçok şey farklı olurdu. Örneğin eğitimsizlerin eğitimi işi de eğitimlilerin meselesidir. Eğitimliler istese ve bu konuda çaba gösterseler eğitimsizlerle aradaki farkın bu kadar açılmasına izin vermezlerdi. Sivil topluma katkıda bulunanların sayısı nüfusa oranla hâlâ çok az. Bunun değişmesi gerekiyor.

 

İşte sivil topluma katkıda bulunan TİDER gönüllüleriyle çektiğimiz bir kare. Bu isimsiz kahramanlar bir sivil toplum kuruluşuna destek verirken spor yapıyorlar ve eğleniyorlar.

 

  • Eğitim görmüş fakat eğitimi yeterli olmayan veya kendini yenileyememiş birçok kişinin fikri sabit oluyor, etrafına da fayda sağlayamıyor. Örneğin memleketteki en önemli sorunun eğitim olduğundan yola çıkarsak, eğitimin de en önemli unsurunun eğiticilerin eğitimi olduğunu saptayabiliriz. Memleketteki öğretmenlerin birçoğunun sürekli hayata dair ve kendi konularında eğitilmeleri ve kendilerini her sene geliştirmeleri gerekiyor. Yoksa 15-20 sene önceki sistemde çakılı kalmış hocaların öğrencilere de pek bir faydası olmaz. Yaşadığımız dünya çok farklı bir yere gidiyor. Çocukları buna hazırlamak gerekiyor. Unutmayalım değişmeyen değişimdir!

 

Bunun için ‘Genç Başarı Vakfı’nın yaptığı işleri takip etmenizi tavsiye ederim. Harika işler çıkarıyorlar. Websitelerine www.gencbasari.org link’inde ulaşabilirsiniz. Ben de bu vakfın mütevelli heyetindeyim ve arasıra etkinliklerinde konuşma yapıyorum.

 

Geçen hafta sonu Sarıyer’de bulunan Evyap Okulu'nda gençleri sosyal girişimcilik konusunda teşvik etmek için organize edilen panelde konuşma yaptıktan sonra çekilen kare.

 

Yine eğiticilerin eğitimi için faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları var ancak yaptıkları çalışmalar hem nitelik hem de nicelik olarak yeterli değil.

 

  • Şiddet eğilimi olan, kendi travmalarını başkalarına yansıtan, yüksek egolu çok sayıda eğitimli insan var. Bu sorunun çözümü için de ilgili kişilerin travmalarına bakmak gerekiyor. Zaten bu kişilerin çocukluğuna veya gençliğine indiğinizde sorunun kaynağını bulabiliyorsunuz. Bunun da çözümü 0-10 yaş eğitime öncelik vermekte ve ebeveyn eğitiminde yatıyor. Ailesinde şiddete tanık olmuş bir çocuğun gelecekte şiddete meyilli olması gibi. Bazı travmalar da toplumun yaşadığı ortamdan kaynaklanabiliyor. Kimi siyasetten şikâyet ediyor, kimi de komşularından. Yakın çevresinde travma yaşamış kişiler de çok saldırgan olabiliyorlar.

 

 

İyilik altyapısının ve pozitif düşünmenin önemi

0-10 yaş eğitimi, ebeveyn eğitimi ve eğitmenlerin eğitimlerinin hepsinin alt yapısında evrensel değerleri ve pozitif kültürü aşılamak gerekiyor. Bir başka deyişle iyi bir insan olmanın yapı taşlarını örmek şart.

Hem iyi insan hem de kendini sürekli geliştiren inovatif gençleri yetiştirmeyi misyon edinmiş ‘Young Guru Academy’nin yaptıkları işlere dikkatinizi çekmek isterim. YGA’nın yaptığı harika çalışmaların memleketin her yerinde örnek alınmasını ve uygulanmasını umuyorum.  Yakında ben de onlara destek vermeye başlayacağım. Bunun için heyecanlıyım. Daha fazla bilgi için www.yga.org.tr link’ine bakabilirsiniz.

Sözlerime neredeyse tüm hayatını ölüm riski altında ve ağır tedaviler görerek idame ettiren Claire Wineland’in hikayesini anlattığı videoyu paylaşarak bitirmek istiyorum. Ne yazık ki 21 yaşında hayata gözünü yuman bu harika kadının yaşam sevincinin herkese örnek olmasını diliyorum. O yüzden bu son mesajını paylaşıyorum:

https://m.youtube.com/watch?v=865nKudhLfM

Hayat güzel, hepimiz mutlu olmayı hak ediyoruz. Ancak bunun için harekete geçmemiz ve pozitif olmamız gerekiyor. Yerimizde oturarak başkasına sallamakla bu işler olmuyor. Herkese tavsiyem yakın çevrelerinden başlamaları ve hayata dair katkıda bulunmak için harekete geçmeleri.

Sağlıcakla ve mutlu kalın, pozitifliğinizi etrafa yansıtın.  Pura Vida!

Kosta Rika’nın Pura Vida (saf yaşam) felsefesini yansıtan bir resim

 

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için