Enerji ve Çevre; dünya nereye gidiyor?
Kafamda sizlerle paylaşmak istediğim birçok birbiriyle bağlantılı konu var. Enerji de çevre de çok geniş kapsamlı konular.
Her birinin onlarca alt dalı ve uzmanlık alanı var. Bu konular üzerine birçok ülkede kaleme alınmış binlerce rapor bulabilirsiniz. Ayrıca her biri bütün detaylarıyla her zaman gerek kongrelerde gerekse özel toplantılarda tartışılır, konuşulur. Enerji ve çevre konularının bütün uzmanlarına çok büyük bir saygım var ve insanlığın geleceği açısından bu konuların sürekli tartışılması gerektiğine inanıyorum. Benim ise bu yazıdaki amacım sizlere sade bir dille genel bir bakış açısı sağlamak ve bu konulardaki düşüncelerimi aktarmaktır.
Öncelikle enerjiden başlayalım. İşi sadeleştirmek açısından isterseniz enerji kaynaklarını ikiye ayıralım: Fosil yakıtlar ve yenilenebilir enerji kaynakları.
Fosil yakıtlar, hidrokarbon içeren kömür, petrol ve doğalgaz gibi doğal enerji kaynaklarıdır. Ölen canlı organizmaların oksijensiz ortamda milyonlarca yıl boyunca çözülmesi ile oluşur. Fosil yakıtlar sınırlıdır. Her ne kadar kömür yatakları ile petrol ve doğalgaz rezervlerinin büyüklüğüyle ilgili tartışmalar sürse de özellikle petrol ve doğalgaz rezervlerinin yüzlerce yıl daha ömrü var diyebiliriz. Ancak hızlı nüfus artışı, sanayileşme ve şehirleşme gibi faktörlerden dolayı tüketimin hızla arttığını ve kaynakların hızla tükendiğini söyleyebiliriz. İnsanlığın bu modern hayatın sunduğu nimetlerden vazgeçmeyeceğini ve nüfusun artmaya devam edeceğini varsayarsak, fosil yakıt tüketiminin artarak hızlanacağını söylememiz yanlış olmaz. Aşağıda bu durumu açıklayan iki grafik bulacaksınız.
Birincisi Dünya’da artan nüfusun bir tarihçesi, ikincisi de tarihsel olarak Dünya’daki enerji tüketiminin dağılımını görebilirsiniz. Bu grafiklerden Dünya Nüfusunun nasıl bir artış ivmesinde olduğunu (19. Yüzyılda 1 Milyar civarında olan nüfus bugünlerde 7 Milyarı geçti) ve fosil yakıtların geçtiğimiz 20. Yüzyılın başlarında başlayan kullanımının ne denli artarak devam ettiğini net bir şekilde görebilirsiniz (petrol, doğalgaz ve kömürün bu denklemdeki ezici çoğunluğuna dikkat edin).
Dünya Nüfusu Tarihçesi, Angus Maddison’dan alınmıştır.
Dünya Enerji Tüketimi Tarihçesi, Vaclav Smil’den alınmıştır: 1965’teki BP İstatistik Bilgileriyle Tarih, Gereksinimler ve Gelecekteki Beklentilerle oluşturulmuştur.
Yukarıdaki grafiklerde de görebildiğiniz gibi bu artarak hızlanan tüketimi de elbette karşılamak gerekiyor. Ekonomi tabiriyle bu talebin mutlaka bir arz karşılığı olması gerekir. Arz için de yatırımlar hızla artıyor diyebiliriz. 25 Ağustos 2012 tarihli Sabah gazetesinde çıkan bir haberde Global Data’nın yaptığı bir araştırmaya göre büyük enerji şirketlerinin petrol yatırımı 1 trilyon doları geçti. Son yıllarda bulunan petrol yatağı sayısı ise 242 oldu.
Petrol üretim kapasitesinde zirve geçildi diyebiliriz. Üretim artırılırken yakıt tüketimi daha büyük bir hızla artıyor. Bunu petrolcüler gayet iyi biliyorlar. O yüzden Antartika, açık okyanuslar ve ağır petrolün bulunduğu bölgeler gibi daha evvel tenezzül dahi etmeyecekleri bölgelerde petrol bulmak için çok büyük çaba sarfediyor, büyük paralar harcıyorlar.
Peki petrol arz-talep dengesi hızla açılırken bu aradaki fark nasıl kapanıyor? Bu kadar enerji talebi nasıl karşılanıyor diye sorarsanız ben de size gaz (doğalgaz, LNG, LPG vs.) ve kömür gibi başka fosil yakıtlarla karşılanıyor diyebilirim. Bunu yukarıdaki grafiklerden de görebilirsiniz.
Örneğin şimdi bir “kaya gazı” (shale gas) gerçeği ortaya çıktı. Kaya gazı özetle kayalıkların altında bulunan küçük miktardaki doğalgazlardır. Teknik olarak hidrolik kırılma (fracking) işlemi gaz taşıyan kaya katmanlarının içinde kırılmalar üretip yeryüzüne çıkarmak için su basıncını kullanıyor. Bu noktada su öncelikle toprakla ve süreci hızlandırmak için kullanılan kimyasallarla karıştırılıyor.
ABD’de çevreciler tarafından çok eleştirilen bu kimyasallar yeraltı su kaynaklarına karışıp insan sağlığına tehlike arz edebiliyor. Ayrıca kaya gazı çıkarılan bölgelerde depremlerin meydana geldiği de telaffuz edilen bir başka doğal felaket. Bu sene mayıs ayında katılmış olduğum Dünya Yenilenebilir Enerji Forumu’na ve bir başka etkinlik olan Doğalgaz Kongresi’ne aynı anda ev sahipliği yapan Denver Kongre Sarayı’nın önünde bazı protestocularla girmiş olduğum diyaloğu sizlerle paylaşmak isterim. Bu video çevrecilerin kaya gazı konusunda ne kadar hassas olduklarını net bir şekilde gösteriyor:
https://www.youtube.com/watch?v=blYFcXWncy8
Tabii trendleri sıkı takip eden Türkiye’nin de kaya gazı süreçlerinin başladığını söyleyebiliriz. 25 Ağustos 2012 tarihli Sabah Gazetesinde “Sezaryenle gaz avı başlıyor” başlıklı haberde Diyarbakır’ın Sarıbuğday köyünde Türkiye’nin ilk kaya gazı araması başlatılacağı yazdı. 6 ay sürecek sondajın 25 Ağustos haftası başlayacağı yazıyor (başlanıp başlanılmadığını bilmiyorum). Diyarbakır ile Batman arasında bulunan Sarıbuğday bölgesinde yapılacak Türkiye’nin ilk kaya gazı araması için 4 bin 500 metreye inilmesi hedefleniyor.
Aynı haberde, doğalgazda en büyük ithalatçı olan ABD’yi ihracatçı konuma getirerek Rusya’dan daha fazla üretim yapmasını sağlayarak bu alanda çığır açan “shale (şeyl) gazı”na yönelik Türkiye’de de ciddi bir potansiyel olduğu belirtiliyor. Diyarbakır, Erzurum ve Trakya’da shale gaz-petrol baseni olduğunun belirlendiğini ve kayalarda 20 trilyon metreküp doğalgaz ve 11 milyar varil petrol rezervi olabileceğinin tespit edildiği de yazıyor.
Kaya Gazı sondajına örnek
Bu kaya gazı örneğinde gördüğünüz gibi, petrol gibi gaz ve kömür elde etmek için yapılan trilyon dolarlık ek yatırımlar ve harcanan büyük çabalardan da bahsedebiliriz. Büyük çaba derken insanoğlu artık fosil yakıt bulmak için denizleri kirletiyor, kutupları deliyor, dağları ve kayaları çatlatıyor. Yani her yolu deniyor. Peki niye?
Çünkü enerji şirketleri gayet iyi biliyorlar ki fosil yakıtlardan ne çıkarırlarsa anında satabilecekleri ve iyi para kazanabilecekleri dünyanın kâr marjı en yüksek piyasası var. Fiyat artışlarından dolayı her geçen gün daha ballı börekli bir hale gelen bir piyasadan bahsediyoruz. Hatta talebi karşılamakta zorlandıkları bir piyasa.
Talebi karşılamakta zorlandıkları bu piyasada uygulanan metodların çevreyle barışık olduğunu söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz. Kaya gazı örneğini verdim. Bunun gibi çevreye zarar veren birçok metod var. Örneğin, ABD’de Meksika Körfezi’nde meydana gelen felaket hâlâ hafızalarımızda canlı…
Meksika Körfezi’nde yaşanan felaketten o bölgede yaşayan bütün canlılar etkilendi
Fosil yakıtların yakılmasının karbon salınımını maksimize ettiğini ve çevreyi kirleten unsurların başında geldiğini söyleyebiliriz. Bir başka bakış açısıyla da fosil yakıtların esasında insanlık için son derece önemli kaynaklar olduğunu söyleyebiliriz. Bu kaynaklar yakılmak yerine petrokimya (plastik vs.) ve gübre sektörlerinde kullanılabilir. Zamanında İran Şahı’nın söylemiş olduğu söz durumu son derece net bir şekilde açıklıyor. Kendisi, “Bu petrolü yakıp harcadığımız için gelecek nesiller bizi lanetleyecek,” demişti. Petrolü insanoğlu için çok değerli olabilecek maddelerin yapımı için kullanacağımıza, yakıp ortadan kaldırdığımız için bu sözün doğruluk payı taşıdığını söyleyebiliriz. Sonuçta benim bakış açıma göre de fosil yakıtlar gerçekten değerli hammaddelerdir. Fosil yakıtları yakarak hem bu değerli hammaddeyi harcıyoruz hem de çevreyi kirletiyor, doğal dengeyi bozuyoruz.
İşte size birkaç örnek: Greenpeace’ten aldığım bilgiye göre 26 Ağustos Pazar günü buzulların kapladığı alan, daha önce en fazla erimenin görüldüğü 2007 yazından bile daha küçüktü. Bundan yalnızca 30 yıl önce Kuzey Buz Denizi’nin üzerini kaplayan buz örtüsü, Avustralya kıtası kadar büyüktü. Ancak yıllar içinde erime hızı öyle bir boyuta ulaştı ki, önümüzdeki 20-30 yıl içinde belki de buzullar tamamen eriyecek.
İklim değişikliği sonucunda toplamda milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan doğal felaketlerin son 20 yılda ardı arkası kesilmedi. Sadece benim hatırlayabildiklerim; memleketimizde özellikle 1999 senesinden itibaren yaşanan depremler, Endonezya, Pakistan ve Japonya gibi ülkelerdeki depremler ve onların ardından yaşanan tsunami dalgaları, ABD, Haiti ve diğer Karayip Adaları’nda yaşanan kasırgalar, Filipinler’de ve birçok farklı Pasifik ülkesinde meydana gelen heyelanlar, dünyanın birçok yerinde yaşanan aşırı yağış dolayısıyla oluşan seller, aşırı sıcaklardan ölen binlerce insan… Saymakla bitmez.
Başka bir deyişle “tabiat ana” dengeleri bozduğumuz için önce kulağımızı çekti, şimdilerde tokat atmaya başladı ve en sonunda da öldürücü darbeyi vuracaktır. Birçok kişi dünyanın sonunun geleceğinden bahsediyor, bense dünyanın milyarlarca yıl alsa da kendini toparlayacağını ve doğanın verilen hasarı kendi kendine onaracağını düşünüyorum. Böyle devam ederse olan insanoğluna olacaktır. Aynı dinozorların yaşadıkları gibi, insanlık da yok olacaktır. O zaman içinde yaşadığımız bu materyalist Dünya’da hiçbir şeyin önemi kalmayacaktır. Bunu en iyi doğayla barışık yaşamayı hayat tarzı olarak benimsemiş Kızılderililerin güzel bir sözü ile açıklayabilirim. Derlerki “Son ağaç kesildiğinde, son nehir zehirlendiğinde, son balık öldüğünde, paranın yenilemiyeceğini göreceksiniz.”
Son olarak bu kadar karamsar bir tabloda umudumu asla yitirmediğimi ve hiç değilse bundan sonra yapılması gerekenleri yaparsak kendi evlatlarımızın ve sonraki jenerasyonların yaşam haklarını garantiye alacağımızı düşünüyorum.
Peki durumu toparlamak için bundan sonra ne yapmak gerekir diye bana sorarsanız, ben de sizden bir sonraki makalemi beklemenizi rica edeceğim.
Etiket: ekoloji
Keşke herkes bu gerçeği görebilse...