Sıkça Sorulan Sorular

Sizlerden gelen sorulara bu bölümde cevap bulabilirsiniz...

1- Kimi zaman günlük tadında olan bu bloğu neden yazıyorsun? (Not: Bu soru dahil bundan sonraki 10 soruya 30 Mart 2016 tarihinde cevap verilmiştir)

Bu bloğu yazmamın dört nedeni var. İlk olarak, yazılarım aracılığıyla birikimlerimi ve deneyimlerimi daha fazla insanla paylaşabilmek ve onları bilgilendirmek istiyorum. İş ve özel hayatımda, ek olarak sivil toplum işleriyle uğraşırken birçok yer geziyor, insanlarla konuşuyor, yeni şeyler öğreniyorum. Meraklı bir mizacım olmasının yanı sıra, sürekli kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Dolayısıyla birçok önemli konuda zamanla ciddi bir bilgi birikimim oluştu.

İkincisi kendime göre bir felsefem var. Bu felsefenin temeli ‘hayatı hakkıyla dolu dolu yaşamak’. Bir yandan çok çalışıp sorumluluklarını yerine getirirken diğer yandan hayatın keyfini gerçek anlamda çıkarabilmek de önemli bence. O yüzden de bloğumda motto olarak ‘Pura Vida’yı kullanıyorum (bknz:http://www.serhansuzer.com/2014/02/26/pura-vida/)

Üçüncüsü beni daha iyi tanımanız için yazıyorum. Gerek kendim gerekse ailemle ilgili herkesin bir fikri var. Medyada okuduklarınız veya başkalarının kulaktan dolma bilgi aktarımı her zaman doğruyu yansıtmayabiliyor. İster istemez sizlere kimi zaman çarpıtılmış bilgiler ulaşabiliyor. Beni ve benimle ilgili olan her şeyi bir de kendi ağzımdan dinlemenizi istiyorum.

Son olarak, ciddi stresli bir ortamda yaşıyorum ve iki şey beni deşarj edip rahatlatıyor. Bunlardan ilki spor yapmak, diğeri ise yazmak. Yazımı tamamladıktan sonra rahatlıyorum. Çoğu zaman da yazılarımı bir oturuşta bitiriyorum

2- Destek Projesiyle ilgili amacın nedir? Kimlerle bağlantılısın?

İnsanlara şunu söylemekten dilimde tüy bitti. Gerçekleştirdiğim bütün sivil toplum çalışmalarını hakikaten ‘insanlığa bir faydam olsun’ diye yapıyorum. İçinde bulunduğumuz şu dönemde iyilik yapmak için bile acı çekiyorsunuz. Birçok kişi “şimdi bu işi yapıyor, ama” (zaten bizim milletin lügatında hep bir “ama” sözcüğü var) diyerek ‘bu işin arkasında ne var?” diye sorguluyor. Hemen söyleyeyim, bu işin arkasında yalnızca “topluma gerçekten faydalı olma isteğim” var. Bir önceki yazımda büyük harflerle yazdığım paragrafı burada yine tekrarlamak istiyorum:

TİDER OLARAK BİZİM HİÇ BİR GRUP, KURUM VEYA KURULUŞLA BİR BAĞLANTIMIZ YOKTUR. BİZİM T.C. VATANDAŞLARI OLARAK TEK BİR AMACIMIZ VAR, O DA ÜLKEMİZDE İHTİYAÇ SAHİPLERİNİN TEMEL İHTİYAÇLARINI KARŞILARKEN KENDİ AYAKLARININ ÜZERİNDE DURMALARINI SAĞLAMAKTIR. TARAFSIZLIK, ŞEFFAFLIK VE DÜRÜSTLÜK BİZİM 3 ANA İLKEMİZDİR

3- Çevreci olmak için ne yapıyorsun? Hakikaten çevreci misin?

Ben, bildiğiniz 3-5 ağaç dikip çevreciyim şovu yapan insanlardan değilim. Karakterim gereği bir şeyi söylediğim zaman bunu mutlaka samimiyetle ifade eder ve arkasında dururum. Gururla “çevreciyim” dediğim ve etrafımdaki herkese de “çevreci olun” diye önerdiğim zaman dediklerimde gayet ciddiyim ve bunu kulağa hoş gelsin diye söylemiyorum. Üniversite dönemlerimden beri, yani yirmiye yakın senedir Greenpeace üyesiyim ve çalışmalarına destek vermekteyim. Bizim enerji firmasında herkes bu konularda ne kadar hassas olduğumu bilir. “Ağaç keseni işten atarım” dediğimi de bilirler. Bizde ağaç kesme yoktur. En kötü ihtimalle ağaç naklederiz ve naklettiğimiz ağacın yakınına bir ağaç daha dikeriz. Bu durum bizim enerji firmasında değişmez kuralımızdır. Bu arada İstanbul’un en güzel Manolya ağacıyla birlikte büyüdüğümü de belirtmek isterim. Çocukluk ve gençliğimin geçtiği Bebek’teki evimizin bahçesindeki manolya ağacı dillere destandır. Evimizin bu muhteşem manolya ağacı hakkında defalarca yazı yazmış Hürriyet Yazarı Mehmet Yılmaz’ın bir yazısını sizlerle paylaşmak isterim:http://www.milliyet.com.tr/2005/04/02/yazar/myilmaz.html


İşte İnşirah yokuşunun üzerinde bulunan benim de çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği Bebek’teki evimiz ve bahçesindeki efsane manolya ağacımız…

Ayrıca çevrecilik sadece ‘ağaç sevgisi’ değildir. Tüm canlıları sevip saymaktır. Örneğin hayvan sevgisi de aynı oranda önemlidir. Ayrıca belirtmeme gerek yok ama tüm hayvanları elbette çok severim. Hayvanlar güzel ve sade varlıklardır. Saftırlar, samimidirler ve içten pazarlıkları yoktur. Sevildiklerini hemen anlarlar ve ona göre tepki gösterirler. Benim evimde beslediğim bir hayvanım yok, çünkü kendime ancak bakabiliyorum, ayrıca evcil hayvan beslemenin ciddi bir sorumluluk olduğunun da bilincindeyim. Annemin, babamın ve kızkardeşimin köpekleriyle ise büyük aşk yaşamaktayız. Bu köpeklerin beni gördüklerinde gösterdikleri tepkiyi size kelimelerle anlatamam (tabii ki ben de buna seve seve karşılık veriyorum).


Bu resimdeki maymunu kucaklayan çocuk benim. Kendimi bildim bileli bütün hayvanları çok severim.


Size favori köpeğim Betsy’i tanıştırayım. Müthiş güzel ve sevgi dolu bu köpek babamın.

4- Bu kadar çevreci geçiniyorsun, Gökkafesi senin ailen yapmadı mı?

Evet, aile şirketimiz yaptı. Ancak, nam-ı değer Gökkafes’in temeli atılırken ben 10 yaşımdaydım. Bu arada Gökkafes basının taktığı bir isim, biz o binaya ‘Süzer Plaza’ diyoruz. Çünkü “kafes” kelimesi güzel Türkçemizde başka yerlere çekilebiliyor. İnşaat bittiğinde ise üniversite son sınıfta hala okuyordum. 
Beni ‘kendi yaptıklarımla’ değerlendirmeniz gerekir. Hakkaniyetli olan budur. 
Diğer taraftan bu konuda çok kişiyle konuştum. Hatta kimi zaman alenen ailemize küfür edenlere bile rastladım (benim orada olduğumu bilmiyorlardı). Tabii bütün bu hararetli tartışmaların sonunda bilip bilmeden hakaret eden tarafı pişman ettiğim çok oldu. Karşılaştığım herkese genelde şunu söyledim: ‘Binayı beğenmeyebilirsiniz, silüeti bozuyor gibi eleştirilerde bulunabilirsiniz, saygı duyarım. Bu sizin fikriniz. Ancak o bina için ‘hukuka aykırı’ diyemezsiniz. İstanbul’un göbeğinde o büyüklükte hukuka aykırı bir bina yapmanın imkânı var mı? O bina hukuka tümüyle uygun yapılmış bir binadır. Bütün izinleri tamdır. Yapabilmek için aile şirketimiz 40’tan fazla dava kazandı. Bu davalar en az 3 sene sürdü, hatta 10 seneye yakın süren davamız bile oldu. Davaların kazanılması da hukuktaki “verilen hak geri alınmaz” ilkesine dayanmaktadır. Çünkü o bina ilk projede kısa, geniş bir binayken aynı metre karede ince ve uzun olarak inşa ettiren de (proje değişikliğine gidilerek projenin sil baştan yenilenmesi bize 4 sene kaybettirmiştir) zamanın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıdır. Sonrasındaysa “Emperyalist güçler bu binaları yaptırıyor, İstanbul’un kalbine saplanmış bir hançerdir” diye alenen saldıran ve her türlü davayı açan da bir sonraki kulak-burun-boğazcı belediye başkanıdır. Devlet devamlığının olmadığı bir ortamda, biz arada kalmış bir yatırımcı konumundayız. 
Ayrıca bizim için “tek gecede sınırları değiştirdiler” gibi efsaneler anlatılır. Bu da kulağa çok çekici gelen, ancak asparagas bir bilgidir. Kesinlikle böyle bir şey yoktur. O binanın oturduğu alan Beşiktaş, Şişli ve Beyoğlu’nun kesişim noktasıdır. Kesişim noktası olan bu üçgen arazinin hangi belediyeye ait olduğunu saptamak için mahkemeye başvurduk. 3 sene sonunda mahkeme eski tapulara bakarak o arazinin Şişli Belediyesi’ne ait olduğunu saptadı. Öyle tek gecede sınır değişikliği yaptırdığımız filan doğru değildir. Bazen bu hikayeleri benim orada olduğumu bilmeyen kişilerden dinlerken karşı tarafla “vay be, biz neymişiz de haberimiz yokmuş, tek gecede sınırları değiştirebilecek kadar gücümüz olduğunu bilmiyordum” diye dalga geçiyorum. 
Benim tek özeleştiri yapacağım konu ise hakkımız olmasına rağmen bu yükseklikte bir binayı yapmakta ısrar edişimiz olabilir. Bunu babama da açıkça söyledim. Çünkü ticari olarak ciddi zarar etsek bile kamuoyu vicdanına aykırı olan konularda o kadar ısrarcı olmamak gerekir kanımca. 
Son olarak, binalarla ilgili kendi bakış açımı da anlatmak isterim. İleride, günümüzün tam tersine, yüksek binaların yerini yere yakın, doğayla bütünleşen binalar alacak. Hatta gelecekte beton bile kullanılmayacak. Yüksek teknolojiyle yapılan ‘kendi kendine yeten”, ‘kendi enerjisini üreten’ evlere ve iş yerlerine tanık olacağız.

5- Hangi sosyal medya hesapların var?

Facebook, Instagram ve Linkedin hesaplarım var. Twitter hesabım ise aktif değil. Herkesin birbirine sürekli hakaret ettiği bir ortam haline geldiği için Twitter hesabımı kullanmayı şimdilik düşünmüyorum. Kimse kusura bakmasın ama sosyal medyada bir sürü saçmalık döndüğü için böyle seçici davranmak zorunda kalıyorum maalesef.

6- Kardeşin Baran’ı medyadan tanıyoruz, sen niye medyada yoksun? Nasıl bu kadar farklı olabiliyorsunuz?

Ben genel olarak medyada görünmekten çok hoşlanan biri değilim. Yalnızca yaptığım işlerden dolayı mecburen röportaj veriyorum. Magazin basınına emek verenler bizleri iyi tanırlar. Bir ara beni de “işte Süzerlerin bir başka veliahtı” diye malzeme yapmaya başladıkları dönemde (bu arada belirtmeliyim ki, veliaht lafına çok fena gıcık oluyorum) muhabirlerle birkaç kez diyaloğum oldu ve onlara özel hayatımla gündeme gelmekten hoşlanmadığımı, benden iyi bir magazin basını malzemesi olamayacağını söyledikten sonra resim çekmemelerini rica ettim. Onlar da sağ olsunlar bu tercihime, birkaç istisnai durum dışında saygı gösterdiler.

Genel olarak çevremin de beni ‘Serhan Süzer’ değil, ‘Serhan’ olarak değerlendirmesini yeğlerim

7- Enerji hakkındaki genel düşüncen nedir?

Mutlak bir yenilenebilir enerji yanlısı olduğumdan bu konuda tarafsız olamam. Fosil yakıtların sadece hammadde olarak kullanılması gerektiğine inanıyorum. Başka bir deyişle, petrolün petrokimya sanayinde (örneğin geri dönüştürülebilir plastik üretiminde), doğalgazın da gübre üretiminde kullanılması gibi. 
Ülke menfaatimiz ve enerji bağımsızlığımız için kendi kaynaklarımıza öncelik vermemiz gerekiyor. Cari açığın nedeni açık ara birinci olarak enerji ithalatıdır. Hatta söz konusu olan o kadar büyük rakamlar ki, bazı seneler enerjiyi ithal etmesek cari fazla vermemiz işten bile değil. Enerjide kendi kaynaklarımıza odaklanmamız ekonomimize de ciddi katkılar sağlayacaktır.
Kendi kaynaklarımız derken memleketimizdeki linyit rezervlerinden bahsetmiyorum. En düşük kalorili linyiti kullanmak hem verimli bir yol değil, hem de daha önemlisi kömür karbon salımı en yüksek olan kirli bir fosil yakıt türüdür. Başka bir deyişle, bu derece yüksek montanlı linyit yakmak çevre katliamına sebep olmaktadır. 
Ayrıca 4 nedenle şahsen nükleere de karşıyım. Birincisi nükleer atık sorunu, ikincisi atık ısı, üçüncüsü kaza riski ve son olarak birer nükleer bombaya dönüşebilecek bu tesislerin yabancı ülkeler tarafında işletilecek olması. Bunların burada detaylarına inip yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum. Daha detaylı bilgi edinmek için serhan.suzer@eko.re e-mail adresinden bana ulaşabilirsiniz.

8- Teknolojiyi nasıl takip ediyorsun? Bu konuda bir atılım yapacak mısın?

Daha önce belirttiğim gibi ciddi anlamda merak sahibiyim. Teknoloji konusuna özellikle ilgim olduğundan farklı konularda araştırmalar yapıyorum. Yenilenebilir enerji, dijitalleşme, mobil ödeme, ulaşım, nanoteknoloji, biyoteknoloji gibi alanlar benim bu anlamda ilgilendiğim başlıca konular arasında. 
İleride farklı teknolojilere de yatırım yapıyor olacağım. Benim hayat amaçlarımdan birisi de farklı alanlardaki teknolojilerde ilerleme sağlayıp insanlığa katkıda bulunmak. İleride işler istediğim gibi rayına girdiğinde (ve bütün şirketlerin liderlikleri ve ekiplerinin tam olarak oturmasından sonra) sadece ARGE’ye odaklanmayı planlıyorum. 
Zaten iş modeli geliştirme anlamında bu alanda katkı vermeye başladım bile. Destek projemiz dünyadaki sosyal yardımlaşma modelleri içerisinde ayni yardım (market modeli) ile meslek edindirmeyi tümüyle entegre eden ilk proje olma özelliğini taşıyor. Çok yakında taklitleri çıkacaktır (Çıksın zaten. Yeter ki herkes doğru modeli örnek alsın). Şimdiden uluslararası gıda bankalarına modelimizi anlatmaya başladık bile.

9- Neden bu yaşına kadar evlenmedin? Bir sorun mu var?

Bu soruyla da çok sık karşılaşmaktayım. Açıkçası artık kızmaya başladım. Hemen cevaplayayım. Birincisi bu benim özel hayatım. Bizim memlekette nedense herkes birbirinin özel hayatını pek merak ediyor. Zaten bu güzel memlekette herkes kendi işine baksa, birbiriyle uğraşmasa çok daha hızlı yol katederiz.

Bu konuda sadece şunu söylemek istiyorum (ki bundan sonra benden bununla ilgili başka bir şey duymayacaksınız); ben çocukları çok seven, aile kavramına inanan ve ileride iyi bir baba olmak için elinden geleni yapacak birisiyim. Ancak evlenme olayını bir kere yapmak istiyorum (ki şu anda benim bir çok arkadaşım ikinci, hatta üçüncü evliliklerini yaptılar) ve doğru kişiyi bulana kadar da evlenmeyeceğim.

10- Kosta Rika ile ilgin nereden kaynaklanıyor? Nasıl fahri konsolos oldun?

Kosta Rika’ya ilişkin herhangi bir ilgim veya bağlantım yoktu. Fahri konsolos oluşum ise tamamen bir rastlantı sonucu. Babam sayesinde oldu diyebilirim. Kosta Rika serüvenim ilk olarak babamın Houston’da kanser tedavisi görürken tanıştığı Kosta Rikalı üst düzey bir bürokratın bizi İstanbul’da ziyaret edişiyle başladı. Kendisiyle tanıştıktan sonra beni yakın çevresi ve buna bağlı ilişki ağındaki kişilerle tanıştırmaya başladı. Sonrasında ise, önceleri tam olarak kavrayamadığım, Kosta Rika Devlet Başkanı’nın baş danışmanı olduğunu ancak zaman içerisinde öğrendiğim hanımefendi beni ülkelerine davet etti. Ben de bir Amerika seyahatim sırasında, merak ettiğim için 2-3 gün Kosta Rika’ya uğrar ve ülkeyi görürüm diye düşündüm. Bunu gerçekleştirip Kosta Rika’ya gittiğim ilk akşam Devlet Başkanı’nın evindeki bir etkinliğe katıldım. O akşam Devlet Başkanı bana “Türkiye’de bizi aktif olarak temsil edecek birisine ihtiyacımız var, bunu bizim için yapar mısın?” diye sorunca “Benim için bir onur olur” diyerek kabul ettim. Bunun üzerine, Latin Amerika’da önemli bir şahsiyet olan ve Orta Amerika’daki gerillalara silah bıraktırdığı için Nobel Barış Ödülü alan Devlet Başkanı Oscar Arias o dönemki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e benim atanmamla ilgili resmi yazıyı gönderip süreci başlattı. 
Geriye dönüp baktığımda iyi ki Kosta Rika Fahri Konsolosu oldum diyorum. Tamamen rastlantı sonucu temsil ettiğim bu harika ülke, benim kafa yapıma bire bir uymakta. Öyle ki kendim ülke seçiyor olsam kesin yine Kosta Rika’yı seçerdim. Çünkü ülkede herkes çevre ve barışa karşı çok duyarlı. Kosta Rika için Latin Amerika’nın İsviçre’si denilebilir. Çevre ülkelerde herhangi bir sorun olduğunda sorunu çözmek için Kosta Rika’ya gelirler. Nobel ödüllü Oscar Arias her fırsatta barışı teşvik etmektedir. Örneğin küçük bir ülke olmasına rağmen Birleşmiş Milletler’de ciddi bir ağırlığı vardır. Yarıdan fazlası tropikal ormanlarla kaplı ülke topraklarının %25’i ulusal parktır. Çivi dahi çakamazsınız. Otellerini bile ‘sorumlu turizm’ konseptine uygun olarak doğayla uyumlu olarak inşa etmektedirler.

İşte size harika bir Kosta Rika Videosu; Essential Costa Rica!

Kosta Rika ve benim fahri konsolosluğumla ilgili söyleyebileceğim çok şey var aslında. Bu konunun ayrıntılarına bir sonraki yazımda gireceğim. Sağlıcakla kalın…

11- Bu kadar iş yaptığını söylüyorsun, babamın parası olsa ben de neler yapmazdım. Baba parasıyla bize hava mı atıyorsun?

Cevaplamayı en sevdiklerimden birisi de bu soru. Yurdumuz insanında birbirini alaşağı etme alışkanlığı vardır. O yüzden yaptığınız tüm iyi niyetli işlere rağmen, destekleyici mesajlar yerine sizi küçük düşürmeye çalışan veya motivasyonunuzu kırabilecek mesajlar alırsınız sıklıkla.

Bu negatif psikolojiyi çok düşündüm. Vardığım sonuç şu: İnsanlarımız mutlu değiller ve başkalarını küçük düşürerek kendilerini iyi hissetmeye çalışıyorlar. Bence bu davranış eğiliminin değişmesi gerekiyor. Aksi takdirde ülkemizdeki bu mutsuzluk, bezginlik ve kavga dövüş ortamı ülkenin kalkınmasını sınırlayarak bu cennet vatanı yaşanmaz bir yer haline getirmeye devam edecek. Bu durumun düzelmesi için gerekli savaşı vermeye devam ediyorum. Örneğin “Pura Vida” kültürünü ülkemize kazandırmaya çalışıyorum. (Bakınızhttp://www.serhansuzer.com/2014/02/26/pura-vida/#more-2. )

Soruya dönersek, bana bunu söyleyenlere ben de kocaman bir gülümsemeyle şu yanıtı veriyorum: 2011 senesinden beri kendi işimi yapıyorum. Evet, başlangıçta babamdan bizim ölçeğimizde bir firma için cüzi bir borç aldım (ki borçlarımı geri ödüyorum) ve ilk olarak güneş enerjisine yatırım yaptım. Sonrasında bu şirketin hisselerini yabancı bir yatırımcıya satarak yoluma devam ettim. Şu anda da kendi girişimlerimi yönetiyorum. Güneş, rüzgar ve biyogaz enerjisi ile mobil ödeme ve yazılım konularında faaliyet gösteren girişimlerim var. Ayrıca Temel İhtiyaç Derneği (Tider) üzerinden sosyal girişim projeleri yönetmekteyim. Beni tanıyanlar bilir, bütün bunları gerçekleştirirken de gece, gündüz veya hafta sonu demeden çok çalışıyor, elimden geleni yapıyorum.

Yani ‘bana baba parası yiyorsun’ deyip akıllarınca beni aşağılamaya çalışanlar başka kapıya gitsinler. Buradan onlara ekmek çıkmaz.

12- Güneş enerjisinde neden toprak üzerine proje yapıyorsunuz? Toprağa veya tarım alanlarına yazık günah değil mi? Çatılarda yer mi yok?

Önceki cevaplarımdan birinde herkesin birbirine laf attığı, hakaret ettiği bir mecra haline geldiği için artık twitter’a girmediğimi belirtmiştim. Linkedin de twitter gibi olmuş, haberimiz yokmuş. Benim sadece kendi network’üm için koyduğumu düşündüğüm post’ları meğer herkes görebiliyormuş. Konya Kulu projemizdeki gelişmeleri paylaşmak için konstrüksiyonu tamamlanmış halde (paneller henüz yerleştirilmemişken) aşağıdaki resmi paylaştığımda hiç tanımadığım ve benim arkadaşım olmayan kişiler enteresan yorumlar yazmaya başladılar. İşte o resim:

Bu negatif yorumlar yenilenebilir enerji sektöründen olmayan kişilerden geldi. İnsanları yanlış yönlendiren bu yorumlarda tarım alanlarını neden güneş enerji santrali projeleri için kullandığım sorgulandı. Ben de onlara cevaben şu yorumları paylaştım:

“Konya’da bulunan ve lisanssız elektrik üreten güneş enerji santralimiz gibi girişimlerde ‘marjinal tarım’ yazısı almadan, yani başka bir deyişle arazinin ‘tarım dışı’ olduğunu ispat etmeden projeye başlayamazsınız. Kuşbakışı olarak drone ile çekilmiş resimden yorum yapmak doğru olmaz, çünkü bu arazinin bulunduğu yer tarıma elverişli değildir. Bu konularda bizler çok hassas davranmaktayız.”

Daha sonra tatmin olmayıp (illa giydirecekler ya) bir de “toprak toprak kalsın, niye çatıları değerlendirmiyorsunuz?” diye yorumlar aldım. Onlara da şu cevabı verdim:

“Birincisi Türkiye’de tarım arazisi statüsünde olmayan kullanılabilecek pek çok arazi var. Türkiye’nin birçok yerinde hiçbir şekilde değerlendirilmeyen bomboş alanlar mevcut. Tarım arazisi olmayan dağ, tepe, taşlık alanlar gibi yerlerin değerlendirilmesi çok doğaldır.

İkincisi çatılarla ilgili mevzuatta sıkıntılar var. Bütün sektör çatı kurulumlarıyla ilgili bürokratik işlemleri nasıl asgariye indirebileceğine kafa patlatıyor. Ben Lisanssız Elektrik Üretimi Derneği’nin başkan yardımcısıyım. Organize sanayi bölgelerinde bizzat yönettiğim çatı kurulum projeleri var. Bunun gelişmesi için ciddi mesai harcıyoruz, ama öyle kolayca aşama kaydedilmiyor (söylemek ve eleştirmek kolay, yapabilmek ise o kadar kolay olmuyor).

Üçüncüsü yine sektörden olanlar gayet iyi bilir ki biz GES (Güneş Enerji Santrali) yaptığımız alanı kaplamıyoruz, oraya zarar vermiyoruz. Zamanında birçok toprak üzerine kurulan konut, fabrika, otel, hastane gibi sabit ve genelde betondan oluşan yapıların aksine kurduğumuz sistemler modüler. O alanlar başka amaçla kullanılmak istenirse çok kolaylıkla dönüşüm sağlanabilir, GES rahatlıkla oradan kaldırılır. Hatta, GES işletmedeyken panellerin altında kalan boşluklar bile farklı amaçlar için eşzamanlı olarak kullanılabilir. Bununla ilgili Fraunhofer Enstitüsü’nün çalışmaları var. Tüm bunları göz önünde bulundurarak ve Türkiye’nin ekonomik, ekolojik, milli güvenlik (enerji bağımsızlığı) açılarından güneş enerjisine ne kadar çok ihtiyacı olduğunu bilerek Güneş Enerji sektörünü yine de eleştiren olursa niyetinden şüphe ederim.”

Sonrasında destek mesajları geldi. Aklı selim olan ve yapıcılığı destekleyen tüm dostlara buradan teşekkür ederim.

Son olarak, bizler özellikle tarım dışı alanlarda proje gerçekleştiriyoruz (yukarıda belirttiğim gibi ‘marjinal tarım’ yazısı almak zorundayız, aksi takdirde projeye başlayamayız), böyle yapmaya da devam edeceğiz. Ancak burada kanımca yanlış bir önyargı var. Yukarıda da belirttiğim gibi ileride güneş panellerinin altında da tarım yapılabileceğini herkese ispat edeceğim. Bilim ve teknolojinin tüm önyargıları kırabileceğini biliyorum, zamanı geldiğinde EkoRE olarak bununla ilgili ARGE çalışması yaparak sonuçlarını kamuoyuyla paylaşacağım.

13- Yırca’daki kırsal kalkınma projesini gerçekten siz mi yaptınız?

Elbetteki derneğimiz Tider yaptı. Bu konuda Tider ekibinin çabalarını ve bu şekilde güzel bir sosyal projeye dönüşmesine katkılarını göz ardı edenler veya bu konuyu Yırcalı kadınların dışında sahiplenmeye çalışanlar olsa da hiçbir şey bu gerçeği değiştiremez.

Daha önce Soma’nın Yırca köyünde yaptığımız projeyle ilgili bir yazı yazmıştım. Bu yazıya http://www.serhansuzer.com/2016/03/02/soma-faciasi-ve-ilk-kalkinma-projemiz/#more-1709 linkinden ulaşabilirsiniz.

Bu yazıyı okumaya zaman bulamayacaklar için konuyu şöyle özetleyebilirim: ‘Kömürün İsi Sabunun Misi’ adlı bu proje Yırcalı kadınların kendi ayakları üzerinde durabilmeleri amacıyla geliştirdiğimiz bir kırsal kalkınma projesidir ve bu projede onlarca kişinin çok ciddi bir emeği var. Tider ekibi olarak Soma’da yaptığımız çalışmaların sonuçları tüm sivil toplum kuruluşları ile paylaştık. Sonrasında İzmir’de, Soma’da çalışan bir çok STK, mesleki örgütü ve gönüllülerin katıldığı bir çalıştay düzenledik. Sabun projesi de orada ortaya atılan fikirlerden doğarak gelişti. Bir yıl kadar süren bir çalışmayla, maddi ve manevi desteklerle, eğitimlerle, iletişim, pazarlama, sosyal medya desteği ile projeyi güzel bir noktaya getirdik. Derneğimiz çalışanlarının yoğun emeklerinin yanı sıra İnci Vakfı ve birçok başka STK’nın, meslek örgütünün ve gönüllülerin yoğun katkıları oldu. Birkaç ay önce ise çalışmaları işin asıl sahibi olan Yırcalı kadınlara devrettik.

Yırcalı kadınları kalkındırmak için başlattığımız bu projeye en çok emeği geçenler de yine kadınlardı. Selen Gökdeniz, Yasemin Tutal, Yasemin Mürsaloğlu başta olmak üzere, Berkin Yarar, Çiğdem Yumbul, Nigar Uçar, Sare Feyza Alaybeyi gibi birçok kadın büyük bir özveriyle yer aldı bu projede. Yırca’da gece gündüz, hafta sonu demeden emek veren birçok erkeği de eklemeliyiz elbette.

Bu vesileyle bu kalkınma projesinde emeği geçen herkese de yürekten teşekkür ediyor, aşağıdaki videoları bir kez daha paylaşıyorum:

 

14- Çok genç gösteriyorsunuz, sebebi nedir?

Bu soruyu soran arkadaş ciddi miydi yoksa işin dalgasında mıydı bilmiyorum ama, bana çeşitli vesilelerle yaşımdan genç gösterdiğimi söyleyenler oluyor. 38 yaşındayım ve beni tanımayanlar henüz üniversitede master yaptığımı falan düşünebiliyorlar. Geçen gün liseden bir arkadaşımın 40. yaş günü kutlamasına gittim. Bir çok lise arkadaşım da bu doğum gününe gelmişti. 20 seneyi aşkın bir süre geçtiğinden haliyle kim değişmiş, kim değişmemiş kıyaslamasına girildi. Birçok kişinin tipi değişmişti doğal olarak. Hatta birini zor tanıdım. Benim ise lisedeki tipimi halen koruduğum söylendi.

Bunun için özel bir şey yapmıyorum. Düzenli bir krem bile kullanmıyorum. Genetik olarak biraz şanslıyım diyebilirim. Dedemin de yaşına göre oldukça genç gösterdiğini hatırlıyorum. Şimdilik cildimde ve saçlarımda bir değişiklik yok. Olursa da dert değil, her yaşın kendine göre bir güzelliği vardır.

15- Sizin memleket nere?

Benim baba tarafım Gaziantepli, anne tarafım ise Trabzonludur.

Ben Nişantaşı’nda doğdum, ilkokul günlerim Çiftehavuzlar, Bağdat Caddesi’nde, ortaokul ve lise dönemlerim ise Bebek’te geçti. Üniversiteyi Kanada’da okudum. Bir süre Amerika’da çalıştım. Nereden geldiğimizi, hatta hem annemin hem de babamın aile tarihçelerini iyi biliyorum ve ailemin her iki tarafıyla da gurur duyuyorum. Köklerimiz Anadolu’ya dayanıyor, özümü de hiç bir zaman kaybetmeyeceğim. İşte bu yüzden Anadolu’da herkesle rahat iletişim kurabiliyorum.
Bu ‘memleket’ sorusuyla her yerde karşılaşabiliyorum. Çok da hoşuma gitmiyor açıkçası. Bu bana bir anlamda mikro milliyetçilik gibi geliyor. Hepimiz nereden geldiğimizi bilelim, ancak önemli olan ‘iyi insan’ olabilmektir. Yalnızca memleketimizde değil, tüm dünyada, her yerde iyi insanlar da var, kötü insanlar da. Kötü olan birini sırf memleketimden olması dolayısıyla asla kayırmam. Kim neyi hak ediyorsa kişilere ona göre davranırım. Yetişme tarzımdan dolayı da yurtdışı seyahatlerde iletişimde hiçbir sıkıntı yaşamıyorum, çünkü kendimi bir Dünya Vatandaşı olarak görüyorum.

16- Petrol ve doğalgaz işine girer misin?

Ucunda milyar dolarlık kazançların olacağını bilsem dahi prensip olarak girmem. Fosil yakıtların hammadde olarak kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Petrol, petro kimya sanayinde (geri dönüştürülebilir plastik), doğalgaz da gübre yapımında kullanılabilir. Bu kaynakları yakmamızla birlikte hem doğayı kirletiyoruz hem de hammadde olarak kullanabilecek bir kaynağı yok ediyoruz aslında. Gelecek nesiller “geçmişte insanoğlu ne kadar salakmış, o kadar hammadde olacak kaynağı yakıp harcamışlar, bir de üstüne üstlük doğanın bütün dengesini bozmuşlar, şimdi bunu toparlamak yüzyıllar alacak” diyerek bize kızacaklar.

Yenilenebilir enerji bize yeter de artar bile. Ben bulunduğum sektörden mutluyum ve gurur duyuyorum. Enerji konusunda yenilenebilir enerji dışında başka bir alana asla girmeyeceğim. Güneş, rüzgar ve biyogaz enerjisi gibi yenilenebilir enerji dallarına belki ileride biyoyakıt, jeotermal, dalga, akıntı gibi başka yenilenebilir enerji alanları ekleyebilirim. Enerji konusunda düşüncelerimi yansıtan 2013 yılında Turkish Policy Quarterly’de yazmış olduğum “Türkiye neden %100 yenilenebilir enerjiyi hedeflemeli?” başlıklı makalemi de sizlerle paylaşmak isterim:
http://www.turkishpolicy.com/article/632/why-turkey-should-aim-for-100-renewable-energy-summer-2013

17- Kardeşlerinle ne sıklıkta görüşüyorsun?

Yurtdışında üniversite okuyana kadar ikiz kardeşim Baran’la hep birlikteydik. Sonra ülkeler ayrıldı. Ben Kanada’da, o ise İngiltere’de okudu. Sonra aile şirketinde tekrar buluştuk. Şu anda Baran iş dolayısıyla ve kızkardeşim Nazlı da öğrenim dolayısıyla yurtdışında yaşıyorlar. O yüzden fazla görüşemiyoruz.


Baran ile küçüklüğümüzden kalma bir resmimiz. Soldaki uzun boylu olan Baran, sağdaki bıcırık da benim.

İki sene öncesine kadar Nazlı’nın her şeyiyle bizzat ben ilgilenirdim. Ona çok emeğim geçmiştir. Şimdilerde kendi başına hayatına devam ediyor olması beni mutlu ediyor. Umarım okulunu bir an evvel bitirir ve kalbindeki mesleğe başlar.

18- Sporla aran nasıl?

Gayet iyi. İşadamı olmasaydım, profesyonel sporcu olabilirdim (özellikle tenis ve kayakta). Her iki elimi ve ayağımı kullanabilmem spor yaparken hep avantajım oldu. Kayak ve tenisin dışında futbol, basketbol, voleybol, yüzme, su kayağı (mono, wakeboard), tenis, squash, masa tenisi, su topu, koşu, bisiklet, trekking yaptığım bazı sporlara örneklerdir. Bunların hepsinde seviyem ortalamanın üzerindedir.

Spor konusunda her zaman şanslıydım. Yanımda her zaman bir ikiz kardeşimin olması, ailede profesyonel sporcu bulunması (halamın eşi; onunla ilgili de ileride bir yazı yazacağım) ve üniversitemin spora çok önem veren ve etkinliklerle dolu bir yer olması (McGill Üniversitesi, Kanada) beni her zaman motive etti ve spordan kopmamamı sağladı. Şimdi de bu geleneği sürdürmeye çalışıyorum.

 

19- Kosta Rika’ya vize var mı?

Türk vatandaşları için Kosta Rika’ya vize yok. Girişte vize yerine geçen bir damga vuruluyor. Bu 1 aylık turist vizesi yerine geçiyor ve böylece ülkeye girebiliyorsunuz. Bu nedenle fahri konsolosluk olarak çoğunlukla diğer ülke vatandaşlarına hizmet veriyoruz. Fahri konsolosluğumuzda şu ana dek 30’dan fazla ülkenin vatandaşlarının işlemlerini gerçekleştirdik. Vizeyle ilgili detaylar fahri konsolosluğumuzun web sitesinde mevcut:http://www.costaricaconsulistanbul.com/VisaEntryRequirements.aspx

20- Kosta Rika’da nereler gezilir?

Kosta Rika için Orta Amerika’da cennetten bir köşe diyebiliriz. Kuzeyinde Nikaragua, güneyinde Panama’ya komşuluk eden bu ülkenin doğusunda Pasifik Okyanusu, batısındaysa Atlantik okyanusu var. Yaklaşık 52.000 km2’lik yüzölçümüne sahip bu küçük ülkenin her yeri ayrı güzel. Pasifik kıyısının iklimi farklı, denizi ve plajları ayrı güzel, Atlantik sahili de kartpostallarda göreceğiniz gibi beyaz kumu, turkuaz deniziyle çok keyifli. Ülkenin çoğunluğu tropikal ormanlarla kaplı. Ülke dünyamızın %0.3’ünü kaplamasına rağmen biyoçeşitliliğin %6’sını barındırıyor. Tropikal ormanlarında, volkanlarında, plajlarında, denizlerinde, büyük şehirlerinde gezebilir, etkinliklere katılabilir ve spor yapabilirsiniz. İşte size Kosta Rika’dan bazı resimler:

 

Daha ayrıntılı bilgi için aşağıdaki linklere bakmanızda yarar var:

www.visitcostarica.com
http://mytanfeet.com/activities/50-activities-things-to-do-in-costa-rica/
http://costaricaexperts.com/things-to-do-in-costa-rica/
https://www.tripadvisor.com.tr/Attractions-g291982-Activities-Costa_Rica.html
http://travel.usnews.com/Costa_Rica/Things_To_Do/

21- Tider’e (Temel İhtiyaç Derneği) nasıl katkıda bulunabilirim?

İmkânınız neyi elveriyorsa o şekilde Tider’e destek olabilirsiniz. Bunları aşağıda özetlemeye çalışacağım:

1. Nakit Bağış

 

Yaşamlarını sürdürmek için ihtiyaç duydukları temel ürünlere dahi ulaşamayan ailelere en somut desteği vermek, anne babası işsiz çocukların geleceğine umut olmak için imkânlarınız oranında bağış yaparak yoksullukla mücadelemize çok anlamlı bir katkı sağlayabilirsiniz. Bununla birlikte düzenli bağışçı olabilir her ay belirlediğiniz miktarda bağış yapabilirsiniz. Bağışlarınız Destek Market raflarında temel gıda, temizlik ve giysi ürünlerine dönüşecek, Destek İK aracılığıyla da dezavantajlı ailelere iş olanağı olarak geri dönecek.

 

Nakdi bağış için Tider ile iletişime geçebilir, aşağıdaki hesap numarasını kullanılabilir ya da  www.tider.org adresinden bağış yapabilir ve düzenli bağışçı olmayı seçebilirsiniz.

 

GARANTİ BANKASI/TL Hesabı
Şube: Maltepe (205)
Hesap No: 6293567
TR74 0006 2000 2050 0006 2935 67

 

2. Ayni Bağış

 

Ayni bağış yöntemi ile üretim fazlası ya da mevsimsel üretim olan, son kullanma tarihi yaklaştığı veya ambalajı zarar gördüğü için imha edeceğiniz ürünlerin birçok aileye ulaştırılmasını sağlayarak çok etkin ve yaygın bir sosyal fayda yaratabilirsiniz. Ürünleri imha etmek üretim maliyetinin yanında ekstra maliyet ve iş gücü gerektirir. Oysa ürünleri bağışlayarak imha maliyetinden kurtulduğunuz gibi üretim maliyetinin %100’ünü vergiden düşebilirsiniz. Ürünlerinizin imha süreci sera gazı salınımı nedeniyle ekolojik sisteme zarar verebilir. Bağış yaparak karbon ayak izinizi düşürebilirsiniz. Hem israfı önleyip hem de yoksulluk ile mücadeleye destek vererek etkisi binlerce kişiye yayılan fayda yaratır ve kurumsal sosyal sorumluluğunuzu yerine getirmiş olursunuz.

 

Ayni Bağış Süreci Nasıl İşler?

 

  • Bağış yapacağınız ürünleri siz gönderebilirsiniz ya da biz teslim alabiliriz.
  • Ürünler için maliyet bedeli üzerinden fatura ve sevk irsaliyesi düzenlemeniz gerekir.
  • Ürünler Destek Market’e geldikten sonra marka değerinizin korunması bizim sorumluluğumuzdadır.
  • Size düzenleyeceğimiz makbuz ile fatura tutarını vergiden düşebilirsiniz.
  • Bağışınızın doğru yere gittiğinden emin olursunuz. Bunun için düzenli raporlamalar yaparak sizinle paylaşırız. Böylece hangi ürünün kime gittiğini görebilirsiniz.
  • Birlikte yarattığımız etkiyi artırmak için işbirliğimizi duyurabiliriz.

 

3. Gönüllülük

 

Yoksulluk ve işsizlikle mücadelemizde bize destek olmak istiyorsanız, bunun en anlamlı yollarından biri de Tider’in gönüllüsü olup yüreğiniz ve emeğinizle katkı vermeniz elbette. Bunu dilerseniz bireysel olarak, dilerseniz kurumunuz aracılığıyla gerçekleştirebilirsiniz.

Tider’in bireysel gönüllüsü olarak neler yapabilirsiniz?

  • Destek Market’in barkodlama, raf düzenleme, depo kontrolü gibi çalışmalarına destek verebilirsiniz.
  • Destek Market’i ve TİDER’i çevrenize anlatabilir, broşürlerimizi dağıtabilir, sosyal medyada bizi yakından takip ederek paylaşımlarımızı yaygınlaştırabilirsiniz.
  • Destek Market’ten faydalanan bireyle ayrı ayrı görüşmeler yapıyoruz, onları tanıyor ve onlar için uygun iş fırsatları araştırıyoruz, sizler de dilediğiniz günleri Destek Market’te bizimle geçirebilir, aile görüşmelerine destek olabilirsiniz.
  • Destek İK çalışmaları için hem kişilerle hem de firmalarla istihdam görüşmelerine destek verebilirsiniz, bağlantılarınıza bizi anlatabilir bizlere de istihdam süreçlerini geliştirme çalışmalarında katkı sağlayabilirsiniz.
  • Deneyiminiz varsa meslek edindirme, güçlendirme ve diğer eğitimlere destek verebilirsiniz.
  • Çalıştığınız kurumda gönüllü günü düzenleyebilir, ekibinizi oluşturarak desteğe gelebilirsiniz.

 

Tider’in kurumsal gönüllüsü olarak neler yapabilirsiniz?
 

  • Kurumunuza gıda ve giysi kumbaraları koyarak toplanan ürünleri Destek Market’e bağışlayabilirsiniz.
  • Destek Market gönüllü günü düzenleyerek Destek Market’te ekibiniz ile birlikte çalışabilirsiniz.
  • Kurumunuzun bilgi ve deneyimlerini Tider ile paylaşıp, mentorluk yapabilirsiniz.

 

 

4. Şirketlerin Sponsorluğu

 

Şirketler Tider’in tüm operasyonel faaliyetleri için sponsorluk yapabilirler. Kendi istekleri doğrultusunda karşılamak istedikleri faaliyet için ister nakdi bağış ile isterlerse bizzat masrafları kendileri üstlenerek sponsorluk faaliyetinde bulunulabilirler.

 

Sponsor olunabilecek faaliyetlere örnekler;

 

  • Personel giderlerine destek olabilir
  • Reklam ve iletişim çalışmalarına katkı sağlayabilir,
  • Tider Çocuk Akademisi etkinlik giderlerini karşılayabilir,
  • Yeni açılacak Destek Marketlerin inşaat ve dekorasyon sürecinden, demirbaş malzemelerin tedarikine kadar diledikleri alanlar için sponsor olabilirler

22- Yüz kişilik bir sitenin enerji ihtiyacını gidermek için nasıl bir Güneş Enerjisi sistemi kurabiliriz?

Türkiye’de bir hanenin yaklaşık elektrik tüketiminin 3MWh/yıl olduğunu ve bir hanede minimum 4 kişi yaşadığını varsayarsak, 25 hanede yaklaşık 75MWh/yıl’lık bir tüketim olur. Bu da 40-50kWp bir GES’in kurulması ve bunun için de 900-1.200 m² arasında bir büyüklükte araziye (veya çatı üstüne) ihtiyaç olur.

23- İstanbul’da şehirde bir apartman dairesinde oturuyorum. Bizim binanın çatı veya bahçesine sistem kurup güneş enerjisinden faydalanabilir miyiz?

Apartmanlar yapı olarak karmaşık olmasından dolayı biraz komplike. Ancak bütün komşularınızı ikna ederseniz tabii faydalanabilirsiniz. Biz farkında değiliz ama ihtiyacımız olan enerjinin çok daha fazlası zaten Allah’ın Güneşinden her gün bize geliyor. Bunu değerlendirmemiz gerekiyor.

Enerjide yeni trend, yerinde üretim yerinde tüketim olduğu düşünülürse (devasa şebekelerin yerini akıllı mikro şebekeler alacak), ihtiyacımız olan enerjiyi de tükettiğimiz yerlerin yakınlarında üretmemiz en mantıklı çözüm. Bunun için de evlerin çatıları veya bahçeler çok uygun.

Maliyeti karşılanabilir, bunun için lokasyon bazlı özel çalışma yapmak gerekiyor. Tabii bir de bankaların devrede olup bu işler için avantajlı bireysel kredilendirme imkanını sunuyor olmaları gerekiyor. Bu da ileride olacak. Yani elektrik faturası öder gibi güneş enerji sisteminin kredisini ödeyecekseniz belli bir sene sonra (bu İstanbul’da yaklaşık 9 sene, Mersin’de 6 senedir), elektriği bedavaya getirebileceksiniz.

24- Türkiye yenilenebilir enerjinin merkezlerinden biri olabilir mi?

Bu mümkün. Treni hala kaçırmadık. Yenilenebilir enerji sektörü nispeten yeni başladı diyebiliriz. Ancak 5 sene sonra çok geç olabilir.
 

Coğrafyamıza ve tarihe baktığımızda esasında merkez olmak için başka ülkelerde olmayan bir potansiyelimiz var. Tabii burada coğrafya ve tarih yeterli değil. İş teknolojide ve insan kaynağında bitiyor.
 

Esasında memleketimizde insan kaynağı anlamında bir sıkıntımız yok. Çok iyi mühendislerimiz ve uzmanlarımız var. Ortaya dünya çapında bir vizyon koyup doğru sistemle bu kişilerin işlerine odaklanmalarını ve teknolojik olarak kendilerini sürekli geliştirebilmelerini sağlamamız gerekiyor.
 

Benim de şahsen en önemli iki misyonum, yenilenebilir enerjinin ve sürdürülebilirlik konseptlerinin tüm dünyada daha hızlı yayılmasını sağlamak ve Türkiye’den, yani coğrafyamızdan dünya çapında bir marka çıkarmak. Bunu başarırsak coğrafyamızda potansiyeli olan başka kişilerin ve şirketlerin önünü açmış olacağız.
 

Türkiye’nin potansiyeliyle ilgili ben tüm enerji ihtiyacımızı yenilenebilir enerjiden karşılayabileceğimizi düşünüyorum. Hatta sadece Güneş Enerjisi bile bize yeter. Yeter ki doğru vizyonu ortaya koyup herkesin bu uğurda çalışmasını sağlayabilelim. Bunu yaparsak zaten merkez olmanın ötesinde, dünyada enerji trendlerini sürükleyen ülke konumuna geliriz.

25- Size sıradan biri olarak bir soru soracağım. Bu kadar varlığın içinde size göre yokluğun tanımı nedir? (Sadece dünyevi olarak değil uhrevi olarak da cevaplayabilirsiniz.). Beni de kesinlikle yanlış anlamayın.

Varlık ve yokluk göreceli tanımlar. Kime göre neye göre varlık ve yokluk? Varlık dediğiniz şey maddiyat mı yoksa manevi tatmin mi? Bu soruların cevabı kişiden kişiye değişir.

 

Esasında dünyevi ve uhrevi görüşüm birbiriyle örtüşüyor. Şöyle anlatayım:

 

Herkes bir şekilde dünyaya geliyor. Kimse dünyaya gelirken ailesini, memleketini, konuşacağı dili ve hatta ismini seçmiyor. Zengin veya fakir bir ailede doğabiliyorsunuz, iyi anlaşan veya boşanmış bir çiftin çocuğu olarak dünyaya gelebiliyorsunuz veya sürekli seyahat eden global görüşü olan veya yerel kalmış bir ailede büyüyebiliyorsunuz. Bunların hiçbiri bizlerin seçimi değil. Burada önemli olan doğduğunuzda başladığınız yer ile hayata gözlerinizi yumduğumuz yer arasındaki fark. Eğer siz hayatta hep üzerine koyarak gitmişseniz, kendinizi geliştirmişseniz, insanlığa, ailenize ve çevrenize katkılarda bulunmuşsanız pozitif bir insansınız demektir. Bunu da sadece maddiyat olarak algılamamak gerekir. Kimi başarılı işadamı, kimi başarılı bir STK yöneticisi, kimi başarılı bir yazar, kimi harika bir anne olup hayırlı evlatlar yetiştirerek hayata katkı verir. Önemli olan da budur. Eğer siz pozitif ve iyi bir insan olmuşsanız, insanlığa katkıda bulunmuşsanız ve başladığınız yerin üzerine hep koyarak gitmişseniz o zaman hangi dünyada olursanız olun iyi bir konumdasınız demektir.

26- Yanında sürekli kızlar görüyorum. Keyif çakır, Allah para da vermiş, kim tutar seni?

Merak etme Türkiye’de tutacak, engelleyecek çok adam var. Bizim memleketin işleyişi böyle maalesef. İyi bir şey yapan ya da yapmaya çalışanı hemen ya taklit ederek ya da elindeki imkânları kullanarak önüne geçmeye veya alaşağı etmeye çalışırlar.

 

Biz de tüm engellere rağmen hedeflerimize ulaşmak için elimizden geleni yapıyoruz. Her şeye rağmen yolumuza devam ediyoruz.

 

Tabii burada iki mantık hatası var. Birincisi sosyal medyadan veya blog’umdan yanımda gördüğün kızlar ya benim iş arkadaşlarım, ya dernekte gönüllülerimiz ya da akrabalarım. Türkiye’de her nedense yanınızda gördükleri her karşı cinsle bir ilişkiniz olduğu varsayımında bulunuyorlar. Bu esasında çok sakat bir varsayım. Bu düşüncede olan insanlar genelde küçüklüklerinden itibaren sevgi gibi duygulardan yoksun büyüyorlar. Sonra da karşı cinslerin bir araya gelmesini yanlış yorumluyorlar.

 

İkincisi de ben son 5,5 senedir kendi işimi yapıyorum. Başta babamdan borç aldım ama şu anda bağımsız ilerliyorum. Yani kendi finansmanımı kendim yaratıyorum. Babama da borcumu ödüyorum. O yüzden Allah para vermiş yorumu benim yaptığım işlere ve gösterdiğim çabaya ciddi haksızlık oluyor.

 

Burada bilmeni istediğim başka şeyler de var.

 

1. Kadın ve erkek cinsleri birbirini her ortamda tamamlarlar. Bunun için başlattığım girişimlerde kadın-erkek dengesini gözetmeye çalışıyorum. Örneğin kadınların daha az ilgi gösterdikleri mühendislik gibi işlerde kadınların sayısını artırmaya çalışıyoruz. Staj programımızı buna göre oluşturduk. İş yerinde kadın erkek eşitliğini sağlamaya çalıştığımız programlarımızla gurur duyuyorum.

 

2. Bozcaada’yla ilgili yazmış olduğum yazıda da (http://www.serhansuzer.com/tr/kosu-bahane-bozcaada-sahane) belirttim. Dernekteki kadın gönüllü sayımızın erkeklere göre ezici bir çoğunluğu var. Bunun sebeplerini aramızda tartıştık. Çıkan sonuç şu oldu: Derneğimiz Tider, insanların karnının doyması, temizlenmesi ve üzerine kıyafet giyebilmesi gibi temel ihtiyaçlarını karşılıyor. Bu da anaç duyguları ön plana çıkarıyor. O yüzden kadınların daha hassas olması ve daha yürekten bize destek olmaları gibi bir durum ortaya çıkarıyor. Hatta gönüllülerimizden biri bunu bir başka dernek üzerinden örnek vererek tanımladı: Örneğin Akut’ta erkek gönüllü sayısı daha fazla. Her ne kadar Genel Sekreteri kadın da olsa (kendisini çok severiz) Akut’un misyonu gereği erkekler orada gönüllü olmaya daha fazla rağbet gösteriyor.

 

3. Prensip gereği özel hayatımı sosyal medyada ya da blog’da paylaşmıyorum. İleride yanımda bu anlamda göreceğiniz tek kadın hayat arkadaşım olacak.
 

27- Ekte CV’mi bulabilirsiniz. İş arıyorum. Bana yardımcı olabilir misiniz?

İş başvurularını bana yapmayın. CV’lerin yönetim kurulu başkanına gönderilmemesi gerektiğini bilmeyecek kadar profesyonelliğin dışına çıkan kişilerin e-mail adreslerini artık direkt siliyorum. Başvuru yapmak isteyenler doğrudan İK departmanlarına başvursunlar. Aşağıda ilgili e-mail adreslerini bulabilirsiniz:

 

info@tider.org

 

ik@eko.group

 

hr@eko.re

 

info@ekocc.com

 

cv@vodasoft.com.tr

 

info@moka.com

28- Tider olarak geçtiğimiz Mart ayında kazandığınız Global FoodBanking Network’ün İnovasyon Ödülü’nü hangi noktada fark yaratarak aldınız?

Bu ödül için İngiltere, Singapur, Kolombiya, Arjantin gibi ülkelerden sekiz proje finale kaldı, biz 70’in üzerinde Gıda Bankası profesyonelinin oy kullandığı seçimde en fazla oyu aldık ve bu ödüle insan kaynakları modülümüz olan Destek İK ile layık görüldük. Bu çok önemli bir gelişme ve sosyal yardımlaşma sisteminin değişeceğinin habercisi. Bütün gıda bankaları artık “sadece vermek” yaklaşımının değişmesi gerektiğinin farkında. Bu değişimi de sürdürülebilir kılmak gerekiyor. O yüzden insan kaynakları projesini onayladılar. Yurtdışındaki gıda bankaları bilgi almak üzere bizimle iletişime geçiyor. STK anlamında gerçekten gurur duyulacak bir konu. Kendi yarattığımız bir konsepti dışarıya taşıyabileceğiz.

29- Yenilenebilir enerji sektöründeki hedefleriniz nedir?

Biz hedeflerimizi her zaman uluslararası alanda başarıya ulaşmak ve bir marka haline gelmek çerçevesinde yapılandırıyoruz. Güneş enerjisi sektöründe kendimizi yalnızca enerji değil, aynı zamanda teknoloji üreten bir firma olarak görüyoruz. Gelecek hedeflerimiz arasında bu konudaki yetkinliklerimizi ve Ar-Ge çalışmalarımızı en üst düzeye çıkarmak bulunuyor. Vizyonumuz, yatırımlarımız ve çalışmalarımız hep bu doğrultuda şekilleniyor. Yenilenebilir enerji alanında EkoRE tüm dünyada ses getirecek projelere imza atmayı hedefliyor. Bunu sadece teknolojide gelişim sağlayarak değil aynı zamanda farklı iş modelleri ortaya çıkararak gerçekleştiriyor olacağız. Türkiye’den gerçek anlamda bir dünya markası çıkarmak istiyoruz.

30- Güneş Enerjisi sektörünün şu anda en önemli gündem maddesi nedir? Temel sorunlarınız hakkında değerlendirme yapar mısınız? Bu sorunlar nasıl çözülürler?

Sektörün en önemli sorunu proje yapamamaktır. Lisanslama ve proje geliştirme süreçlerinde yaşanan zorlukların ötesinde, güneş enerjisi sektörü ihtiyaç duyduğu desteği alamamıştır. Bunun ötesinde oluşturulan mekanizmalar tam olarak çalıştırılamamıştır. Örneğin, 2013 senesinde başlatılan 600 MW’lık ilk lisanslama süreci başarıya ulaşamamış, kazanılan lisanslar finansal kapamalar gerçekleştirilemediği için hayata geçirilememiştir. Kendi kendine bir ivme kazanmış ve 1 GW’ı (1.000 MW) geçmiş lisanssız projeler de geçen sene çıkarılmış yönetmeliklerden olumsuz etkilenmiştir. Türkiye’ye özgü olarak YEKA diye adlandırılan bir başka kategori ortaya çıkarılmıştır. Geçen sene aralık ayında yapılması planlanan GES YEKA ise iki kez ertelenmişti. En son yapılan ihalede kazanan Kalyon-Hanwha konsorsiyumunun bu işin altından hakkıyla kalkıp kalkamayacağını hep beraber göreceğiz.

 

Sonuç olarak elimizde bir tek lisanssız projelerden geriye kalanlar bulunmaktadır ve sektör durma noktasına gelmiştir. Çin’de geçen sene 23 GW (23.000 MW) proje yapıldığı, ışıma oranları bizim en güneşsiz bölgemiz Karadeniz’den daha düşük olan Almanya’nın kurulu kapasitesinin 40 GW’a ulaştığı düşünülürse, Türkiye’nin önünde alınması gereken çok yol olduğunu söyleyebiliriz. Güneş enerjisi sektörünün ilgili makamlarının sektörün yine önünü açacaklarını umuyoruz.

31- Türkiye’de hangi takımı tutuyorsun? Yurtdışında desteklediğin takım var mı? (Not: Bu soru dahil bundan sonraki 10 soruya 09 Haziran 2017 tarihinde cevap verilmiştir)

Türkiye’de tuttuğum takım Galatasaray. Ayrıca Galatasaray Kulübü’nün üyesiyim. Doğal olarak sporun bütün dallarında her zaman Galatasaray’ı desteklerim. Beşiktaş’ı da kardeş takım olarak gördüğüm için Galatasaray maçları hariç tüm spor branşlarında desteklerim. Ayrıca annem Trabzonlu olduğu için, Trabzonspor’u, baba tarafım da Gaziantepli olduğu için Gaziantep’i ve askerliğimi yaptığım yer olan Denizli’den dolayı da Denizlispor’u yine Galatasaray maçları dışında desteklerim. Bu takımlar birbirleri arasında maç yaptıklarında da tarafsız kalırım.

 

Bunların dışında basketbolda Anadolu Efes’e ve voleybolda Eczacıbaşı’na sempatim vardır. Türk takımlarını da uluslararası maçlarda kulüp ayırt etmeksizin (Fenerbahçe dahil) desteklerim (‘Eee, bu gayet normal’ demeyin, Türkiye’de bunun tam tersini yapacak çok takım fanatiği var).

 

Yurtdışında ise desteklediğim futbol takımlarını şu şekilde sıralayabilirim:

İngiltere’de Liverpool, İtalya’da Roma, İspanya’da Real Madrid (normalde müsabaka ruhundan dolayı en büyük rakibe karşı olumlu hisler beslenmez ama Barcelona’ya da büyük sempatim var), Portekiz’de Sporting Lisbon, Almanya’da Bayern Münih ve Redbull Leipzig, Fransa’da Marsilya, Kosta Rika’da Saprissa, Arjantin’de Boca Juniors takımlarını tutarım.

 

Basketbolda ise NBA liginde Chicago Bulls’u tutarım. Ayrıca üniversiteyi Montreal’de okuduğum için buz hokeyinde Montreal Canadiens takımını ve Kuzey Amerika Futbol Ligi’nde de (MLS) Montreal Impact’i tutarım. ‘Ne kadar çok takımın var’ demeyin. Spor düşkünü ve Dünya Vatandaşı olunca böyle oluyor J

32- Bankacılıkla başlayan kariyeriniz nasıl yenilenebilir enerji alanına yöneldi?

Küçüklüğümden beri bankacı olmak gibi bir hedefim vardı. Burada aile işlerinin de etkisi var diyebilirim. O dönem Kentbank aile şirketimizin bankasıydı. Bu nedenle Kanada’daki Üniversitemde okumak için kendime finans ve muhasebe alanlarını seçtim.

Üniversiteden mezun oldum, bir süre İtalyan Sigorta Şirketi Generali’nin Amerika’daki merkezinde çalıştım. Sonra memlekete döndüm, direkt askere gittim. Askerliğimi bitirdiğim gün bankamıza el kondu. Sonrasında hukuki süreç başladı. Tabii kendim için yaptığım kariyer planları tamamen değişti. O dönemde kendi kendime bir söz vermiştim. Eğer her şey yolunda giderse ve 10 sene sonra problemler çözülmüş, aile şirketimiz tekrar büyümeye geçmiş olursa, ayrılıp kalbimde olan işlere imza atmaya başlayacaktım.

Aile şirketinde ilk olarak Ritz-Carlton Oteli’ni açmakla başladım. Sonrasında 10 sene boyunca, otelin yatırımcı direktörlüğü, Coca Cola Irak projesinin proje direktörlüğü, Süzer Holding’in Genel Müdürlüğü, KFC ve Pizza Hut Türkiye firmalarının CEO’luğu gibi farklı görevlerde bulundum.

10 sene sonra kendime söz verdiğim gibi babamın kapısını çaldım ve aile şirketinden ayrılmak istediğimi ve kalbimde olan bir işi yapmak istediğimi söyledim. 3-4 aylık ikna sürecinden sonra babamla anlaştım ve ondan aldığım borçla ilk olarak güneş enerjisi teknolojisine yatırım yaptım.

33- Geleceğin enerji kaynağı deniyor. Gelecek geldi mi? Günümüzde güneş enerjisinin petrol ve benzeri kaynakların yerine geçmesi mümkün mü?

Güneş enerjisi geleceğin kaynağı değil artık. Şimdinin kaynağı. Yani Güneş enerjisi gelecek yerine artık, geldi dememiz gerekiyor. Bundan sonra insanoğlu olarak bu imkânlardan nasıl daha fazla faydalanabiliriz diye algılamamızı değiştirmemiz gerekiyor.

Petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtların normalde de yakılmaması gerekiyor. Bunlar önemli kaynaklardır bizler için. Fosil yakıtları yakıp enerji üreterek hem bu kaynağımızı bitiriyoruz hem de doğayı kirletiyoruz, iklim değişikliğine sebebiyet veriyoruz. Bunun yerine bu doğal kaynakları üretimde kullanmamız gerekiyor. Yani petrolü petrokimya için (geri dönüştürülebilir plastik vb.), doğalgazı da gübre üretimi için kullanmamız gerekiyor.

Gelecek nesiller bizim için ‘geçmişte bizim atalarımız ne kadar yanlış hareket etmişler’ diyecekler. ‘Hem içinde yaşadığımız dünyayı daha yaşanmaz (iklim değişikliği yüzünden) hale getirdiler, hem de doğal kaynaklarımızı tükettiler’ diye düşünecekler.

34- Son dönemde Markafoni ve Bukoli gibi önemli girişimler kapılarına kilit vurdular. Bu durum neden gerçekleşiyor?

Girişimcilerin ne gibi zorluklar çektiğini en iyi bilenlerdenim. Bu firmaların ne şartlar altında çalıştıklarını ve ne gibi zorluklar çektiklerini tahmin edebiliyorum. Bu konuda ileride detaylı bir analiz yazısı yazacağım. Şimdilik bu kapıya kilit vurmaların devam edeceğini belirtip ana sebeplerini de aşağıda sıralayayım (bu liste tabii ki çoğaltılabilir):

  1. Türk ekonomisinin zor günlerden geçmesi,
  2. İki yakanın bir araya gelmesinde sürekli sıkıntı yaşamaları, bir başka deyişle nakit yakma oranlarının (burn rate) bir türlü azaltılamaması,
  3. Ana yatırımcının geleceği olan bir işte tolerans eşiğinin düşük olması ve olması gereken zamandan önce desteğini çekmesi,
  4. Finans sektörünün reel sektöre yeterince destek verememesi, süreçlerinin çok gecikmesi veya ciddi zorluklar çıkarması,
  5. Yanlış iş modellerinde ısrar edilmesi ve değişime kapalı olunması,
  6. Bu girişimlerin yeterince esnek ve dinamik olmamaları, hızlı karar verememeleri
  7. Bir işin temel üç bacağı finans, satış & pazarlama ve operasyondur. Bu 3 bacaktan biri aksadığı zaman kurulan iş belli bir vade sonra ciddi sıkıntı yaşamaya başlar. Bu ana bacakları en iyi şekilde yönetebilmek gerekir.

35- Süzer Holding’in veliahdı olarak neden bu kadar kendini kasıyorsun? Eğlen keyfine bak.

Ben eğleniyorum zaten. Çalışırken eğleniyorum. Belli bir yaşa geldiğimde geçmişe bakıp iyi ki bu işleri yapmışım ve bu girişim ve sosyal girişimleri başlatmışım diyebilmek istiyorum. O yüzden de iş hayatında elimden geleni yapıyorum. İş seyahatlerimde de genelde hafta sonuna denk getirebilirsem en az bir günü bulunduğum bölgeyi gezmeye ayırmaya çalışıyorum.

Diğer taraftan bu veliaht kelimesine çok fena gıcık oluyorum. Daha evvel bu konuda “Macera dolu bir yardım konseri” başlıklı blog yazımda (http://www.serhansuzer.com/tr/macera-dolu-bir-yardim-konseri) yazmış olduğum paragrafı burada tekrar hatırlatmak isterim:

Geçen hafta bir röportaj sırasında “sizin içinde bulunduğunuz dernek çalışmalarında sosyetiklerin yaptığı gibi balolar, konserler falan düzenliyor musunuz?” sorusu soruldu.

Tabii bu sorudaki ‘sosyetik’ kelimesi çok manidar. Dağarcığımızdan bir türlü atamadığımız ‘zenginlere gıcık olma’ halinin bir anlamda dışa vurumu. ‘Sosyetik’, yaşam biçimlerine kıl olduğumuz kişiler hakkında “bu kapasitesiz insanlar neden zenginler ve bu paraları böyle çarçur ediyorlar, ne kadar gereksiz işlerle uğraşıyorlar” düşüncesini pekiştiren bir kelimedir. Sosyetikte olduğu gibi olumsuz anlam yüklenen başka kelimeler de var. Örneğin, esasen kabiliyetsiz ve babasının sayesinde bir yerlere gelebilen, çoğu zaman parayı kötü kullanan şımarık çocuklara atfen de ‘veliaht’ kelimesi kullanılır. Ben de ne yaparsam yapayım bu veliaht kelimesinin röportajlarda kullanılmasına engel olamıyorum. Yazılı basında, televizyondaki röportajlarda hatta geçen hafta katıldığım bir konferansta yine benden veliaht diye söz edildi. Bu kelimeler kullanılınca elbette dikkat çekiliyor ve rating artıyor. Ancak benim 5,5 senedir aile şirketinden bağımsız olarak kendi girişimlerimi yürüttüğüm ve ekip arkadaşlarımla birlikte ciddi değerler ürettiğimiz düşünüldüğünde, bana ‘veliaht’ denmesi hem bilgi olarak yanlış hem de ayıp oluyor. Benim düşünce sistematiğimle taban tabana zıt olan ‘veliaht’ ve ‘sosyetik’ gibi önyargılı ve gerçek dışı sıfatları duyduğumda tüylerim diken diken oluyor.

Bir de hayat felsefemi sizinle paylaşmak isterim. Hiç kimse doğduğu yeri, ebeveynlerini, ailesini, konuşacağı dili vb. doğduğunda seçmiyor. Hepimizin hayatta bir başlama noktamız var. Kimi zengin, kimi fakir, kimi sevgi dolu, kimi dağılmış bir ailede doğuyor. Önemli olan nasıl doğduğun değil. Önemli olan doğduktan sonra üzerine ne kadar koyduğun. Yani doğduğun yerle hayata gözlerini yumduğun yer arasındaki fark. Bu fark illa para kazanmak olarak ölçülmemeli. Kimi harika bir anne olur vatana ve insanlığı hayırlı 3 evlat yetiştirir. Bu kişi oldukça pozitif bir hayat yaşamıştır. Kimi bir STK’da yöneticilik yapmış ve insanlığa ciddi katkılarda bulunmuştur. Bu kişi de çok pozitiftir. Kimi kazandığı parayı kendi zevkleri için harcar ve bunu kötü kullanır. Bu kişi kesinlikle negatif bir hayat yaşamıştır. Bazıları da bunun tam tersi. Sahip olduğu gücü ve parayı hep insanlığın gelişimi ve ailesi için kullanmıştır. Bu kişi de artıdadır.

 

Bu felsefeden yola çıkarak pozitif bir yaşam için elimden geleni yaptığımı belirtmek isterim. Bunu bazıları hala anlayamayabilir ama benimle aynı kafada olanlar ne demek istediğimi çok iyi bilirler.

36- Trump’ın son dönemde “Paris Anlaşması’ndan çekiliyoruz” açıklaması ile ilgili düşüncelerin neler?

Bana Trump ile ilgili ilk seçildiğinde çok negatif yorum yapan arkadaşım oldu. Ben de onlara temkinli olarak şunu söyledim: Durun bir bekleyelim. Hemen baştan yargılamayalım. Belki de herkesi olumlu yönde şaşırtacak. Bugün geldiğimiz noktada temennilerimin gerçek olmadığını görüyorum. Şahsım adına Trump’a verdiğim kredi “Paris Anlaşması’ndan çekiliyoruz” açıklamasıyla bitmiştir.

Trump iklim değişikliğini reddederek ve Amerika’nın fosil yakıt eğilimli politikasını güçlendirerek Dünyamıza büyük zarar vermiştir ve vermeye devam edecektir. Unutmayalım ki Amerika karbon salınımı açısından Çin ile birlikte Dünyayı en fazla kirleten iki ülkeden biridir. Bunun değişmesini umuyorduk çünkü onların kirlettiği atmosfer hepimizin, tüm insanlığın ve doğanın atmosferidir. Bu yönde zarara yol açanlar tarihin karanlık sayfalarında yer alacaklardır.

37- Bunun aksine Kanada Başbakanı Trudeau ile ilgili bir fikrin var mı?

Justin Trudeau, Trump’ın aksine umut vadeden bir politikacıdır. Okuduğum üniversiteden (McGill University) mezun olması benim için ayrı bir gurur kaynağıdır.

Ancak Justin ile bugün konuşuyor olsaydım ona da şu tavsiyeyi verirdim:

Sevgili Justin, tanıdığım tüm McGill’lilerin gurur kaynağısın. Senin gibi bir lider, geleceğe umutla bakmamızı sağlıyor. Ancak lütfen buna zarar verecek eylemlerde bulunma. Alışık olduğumuz ikiyüzlü klasik politikacılardan olma. Bir taraftan iklim değişikliğinin en ateşli konuşmalarını yaparken diğer taraftan Kanada’nın meşhur petrollü kumundan büyük bir sektör oluşturmuş fosil yakıt endüstrisini doğru yönlendir (Kanada, Dünya’nın en büyük 6. petrol üreticisidir). Fosil yakıt, fosil yakıttır. Yakıp atmosferimizin kirlenmesine sebebiyet verme. Fosil yakıt esasında önemli bir kaynaktır. Bu hammaddeyi teknolojiyle katma değerli bir şekilde ürüne (petrokimya gibi) çevirip satma yoluna git (bu ürünlerin hepsinin geri dönüştürülebilir ürünler olması gerekir). Böylece hem iklim değişikliğine karşı en önemli adımları atmış ol hem de ülkenin ekonomik girdilerini akıllı bir şekilde artır.

38- Sorumlu olduğun bu kurum ve kuruluşlarda neden bu kadar ön plandasın? Neden kendi PR’ını yapıp duruyorsun?

Ben tam tersine başlattığım bütün girişimlerin ve sosyal girişimlerin kendi ayaklarının üzerinde durabilmelerini ve kendi kimliklerini devam ettirmelerini isterim. Bunu başarabilen girişimlerimde, önce icradan yönetim kurulu görevlerime dönerim sonra da uzun vadede tam olarak kurumsallaşmayı sağladığımızı gördüğüm bir dönemde de komple çekilebilirim.

İçinde bulunduğumuz dönemde Allah’a şükür fena gitmiyoruz, hedeflerimizi tek tek gerçekleştiriyoruz ancak gerek kurumsallığın oturması gerekse finansalların istediğimiz noktaya gelmesi için biraz daha zamana ihtiyaç var. Hayallerimiz büyük.

Şirketlerin ve sorumlu olduğum derneğin bana ihtiyacı var. Ben de ne gerekiyorsa yapmaya, gereken her türlü fedakârlığı göstermeye hazırım. Çok hoşlanmasam da bunun içinde basın aracılığıyla ön planda olmak da var. Çünkü Türkiye’de eninde sonunda ‘bu işin arkasında kim var’ diye soruyorlar. Bir de basındaki arkadaşlar haberi okutmak için hep ismi bilenen veya rating değeri yüksek olan kişileri odağa koyabiliyorlar.

Derneğimizin ve kurmuş olduğum şirketlerin ileride kendi isimleriyle var olmaları ve herkes tarafından takdir görmeleri en büyük arzumdur.

Tabii hayallerimizin ötesine geçerken “Saygı” ve “Vefa” gibi benim için çok önemli iki değeri de bu kuruluşların çalışanlarından ve paydaşlarından görmek isterim.

39- Gıda bankacılığını STK’lar mı yapmalı, belediyeler mi?

Bütün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi gıda bankacılığını STK’ların yapması gerekir. Gıda bankacılığı yapacak kurumların da tarafsız, şeffaf, dürüst ve sürdürülebilir olması gerekir.

Bu işlerin STK’lar tarafında yapılmasıyla belediyelerin bütçeleri de rahatlar. Sonuçta kamunun parayla aldığı ürünleri STK’lar ayni bağışlarla sağlayabilirler. Ancak belediyelerin varlığı da göz ardı edilemez. Belediyelerin esas işleri olan altyapı yatırımlarına odaklanmaları gerekir. Gıda bankacılığı yapan STK’lara da fiziksel lokasyon ve ulaşım gibi katkılarda bulunabilirler.

Esasında gıda bankacılığı gibi sosyal yardımlaşma araçlarının yükü çok ağırdır. Bu konuda bütün oyuncuların; yani öncelikle başı çekmesi gereken STK’ların, ardından belediye ve diğer kamu kuruluşlarının ve özel sektörün elbirliğiyle hareket etmesi gerekir.

40- Özel sektörün gıda bankacılığına katkısı ne olabilir?

Özel sektör gıda bankacılığına bağış yaparak katkıda bulunabilir. Bu nakit bağış da olabilir, ayni bağış da (ürün bağışı) olabilir. Ayrıca farklı ve yaratıcı modellerle de katkıda bulunabilirler. Mesela orijinal bir fikir olarak STK’da çalışacak bazı profesyonellerin bordro yükünü üstlenebilirler. Bence özel sektörün bütün oyuncuları, dünyamızı daha yaşanır bir hale getirmek için uğraşan STK’ların üstlendikleri zor misyonlara destek verecek klasik ayni ve nakit bağışlarının dışında yaratıcı mekanizmaları da kendilerince geliştirebilirler. Yeter ki istesinler.

41- TİDER’in yönetim kurulu başkanlığından sene sonunda neden ayrıldın? (Not: Bu soru dahil bundan sonraki 10 soruya 11 Mart 2018 tarihinde cevap verilmiştir)

Öyle gerekti. Bir süredir yönetim kurulu başkanlığını devretmeyi düşünüyordum. Bunun birkaç sebebi var. Birincisi her zaman söylediğim gibi, TİDER kamuya mal edilmesi gereken bir kurum ve ben de kamu görevimi yerine getirmekteydim. Bu bir bayrak yarışı ve bayrak değişiminin zamanının geldiğini düşündüm.

7 yılın üzerinde sürdürdüğüm TİDER Yönetim Kurulu Başkanlığını, 3 yıldır derneğimizin yönetim kurulunda yer alan sevgili dostum Hande Tibuk’a devretmeye karar verdim. Hande’yle ve bir diğer dostumuz Burak Küntay’la birlikte en son geçtiğimiz Ekim ve Kasım aylarında Adım Adım platformuyla iştirak ettiğimiz İstanbul Maratonu’nda takım kardeşliği üzerine bir kampanya yapmıştık. İlgili resmimizi aşağıda bulabilirsiniz.

 
Sağdan Sola; Burak Küntay, Hande Tibuk ve ben

Bir diğer sebep de TİDER’in Süzer’in derneği olarak anılması. Burada artık mütevazı olmayacağım. Evet, derneğin kurucu başkanı benim. Derneğe açık ara en büyük finansmanı ben sağlıyorum. Derneğin ödül alan modelini, vizyonunu, misyonunu, yapı taşlarını hep ben oluşturdum. Tabii yaptığım ve oluşturduğum her şey etrafımdaki akıllı insanların ve TİDER için çalışan profesyonellerin ve gönüllülerin süzgecinden geçerek bu hale geldi. Yapı oturmaya başladı.

Ancak yine de TİDER’in Süzer’in derneği olarak anılmasından rahatsızım. Çünkü her zaman söylediğim gibi TİDER’in nesiller boyunca gelişip insanlığa her geçen gün daha fazla hizmet etmesi en büyük hayallerimden biri. Bu hayal Süzer isminden veya herhangi bir şahıstan çok daha büyük. Üstelik ‘Süzer’in bir derneği’ demek bana ciddi haksızlık oluyor. Dernek faaliyetlerim konusunda ailemin bir bilgisi yok. Sadece ara sıra muhabbet açılınca özet geçiyorum. Ailede destekleyenler de oluyor, ne gerek var bu işlere diyenler de. Benim kendi hür iradem var ve hayatta yapmak istediklerimi gerçekleştiriyorum. Aldığım aksiyonlar ve dernekte yaptığım her şey bana ait. Süzer’in değil de Serhan’ın yaptığı işler denilmesini yeğlerim. Aksi takdirde beni ve yaptığım işleri değersizleştirmek için bilinçli veya bilinçsiz konuşmalar olarak algılıyorum bu tür ifadeleri. Arkamda Süzer yok. Sadece Serhan’ın aklı, kalbi, iradesi, inatçılığı ve inancı var. Bunun net bir şekilde altını çizmek isterim.

 

42- Bundan sonra TİDER’e destek vermeye devam edecek misin?

Sizce bu kadar emek verdiğim ve kendi bebeğim gibi gördüğüm bir kurumu benim karakterimde biri bırakır mı? Elbette elimden gelen her türlü desteği vermeye devam edeceğim. Benim bunun için bir unvana ihtiyacım yok. İlla bir sıfat kullanmak isteniyorsa, bana TİDER’in “kurucusu” veya ilk yönetim kurulu başkanı olduğum için “kurucu başkanı” diyebilirler. Ama dediğim gibi benim hizmet etmek için bir unvana ihtiyacım yok. TİDER’i hak ettiği yerde görmek için maddi manevi yönetim kurulunun, profesyonellerin ve gönüllülerin her zaman yanlarında olacağım.

TİDER’in hak ettiği yeri de şöyle tanımlayabilirim: Memlekette sosyal yardımlaşma sistemini kamu, özel sektör ve STK’ların işbirliği ve koordinasyonuyla sağlıklı ve kurumsal bir zemine oturtmak. İdeal modelimizin ülke çapına yayıldıktan sonra tüm dünyada yaygınlaşmasını ve UNICEF veya WWF gibi uluslararası bir kuruluşa dönüşmesini hedefliyoruz. Bunun da kendi memleketimizden çıkacak olması bir gurur kaynağı olacak. Unutmayalım, ileride STK’lar (özellikle tüm insanlığa gerçekten tarafsız, şeffaf, samimi, dürüst ve sürdürülebilir bir şekilde hizmet edenleri) dünyada çok önemli roller üstlenecekler. Bizler de bunun bugünden temellerini atıyoruz.

 

43- Blog’taki yazılarına neden bu kadar ara verdin?

Geçen senenin ikinci yarısı benim için çok yoğun ve zorlu geçti. Kanada üniversiteleriyle ilgili yazdığım son yazıdan sonra gerçekten kafamı verip yazmaya başlamam uzun zaman aldı. Son birkaç haftadır eskisinden daha heyecanlı bir şekilde geri dönüş yaptım. Her hafta dolu dolu içerikleri olan yazılarımı sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyorum.

44- TİDER’e neden bir CEO atadınız? Bir dernekte CEO olur mu?

Bu konuda yorumlar aldık. Bunu soranlara ben de “CEO neden bir dernekte olmasın?” diye soruyorum? Bir dernekte CEO olmaz diye bir kural mı var? Alın size bir örnek; Avustralya Gıda Bankası Kuruluşu (Food Bank) CEO’su sevgili dostum Brianna Casey. Harika bir iş çıkarıyor ve unvanı CEO. Gelişmiş ülkelerde bir STK’da CEO olmaz diye bir kural yok. Aksine STK’ların başında CEO’lar var. Tam Türkçesi de ‘icra kurulu başkanı.’

https://www.foodbank.org.au/2016/06/15/fba-appoints-new-ceo/

Bir de şunu belirtmek isterim; STK dünyasına özel sektör dinamizmini kazandırmaya çalışıyoruz. Yani hayır işlerine yalnızca sözde değil özde de sıcak kalple bakan, akıllı ve becerikli özel sektör profesyonellerini STK dünyasına kazandırmak istiyoruz. Bu yüzden özel sektörde alışılmış bazı yöntemleri 3. sektörde yani STK dünyasında kullanmamız normal.

Son olarak bu konuda bizi eleştirenlere dernekte zaten Genel Müdür unvanlı bir yöneticimizin olduğunu ve onun üzerine gelecek atamanın da ancak CEO olarak yapılabileceğini belirtmek isterim. Ancak ileride dernekte çalışanların sıfatlarıyla ilgili bir revizyon da yapabiliriz.

Tüm bunları söyledikten sonra şunun tekrar altını çizmek isterim: İster profesyonel olun ister gönüllü, unvan önemli değildir. Önemli olanlar yapılan hizmettir.

 

45- Yenilenebilir enerji sektöründe EkoRE eskisi gibi aktif değil mi?

EkoRE elindeki sermaye gücüyle birçok yenilenebilir enerji santrali devreye aldı. Şimdi bu santrallerini kendi modeline uygun bir şekilde satıp nakit pozisyonunu güçlendiriyor.

Bizim sektöre ilk girdiğimizde en başından beri oluşturduğumuz modelimiz; projeleri sıfırdan (greenfield) veya bir kısmı tamamlanmış (brownfield) şekilde geliştirmek, inşaata hazır hale getirmek, ardından finansmanı çıkarmak, inşaatı tamamlamak ve devreye almak şeklindeydi. “Devreye aldıktan sonra da sat” modelini birçok proje için uyguladık. Portföy oluşturmuyoruz çünkü yenilenebilir enerji sektörü benim kendi girişimim. Çok fazla sermaye isteyen bir sektörde ayakta durabilmeniz için nakit pozisyonunuzu iyi durumda tutmanız gerekiyor. Bu da değer kazanan bir santralin satılması anlamına geliyor.

Türkiye’de son çıkarılan yönetmeliklerle birlikte GES ve RES projeleri durma noktasına geldi. Elimizdeki projelerin tamamını elden çıkardıktan sonra ne yapacağımızı size ileride açıklayacağım.
 

46- Nişantaşı’ndan sonra Çekmeköy’de canın sıkılmıyor mu?

Hayır sıkılmıyor. Çünkü ben Nişantaşı’nda yaşarken de sürekli dışarıda takılan biri değildim. Tabii ki arkadaşlarım Nişantaşı’na geldiklerinde beni arıyorlardı ve evdeysem, işim yoksa ve enerjim yerindeyse çıkıyordum. Bunu Çekmeköy’de de yapabiliyorum. Çünkü köprüye yakın bir konumdayım.

Çekmeköy’den memnunum çünkü doğayı özlediğimi fark ettim. Çekmeköy’de toprağa basıyorum, temiz havasını bol bol içime çekiyorum ve çok daha sessiz bir ortamda daha rahat uyuyabiliyorum. Zaten yoğun bir tempoda çalışan biri olarak bunları yapmam enerji depolamamı sağlıyor.


 

47- Moka nasıl gidiyor?

Moka (Mobil Kart veya Mobil Kasa’nın kısaltılmışı) şirketimiz iyi gidiyor. Genel Müdürümüz Selim Bey önderliğinde Moka iyi bir büyüme ivmesi yakaladı. Ortaklar olarak Moka’dan memnunuz. Memlekette ‘fintech’in (finansal teknoloji) ilk öncüleri olarak bundan sonra yol haritamız nasıl olur, onu da ileride açıklayacağım. www.moka.com

48- Sana ihanet eden oluyor mu? Bu davranışları nasıl karşılıyorsun?

Türkiye gibi yapılan iyi işlerin sürekli cezalandırıldığı bir ülkede sizce ihanet eden olmuyor mudur? Şöyle söyleyeyim, ihanet edenlerin sayısı etmeyenlerin sayısından daha fazla. Bunu üzülerek söylüyorum.

Hele ki biraz güçsüz duruma düşün veya kontrolü elden bırakın dışarıdan ve içeriden başlıyorlar sizi yemeye. Bazıları da akbaba kesiliyor. Saldırmaya başlıyorlar. Bu hareketleri bazen yakınınızdaki kişilerden bile görebiliyorsunuz.

Böyle bir durumla karşılaştığımda ne mi yapıyorum? Onlara yumuşak kalpli birinin aynı zamanda nasıl güçlü olabileceğini gösteriyorum. Eğer o an yapabileceğim bir şey yoksa yaptıklarını yazıyorum bir kenara, ileride elbette onlara bir ders vermek için fırsat çıkıyor. Kin tutmamaya çalışıyorum, ilahi adalete de inanıyorum ama adaletin tecelli etmesi için de elimden bir şey geliyorsa yapıyorum. Bir de tabii bu kişilerin en büyük kaybı onlara her zaman sahip çıkacak ve destekleyecek birini yani beni kaybetmeleri oluyor. Çünkü huyum gereği birini sildim mi, silerim. Küsmem, ama bir daha yanıma yaklaşamazlar.

Bu durumları geçmişte ve yakın geçmişte defalarca yaşadım. Zaten benim şahsen kafamda tasarladığım işlerin istediğim gibi gitmemesinin en önemli sebebi insan kaynakları. Bu sorun defalarca karşıma çıkıyor.

Türkiye’de genelde akıllı ve işi bilen profesyoneller dürüst olmuyorlar, arkanızdan iş çeviriyorlar, ya da dürüstse fazla iş çıkaramayabiliyorlar. Hem akıllı, işi bilen hem de dürüst biriyle yolum kesişirse o kişiyi bırakmamak için elimden geleni yaparım.

Bir de beni taklit eden ve paylaştığım fikirleri uygulamaya çalışan insanlar var. Taklitler gerçeklerini yaşatır mantığıyla bunları da çok önemsemiyorum. Hatta iyi şeylere vesile olacaksa taklit etmelerini isterim. Ancak benim yaptıklarımı çarpıtıp iyiliği kötülük veya kendi menfaatleri adına kullananlarla ve insanları aldatanlarla sorun yaşıyorum. Benzer şekilde hakkımda sürekli spekülasyon yapanlar var. Bunların hakkımda yalan yanlış söylediklerini de umursamıyorum. Uzun vadede ak ile kara çok net ortaya çıkar.

Son gülen iyi güler diyor ve tüm bu saydığım negatif tipler karşısında beni her zaman destekleyen dostlarıma, aile bireylerine ve yakınlarıma aşağıdaki resmimi armağan ediyorum.

Tabii karşılaştığım insanların çoğunluğunun kötüye meyilli olması ve bana direk veya dolaylı zarar vermeleri beni yaptığım işlerden alıkoymuyor, aksine daha çok motive ediyor ve çalışma tempomu arttırmamı sağlıyor. İnönü’nün en sevdiğim sözü hep kulağımda: Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur.

Bilmem anlatabildim mi?

49- İsraf ve yoksullukla mücadele çalışmalarınızda bilişim sektöründe faaliyet gösteren teknoloji firmaları ile ortaklaşa hayata geçirmeyi planladığınız projeniz hakkında da bilgi verebilir misiniz?

Teknoloji olarak bizler Eko Group’un temin ettiği yazılımcılardan faydalanıyoruz. İhtiyacımız olan Destek Bulutu ve Destek İK yazılımlarını çok başarılı bir şekilde icra ettiler. Diğer tarafta eğer teknoloji şirketleri gıda bankacılığına hizmet etmek istiyorlarsa bunu ‘pro bono’ yani bedelsiz yapmaları gerekir. Son dönemlerde pazar yeri ortamı yaratıp komisyon geliri elde etmeye çalışan sosyal girişim başlatmış teknoloji şirketi olduklarını söyleyen bir takım girişimlere biz de denk geldik. Bizim bu konuda çizgimiz nettir. Sosyal yardımlaşma sistemi üzerinden komisyon almak çok yanlıştır. Bu tip girişimler, komisyon geliri elde eden platformlar oluşturmak istiyorlarsa pazar yerini özel sektör firmalarından oluşturmaları gerekir. Gıda bankaları, STK’lar ve hayvan barınakları üzerinden komisyon geliri elde etmek kesinlikle etik değildir. Bu komisyonu da nereden aldığınız önemli değildir. Eğer bir gelir elde edilecekse, bunu o işi yapan gıda bankalarının, hayvan barınaklarının ve diğer ilgili STK’ların elde etmesi gerekir. Çünkü bu kuruluşların her birinin yükü çok ağır.

Ailesi üç nesildir girişimci olan biri olarak bu tip aç gözlülüğe ve etik olmayan çalışmalara kesinlikle karşı olduğumu belirtmek isterim. Böyle bir durum gördüğümde 3. sektörü (STK’ları) korumak için elimden geleni yapacağımı belirtmek isterim.

50- Destek Bulutu platformunun Türkiye’nin israf ve yoksullukla mücadelesinde ne gibi katkılarının olmasını hedefliyorsunuz?

İsrafın önüne geçmek ve yoksullara yardım elini uzatmak için Türkiye’nin farklı bölgelerinde faaliyet gösteren birçok gıda bankası bulunuyor. Fakat bunların en büyük problemi ürün bağışına ulaşabilmek. İlk kuruldukları zamanlarda ürün bağışı bulabilseler de ilerleyen zamanlarda bu konuda zorluk çekiyorlar ve kaynakları varsa satın alma yapmaya başlıyorlar. Gıda bankacılığı iki ayak üzerine oturuyor; biri israfı önlemek diğeri yoksullukla mücadele. Bir gıda bankası satın alma yapmaya başladığı zaman bu iki ayaktan biri ortadan kalkmış oluyor ki bu sağlıksız bir durum. Öte yandan üretici ve perakendeciler de aslında ürün bağışı yapmak istiyorlar. Fakat kapıları farklı farklı kurumlar tarafından ürün bağışı için çalındığında tek bir yerden sistemli bir şekilde bağış yapmaları mümkün olmuyor. Destek Bulutu iki tarafta yaşanan bu problemlere çözüm oluyor. Üretici ve perakendecilere ürün bağışları için tek bir platform sunuyor. Üretici ve perakendeciler yalnızca TİDER’le sistemli bir şekilde çalışmış oluyorlar; gıda bankaları da yine tek bir platform üzerinden kendisine en yakın market veya üreticiden ürün bağışına ulaşmış oluyor. Bu sayede, yoksulluk sınırı altında yaşayan insanlar da bu gıda bankalarından ürünlere ulaşabiliyorlar.

Bir de işin ekonomik tarafı var. Biz bu ürünleri bedelsiz temin ediyor ve bağışlıyoruz. Hâlbuki gıda bankası kurmuş olan birçok belediye ve ilgili kamu kuruluşları bunları kendi bütçelerinden temin ediyor. Dolayısıyla Destek Bulutu platformu kamu bütçesine ciddi katkıda bulunan ve artı değer yaratan bir sistem. Aşağıda bu sistemin ekran görüntüsünü ve özet tanıtımını bulabilirsiniz.

51. Blog sayfan Altın Örümcek’te "Bireysel Blog" kategorisinde finale kalmış diye duydum. Altın Örümcek nedir ve senin için ne anlama geliyor? (Not: Bu soru dahil bundan sonraki 10 soruya 18 Eylül 2018 tarihinde cevap verilmiştir)

Evet. Haberler doğru. Çok yoğun gündemimin içinde elimden geldiğince bilgi ve deneyimlerimi aktardığım ve “Pura Vida” felsefesini paylaştığım blogumun Altın Örümcek’te finale kalması beni çok mutlu etti. Emeklerimin karşılık görmesi ve farkındalık yaratması benim için gerçekten değerli.

Altın Örümcek’in web sitesinde organizasyonla ilgili verilen bilgileri aktarayım: Türkiye’nin ilk ve tek bağımsız web ödülleri organizasyonu olan Altın Örümcek Web Ödüllerinde jüri üyelerinin yaptığı değerlendirmeler sonucunda 29 farklı kategoride en yüksek puanı alarak finale kalanlar belli oldu. Jüri değerlendirmelerinden farklı olarak internet kullanıcılarının favorilerini belirlemek için yapılan Halk Oylaması 28 Eylül tarihine kadar devam edecektir. Her kategori özelinde en çok beğeni toplayan web projeleri Halkın favorisi olarak seçilecektir.

Eğer blogumu beğeniyorsanız nasıl oy vereceğinizi de anlatayım. Oy kullanmak için https://www.altinorumcek.com/Halk-Oylamasi/ linkine giriş yapın. Halkın favorilerini seçmek için Facebook, Twitter, Google+ hesaplarınız ile giriş yaparak oylamaya başlayabilirsiniz. “Bireysel Blog” kategorisinde kime oy vereceğinizi biliyorsunuz.

52. Yenilenebilir enerjiyle ilgili bir teşvik aldığınızı duyduk. Bu nedir?

Güneş enerjisi sektörüne ilk 2011 senesinde ısı ve buhar üreten CSP (concentrating solar power) teknolojisiyle giriş yaptım. 2013 senesinde CSP’den çıkıp elektrik üreten PV (photovoltaic) sektörüne girdim. Sektöre girdiğim ilk aylarda önemli bir açığı fark ettim. Sistemin beynini oluşturan PV panellerin Türkiye’de üretilmesi gerekiyordu. Ancak bu herkesin yaptığı gibi sadece modül süreciyle (halk dilinde montaj) değil, tüm proseslerin Türkiye’de üretilmesi gerekiyordu. 2013 senesinde bu konuyla ilgili çalışmalara başladım. Hatta projenin adını “Enerji bağımsızlığı için %100 yerli güneş paneli” koydum. Bundan 2 sene öncede bizim çalışmalarımızı duyan Ekonomi Bakanlığı (Enerji Bakanlığı YEGM’le birçok kere istişarelerimiz oldu) proje bazlı teşvik sisteminin başlayacağını ve bunun gibi stratejik önemde olan bir konuyla başvuru yapmamız gerektiğini iletince halihazırda yaptığımız çalışmaları toparladık ve başvurduk. Bu sene de Nisan ayında töreni yapıldı ve Haziran ayında da resmi gazetede çıkarak teşviğimiz resmileşti. Bu konuda iki makale yazmıştım. Bu makaleleri aşağıdaki linklerde bulabilirsiniz:

http://www.serhansuzer.com/tr/enerji-bagimsizligi-icin-100-yerli-gunes-paneli

http://www.serhansuzer.com/tr/turkiye-enerji-bagimsizligi-icin-100-yerli-gunes-paneline-kavusuyor

Yazdığım son makalede belirttiğim gibi bu proje için finansal kapamayı tamamlar tamamlamaz inşaata başlayacağız. Bunun için de sene sonunu öngörüyorum. Müjdeli haberi yine buradan sizlere duyuracağım.

Son olarak bu projeyle iki büyük hedefimin olduğunu vurgulamak isterim. Birincisi Türkiye’nin enerji bağımsızlığını sağlamak. İkincisi bizim topraklardan bir dünya markası çıkarmak. Hayırlısıyla yaşam kaynağı güneşin gücüyle bu hedeflerimizi gerçekleştireceğiz.

 

53. TİDER’in GFN’e üyeliği ne anlama geliyor?

GFN (Global Foodbanking Network) tüm dünyadaki Gıda Bankalarının üye olduğu veya üyelik başvurusunda bulunduğu bir kuruluş. TİDER’e de GFN’in kurucusu Bob Forney önayak oldu. O dönemde Türkiye’ye yaptığı bir ziyarette bizlere gıda bankacılığını anlattı. Elindeki ürünleri bağışlamak isteyen gıda üretici ve perakendeci firmalar ve temsilcileri 2010 senesinin Mayıs ayında derneğimizi kurduk. Üstelik gıda bankacılığında Türkiye’nin çatı kuruluşu misyonuyla kurulduk. Sosyal dayanışmanın ülkemizde şeffaflık, tarafsızlık, dürüstlük ve sürdürülebilirlik ilkeleriyle olması gerektiği gibi yapılması için göreve başladık.

Yıllar öncesine uzanan bu yolculuğumuz geçen sene yoğun bir belgelendirme ve kurumsal analiz sürecinin ardından dünyanın gıda bankacılığı ağı Global FoodBanking Network’ün resmi üyesi olmamızla sonuçlandı. Bunun sonucunda TİDER, Türkiye’nin bu alandaki çatı kuruluşu statüsüyle ülkemizde gıda bankacılığının uluslararası standartlarda gelişmesinin ve küresel olanaklardan yararlanmasının güvencesi olacak.

 

54. Elektrikli araç kullanmaya devam ediyor musun?

Evet, inatla 2013 senesinden beri elektrikli aracımı kullanıyorum. Türkiye’de ilk elektrikli araç kullananlardanım. Bizim emektar Renault Fluence’ın bir ara bataryası arızalanıp 8 ay boyunca tamir-bakımda kalsa da ondan asla vazgeçmedim. 90 km menzili olan aracın (tabii başlangıçta daha yüksek bir menzille aracı teslim aldım, aylar boyunca bataryanın menzili düştü), bataryası değiştikten sonra menzili 130 km’ye çıktı. Çok fazla bir değişiklik yok ama İstanbul içinde hala elektrikli Renault Fluence’ımı kullanıyorum. Size bir fikir vermesi için 2014 senesinde elektrikli aracımla ilgili post ettiğim videoyu paylaşmak isterim: https://www.youtube.com/watch?v=HIWVGhdb1Zc

Tabii işimle ilgili bazı hedeflerime ulaştıktan sonra kendimi güzel bir elektrikli ve/veya hibrit araçla ödüllendireceğim. Hayat felsefesi olarak bundan sonra kesinlikle sadece fosil yakıt kullanan bir araca dönüş yapmam. Bunu herkes böyle bilmeli. Herkese de elektrikli araca veya en azından hibrit araca geçiş yapmalarını tavsiye ederim. Tabii buradaki en önemli nokta, aracınızın elektriğini nereden aldığınız. Emin olmak istiyorsanız, şebeke yerine kendi güneş enerji santralinizi (GES) kurup elektriği de bedavaya getirebilirsiniz (bu GES’in yüksek kapasiteli olmasına gerek yok. Maliyeti uygun bir GES kurabilirsiniz). Gelin yeni dünyayı inşa ederken işe ulaşımdan başlayın.

Sizleri daha ayrıntılı bilgilendirmek için bu ay içinde elektrikli araçlarla ilgili bir makale kaleme alacağım. Pek yakında…
 

55. Türkiye ekonomisinin gidişatıyla ilgili ne düşünüyorsun? Bu konuda bir önlem aldınız mı?

Türkiye’nin ekonomisi iyi gitmiyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Büyük şirketlerin ve hatta bankaların bile ciddi sorunlarla yüzleştiği bir döneme girdik. Türk Lirasının değerinin düşmesi, işsizliğin artması, endüstride üretimin durması ve iflasların (örneğin konkordato ilan edenlerin) patlama göstermesi bu yaşadığımız süreci anlatıyor.

İçinde bulunduğumuz dönemde herkes sıkıntı yaşıyor. Bu durumun kısa zamanda düzeleceğine dair bir ibare de yok. Muhtemelen yaşanan sıkıntılar derinleşecek ve Türkiye’miz çok ciddi bir ekonomik buhrandan geçecek.

Ben yine de iyimserim. Her şeye rağmen eninde sonunda bu sorunlar bitecek. İçinde bulunduğumuz dönemde yapılması gereken en önemli şey psikolojiyi olumsuza çevirmemek ve büyük resme odaklanmaktır. Bunu başarabilirsek krizi daha az hasarlı atlatırız.

Eko Group şirketlerine gelince 2011 senesinden beri 4 girişime imza attım. Yarattığımız toplam aktifin değeri yükümlülüklerin çok üzerinde. İçinde bulunduğumuz konjonktürün yarattığı dereden elbette çıkacağız ve ilerideki okyanusa doğru hızla ilerleyeceğiz. Okyanus derken uluslararası başarılardan bahsediyorum. Bunu da inşallah başaracağız.

Bu süreçte yıllar boyu büyük emeklerle oluşturduğumuz aktif büyüklüğümüze, senelerin kriz yönetimi tecrübelerime (Kentbank krizini atlattık) ve hepsinden önemlisi 3 nesildir iş hayatında faaliyet gösteren bir ailenin mensubu olarak dedemden ve babamdan kalıtsal olarak gelen iş becerisi ve bilgi aktarımına güveniyorum.

Son olarak her zaman dillendirdiğim bir söylemi tekrarlamak istiyorum: Dedem Gaziantep ve çevresinde hatırı sayılır bir işadamıydı. Babam bunu ulusal ölçeğe getirdi ve Türkiye çapında çok başarılı işlere imza attı. Şimdi sıra bizim nesilde. Benim hedefim de bunu uluslararası ölçeğe getirebilmek ve sınırlar ötesi önemli işlere imza atmak.
 

56. Türkiye’den yurtdışına birçok kişi göç ediyor. Senin de böyle bir hazırlığın var mı?

Hayır yok. Ben bu seçimi 1999 ve 2000 yıllarında yaptım. Esasında Kanada’da kalmayı düşünüyordum. O dönemde web hosting işi kuran bir arkadaşıma ortak olup girişimciliğe adım atacaktım. Ancak sonrasında aile ve memleket sevgisi ağır bastı ve bir süre Amerika’da çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüp ilk iş askere gittim. Hikâyenin tamamını http://www.serhansuzer.com/tr/15-yillik-is-hayatim-ve-gelecege-notlar linkinden okuyabilirsiniz.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığımın dışında başka bir ülke vatandaşlığım yok. Vize konusunda her seferinde ciddi eziyet çekmeme rağmen başka bir ülkenin pasaportunu almak gibi bir düşüncem olmadı, böyle bir planım da yok.

Hayat anlayışı olarak da kendimi dünya vatandaşı olarak görüyorum, dünyanın neresine gidersem gideyim insanlarla rahat iletişim kurabiliyorum. Diğer taraftan da doğduğum ve büyüdüğüm bu topraklara bağlıyım. Ülkemize laf atanın da hep karşısında durdum, gereken cevabı verdim. Bir de en büyük hayat amaçlarımdan biri bu ülkenin insanını onurlandırmaktır. Örneğin Türkiye’den gerçek anlamda ilk dünya markasını çıkarmak istiyorum.

Sonuç olarak bu ülke bizim, bir yere gitmeyi düşünmüyorum. Birçok karamsar tanıdıklarımın aksine uzun vadede her şeyin yoluna gireceğini düşünüyorum.

 

57. Türkiye’deki gıda israfına teknolojiyi kullanarak çözüm geliştirmek amacıyla yola çıktığınız TİDER’in Destek Bulutu çözümünde bundan sonraki süreçler ve hedefleriniz neler?

Projenin nihai hedefi Türkiye’de ulaşmadığımız ilçenin kalmaması. Bölge bölge Türkiye’nin her yerinden üretici ve perakendecileri platforma dahil ederken bir yandan da yine her ilçedeki gıda bankalarına ulaşıp onlara danışmanlık programımızla destek olacağız ve onları da platforma üye yapacağız. Aynı şekilde gıda bankası açmak isteyen STK’lar ve belediyelerle de görüşerek gıda bankası açma süreçlerinde onların yanında olacağız.

Türkiye’nin bütün ilçelerinde yüksek standartlarda gıda bankalarının açılmasını, bütün illerinde hayvan bakım evleri (çiftlik gibi hayvanların rahat edebilecekleri bir yerden bahsediyorum) ve biyogaz tesisleri kurulmasını teşvik ediyor olacağız.

 

58. Google’da “Serhan Süzer ile ilgili aramalar” hiç dikkatini çekti mi?

Bu soruyu geçenlerde bir arkadaşım sordu. Merak ettim ve girdim. Karşıma ilginç bir tablo çıktı. Hemen sonuçları paylaşayım:

serhan süzer evlendi

serhan süzer eşi

serhan süzer sevgilisi

serhan süzer kaç yaşında

serhan süzer ekore

serhan süzer röportaj

serhan süzer instagram

"serhan süzer" 2018

Ben sürekli yenilenebilir enerji, sürdürülebilirlik, döngüsel ekonomi, sivil toplum, eğitim, bilim ve teknoloji, spor, fintech, farklı girişimler, Pura Vida felsefesi, uzay ve astronomi, gıda, tarım, hayvancılık, sağlık ve iklim değişikliğine kafayı yorarken benimle ilgili en çok arananların yukarıdaki konulardan ibaret olması ilginç değil mi?

Özel hayatımı hala merak edenler “Sıkça Sorulan Sorular” bölümünde 9 no’lu soruya verdiğim cevaba bakabilirler.
 

59. Türkiye’de taklitçilik ne durumda? Seni taklit eden var mı?

Olmaz mı, hem de nasıl! Türkiye’de yaratıcılık ve araştırmacılık yok denecek kadar az. İnsanlarımız eğitim sisteminden midir bilinmez, bir şekilde kafada canlandıramıyor, geleceği göremiyor ve yapılması gerekeni değil, etrafında ne varsa onu taklit ederek iş yapmaya çalışıyor. Uyanık olanlar da bir işin başarıya ulaştığını gördükten sonra onu hemen taklit etmek istiyor. Doğru düzgün planlama yapmadan agresif bir şekilde o işe giriyor.

Benim durumumda ise yaptığım her iş bir şekilde taklit ediliyor. Bu beni rahatsız etmiyor. Çünkü rahatsız etse, her şeyi bu kadar açık bir şekilde blogumda paylaşmazdım.

Ben tam tersine yaptıklarımın taklit edilmesini istiyorum. İnsanlar yaptıklarımdan ilham alsınlar ve benzer modeller kursunlar. Bunu istiyorum, çünkü iyiliğin ve pozitif yaşamın çarpan etkisiyle yayılmasını istiyorum.

Beni rahatsız eden tek bir şey var. Yaptığım işleri, anlattığım modelleri taklit edip bunu kötü bir amaç için ya da etik olmayan temeller üzerine kuranlar. “Hadi canım, böyleleri gerçekten var mı?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Maalesef var. Bu anlamda ciddi kazıklar yediğim oldu.

Hatta size bir sivil toplum kuruluşu olan TİDER’in modelini birebir taklit edip (benden bizzat bilgileri alıp) şirket kurarak sosyal yardımlaşma ve dayanışma üzerinden para kazananlar bile var.

 

60. TİDER Destek Bulutu Projesi ile Uluslararası Gıda Bankacılığı Ağı’ndan ve benzeri platformlardan ödül almayı bekliyor musunuz? İsrafı önleyecek olan bu platformun dünyaya duyurulabilmesi için sizce neler yapılabilir?

Global Foodbanking Network (GFN) geçen yıl ilk kez inovasyon ödül programını başlattı. Tüm dünyada gıda bankacılığı profesyonellerinin oy kullandığı bu önemli seçimde 8 güçlü finalist arasından sıyrılarak bu ödülü almaya hak kazandık. Bu Türk STK’cılığı açısından çok önemli bir başarıdır. Tüm dünyada bu ödülle birlikte gıda bankacılığı alanında fikir liderlerinden biri haline geldik. Farklı ülkelerin gıda bankaları bizi arayıp yapımız hakkında bilgi ediniyorlar ve fikir soruyorlar. Tabii ki bu inovatif modelin ve geliştirdiğimiz teknolojilerin bu ve benzeri platformlarda ödül almasını bekliyoruz. Çalışmalarımızı ödül almak amacı ile yapmıyoruz şüphesiz, ancak bu tür küresel organizasyonlarda diğer ülkelere ilham kaynağı olacak modeller arasında yer almak, hem bize doğru çözümleri geliştirmekte olduğumuzu göstermesi bakımından motivasyon kaynağı oluyor, hem diğer ülkelere modelimizi tanıtarak yoksulluğun önlenmesinde küresel çözümlerin geliştirilmesine öncülük etmemizi sağlıyor, hem de bize destek olan tüm paydaşlarımızın motivasyonunu artırarak, onların daha büyük bir şevkle katkıda bulunmalarını sağlıyor. Bu açıdan projelerimizin ödüle layık görülmesini, çalışmalarımıza katacağı değer ve kazandıracağı ivme açısından önemli buluyoruz.

Türkiye’deki hedeflerimizi gerçekleştirdikten sonra modelimizi Dünya çapına yaymak gibi uzun vadeli bir hedefimiz var. Türkiye’den neden bir UNICEF, WWF veya Greenpeace gibi Dünya çapında önemli işlere imza atan bir kuruluş çıkmasın? Vizyonumuz ve dinamizmimizle bunu gerçekleştirebileceğimize inanıyoruz.

 

 

61. Hayata nasıl bakarsın? (Not: Bu soru dahil bundan sonraki 10 soruya 23 Kasım 2018 tarihinde cevap verilmiştir)

Bu hayatta herkesin bir başlama noktası var. Kimi hali vakti yerinde, kimi yoksulluk içinde doğuyor. Kimse anne babasını seçemiyor. Hepimiz bir yerlerden başlıyoruz. Önemli olan nereden başladığınız değil, başladığınız yerle bitirdiğiniz yer arasındaki fark. Eğer hayatta hep üzerine koyarak ilerlemişseniz pozitif bir yaşam sürmüş olursunuz. Bunu ille de ekonomik açıdan algılamamak lazım. Yani çok iyi bir anne veya baba olup, ülke ve dünya için hayırlı evlatlar yetiştirmişsinizdir, o zaman da insanlığa katkıda bulunduğunuz güzel bir yaşamınız olmuş demektir. Bir STK’da uzun süre insanlara hizmet etmişsinizdir, o zaman da pozitif bir yaşamınız olmuş demektir. Tabii tüm bunlar için çok çalışmak ve ciddi bir çaba sarf etmek gerekiyor. Bir de hayatın keyfini çıkarmak var. Sonuçta hepimiz belli bir süre için var oluyoruz. Bunun için de bir Kosta Rika’ya özgü bir felsefeyi yansıtan ‘Pura Vida’yı benimsiyorum.

Kosta Rika’ya özgü bu felsefi yaklaşım Türkçede “salt yaşam”, “güzel hayat”, “doya doya yaşamak” veya “pozitif yaşam” gibi farklı kavramlarla karşılanabilir. Ne şekilde kullanılırsa kullanılsın, her zaman olumlu bir ifadeyi yansıtır. Pura Vida’nın “pozitif yaşam” karşılığından benim anladığım ise şudur: Hayat anlamla donatıldığı ölçüde güzeldir. O yüzden sorumluluk alıp, olumlu ve anlamlı olanı üretmeye yönelmeliyiz.

62. TİDER hakkında bize bilgi verir misin? Derneğinizin kuruluş öyküsü nedir?

Günümüzde dünyanın en önemli sorunları arasında gıda israfı yer alıyor. Dünyada üretilen gıdaların üçte biri çöpe gidiyor. Türkiye’de ise her 5 aileden biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Gıda sektöründe çalıştığım dönemde bir yanda iş yaşantımızda olağan sayılan, her gün karşılaştığımız israfı fark ediyor, bir yanda da yoksulluk sınırının altında yaşayan insanları görüp üzülüyordum. Bu gözlem beni “Biz de bir şeyler yapmalıyız” düşüncesine yöneltmişti.

Dünyada gıda bankacılığını geliştirmeyi hedefleyen ve dünyanın her yerinden gıda bankalarının üye olduğu Küresel Gıda Bankacılığı Ağı’nın (Global FoodBanking Network) kurucu başkanı Bob Forney şerefine 2009 senesinde Türkiye’nin ileri gelen gıda firmalarının katıldığı bir akşam yemeği düzenlendi. Ben de kendi konumuzla ilgili sosyal sorumluluk projesi arayışında olan bir gıda firmasının yöneticisi olarak bu yemeğe katıldım.  Bu etkinlikte Amerika ve Avrupa ülkelerinde gıda israfını azaltmak amacıyla kurulan “gıda bankacılığı” sistemi ile tanıştım ve ‘böyle bir sistemi ülkemizde neden uygulamayalım’ diye düşündüm.

Aslında gıda bankacılığı tüm dünyada açlıkla mücadelede bir araç olarak kullanılıyor. Biz şanslıyız ki Türkiye, dünyanın çeşitli ülkelerinde olduğu gibi açlığın çok derin olduğu bir ülke değil. Açlık sınırı altında yaşayan az insan var. Buna karşılık, yoksulluk sınırı altında yaşayan 30 milyon civarında insan bulunuyor. Diğer yandan, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ciddi bir gıda israfı var. Bizi TİDER’in kuruluşuna götüren düşünce, sadece israfın engellenmesi halinde dahi, ihtiyaç sahiplerinin temel ihtiyaçlarını karşılayabileceğimize olan inancımız oldu. Bu amaçla da 8 gıda şirketi bir araya geldik ve 2010 yılının Mayıs ayında Türkiye’de gıda bankacılığının çatı kuruluşu misyonuyla Gıda Bankacılığı Derneği’ni kurduk. Ben de bu süreçte derneğin yönetim kurulu başkanı olarak seçildim. O dönem yeni kurulan gıda bankalarına bilgi ve tecrübemizle danışmanlık verdik, temel ihtiyaç ürünleri, yani gıda, temizlik ürünleri ve kıyafet bağışları yaptık. 2014 yılına geldiğimizde, aklımızdaki modeli hayata geçirmek için bir gıda bankası kurmaya karar verdik. Bununla birlikte, şunun da farkındaydık; gıda bankacılığı evet, çok güzel bir araç, fakat kişilere temel ihtiyaçlarını sürekli olarak vermek sürdürülebilir değil. Bu kişilere bir yandan temel ihtiyaçlarını ulaştırırken bir yandan da onları istihdama kazandırarak, söz konusu kişi ve ailelerin gıda bankalarına ihtiyacını ortadan kaldırmamız gerektiğine inanıyorduk. Böylelikle, gıda bankası ile birlikte, iş sahibi yapmayı da hedefleyen entegre bir model kurguladık.

Yoksulluk sınırının altında yaşamak, sadece az para ile geçinmeye çalışmak anlamına gelmiyor. Bu insanlar eğitime kaynak ayıramıyor. Yeterli beslenemiyor, yeterli ısınamıyor, sıklıkla sağlık sorunları ile de mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Toplumda kendilerini ayrıştırılmış olarak hissediyorlar ve bu durumda uzun süre yaşamak zorunda kalan insanlar ne yazık ki hayata dair ümitlerini kaybediyor, değer yargıları farklılaşmaya başlıyor. Sorun sadece az para kazanabiliyor olmak değil aslında. Bu insanların ümitlerini de yitiriyor olmaları. Oysaki kendilerine bir elin uzanması, onlarda yeniden yaşama sevinci ve geleceğe dair ümitlerin yeşermesini sağlıyor. Öte yandan, iş imkânı sunulması halinde kendi ayakları üzerinde durabilmeyi de çok arzu ediyorlar. Sonuçta dezavantajlı kesimlere sistemli gıda ve temel ihtiyaç yardımında bulunmanın yanı sıra iş olanağı da sunarak kalıcı çözümler üretme modelimizi geliştirdik ve bu amaçla ‘Temel İhtiyaç Derneği’ adını aldık.

 

63. Doğa için neler yapıyorsun?

Bildiğiniz gibi yenilenebilir enerji, iklim değişikliğiyle verdiğimiz mücadelede en etkin araç konumunda. Fosil yakıt kullanmayı bırakıp hızla yenilenebilir enerjiye geçmemiz gerektiğini savunanlardanım. Hatta 2013 yılında Turkish Policy Quarterly’de “Türkiye neden %100 yenilenebilir enerjiyi hedeflemeli?” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Türkiye’de güneş enerjisinin öncülerinden biriyim. Ayrıca rüzgar ve biyogaz alanlarında da çalışmalarım var.

Organik tarım, ekolojik bina ve su teknolojileri konularında çalışmalarım var. İleride bunları da sizlerle paylaşacağım. Şu aşamada güneş enerji santrali beslemeli tarımsal sulama projeleri yaptığımızı söyleyebilirim.

 

64. 2013 yılında Turkish Policy Quarterly’de “Türkiye neden %100 yenilenebilir enerjiyi hedeflemeli?” başlıklı bir makale yazmıştınız. Bu mümkün mü? Mümkünse nasıl ve ne kadar bir zaman diliminde gerçekleşebilir?

Elbette mümkün. Ben http://turkishpolicy.com/article/632/why-turkey-should-aim-for-100-renewable-energy-summer-2013 linkinde bulunan makalemi bundan 5 sene önce yazdığımda birçok kişi bana bıyık altından güldü. “Söylediğiniz çok ütopik değil mi?” diye yorumlarla karşılaştım. Ben de tüm bu yorumlara “yakın bir zamanda tüm dünya %100 yenilenebilir enerjiye dönecek” diye karşılık verdim. Hatta dalga geçenlere “İddiaya girelim mi?” diye teklifte bulundum. Hiçbiri iddiaya girmedi.

Şimdi geldiğimiz noktada her sene daha fazla %100 yenilenebilir hedefi konuşuluyor. Yavaş yavaş bütün ülkeler fosil yakıta dayalı enerji üretimini bırakıp yenilenebilir enerjiye ağırlık veriyorlar. Arkasında devletin iradesi olursa, 3-5 sene içerisinde rahatlıkla %100 yenilenebilir enerji hedefi tutturulabilinir.

Turkish Policy Quarterly’deki yazıdan yaklaşık 5 sene sonra kayıtlara geçmesi açısından şunu da yazmak istiyorum: %100 yenilenebilir enerji hedefi herkesin beklentisinden çok önce gerçekleşecek. 2040 veya 2050 gibi hedefleri fosil yakıt lobisi koyuyor. Hesaplarını “20-30 sene daha bu işin ekmeğini yeriz” diye yapıyorlar. Ben bu yorumları acı bir gülümsemeyle karşılıyorum. Onlara şu mesajı vermek istiyorum: Tüm gayretlerinize ve lobi faaliyetlerinize rağmen su yolunu bulacak ve sizin belirlediğiniz tarihlerin çok öncesinde ülkelerin %100 yenilenebilir enerji hedefine ulaşacaklarını göreceğiz. Ya siz de iş yapış şeklinizi değiştirir ve geçmişteki günahlarınızı bir nebze giderirsiniz, ya da yok olup gidersiniz!

65. İleri dönemlerde eğitime yönelik projeleriniz olacak mı?

Şu anda biz TİDER’le çok önemli konulara değiniyoruz ama aslında her şeyin başında eğitim geliyor. Burada okuldaki eğitimden bahsetmiyorum, aslında bizim dokunmamız gereken 3 tip eğitim var: Birincisi, 2 ile 10 yaş arası eğitim, bu dönemde çocuğun algıları çok açık oluyor ve kendisine verilen her şeyi alıyor. Bu konuda geçen aylarda bloğumda bir yazı yazmıştım, o yazıda; gelişmiş toplumlarda ebeveynlerin çocuklarını 2 yaşından itibaren sosyal sorumluluk aşılamak için yardım çalışmalarına götürdüklerinden bahsettim. O çocuklar yardımseverlik duygusu ile büyüdüğü zaman iyiliksever kimlikle yetişiyorlar ve hayatlarında bu sorumluluk duygusunu devam ettirebiliyorlar. Bu çok önemli.

İkinci çok önemli eğitim ise anne babaların eğitimi. Anne babaların çocuklarına hangi duyguları aşılamaları ve onlara nasıl davranmaları gerektiği konularında daha bilinçli olmaları gerekiyor. Ebeveyn eğitimi ile ilgili AÇEV adında bir kuruluş var, fakat Türkiye’nin her yerine yayılması gerekiyor. Belki uygulanması çok zor bir fikir olabilir ama bana kalırsa çiftler çocuk sahibi olmadan önce belli bir eğitim almak zorunda olmalılar.

Üçüncü önemli konu ise ‘’eğitimcilerin eğitimi’’. Eğitmenlerle görüştüğüm zaman bazen yetersiz oldukları fikrine kapılıyorum çünkü eğitim sistemimizde birçok şey ezbere dayalı. Çok basit bir örnek vereceğim; Almanya’da 3,5 milyon Türk var ve orada yaşayan Türklerden dünya çapında başarılı olan sporcularımız çıkıyor fakat Türkiye’de 80 milyon insan olmasına rağmen aynı başarıyı yakalayamıyoruz. Bunun nedenini anlamak için sporcuların yetiştirildiği kurumlar ve eğitimcilere bakmak gerektiğini düşünüyorum.

 

66. Bir dernek bu kadar işin altından kalkabilir mi? Bu işlerin özel sektör tarafından yapılması gerekmez mi?

Sosyal yardımlaşma sistemi üzerinden para kazanan şirketlerin uydurmacasıdır bu. Hep aynı hikâyeyi anlatırlar: İşin sürdürülebilir olması için dernekler finansal olarak bu işlerin altından kalkamazlar.

Onlara hemen şunu söyleyeyim. Sistem oturduğu zaman STK’lar bir firmanın toparlayabileceği finansman kaynağından daha fazlasını daha kolay temin edebilirler. TİDER olarak da bizim sistemimiz oturmak üzere. Hiç kimseden büyük yatırım almadan binlerce kişinin desteğiyle derneğimiz çok güçlü bir finansal yapıya sahip olacak. Hatta bu destek ileride milyonları bulacak. Ayrıca bir girişimci olarak şunu da belirtmek isterim: Bir şirketin yapabileceği işi bir STK rahatlıkla yapabilir. Yani yaptıklarınız atla deve değil. Örneğin bizim TİDER’deki iktisadi işletmemiz üzerinden istihdam bürosu belgemizle meslek edindirme faaliyetlerinde ücret tahsil etmemiz gibi, bir STK aynı bir özel sektör kuruluşu gibi hareket edebilir. Burada tek bir fark var; o da kazanılan paranın şirketin hissedarlarına gitmesi yerine tekrardan sivil toplum işleri için fon yaratmasıdır.

Daha önce de defalarca söyledim: Sosyal yardımlaşma sistemi üzerinden kazanılan paralar etik değildir. Bu kazançların yine sosyal yardımlaşma sistemine geri dönüyor olması gerekir. Kendini sosyal fayda sağlayıcı sosyal girişimler olarak tanıtan ve birçok kişiyi aldatan şirketler var piyasada. Onlar da aynı fosil yakıt lobisi gibi STK’ları kötüleyip bu işleri ancak kendilerinin yapabileceğini savunuyorlar. Ben de bunun aksini herkese ispat edeceğim. Yapılan yanlışlara ışık tutmamdan rahatsız olanlara da mesajım şu: Daha çok rahatsız olacaksınız. Çünkü STK’lardan elinizi çekene dek sizin gibi sahtekârlara karşı gereken hamleleri yapmaya devam edeceğim.

 

67. Türkiye’de sosyal girişim diye adlandırılan bazı kuruluşlar bir aldatmaca mı?

Sapla samanı ayırmak gerekiyor. Aralarında isminin hakkını veren, gerçekten sosyal fayda yaratan, STK’lara yük olmak yerine gerçekten destek olan düzgün kuruluşlar da var. Ancak bazıları var ki, her türlü cambazlığı yapıyorlar. İnsanların duygularıyla oynayıp manipüle ediyorlar ve kurdukları çarpık sistemi adeta dünyayı kurtaran bir sistem gibi gösteriyorlar. Bizim gibi kişiler olaylara ışık tuttuğunda ise ‘bizim gibi geleceği parlak gençlerle uğraşıyorlar’ diye mağduru oynayıp manipülasyon yapmaya devam ediyorlar. Halbuki ben hayatım boyunca iyi niyetli ve karakterli olan bütün gençlere elimden geldiğince yardımcı oldum ve olmaya devam edeceğim. Kötü niyetli ve karakterli olanlara da destek vermedim, hatta çarpık düşünce yapılarını düzeltmeleri için uyarılarda bulundum. Bugün birçok kişi, kendilerini sosyal girişim gibi tanıtan bazıları marifetiyle kullanıldığının farkında değil. İşler sarpa sarınca maalesef bu sahtekârlıkları yapanlar yüzünden pek çok kişi ve hatta güven üzerine kurulu sosyal yardımlaşma sistemi bir kez daha olumsuz etkilenecek. Benden bir kez daha uyarması.

 

68. Bloguma mı bloğuma mı?

Önceki yazılarımda blog kelimesine ek geldiğinde özel bir kelime gibi sondaki g’yi yumuşatıp ğ’ye dönüştürmüyordum. Ancak TDK ve bazı ilgili yazıları okuduğumda doğrusunun bloğuma diye yazılması olduğunu fark ettim. O yüzden bundan sonra blog kelimesine ek geldiğinde gerekli değişimi uygulayacağım. Bundan sonra “bloğuma” şeklinde yazdığımı göreceksiniz.

Yabancı okuyucularıma not: Türkçe Ural Altay dil grubundandır ve çok farklı bir dilbilgisi yapısına sahiptir. Tüm ekler kelimenin sonuna eklenir ve kelimede bağlantı yaparken bazı harfler değişir (conjugation).

69. Gıda bankacılığını tanımlar mısın?

Gıda bankası tanımına açıklık getirmek gerekirse; temel mantık, bağışlanan ürünlerin bir yerde toplanıp ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasıdır. Gıda bankacılığının 3 formatı var. Birincisi, Amerikalıların bizlere tavsiye ettikleri depo formatı. Bu formatta ürünler bir yere toplanır, paketlenip ihtiyaç sahiplerine ulaştırılır, fakat biz bu formatı şu anda uygulamıyoruz. Biz, insanların kendi seçim haklarının olduğu market formatını uyguluyoruz. Belirlenen aileler marketlerimize gelerek, ihtiyacına göre alışveriş yapar gibi kapalı devre bir sistemde, ürünleri kendilerine tanınan limit çerçevesinde seçip alabiliyorlar. Bu marketlerde gıda, temizlik ürünleri ve kıyafetler mevcut. Market formatı dışında aşevi formatı var, bu format pişmiş gıdaları içeriyor. Çok zor bir format olmasına rağmen bazı sivil toplum kuruluşları modeli başarı ile gerçekleştiriyorlar. Biz de “Hayata Sarıl Derneği” gibi bu modeli başarıyla uygulayan ve ilkeli STK’lara destek veriyoruz, vermeye devam edeceğiz. Ayrıca ‘’Destek Bulutu’’ yazılımımız var, bu yazılımda; bağışlanmak istenen ürünler paylaşılıyor, bu ürünlere ihtiyaç duyanlar yakınlarındaki ilgili gıda bankasından rezerve ediyor ve anlaşılan saat diliminde kamyonunu gönderip ürünleri çekiyor. Bu sayede hem sistemi otomatize ediyoruz hem de her şeyi kayıt altına almış oluyoruz. Destek bulutu platformumuzda hem bağış yapan firmalar yani üreticiler, toptancılar ve perakendeciler ürünleri paylaşıyor, hem de market ve aşevi formatındaki gıda bankaları buraya üye olarak paylaşılan ürünleri görüp alabiliyorlar. Üyelerimiz arasında toplamda 20 bağışçı kurumumuz, 15 gıda bankamız var.

70. Küçükken ne olmak isterdin?

Rocky filminden mi etkilendim bilinmez ilk hatırladığım boksör olmaktı. Boksörden sonra fikrimi astronot olarak değiştirdiğimi hatırlıyorum. Çünkü uzayın derinliği, sonsuzluğu ve orada nelerin olduğunu merak etme dürtüsü uzay konusunun bende bir tutku haline gelmesini sağladı. Bu konuda şu yaşıma kadar pek bir şey yaptığımı söyleyemem ancak ileride uzayla ilgili bazı çalışmalara imza atacağımı biliyorum.

Son olarak babamın telkinleriyle bankacı olmak üzere üniversitede finans ve muhasebe okudum. Yanlış bölüm okumuşum. Ben tam mühendislik okuyacak biriydim. Matematik, fizik, kimya ve biyoloji derslerim hep en iyi derslerimdi. Tarih, edebiyat gibi sosyal dersler hem çok ilgimi çekmiyordu, hem de heyecan duymadığım için notlarım diğer fen bilimlerine göre düşüktü. Bir de beden eğitimi ve resim derslerim hep en yüksekti.

Sonuçta su yolunu bulur misali, ben de alaylı da olsa güneş enerjisi ve ilgili konulardan bir mühendis kadar anlıyorum. Birçok santralin yapımında bulundum. Bir de ilgimi en çok ARGE konuları çektiği için ARGE toplantılarına dahi giriyorum. Önemli olan insanın kendi tutkusunu takip etmesidir. Ben de gecikmeli de olsa kendi yolumu buldum.

71. Birçok yerde konuşma yaptığınızı görüyorum. Nerelerde konuşma yapıyorsunuz? Konuşmalarınızda hangi temaları işliyorsunuz? (Not: Bu soru dahil bundan sonraki 10 soruya 31 Mayıs 2019 tarihinde cevap verilmiştir)

Birçok farklı yerde konuşma yapabiliyorum. İlkokul, ortaokul, lise, üniversite ve lisans üstü öğrencilerine ders verdiğim gibi iş hayatındaki çalışanların, yöneticilerin, girişimcilerin bulunduğu seminer ve konferanslarda, sosyal girişimcilere veya STK profesyonellerine, kamu yetkililerine konuşma yaptığım oldu. Hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) iki kere konuşma yaptım.

Konuşmalarım genelde kendi ülkemde oluyor. Ancak Brezilya, Avusturya, İngiltere, Almanya, ABD ve Kanada gibi birçok farklı ülkede de konuşma yaptım ve yapmaya devam ediyorum. Örneğin önümüzdeki ay Çin’de konuşmam var.

Konuşmalarımın teması çoğunlukla sürdürülebilirlik, yenilenebilir enerji, EkoRE ve TİDER konulu oluyor. Ancak bu temaların dışında talep gelirse sıfır atık, aile şirketleri, kariyerim, güneş veya biyogaz gibi spesifik enerji alanlarında veya talebe göre farklı konularda da konuşmalarım olabiliyor.

72. Serhan Süzer nasıl bir dünya görmek istiyor?

Doğamızı ve dolayısıyla gezegenimizi koruyan kollayan insanların olduğu, teknolojilerin etik değerleri koruyarak sürekli geliştiği, gezegenimizde belli bir dengenin oturduğu (nüfus vb.) ve aynı zamanda insanların başka gezegenlerde, galaksilerde yaşam kurabildiği, eğitim düzeyinin yüksek olduğu, yaşam sıkıntısının olmadığı, tüm insanların bulundukları yerde mutlu bir yaşam kurabildikleri, savaşların, tehdit edenlerin ve taciz edenlerin olmadığı, suç oranının yok denecek kadar düştüğü, kötü insanların bastırıldığı ve kötülüklerin asgariye düştüğü, sınırların kalktığı ve herkesin keyifli yaşayabildikleri bir dünya görmek istiyorum.

73. Sürdürülebilirliği TİDER (Temel İhtiyaç Derneği) ile nasıl sağlıyorsunuz?

İki şekilde sağlıyoruz. Birincisi israfı önleme vizyonumuzla dünyanın doğal sürdürülebilirliğine katkıda bulunuyoruz. Ne demek istediğimi aşağıdaki israfı önleme vizyonuma bakarak daha iyi anlayabilirsiniz:


İkincisi de, temel ihtiyaçlarını süreli olarak karşıladığımız ihtiyaç sahiplerine iş bularak veya mikro girişimcilik programlarımızla onlara gelir kazandırarak kendi ekonomik sürdürülebilirliklerini sağlayabilmelerini hedefliyoruz.

74. “Türkiye’nin İngilizce karşılığının ’Turkey’ yerine ‘Turkia’ olması gerekir” dediğimde yapılan klasik bir yorum: “Turkia yerine ‘Türkiye’ kullanılmalıdır.” Türkiye bize daha uygun değil mi?

Güzel bir temenni ancak uygulanabilir değil. Çünkü yabancılar Türkiye’yi bizim gibi telaffuz edemiyorlar. Ağızlarından “Törkay” veya “Türkay” gibi kelimeler çıkıyor. Halbuki https://www.serhansuzer.com/tr/ulkemizin-ingilizce-adi-turkia-olmali linkinde bulacağınız makalemde belirttiğim gibi “İngilizce’de -ia eki Türkçe’deki -istan ekinin muadilidir. Yani bir ulusun veya etnik kökenin sonuna -ia getirdiğiniz zaman “onun ülkesi” tanımlamasını yaparsınız. Örnek vermek gerekirse Bulgaria, Bulgar’ın ülkesi, Malaysia, Malay’ların ülkesi anlamında kullanılır. Bütün dünyada bu böyledir. Size birçok örnek daha verebilirim:

Albania, Algeria, Armenia, Australia, Austria, Bosnia, Bulgaria, Croatia, Estonia, Georgia, India, Indonesia, North Macedonia (Yunan arkadaşlarım kızmasın), Malaysia, Mongolia, Nigeria, Romania, Russia, Saudi Arabia, Serbia, Syria ve burada sayamadığım daha birçok başka ülke.

Adı “ia” ile biten ülkeler arasına eklenen en güncel örnek “Czechia” yani Çekya. Onlar uzun uzadıya “Czech Republic” yerine “Czechia”yı dünyaya kabul ettirebildilerse, biz neden yapamayalım?”

75. ‘Turkey’ yerine ‘Turkia’ denmesi önerime yapılan ikinci klasik yorum da şu olmuştu: “Bırakın bize Turkey desinler. Ne yani onlar Turkey deyince biz Hindi mi oluyoruz? Onun yerine biz ülke olarak kendimizi düzeltmeye çalışalım. İşimize bakalım, imajımı

Ben ülkeme “hindi” denmesini istemiyorum. Büyük çoğunluğun da, özellikle yurtdışında yaşayanların (bana gelen mesajlardan biliyorum) benim gibi düşündüklerini biliyorum. Çünkü yurtdışında yaşayınca iyi veya kötü niyetli bir şekilde bıyık altından ülkemizin adıyla dalga geçme durumlarına çok rastlıyorsunuz. Enteresan bir şekilde Türkiye’de yaşayanların bir kısmı bunu idrak edemiyorlar. Ülke adına onlarca yıldır yapılan bir yanlışlığı düzeltmeye çalışıyoruz, kendi ülkemizde “ne gerek var, işinize bakın” diye yapıcı olmayan eleştiriler getirilmesini anlamakta güçlük çekiyorum. Bu yanlışlığın düzeltilmesi için elimden geleni yapmaya devam edeceğimin altını da tekrar çizmek istiyorum.

Ayrıca ülke imajını düzeltme işini sadece kamuya (Turizm ve Kültür Bakanlığı vb.) yükleyemezsiniz. Bu geçmişte yapılan hataların tekrarı olur. Bu imajı düzeltme sorumluluğu hepimizin.

Ben de hayatım boyunca aksiyon alan kişi oldum. Yani birçoğu gibi yerimden oturup ahkam kesmiyorum. Ülke imajı için çok şey yaptım ve yapmaya da devam edeceğim.

Buyurun size bir örnek:

ABD’nin eski başkan yardımcısı Al Gore’un iklim değişiklini konu alan programında Türkiye adına konuşma yaptım: https://www.youtube.com/watch?v=O_25mBIoP34

Buyurun size ikinci örnek:

2017 senesinde kurucusu olduğum TİDER tüm gıda bankalarının üyesi olduğu Global Foodbanking Network’ün tarihinde ilk defa düzenlediği inovasyon ödülünü kazandı. Türk STK’cılığı açısından bu çok önemli başarıyı da GFN yaptığı bu röportajla taçlandırdı: https://www.foodbanking.org/lifting-people-out-of-poverty-tiders-support-hr-program-wins-global-food-bank-innovation-award/

Buyurun size üçüncü örnek:

Kurucusu olduğum EkoRE firması olarak Türkiye’de ilk defa 4 prosesin bir arada olduğu entegre güneş paneli üretim tesisinin temelini attık ve “Turkia” kampanyamı da Türkiye’den belki de bir dünya markası çıkaracak bu tesisinin tanıtım videosuyla başladık: https://www.youtube.com/watch?time_continue=3&v=9LX3lLEtOK8

Yani ben şahsen ülke imajı için gereken her şeyi ekiplerimle birlikte yapıyorum. İngilizce konuşan ülkelerin vatandaşları hem bize yakışan (hem kulağa hoş gelmesi hem de anlam olarak) “Turkia” ismini kullansın hem de yaptıklarımızı ve ülke potansiyelini takdir edip bizi kendi kafasında en üst yere koysun istiyorum (bu iş ‘hindi’ demekle olmaz). Bunun için de sadece konuşmuyorum, gerekeni yapıyorum.

Yurtdışında gittiğim her yerde de bize “Turkey” denmesini düzelteceğim. Yaptığım konuşmalarda ve sunumlarda hep “Turkia” kelimesini kullanacağım. Bu böyle biline.
 

76. Niğde Bor’da temel atma töreni yaptınız. Piyasada ses getirdi mi bu?

Evet oldukça ses getirdi. Hem Türkiye’de hem de yurt dışında birçok yerde haberlerimiz çıktı. Türkiye’de çıkan haberler dışında yurt dışında İtalya’dan Çin’e birçok yerde haberlerimizin çıkmış olması bizi iyi anlamda şaşırttı. Bu haberlerden bazılarını paylaşmak isterim:


https://www.pv-magazine.com/2019/03/11/ekore-breaks-ground-on-1-gw-vertically-integrated-module-factory-in-turkey/

https://www.pv-tech.org/news/ekore-building-worlds-first-ever-vertically-integrated-heterojunction-modul

https://kknews.cc/zh-cn/world/qgm5v3o.html

http://www.rinnovabili.it/energia/fotovoltaico/turchia-fabbrica-fv-integrata/

Tüm bunların karşılığını şimdi görüyoruz. Dünya’nın en büyük güneş enerjisi etkinliklerinden Almanya’da organize edilen Intersolar’da geçen mayıs ayında konuşma yaptım. Haziran ayında Çin’de organize edilen yine dünyanın bir başka en büyük güneş enerjisi etkinliklerinden SNEC’te de konuşma yapacağım.

Bunlar EkoRE olarak kuracağımız güzel geleceğin habercileri…
 

77. Dünyanın geleceği için enerji alanında “en çok” ne ya da nelere ihtiyaç olduğunu düşünüyorsunuz?

Tüm dünyada %100 yenilenebilir enerjinin kullanılması gerektiğini düşünüyorum. İster dağıtık sistem ister santral (merkezi) modeliyle olsun, her halükarda mutlaka ihtiyacımız olan enerjiyi tamamen yenilenebilir enerjiyle karşılamamız gerekiyor.

Fosil kaynakların da enerji için yakıt yerine hammadde olarak kullanılması gerekiyor. Yani petrolün petro-kimya sektöründe, doğalgazın da gübre üretiminde kullanılması gerekiyor. Ayrıca üretilen plastik gibi maddelerin mutlak geri dönüştürülebilir olması gerekiyor. Fosil hammaddeyi yakarak hem doğamızı kirletip iklim değişikliğine sebebiyet veriyoruz, hem de gelecek nesiller için çok önemli olabilecek bir kaynağı harcıyoruz.


 

78. Sizce yenilenebilir enerji, bu alana yatırım yapacak yeni şirketlere, bağımsız girişimcilere nasıl fırsatlar sunuyor? Banka finansman modelleri ve yeni yatırımcılar için tehditler neler olabilir?

Çok güzel fırsatlar söz konusu. Sektörün yeniden yapılandırılma aşamasında herkese iş düşüyor. Yenilenebilir enerji yatırımcı ve girişimcilerinin, teknoloji üreticilerinin, kendi öz tüketimi için dağıtık sistemlere ihtiyaç duyacak şirketlerin ve bankaların yapabilecekleri pek çok farklı işler var.
 

Örneğin çatı üstü veya dağıtık sistemlerin piyasası tam olarak açıldığında pasta herkes için ciddi anlamda büyüyecek.
Aynı şekilde memleketimizde ve tüm dünyada farklı bölgelerde büyük enerji santralleri ihaleleri yapılmaya devam edilecek. Bu projeleri de yatırımcıların ve bankaların takip etmeleri gerekir. Yakın coğrafyada, özellikle Afrika’da ve Orta Asya’da büyük fırsatlar var.

Biz de EkoRE olarak işini düzgün yapan ve güneş enerji sektörüne hizmet etme gayretiyle hareket eden bütün firmalarla işbirliğine açığız.
 

Bir parantez de bankacılık sektörümüz için açalım. Türkiye’de bankacılar bu açıdan çok eskide kaldılar. Birçoğu hala işin doğasını anlamıyor. Proje finansmanı dedikleri şey gerçekte proje finansmanı değil. Bankacıların bakış açılarını değiştirmeleri gerekiyor. Yoksa bu yenilikçi ve dünyamız için çok önemli olan sektörü olması gerektiği kadar destekleyemeyecekler. Yani bankacıların bu konuda kendilerini ciddi anlamda geliştirmeye ihtiyaçları var.

79. Niğde'de kurulacak entegre tesis ne zaman faaliyete geçecek? Tesisin istihdam olanakları ve üretim kapasitesi hakkında bilgi alabilir miyiz?

İlk güneş panellerini önümüzdeki senenin ilk yarısında çıkarmayı planlıyoruz. Panel ve hücre üretimi yatırımlarını aynı anda başlatacağız. Hücre üretimi panel üretiminden sonra başlayacak. Yani önümüzdeki sene hem hücre hem de panel üretimlerinin faaliyete geçmiş olmasını planlıyoruz.

Toplamda 1 GW’lık fabrikada 1.500 istihdam yaratmayı planlıyoruz. Tabii bu istihdam sayısı fabrikanın kapasitesinin büyümesiyle artacaktır.

Bu dev projenin kapsamını iyi anlamak gerekiyor. Kristal teknolojide ingot, wafer, hücre ve modül üretimi gibi 4 önemli üretim aşamasının bir arada olduğu büyük bir tesis kuruyoruz. Proje alanımız yaklaşık 620 dönüm. Bu büyüklükte bir arazi bütün süreçleri içinde toplamda 2 GW’lık bir kapasiteyi barındırabilir. Yani teşviğe konu olan 1 GW’lık kapasitenin 2 katı. Vizyonumuz da talebi sürekli artırıp kapasite artışlarını yapma üzerine kurulu. Yani iç pazarda talep oluşursa veya ihracatımızı artırdığımız takdirde kapasite artışı için gerekli ek yatırımları da yapmayı planlıyoruz.

80. Enerji piyasasının liberalleşmesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Liberal ekonomiye geçiş mi olsun, yoksa devletin geliştirdiği proje modeliyle mi devam edelim?

Devletin geliştirdiği proje modelindense öz tüketim veya PPA (elektrik satın alma sözleşmeleri) modellerini teşvik etmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben bütün piyasaların eninde sonunda liberalleşmesinden yanayım. Tüm dünyadaki enerji modelleri “yerinde üretim ve yerinde tüketim” ve “yenilenebilir enerji” üzerine kurulmaya başlandı. Dünyada dönüşen bir durum bu, bunun önünde durmak mümkün olmayacaktır. Yani her binanın veya elektrik tüketim noktasının kendi enerjisini kendi yatırımıyla ya da başka bir yatırımcı aracılığıyla üretmesi sağlanabilmelidir. Bu sağlanırsa teşvike de gerek kalmaz. Yaratılan algının tersine, yenilenebilir enerjinin, sektör liberalleştiğinde teşvike ihtiyacı yoktur.

Bizim de bu eğilimi destekleyecek adımları hızla atmamız gerekiyor. “Öz tüketim için gerekli kanunlar ve yönetmelikler var, isteyen bunu yapabilir” gibi yorumda bulunanlara da buradan şunu söylemek isterim: Kanun ve yönetmelikler önemli tabii ama esas işin özüne ve pratikte ne olduğuna bakmak gerekiyor. Öz tüketimde yeteri kadar talebin oluşmamasının iki sebebi var. Birincisi uygulamada herkes büyük zorluklarla karşılaşıyor. Belediyeler veya ilgili kurum ve kuruluşlar bu santrallerin kurulumunda her türlü zorluğu çıkarıyorlar. Bu uygulamaların tarafsız, şeffaf ve belli bir süre içinde yapılıyor olması gerekir. Örneğin başvuru tarihi itibarıyla en fazla 1 hafta içinde izinlerin çıkıyor olması gerekir. Herkese eşit ve hızlı işleyen bu uygulamalar için de kimseden ekstra bir beklenti içine girilmemesi gerekir. Bir de tabii öz tüketim modeli için finans mekanizmaları üzerinde çalışılması gerekir. Burada bankalara ve finansman kuruluşlarına iş düşüyor. Bankacılık sektörü dışında finansmanın hızlanması ve sağlıklı bir finansman yapısı için en azından PPA (enerji satın alma sözleşmeleri) modeliyle farklı yatırımcıların sermayelerinin bu işe aktarılması sağlanmalıdır. Son olarak, Türkiye’de “dağıtım şirketleri” gerçeği olduğunu söylemem gerekiyor. Onların da içinde olduğu ve sektörde bütün tarafların kazanacağı bir model çok rahat yaratılabilir.

81. İçinde bulunduğumuz pandemi döneminde toplum için sen ne yapıyorsun? (Not: Bu soru dahil bundan sonraki 10 soruya 14 Haziran 2020 tarihinde cevap verilmiştir)

Kurucusu olduğum TİDER (Temel İhtiyaç Derneği) bugüne kadar önemli işler başardı. Hatta bu süreçte yapılanlara dair bir blog yazısı kaleme aldım: https://www.serhansuzer.com/tr/salginda-tiderden-onemli-katkilar. Yakında bir yazı daha yazacağım. Kısaca özetlemek gerekirse, Haziran 2020 itibarıyla;

- Coca Cola Türkiye’nin yaptığı nakit desteği ve Kızılay işbirliği ile 7 bölge ve 29 ildeki ağımızda bulunan gıda bankaları aracılığıyla 150 bin aileye temel gıda ve hijyen desteği sağlayacağız.

- Pepsi Türkiye de yine TİDER ağındaki gıda bankalarına gıda yardımında bulunuyor.

- Cargill ile yaptığımız işbirliği sonucunda; İzmit Belediyesi’ne 400 adet gıda ve temizlik kolisi, İzmit Kaymakamlığı’na 150 adet gıda ve temizlik kolisi, Balıkesir Belediyesi’ne 600 adet gıda ve temizlik kolisi gönderdik.

- Yeryüzü Kooperatifi TİDER için özel bir kampanya başlattı. Kooperatifin “Temel İhtiyaç Kolisi” adını verdiği gıda kolilerinden satın alarak, ihtiyaç sahiplerine veya doğrudan TİDER’e bağışlanabiliyor.

- Bu kampanyaya destek olarak Dr. Mehmet Toprak kendi kampanyasını açtı. Yeryüzü Kooperatifi’nden koli alarak TİDER’e bağışlayanlara ücretsiz online muayene vereceğini açıkladı.

- Trendyol internet sayfası üzerinden TİDER ile birlikte 12 farklı yardım kuruluşunun bağış sayfalarına link verdi.

- YogaZero.com Nisan ayında 1 haftalık  gelirini TİDER’e bağışladı.

- Kadın Girişimcileri Derneği (KAGİDER) üyelerinin geleneksel olarak düzenlediği aylık kahvaltılı toplantıların Nisan ayı gelirinin TİDER’e bağış olarak verilmesi kararlaştırıldı. 30 Nisan’da dijital ortamda yapılacak toplantının konuşmacısı Emin Çapa olacak.

İstanbul Maltepe’deki Destek Marketimize bağışlananlar ise şöyle:

- E-Bebek; 704 Adet bebek malzemesi

- TEGV; 171 kutu çikolata

- Colgate – Palmolive; 10.000 adet hijyen ürünü

- Tat Gıda – Sek; 648 kg yoğurt, 300 ml. 7680 Adet (2304 lt) ayran

- Şölen Çikolata; 140 kg çikolata/şekerleme

- Kent Mondelez; 400 kg çikolata/şekerleme

- Gıda Borsası 23.530 kutu tablet çamaşır suyu (Çamaşır suyu özü olarak imal edilen bu tabletlerle toplam 172 bin 800 litre çamaşır suyu elde edilebiliyor).

Ayrıca yeni aktivitelerimizi de müjdelemek isterim. Bu haziran ayı bitmeden Otomat Gıda Bankacılığı’nın açılışını yapmayı planlıyoruz. Bu yeni sistemle de binlerce ihtiyaç sahibine sosyal mesafe kurallarına uyarak destekte bulunacağız. İhtiyaç sahipleri gıda, temizlik, çocuk ve can dostu (hayvanlar) kolilerini otomatımızdan alıp gidecekler.

Tüm bunların dışında yine en ihtiyaç duyulan dönemde maske üretimine girdim. İlk başta Devlet Kurumu USHAŞ’la anlaştım, şimdi serbest piyasaya veriyorum. Açıkçası herkesin fellik fellik maske aradığı dönemde bunu başlattım. Bu dönemde benim de ekstra bir şeyler yapmam gerekiyor dediğim Covid-19 salgını’nın ortaya çıktığı Mart ayında buna karar verdim. Bunu bir süre yapacağım, ülkemizde ve tüm Dünya’da maske probleminin çözümüne ben de katkıda bulunmak istiyorum. Sadece maske değil, diğer ekipmanlar da buna dahil olabilir. Ancak belki de bir süre sonra ülkemizde ve Dünya’da arzın talebi rahatlıkla karşıladığını görürsem bu işe devam etmeyebilirim. Bakacağız.

82. Covid-19 salgını sence ne zaman bitecek?

İçinde bulunduğumuz dönemde kurallar gevşetilince salgının geçmeye başladığı algısı ortaya çıktı. Bu esasında çok tehlikeli bir yanılgı. Salgın devam ediyor. Hatta bu hızda sosyal hayatımıza geri dönmeye devam edersek (İstanbul trafiği bu hafta salgın öncesine yakındı), ikinci bir dalga bizler için kaçınılmaz olur. Bazı ülkeler ikinci dalgayı şu an itibariyle yaşıyor. O yüzden bu salgın bitmedi ve Covid-19 virüsünü yok edecek bir aşı veya ilaç bulunana kadar da bitmeyecek.

Umarım bu konunun üzerinde çalışan uzmanlar, sağlık sektörü ve devlet birimleri ellerini çabuk tutarlar ve bu virüsün icabına bakacak bir yöntem en kısa zamanda keşfedilir. Aksi halde bu çileyi virüs yok edilene kadar, yani belki de yıllarca çekeriz.

83. "Evde Kal" kampanyasına uyuyor musun?

Evet, bizde herkes 16 Mart’tan itibaren evden çalışıyor. Hatta radikal bir karar alıp ana merkezimizin bulunduğu ofisimizi geçen hafta (8 Haziran 2020 haftası) kapattık. Ofise gerek olmadığını, evden çalışmayla çok verimli bir şekilde işlerimizi yönetebildiğimizi fark ettik. Ancak ileride üretim tesislerimiz arttıkça mecburen oralarda ofisimiz ve çalışma alanlarımız olacak elbet. Tabii salgın geçmemişse, kuralların en katı şekilde uygulandığı bir çalışma ortamı yaratacağız.

84. İş hayatında zorluk çekiyor musun? Zor duruma düşünce akbaba misali insanlarla muhatap olman gerekiyor mu?

Evet, son 3 sene benim açımdan hayatımın en zor zamanları oldu. Yine de gerekli iradeyi koyduğunuz takdirde bu zorluklarla bir şekilde baş etmeyi öğreniyorsunuz. Sizi öldürmeyen zorluklar, esasında sizi daha da güçlendiriyor. Yeniden yapılandırmayı bu yaz tamamlayıp hayatımda yeni bir sayfa açmayı planlıyorum. Bunun için de elimden geleni yapmaya devam edeceğim.

Bu süreçte maalesef insanlara kesinlikle baştan güvenmemeyi ve temkinli olmayı öğrendim. Buna en yakınlarınız da dahil. Çünkü birçok defa iyi niyetim suistimal edildi. O yüzden bundan sonra yaptığım birçok işte güvenip ipleri bırakmak yerine her şeyi çok titizlikle inceleyip tüm detaylara ineceğim. Yani bundan sonra ipleri vermek yok. Bir de çekirdek ekibimi çok genç yaştan itibaren yetiştirdiğim veya aklına, fikrine güvendiğim kişilerin referansıyla gelmiş, defalarca testten geçirdiğim, güvenebileceğime emin olduğum, akıllı ve gerçekten katkı verebilecek kişilerden oluşturacağım.

85. Neden bu işlere girdin? Sürdürülebilirlik ve yenilenebilir enerji işlerine girmeyi ilk ne zaman düşündün?

5 yaşından beri kayak yapıyorum. Ta o yaşlarda kar kalitesinin ve yağışının hızla azaldığını fark etmiştim. Bu durum beni çok üzüyordu. Yani iklim değişikliğinin çok küçük yaşlardan itibaren farkındaydım. Daha sonra ergenlik dönemimde iklim değişikliğiyle nasıl başa çıkılabileceğine kafa patlatmaya başladım ve en önemli araçlardan birinin yenilenebilir enerji olduğunu fark ettim. Yenilenebilir enerji, özellikle güneş enerjisi benim için bir tutkuya dönüştü. Üniversite yıllarımda bu konuyla ilgili sürekli makaleler okuyup kendimi geliştirmeye çalıştım. Teknoloji gelişimi ve farklı modellerin ortaya çıkarılması benim için ayrıca bir tutkuya dönüştü.

Aile şirketinden ayrılmaya karar verdiğimde 2011 yılının aralık ayında ilk başlattığım girişimim güneş enerjisiyle ilgili oldu. Hem güneş enerjisi (CSP) hem de ticarileştirilmeye çalışılan bir teknolojiyle giriş yaptım. Bu ilk bir girişim için oldukça riskli bir hamleydi. Tamamen güneş enerjisi ve teknolojinin geliştirilmesi tutkularımın peşinden gittim.

86. Neden Türkiye’de okumak yerine yabancı bir üniversiteye gitmeyi tercih ettin?

Ergenlik yıllarımda yaptığım en güzel şey yazları İngilizcemi geliştirmek için bir okula gitmek oldu. Bu okulda hem çok eğleniyordum, hem de İngilizcemi çok ilerlettim. 12 yaşından 16 yaşıma kadar bunu yaptım. Okul her sene daha da güzel oluyordu. O dönemde üniversiteyi yurtdışında okumaya karar vermiştim. Çünkü oradaki liberal ortam ve kendimi geliştirebilme potansiyeli beni çok çekiyordu.

Esasında en iyi üniversitelerin ABD’de olduğunu düşündüğüm için Amerika’ya hazırlık yapıyordum. Bir gün bir akşam yemeğinde bir aile dostumuz “Kanada’yı düşünmez misin?” diye sordu. O ana kadar Kanada aklımdan geçmiyordu. “Neden olmasın?” diye cevap verdim ve denemeye karar verdim.

Üniversitelere başvurmadan bir sene öncesinde kampüslerini ziyaret ettim. Belki de hayatımı değiştirebilecek, beni geliştirebilecek bir okul arıyordum kendime.

Tavsiyeler üzerine Montreal’e de gittim. McGill Üniversitesi kampüsüne ve Montreal şehrine ilk görüşte aşık oldum. “Benim yerim burası” dedim ve kendi açımdan tercih sıralamasında ilk sıraya koydum. İlk tercihim olan McGill University’e girmeyi başardım.

İyi ki de Kanada’da okumuşum diyorum. Bana çok şey kazandırdı.

87. YEKDEM (Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması) uzatılmalı mıdır?

Konuya vakıf olmayan okuyucularımız için kısa bir açıklama yapayım.

YEKDEM 2011 yılında kurulması kararlaştırılarak “5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun” kapsamında faaliyetlerini yürütmektedir. “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Belgelendirilmesi ve Desteklenmesine İlişkin Yönetmelik” ile YEKDEM’ in kuruluşu ve işleyişini düzenlemek amacıyla kamu tüzel kişilerinin görev ve yetkileri ile ilgili gerçek ve tüzel kişilerin hak ve sorumluluklarına ilişkin usul ve esasları belirlenmiştir.

YEKDEM’den enerji üretim tesisleri yararlanabilmektedir. Bu üretim tesislerinin neler olduğu ise, 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun (YEK Kanunu)’da; Rüzgar, güneş, jeotermal, biyokütle, biyokütleden elde edilen gaz (çöp gazı dahil), dalga, akıntı enerjisi ve gel-git ile kanal veya nehir tipi veya rezervuar alanı on beş kilometrekarenin altında olan hidroelektrik üretim tesisi kurulmasına uygun elektrik enerjisi üretim kaynakları olarak sıralanmıştır.

YEKDEM’den faydalanan yenilenebilir enerji santrali olan yatırımcılar ürettikleri elektriği kW/h başına teşvikli fiyattan satabiliyorlar. Örneğin güneş enerji santralinden üretilen elektriği 13,3 $cent/kWh’tan, rüzgar enerji santraliniz varsa ürettiğiniz elektriği 7,3 $cent/kwh’tan 10 sene boyunca satabiliyorsanız. Yenilenebilir enerji santralinizde yerli ürün kullanmışsanız onun da teşvikinden faydalanıp 5 sene boyunca bu teşvikli fiyatları daha da artırarak satış yapabiliyorsunuz. 5 sene sonra fiyatınız orijinal teşvikli fiyata geri dönüyor. İkinci 5 yıllık dönemde teşvikli fiyatınızdan satabiliyorsunuz. 

YEKDEM mekanizması bu senenin sonunda sona eriyor, artık yenilenebilir enerji üreticileri de önümüzdeki seneden itibaren serbest piyasa fiyatlarından satışları gerçekleştirebilecekler.

Tüm dünyayı etkisi altına alan ve birçok sektörü olumsuz etkileyen koronavirüs salgını yüzünden 31.10.2020 olan son başvuru tarihinin ertelenmesi için doğal olarak sektörde birçok talep oluştu.

Bana göre YEKDEM’in süresi ülkemizde yenilenebilir enerjinin kurulu kapasitesi fosil yakıt santrallerin kapasitesini geçene kadar uzatılmalı. Bu belli bir tarih değil ama sağlam bir irade olursa 3 senede yenilenebilir enerjinin payı ilk sıraya gelir.

Kamu yöneticileri aynı görüşü paylaşmıyorlarsa hiç değilse, halihazırdaki Covid-19 salgınından dolayı en az 1 yıllık erteleme olması gerekir. Çünkü içinde bulunduğumuz ortamda sınırlar sürekli açılıp kapanırken, toplu çalışma risk teşkil ederken yenilenebilir enerji santrallerinin inşaatının tamamlanması deveye hendek atlatmaktan daha zor.

Karar vericileri Covid-19 salgınınından dolayı oluşan olağanüstü durumu hesaba katarak sektör adına bu uzatma kararını vermeye davet ediyorum.

88. “Aylık Mahsuplaşma ve Elektrik Piyasasında Lisanssız Elektrik Üretim Yönetmeliği” tam olarak neleri kapsıyor?

Aylık mahsuplaşma düzenlemesi tam olarak güneş enerjisine dayalı üretim tesislerinin sadece çatı ve cephe uygulaması olarak gerçekleştirilmesini zorunlu kılıyor. Artık gerçek veya tüzel kişilikler, lisans alma veya şirket kurma yükümlülüğü olmaksızın elektrik enerjisi üretebilecek ve ihtiyaç fazlası üretimlerini şebekeye verebilecek. Yönetmelik kapsamında bazı zorunluluklar var. Örneğin, üretim ve tüketim tesislerinin aynı dağıtım bölgesi içinde olması ve üretim tesisinin fiili olarak üretim faaliyetine geçmiş olması gerekiyor. İşletme sahibinin, her ayın altıncı gününe kadar ilgili görevli tedarik şirketine şebekeye verilen ve şebekeden çekilen elektrik enerjisi miktarını belirleyerek bildirmesi gerekiyor. Şebeke işletmecisi “Üretim Kaynak Belgesi” alabilme hakkını kazanabilmek için yenilenebilir enerji kaynaklarından üretim yapmak amacıyla bağlantı anlaşması ve sistem kullanım anlaşmasını imzalaması gerekmektedir. Üretim Kaynak Belgesi aynı fatura dönemine ilişkin sadece bir kez verilebilmektedir, bu yüzden işletmecinin doğru planlama yapması önem kazanıyor. Kurulan üretim tesislerinde mevzuat doğrultusunda YEKDEM kapsamında değerlendiriliyor olacaktır. Aylık mahsuplaşma sonucunda şebekeye enerji verilen ihtiyaç fazlası elektrik bedeli, tesis işletmeye alındıktan itibaren 10 yıl geçerli olacak. İhtiyaç fazlası elektrik enerjisi üretimin ve tüketimin yapılacağı bölgedeki tedarik şirketi tarafından 10 yıl süreyle satın alınabilecek.

89. “Elektrik Piyasasında Lisanssız Elektrik Üretim Yönetmeliği” tek başına yeterli olacak mı?

Tüm dünyadaki enerji modelleri “yerinde üretim ve yerinde tüketim” ve “yenilenebilir enerji” üzerine kurulmaya başlandı. Bizim de bu eğilimi destekleyecek adımları daha hızlı atmamız gerekiyor. Kanun ve yönetmelikler önemli tabii ama esas işin özüne ve pratikte ne olduğuna bakmak gerekiyor. Öz-tüketimde yeteri kadar talebin oluşmaması ihtimalinin altında temel riskler var. Öncelikle uygulamada herkes büyük zorluklarla karşılaşabilir. Belediyelerin veya ilgili kurum ve kuruluşların bu santrallerin kurulumunda zorlukları çıkarmayacağına emin olmak gerekiyor. Bu uygulamaların tarafsız, şeffaf ve belli bir süre içinde yapılıyor olması gerekir. İzinlerin çıkış sürelerinin hızlandırılması ve kolaylaştırılması gerekiyor. Dünyada birçok başarıyla sürdürülen örnek var. Yönetmeliğin uygulamaya geçileceği süreç içinde bu örneklerden ders çıkarmamız gerekiyor.

Bir başka deyişle kanunu veya yönetmeliği en iyi şekilde çıkarmak yeterli değil. Uygulama ve icrada tüm paydaşların aynı yöne bakıyor olmaları ve yenilenebilir enerjiye geçişte ellerinden gelen tüm kolaylıkları sağlamaları gerekiyor. Kanun kanundur diyebilirsiniz ancak Türkiye’de maalesef uygulamada çok büyük farklılıklar ve zorluklar ortaya çıkabiliyor. Bunun bertaraf edilmesi gerekir.

Son olarak çatı üstü piyasanın önünün gerçekten açılması için finansmanın kolaylaştırılması gerekiyor. Bunun için finans kuruluşlarının bu iş modelini çok iyi öğrenip avantajlı kredilendirmenin önünü açmaları gerekiyor. En az bunun kadar önemli PPA modelinin (Power Purchase Agreement – Enerji Satış Sözleşmesi) başlaması için ilgili kanunda düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç var. Bir başka deyişle, çatı üstü veya arazilerde kurulacak yenilenebilir enerji santrallerinden üretilecek elektriğin direk tüketiciye satışının önünün açılması gerekiyor. Bu yolla tüketim noktası bazında yapılacak yatırımların üçüncü taraf yatırımcılar tarafından finanse edilmesi sağlanabilir.

90. Türkiye Futbol Ligi bu hafta (12 Haziran 2020 tarihinde) başladı. Bu kararı nasıl buluyorsun? Sence spor müsabakaları salgını yaşadığımız dönemde oynatılmalı mıdır?

Futbolu ve hatta sporun her dalını çok seven biri olarak ligin oynatılmaya devam edilmesinin yanlış bir karar olduğunu düşünüyorum. Özellikle takım sporlarında ve temasın bol olduğu müsabakalarda bu maçları oynatmak büyük bir risktir.

Tenis, masa tenisi ve badminton gibi temasın olmadığı sporların devamını anlarım ancak özellikle temasın olduğu futbol, basketbol ve voleybol gibi sporlarda Allah korusun bir sporcunun pozitif olması sahadaki herkesi etkiler. Pozitif olup olmamayı bence sağlıklı anlayabileceğimiz bir test mekanizması da yok. Bazen virüsün kuluçka döneminde veya belli dönemlerde negatif çıkan biri 1-2 gün içinde pozitife dönebilir. O zaman futbol maçında ter döken 22 futbolcuyu da hatta yedek kulübesinden olan herkesi de riske atmış olursunuz.

Yani Türkiye Basketbol Federasyonu bu sene ligleri iptal etmekle doğru karar vermiştir. Bana göre Futbol Federasyonu’nun da aynı kararı vermesi gerekirdi. Her ne kadar Galatasaray’ın bu seneki şampiyonluğa en yakın aday olduğunu düşünüp bunu şahsen çok arzulasam da, liglerin iptal kararının alınması gerektiği kanaatindeyim. Aslolan insan sağlığıdır, gerisi teferruat. Detayları bir sonraki blog yazımda aktaracağım.

91) Girişimci olmasaydın ne olurdun? (Not: Bu soru dahil bundan sonraki 10 soruya 14 Mayıs 2021 tarihinde cevap verilmiştir)

Çocukken boksör ve astronot olmak istediğimi hatırlıyorum. Ama yetişkin halimde spor benim için tutku olduğu için muhtemelen girişimci olmasaydım sporcu olurdum ve daha sonra o çizgiden devam ederdim (antrenör, teknik direktör, yönetici vb.). Hangi alanda profesyonelleşirdin diye sorarsanız da, muhtemelen tenis (11 yaşındayken İstanbul’daki TED tenis kulübünde profesyonel olmak üzereydim. Hikayeyi H. Serhan Süzer - Üniversite Günlerime Döndüğüm Bir Hafta sonu ve Başlamadan Biten Tenis Kariyerim (serhansuzer.com) linkinde okuyabilirsiniz) veya kayak (hâlâ helikopter kayağı yapabiliyorum) olma ihtimali yüksekti. Gençliğimde en iyi yaptığım sporlardı. Aynı zamanda futbol (orta saha veya defansın her yerinde oynardım), basketbol (evet, boyum basketbola göre kısa ama benden iyi bir gard olurdu) ve su topu (iyi bir yüzücü olmanın yanında her iki elimle de sağlam şut çekerdim) olabilirdi.

Açıkçası olimpiyat sporlarına da çok meraklıyım. Olimpiyatların havası bir başka oluyor. Adeta bir ülkenin gelişmişlik seviyesinin göstergesi gibiler. Gelecekte Türkiye’nin olimpiyatlardaki başarılarını artırmak için projelere imza atabilirim.

Başarılı bir sporcu olmamın altında fiziksel üç sebep vardı. Birincisi hızlı koşardım. İkincisi dayanıklılığım iyiydi, yani uzun saatler yüksek performans gösterebilirdim. Son olarak her iki elimi ve ayağımı da iyi kullanırdım.

Tabii herhangi bir şeyde başarılı olabilmenin birinci koşulu zihinsel güçtür.

92) Sağak mısın, solak mı?

Her iki elimi ve ayağımı da kullanabiliyorum. Küçükken yazmaya sol elimle başladım. Sınıf arkadaşlarıma baktığımda herkes sağ eliyle yazıyordu, ben de sağ elime geçirip sağla yazmaya başlamıştım. Aynı şekilde sol elimle yaptığım resimler var. Yazmayı sağa kaydırınca resim yapmayı da sağa kaydırdığımı hatırlıyorum.

Spora gelince kafama göre o an hangi elimi veya ayağımı uygun görüyorsam onu kullanıyorum. Örnek vermek gerekirse; tenisi sağ elle oynarım (ama çok sağlam bir çift el backhand'im var), basketbolu solla oynarım. Futbolu sağ ayakla oynarım (ama bazen solla attığım şutlar veya ortalar beni de şaşırtır, üzerine düşmem gerekiyor), su kayağında denge unsuru ayak sol ayağımdır. Yani mono yaparken veya kwakeboard’ta (veya kiteboard’ta) arka ayak.

Başka bir açıdan değerlendirmek gerekirse, örneğin makası her iki elimle de tutabilirim ve kesebilirim. Kısacası kafama göre hangi elimi ve ayağımı kullanmak istiyorsam onu kullanabiliyorum.

93) Bu sene Türkiye Futbol Süper Ligi'nde şampiyonluk mücadelesi 3 büyük İstanbul Takımı arasında son haftaya kadar sürdü, hangi takımın şampiyon olmasını istiyorsun?

Galatasaraylıyım. Ama tuttuğum ikinci takımlar var. Galatasaray şampiyonluk hedefinde değilse veya Galatasaray’la maç yapmıyorlarsa, annem Trabzonlu olduğu için Trabzonspor, babam Gaziantepli olduğu için Gaziantepspor, hayatımın önemli bir kısmı Beşiktaş’ta geçtiği için Beşiktaş (aynı zamanda Galatasaray’ın doğum yeri Beyoğlu’nun da komşu ilçesidir) ve askerliğimi yaptığım yer olan Denizli’den dolayı Denizlispor. Bu takımlara karşı büyük sempatim var ve her zaman başarılı olmalarını isterim.

Bu konuda nasıl düşündüğüme somut örnek vermek açısından güncel bir kıyaslama yapabilirim. Yarın ligin son maçı oynanıyor. Galatasaray ve Beşiktaş aynı puanda, Beşiktaş’ın averaj üstünlüğü var. Yarın ki maçların sonucunda tabii ki Galatasaray’ın şampiyon olmasını isterim. Ancak Beşiktaş şampiyon olursa da üzülmem.

94) Sürdürülebilirlik kavramını nasıl tanımlarsın? Bu kavram senin için ne ifade ediyor?

Sürdürülebilirlik ne iş yaparsanız yapın kaynağını tüketmeden, sürekli kendini yeniler bir şekilde daimi olma halidir. Örnek vermek gerekirse, sürdürülebilir finansta harcadığınız finansal kaynağın kendini yenileyip en az tükettiğiniz kadarının yerine gelmesi ve bunun sürekli tekrarlanmasıdır.

Aynı şekilde sürdürülebilirliği sağlayan yenilenebilir enerjide de kaynağın hiç tükenmeden kendini sürekli yenilemesi ve ihtiyacınız olan enerjiyi doğadan, ilgili teknolojinin yardımıyla sürekli elde edebilmenizdir.

Sürdürülebilirlik benim hayat felsefemdir. İnsanlığa ait her şeyi sürdürülebilir kılmak hayat amaçlarımdan biridir.

95) Gıda perakende sektöründe çalışmış biri olarak sürdürülebilirlik uygulamalarınızdan bahseder misin?

Türkiye’de KFC ve Pizza Hut’ta yöneticiyken yaptığım son iş bu markaların sahibi Yum International’da ilk LEED sertifikalı yeşil restoran olan Bostancı’daki KFC’yi açmak oldu. 2011 senesinin Kasım ayında açtığımız bu LEED sertifikalı restoran Türkiye’de de bir ilk oldu.

Çatısında güneş enerji santrali (GES) olan, mutfağında ve tuvaletlerinde su tüketimi asgariye indirilen, ulaşım gibi diğer unsurların da LEED sertifikası kriterlerine uygun şekilde hayata geçirildiği bu restoranın sektöre örnek olması amacıyla zamanında hem haberlerini çıkardığımızı hem de sektördeki diğer oyuncuların yöneticilerini bizzat aradığımı hatırlıyorum. Detayları H. Serhan Süzer - Gıda perakendesinde enerji ve su verimliliği (serhansuzer.com) linkinde kaleme aldığım blog yazısında okuyabilirsiniz.

96) İhtiyaç kavramı Türkiye'de nedir, ne oldu?

İhtiyaç bana göre hayatta kalabilmek ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için gerekli olan şeylerdir. Türkiye’de maalesef bunlar, milyonlarca kişi için gıda, temizlik ürünleri ve kıyafet gibi en temel ürünlerdir.

Bu durumun değişmesi için kurucusu olduğum TİDER’de yoğun çalışmalarımız devam ediyor. TİDER (Temel İhtiyaç Derneği) modelini anlamak için H. Serhan Süzer - Temel İhtiyaç Derneği - TİDERi anlamak (serhansuzer.com) linkindeki blog yazımı okuyabilirsiniz.

97) Hayatın boyunca hiç hayvan besledin mi?

Daha önce hep annemin babamın ve arkadaşlarımın kedi, köpek ve diğer evcil hayvanlarını sevdim ve besledim. Kanada’da okurken kısa süreliğine ismini Haso koyduğum bir japon balığım oldu. Ancak Haso’yu Türkiye’ye yaz tatiline gidince o dönemki kız arkadaşıma bırakmıştım. Türkiye’den Kanada’ya dönüşümde Haso’yu kaybettiğimizi öğrenince çok üzülmüştüm.

Bu yaşıma kadar kendime ait ilk köpeğim geçen sene (2020) Ekim ayında hayatıma girdi. Bizim Kocaeli’nin Kandıra İlçesi’ndeki rüzgar enerji santralinde bulunan bekçi köpeğinin oğlu olunca sahiplendim. Doğan muhteşem tatlı oğlumun ismini kendi girişimcilik hayatıma ilk olarak güneş enerjiyle başladığım ve güneş hayatımızın kaynağı olduğu için Sunny (güneşli) koydum. Allah, Sunny’e bizimle birlikte mutlu ve uzun bir yaşam bağışlasın. Amin.

98) Vizyoner olmak genetikle mi ilgili, yoksa sonradan öğrenilebilir bir yeti midir?

Duruma göre değişebiliyor. Bence vizyonerlerin büyük bir çoğunluğu öngörü yeteneğiyle doğuyorlar. Bunu besleyebilenler, kendilerini bu konuda yetiştirenler önemli işlere imza atabiliyorlar. Ancak vizyoner bakış açısı belli bir seviyeye kadar hiç öngörü yeteneği olmayan birinde de gelişebilir. Farklı bakış açısı olan ve gelecek öngörüsü yüksek kişilerle vakit geçire geçire, bunun yavaş yavaş oluşmaya başladığını düşünüyorum. Tabii yetenekliyse, bu çabuk gelişebiliyor, fazla bir öngörü yeteneği yoksa üzerinde çalışması gerekiyor.

Kendimden örnek vermek gerekirse, dedem, öngörü yeteneği yüksek biriydi. 90’lı yıllarda Alaçatı’da aldığı bir arazinin sahilinde birlikte yürürken bana “Bak oğlum göreceksin, burası Bodrum’la yarışır duruma gelecek. Buranın inanılmaz bir potansiyeli var” demişti. 90’lı yıllarda bilenler bilir, Alaçatı’da birkaç tane yıkık Rum evi dışında hiçbir şey yoktu. Hatta dedemle ilgili arkasından “Vah vah, Hasan Bey, 70 yaşından sonra kafayı sıyırdı, mantıklı karar verme yetisini kaybetti” diye konuşuyorlardı. Bugün geldiğimiz noktada Alaçatı bence dedemin o günlerdeki öngörüsünün de ötesine geçti.

Babamdan da bir örnek vereyim. 80’li yılların sonunda satın aldığı İstanbul’un çok dışında kalan 4,5 milyon m²’lik çiftlik arazisinin üzerine, ilk kendi kendine yeten (satellite city / uydu kent) şehir konseptiyle Bahçeşehir projesini geliştirdiği zaman onun da “Ne işiniz var burada? Hiç kimsenin olmadığı ve ulaşımın çok zor olduğu bir yerde şehir kurma fikri çok saçma” diye eleştirildiğini anlatır. 17.000 konutun yapıldığı Bahçeşehir projesi o dönemde çığır açtı. Çok popüler olmasının ötesinde etrafına Bahçeşehir benzeri onlarca (maalesef) proje yapıldığı gibi Bahçeşehir taklitleri ülkenin birçok yerine inşa edildi. Babamın vizyonu haklı çıktı.

Öngörü yeteneğimin onlardan genetik olarak bana geçme ihtimali yüksek. Ama bunun da ötesinde çocukluğumda ve ergenlik dönemlerimde her ikisiyle de bolca zaman geçirdim. Hatta 11 yaşındayken Bahçeşehir’in sokak isimlerinin verildiği toplantıya katıldığımı hatırlıyorum. Tabii biz toplantı odasının bir köşesinde kardeşimle oynuyorduk ama kulağım bir yandan toplantıda konuşulanlardaydı.

Ben de bu yaşıma kadar imza attığım ilkleri sizlerle paylaşayım (genelde mütevazıyımdır, ama bazen fazla mütevazı olunduğunda bizim memlekette gerçek sanıyorlar, o yüzden bu sefer hiç lafımı sakınmayacağım):

1. Türkiye’de ilk Güneş Enerjisi sektörüne girenlerdenim.

2. İlk Fintech (finansal teknoloji) alanında girişim başlatanlardanım.

3. Gıda Bankacılığını başlatan TİDER’in (Temel İhtiyaç Derneği) kurucusuyum.

4. 23 STK’nın Afetlerde koordine olup beraber çalışabilmesini sağlayan Afet Platformu’nın ilk dönem sözcüsüyüm (bu fikir de İhtiyaç Haritası’ndan Ali Ercan’la yaptığım bir telefon konuşması sırasında ortaya çıktı).

5. Savaştan sonra Irak’taki ilk yatırım olan Coca Cola Irak projesinin direktörü olarak çalıştım.

6. Orta Amerika’da bulunan bir ülkeden Türkiye Cumhuriyeti’ne ilk resmi ziyareti Kosta Rika Fahri Konsolosu olarak organize ettim (Kosta Rika’nın Nobel Barış Ödüllü Devlet Başkanı Oscar Arias Türkiye’ye ilk resmi ziyareti 2009 senesinde gerçekleştirdi).

7. Kosta Rika'nın ünlü yönetmenlerinden Hilda Hidalgo: “Aşk ve Öbür Cinler” filminin Türkiye prömiyerini İstanbul Modern'de yaptık. Kosta Rika’nın ünlü heykeltıraşı Jose Sancho’nun Pera Müzesi'nde "Erotik Doğa" adlı sergisini organize ettim. Bu etkinlikler de Kosta Rikalı sanatçılar için ilklere imza atmak anlamına geldi.

8. Otomat Gıda Bankacılığı’nı benim teşvikimle ilk kez TİDER yaptı.

9. Yum International’da ilk yeşil restoranı, LEED sertifikalı çevreci KFC’yi Bostancı’da açtık. Bu restoran aynı zamanda Türkiye’nin de ilk LEED sertifikalı restoranı oldu.

10. Ülkemizde %100 yenilenebilir enerji hedefini ilk dillendirenlerdenim. 2013 yılında Turkish Policy Quarterly’de kaleme aldığım makalemi okuyabilirsiniz: http://turkishpolicy.com/author/545/h-serhan-suzer

99) Kripto paralarla ilgili ne düşünüyorsun?

Kripto paraların geleceğin para birimi olacağını düşünüyorum. Tabii bu süreçte çok can yanacak, %90’dan fazlası batacak (aracı kurumlar ve diğer unsurları dahil). Bu temizlik bittikten sonra, aralarında en düzgün işleyenleri geleceğin para birimi olarak kullanılmaya başlanacak. İçinde bulunduğumuz dönemde sapla samanı ayırt edebilmek çok önemli. Ayrıca devletlerin çıkaracağı dijital para birimleri de kağıt paranın yerini alacak. Sistemi domine edecekler. Bir de sektörel veya destinasyon bazlı para birimleri ve alt coin’ler de hayatımızda yer alacak.

Özellikle kripto paraların altyapısını oluşturan blockchain teknolojisi, sözleşmeler dahil hayatımızın her alanında yer alacak.

100) Pandemi ne zaman bitecek?

Bu sorunun çok net bir cevabı var. Pandemi herkes aşı olduğunda bitecek. Bu bazı ülkelerin yıllarını alacak (örnek: Hindistan). Bazı ülkeler ise bu sene bu işi sonuçlandıracaklar (örnek: İngiltere). Dolayısıyla bana göre uluslararası seyahatler kısıtlanacak ve her şeyin tüm dünyada normale dönmesi yıllar alacak.