İznik’e Keyifli Bir Bayram Ziyareti

İstanbul’dan kısa bir yolculuk sonrası ulaşılabilen, çinileri, tarihi mekânları, doğası ve yerel tatlarıyla mutlaka görülmesi gereken bir şehir İznik. Bayram hafta sonu için geldiğimiz şehrin sokaklarında dolaşırken yine farklı sürprizler ve güzellikler bekliyordu bizi.  Ancak, bu tarihi şehre hak ettiği değeri gerçekten verebilmiş miydik?

Bayramda ne yapacağımı düşünürken İstanbul’a yakın yerlere bakıyordum. Gidebileceğim yerler arasında Trakya, Batı Karadeniz bölgeleri ile Sakarya, Balıkesir ve Bursa illerinin ilçeleri bulunuyordu. Her zamanki gibi son anda bu seyahati organize etmekten dolayı iyi bir otelde yer bulma sorunu ve keyif alacağımız güzergâhın tespiti için bir iki saat uğraşmak zorunda kaldım. İnternetten yaptığım araştırmalar sonucunda bütün kriterlerime uyan yer olarak İznik’e gitmeye karar verdim. Hemen otel rezervasyonumu yaptım.

Cumartesi sabahı yola çıktık. Yalova’ya feribot ile geçtikten 1 saat sonra İznik’teydik. Eşyaları odaya bıraktıktan sonra resepsiyona inip ‘İznik’te ne yapabiliriz’ diye sordum. İznik’in yerlilerinden olan otel yetkilisi cep telefonundan aşağıdaki haritayı açıp gidebileceğimiz yerleri bize tek tek gösterdi.

İlk olarak Ayasofya’yı gezdik. Vikipedi’den aldığım bilgileri aktarıyorum: “Ayasofya, İznik’in tam ortasında, surlarla çevrili kentin dört kapısından gelen yolların kesiştiği yerde inşa edilmiş olan yapıdır. Hıristiyanlıkla ilgili önemli kararların alındığı 7. konsül 787 yılında bu kilisede toplanmış. 1331′den sonra Orhan Gazi camiye dönüştürmüş. Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde, Mimar Sinan bir mihrap ilave etmiş ve yan neflerde daha büyük kemer açıklıkları oluşturmuş. 2007 yılında yapıda restorasyon çalışmaları başlatılmıştır. Bir dönem müze olarak kullanılmış tarihi cami, 6 Kasım 2011 günü, yaklaşık 90 yıl aradan sonra bayram namazının kılınmasıyla ibadete açılmış.”

Ayasofya’dan çıktıktan sonra Kılıçaslan Caddesinin ilerisinde bulunan Yeşil Camii’ne gittik.

Yeşil Camii’nin hemen yanı başındaki İznik Müzesi restorasyonda olduğundan içini gezemedik. Ancak,  yanında bulunan Şeyh Kubettin Camii’ni gördük. Yeşil Camii’ne giderken sohbet ettiğimiz bir İznikli bize İznik Müzesi restorasyonunun 2 senedir sürdüğünü ve bir türlü tamamlanmadığını, oradaki çalışmaların şu an için durduğunu söyledi. Güzel mimarisi ve vadettikleri açısından bu müzenin bir an evvel açılmasını umuyorum.

Sonrasında Yeşil Camii’nin karşı çaprazında bulunan Nilüfer Hatun Çini ve Seramik Çarşısı’na gittik. Bir dükkânda eşyalara bakarken kulağıma tanıdık ezgiler takıldı. Dükkân sahibi kadına “Bu şarkı Kafkaslardan mı?” diye sordum. Gülümseyerek “Evet” dedi ve ekledi; “Yoksa sizde de Çerkezlik mi var?” Ben de “Evet, anne tarafımda Çerkezlik var, annemin annesi köken olarak Çerkez. Ben de tabii melezim” dedim. Kendisi saf Çerkez olduğunu belirttikten sonra kocasının ise Çerkez olmadığını söyledi. Ben de kendisine bu güzel ülkede farklı etnik kökenlerden birçok güzel insanın ve kültürün olduğunu ve burada yaşadığımız için şanslı olduğumuzu belirttim. Benimle aynı fikirde olduğunu söyledi. Sonrasında İznik’te yapılabileceklerle ilgili konuştuk. Kendisine nerede balık yiyebileceğimizi sordum. O da bana göl kenarında bulunan Çamlık Restoranı tavsiye etti. Çamlık Oteli’nin yanında bulunan Çamlık restoranın temiz bir yer olduğunu ve yemeklerinin de lezzetli olduğunu belirtti. Bu güzel sohbetten sonra alışverişimizi tamamladık ve çıktık.

Çarşıdan çıktıktan sonra Kılıçaslan caddesindeki dükkânları da gezdikten sonra, bu kez arka paraleldeki Süleyman Şah Medresesi’ne uğradık. Bilinen en eski Osmanlı medresesi olan bu yapı Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Şah tarafından 1332 yılında yaptırılmış ve içinde farklı konseptlere sahip dükkânlar yer alıyor. Açıkçası, medresenin içinde dükkânların olması içimi acıttı. Mimarisi ve tarihçesi ile bize çok şeyler anlatabilecek ideal bir müze yapısına sahip Süleyman Şah Medresesi’nin odaları, her ne hikmetse, etrafta onlarca çini dükkânı ve farklı ticarethane yokmuş gibi dükkân olarak kiralanmış.

Bence bu durumun mutlaka düzeltilmesi ve Süleyman Şah Medresesi’nin Osmanlı dönemini yansıtacak konsept müze haline getirilmesi gerekiyor. Aynı yolu devam edince Atatürk Caddesi’ne yaklaştığımız yerde Çini Fırınları kazı alanının hemen yanında bulunan II. Murat Hamamı’na geldik. Hamamdan içeri girdiğimizde görevli hamamın önceki gün bütün gece hizmet verdiğinden o sırada içeride kimse olmadığını, istediğimiz takdirde içeriyi gezebileceğimizi söyledi. Biz de üzerimizde kıyafetler olduğu halde terlikleri giyip hamama girdik. İçerisi çok sıcak olduğu için hamamı görüp kısa sürede dışarı çıktık. Harika mimarisiyle bence tam bir çekim merkezi.

Ancak, yine de içeride düzensiz bir görünüm olduğunu söyleyebilirim. Kısa bir süre sohbet ettiğimiz hamam tellalı buranın özel sektör kuruluşuna kiralandığını, kendisinin de bu şirket için çalıştığını belirtti. Bence hamam olarak işletilmesi ve turistlerin rağbet göstermesi açısından kullanımı doğru, ancak işletmesinin daha profesyonel yönetilmesinin gerektiğini düşünerek hamamdan ayrıldım. Çini Fırınları Kazı alanının da bulunduğu sokakta bir başka hamama daha rastladık. Her ne hikmetse bu hamamı da çini dükkânı olarak kiralamışlardı. Türkiye’de her zaman karşılaştığımız rant paylaşımı sorunu kötü bir şekilde burada da baş göstermiş. Hamam hamamdır, niye kullanım dışı bir başka çini dükkânı olarak kiralarlar, bu kimin aklıdır, çok merak ediyorum.

Bu ziyaretlerden sonra karnımız acıktı. Otelden ilk çıkarken konuştuğumuz otel yetkilisi iki yer önermişti.  Şehir merkezinde Köfteci Yusuf ve şehrin biraz dışındaki Kopuk balık restoranı…

Köfteci Yusuf bayramın ilk günü olduğu için kapalıydı. O yüzden keşfe çıktık ve şehir merkezinde yürümeye başladık. Başlangıçta, dışarıdan çok da iyi gözükmeyen iki kebapçı dışında başka bir yer bulamadık. Çoğu restoran kapalıydı. ‘Şu caddeye de bakalım, bir yer bulamazsak başlangıçta gördüğümüz kebapçılardan birinde yeriz’ derken Atatürk Caddesi’nde bir tabela karşımıza çıktı: ‘İznik Mantı Evi’. Caddeyi kesen K. Emin Ersoy adlı sokağa sapıp biraz yürüyünce sonundaki bir evin avlusunda bulduk kendimizi. 50-60 yaşlarındaki Mevlide Teyze avluda “Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?” diyerek bizi karşıladı.

Ben de kendisine acıktığımızı ve bize ne hazırlayabileceklerini sordum. O da sıradan saymaya başladı: “Mantı, çiğ börek, gözleme, yaprak sarma, içli köfte, …”

Sonunda, önce yaprak sarma, ardından da bir kıymalı, bir de patatesli mantı olmak üzere siparişimizi verdik. Sonra hızımızı alamadık, çiğ börek de ısmarladık. Hepsi birbirinden lezzetliydi. Biz restoranda yemek yerken birileri geldi ve tam bir tepsi baklavayı satın alıp çıktı. Mevlide teyze, sadece restoran için değil, dışarıya da yemek hazırlıyormuş. Yemeği yapan, siparişleri alan, yemekleri getiren, para tahsilatını yapan sadece Mevlide Teyze’ydi. Tek başına her şeye yetişiyordu. Bir ara mutfağa gidip yardım edeyim mi diye düşündüm, ama sonra baktım ki yaptığı şeyden zevk alıyor, düzenini bozmamak için bir şey söylemedim. Müthiş bir disiplin ile her şeyi organize etti.

Kafamda bir sürü soru vardı. Yemekleri getirdikten sonra sohbet etme şansım oldu. Aramızda şöyle bir diyalog geçti:

  • “Yemekleriniz çok lezzetli. Bu mantı İznik’e özel bir mantı mı?”

  • Mevlide Teyze (MT): “Pek değil. Benim memlekette bu mantıdan yaparlar.”

  • “Siz nerelisiniz?”

  • MT: “Sivaslıyım.”

  • “Benim dedem de Malatyalıdır. Hem şehri sayılırız.”

  • MT: “O zaman bu yemeklerin tadına vakıfsın.”

  • Serhan: “Evet, bu yemekler bizim evde de pişer. Ama belirtmem lazım ki yemeklerin kıvamları ve lezzetleri çok iyi. Elinize sağlık.”

  • MT: “Teşekkür ederim.”

  • “Sivas’tan İznik’e nasıl geldiniz?”

  • MT: “25-30 sene evvel kocamla birlikte geldik buralara. O gün bugündür buralı olduk.”

  • “Eşinizin işi dolayısıyla mı geldiniz?”

  • MT: “Evet. 10 sene evvel eşimi kaybettim. O gün bugündür tutunmaya çalışıyorum. En son iyi yaptığım bir şeyi, yemek yapmayı işe dönüştürmek aklıma geldi. Birkaç sene evvel bu restoranı açtım.”

  • “Tebrik ederim. İşler nasıl?”

  • MT: “Hamdolsun, iyi gidiyor. İznikliler benim yemeklerimi seviyor. Hem buraya yemek yemeye geliyorlar, hem de dışarıdan sipariş alıyorum.”

  • “Buraya gelen özel bir kitle var mı?”

  • MT: “Her kesimden geliyorlar. Esnaf da geliyor, kamu çalışanları da geliyor, hastanede çalışanları da geliyor. Sağ olsunlar, iyi müşterilerim var.”

  • “Yalnız mısınız? Çocuklarınız var mı?”

  • MT: “Evet senin yaşlarda 3 çocuğum var. Bunlardan biri İznik dışında yaşıyor, diğer ikisi burada benimle.”

  • “Maşallah. Allah bağışlasın. Ben kaç yaşındayım, Mevlide Teyze sence?”

  • MT: “Ne bileyim 25-26 falan.”

  • “37 yaşındayım” diyorum gülerek…

  • MT (bizim oralarda yaparlar, adettendir, tükürür gibi yapıp): “Tu tu tu maşallah. Sen nasıl bu kadar genç gösteriyorsun?”

  • “Teşekkürler. Ben de bilemiyorum.  Herhalde genetik diye düşünüyorum. Benim dedem de genç gösterirdi. Mevlide Teyze, bugünün anısına sizinle bir resim çektirmek isterim.”

  • MT: “Tabii olur, memnuniyetle.”

Sonrasında aşağıdaki kareler çekildi.

Leziz yemekler için teşekkür edip ‘kaldığımız otele bundan sonra İznik’in geleneksel restoranlarını soran misafirlerine İznik Mantı Evi’ni tavsiye etmelerini’ söyleyeceğimi belirttim. Bir de restoranın ismini İznik Mantı Evi yerine “Mevlide’nin Yeri” ya da “Mevlide’nin Mantı Evi” diye değiştirmesini -bu fikri beğendi- tavsiye ettikten sonra oradan ayrıldık.

Oradan çıktıktan sonra göl kenarında bir şeyler içmek istediğimiz için Liman Cafe’ye gittik. Çayımızı içip gölün keyfini çıkarırken karşı masada çay bardağına koyulmuş yeşil bir sıvı gördüm. Garson tekrar masamıza geldiğinde içtiklerinin ne olduğunu sordum. “Kivili Oralet” diye cevapladı. Tadını merak ettiğim için çay sonrası kivili Oralet ısmarladım. Fazla tatlı bulsam da tadını beğendiğimi söyleyebilirim. Kivili Oraletimi de içtikten sonra otele döndük.

Akşam için de çarşıda konuştuğumuz gibi Çamlık restorana gittik. Hava iyice soğumuş olsa da  dışarıda oturmayı yeğledik. Standart mezelerden sonra, denemek için şişte ve kızartılmış olmak üzere iki tip yayın balığı ısmarladık. Şişin tadını gerçekten beğendiğimi söyleyebilirim, kızartma da fena değildi.

Tatlı ve kahve için başka yere gitmek üzere oradan ayrıldık. Gündüz gezerken keşfettiğimiz ve ‘akşam uğrarız’ diye içimden geçirdiğim iki yer vardı. Bunlardan ilki Antigonia Cafe idi.  Çay, kahve, tatlı faslı için oraya gittik. Cafe ismini Büyük İskender’in bir generali olan Antigonus’tan alıyor.  MÖ 316 yılında şehre Antigoniea ismini koyuyor. Büyük İskender öldükten sonra Antigonus ile general Lysimakhos arasındaki savaşta galip gelen Lysimakhos şehre eşinin adını veriyor. Böylece,  Nikaia olarak anılmaya başlıyor. Dönemde yaygın bir dönüştürme kuralına göre Rumca adın önüne ‘sur içinde’ anlamında olan is eki getirilerek isnikéa adı Türkçede İznik olmuş. Uzun lafın kısası cafenin adının hikâyesi bu şekilde.

Ismarladığım sıcak çikolatayı keyifle içip bir süre oturduktan sonra merak ettiğim diğer mekana, Umut Dünyası‘na gittik. Aslında bir türkü bar olan Umut Dünyası enteresan bir yerdi. İşte size Umut Dünyasının canlı performansının videosu:

Gençlerin uğrak yeri olan bu türkü barda Türkü dinlerken Shazam programını test ettik.  Bilmiyorum haberiniz var mı, Shazam diye bir uygulama var, bunu cep telefonunuza yükledikten sonra ismini bilmediğiniz bir şarkı çalarken size şarkının ismini, kimin söylediğini ve çıkış yılı gibi detayları veriyor. Bu harika uygulamayı araçta kullandığımızda radyodan çalan şarkıların hepsini hatasız bize bildirdi. Ancak, türkü barda aynı başarıyı yakaladığını söyleyemeyiz. 5 türküde denedik, hepsinde aşağıdaki “bir karşılık bulamadık. Sese yaklaşın, şarkı söyleme veya mırıldanma tanımlanamaz” mesajı verdi. 

 

Şaka bir yana, Shazam’ın canlı performansı bilmesini beklemiyorduk zaten ama uygulamanın kafasının karıştığı aşikar. Her halükarda eğlenerek Umut Dünyası adlı türkü bardan ayrıldık.

Ertesi sabah oteldeki kahvaltımız sonrası önceki gün yapmadıklarımızı gerçekleştirmek için dışarı çıktık. Bu kez yollar daha kalabalıktı. Göl manzarasını bir de tepeden görmek istediğimiz için Yenişehir istikametine doğru gidip tepelere çıktık.

Bulunduğumuz noktadan gölün harika manzarasını seyredip yeniden İznik şehir merkezine indik. Biraz dolaştık ve alışveriş yaptık. İki gün boyunca farklı çinici dükkânlarında birbirinden güzel, el emeği çiniler, takılar, vazolar, tabaklar, magnetler, kahve fincanlar, seramikler vb. gözümüze çarptı. Nilüfer Hatun Çini ve Seramik Çarşısı’nın dışında, kalite bakımından iki dükkân özellikle hoşuma gitti. Çini dükkânı olarak Kılıçarslan caddesinde Yeşil Camii’ne giderken köşedeki çinici dükkânı kalitesiyle diğerlerine göre biraz daha önde bence. Web sitesi:  www.cinici.com.tr . Zeytin ve türevleri (zeytinyağı, sabun vs.) için de Atatürk caddesindeki “İznikli” dükkânını tavsiye ederim. Web sitesi: www.izniklizeytin.com.tr

Alışveriş sonrası öğle yemeği için Köfteci Yusuf’a gittik. Bursa, Susurluk, Balıkesir yolunda birçok noktada Köfteci Yusuf’a rastlayabilirsiniz (garsondan 9 adet Köfteci Yusuf restoranı olduğunu teyit ettik). Hiçbirinde durup yemek yemedim bugüne kadar, ancak ilk açılan Köfteci Yusuf burası denilince orijinal yerinde köfte yemek istedim açıkçası.

Köftesi ve piyazı iyiydi. ‘Köfte köftedir’ diyenler için evet, belki çok büyük bir fark yoktu, köfteler lezzetliydi ve genel olarak ortam temizdi, ancak belki de Köfteci Yusuf’un farkı servis yapanların yemeğimizi adeta fast food gibi, beni gerçekten şaşırtan bir hızda getirmeleriydi. Bir de doğal enfes kaymaklı ekmek kadayıfı beklediğimden daha lezzetliydi.

Yemekten sonra bir Türk kahvesi içmek istedim. Bunun için bir gün önce gözüme kestirmiş olduğum Yeşil Camii’nin yanındaki çay bahçesinde Türk kahvemizin keyfini çıkarttım.

Artık İznik’ten ayrılma vakti gelmişti. Bir dahaki gelişimde, vaktim olmadığı için yapamadığımız göl kenarını arabayla gezmek, şehir merkezindeki tarihi farklı tarihi mekanları görmek, balık yemek için Kopuk Restoran’a gitmek ve tabiatla baş başa kalarak şelalelerde yürümek için Sansarak Kanyonu ve Köyünde vakit geçirmeyi isterim (Sansarak Kanyonu, Sansarak Köyünde yer alıyor. Muhteşem bir doğası ve şelalelerin arasında zorlu bir yürüyüş parkuru var. Ayrıca, köy kahvesinde odun ateşinde çay içilmesi tavsiye ediliyor).

Dönüş yolunda İznik’ten Orhangazi’ye kadar olan yaklaşık 40 km’lik yolculukta sağlı sollu zeytin ağaçlarının arasından geçerken ve etraftaki muhteşem doğayı seyrederken içimden İznik’in ne kadar büyük bir potansiyeli olduğunu geçiriyordum. Bir düşünsenize, 4500 yıllık tarihi ile Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarına başkentlik yapmış, Roma ve Bizans tarihinde önemli bir yeri olan bu şehre hak ettiği değeri gerçekten verebilmiş miyiz? İznik’te bazı tarihi yapılar haricinde genelde yıkık, bakımsız ve kirli bir görüntü var. Her taraf çamur içinde, ana caddeler haricinde doğru düzgün yol yok. Şehir merkezindeki evlerin birçoğunun gecekondudan farkı yok. Sıvaları dahi yapılmamış, tuğla yığını halinde karşımıza çıkıyor. Gerçekten yazık, günah… Hâlbuki burası çok daha güzel bir bakımı ve baştan aşağıya ele alınmayı hak ediyor. Bence İznik şehrinin tarihi şehir havasına geri döndürülmesi için bir master planı çıkartılıp baştan aşağıya yeniden yapılandırılması gerekiyor. Tarihi binalara dokunulmayacak, tam tersine restore edilip tarihin daha fazla ön plana çıkarılması sağlanacak, tarihi binaların yanlış kullanımına son verilecek, yıkık veya buranın tarihine yakışmayan binaların hepsi yıkılacak, yerlerine dönemin mimarisini yansıtan binalar, evler, okullar, kamu binaları vb. inşa edilecek. Düzgün yollar ve kaldırımlar yapılacak. Buna örnek olarak Kolombiya’daki Cartagena şehrini verebilirim. Surlar içinde ve deniz kenarında inşa edilmiş bu tarihi şehirde her şey, orijinal mimariyi hiç bozmadan tarihe sahip çıkarak surlar içinde eski şehir yeniden inşa edilmiş. Daha fazla detay içinhttp://www.serhansuzer.com/2013/03/23/cartagena/#more-398 linkine bakabilirsiniz. O zaman İznik en çok talep gören turizm destinasyonlarından birisi olur. Bu çalışma tamamlandıktan 5 yıl sonra iyi bir pazarlama planıyla İznik’e gelen turist sayısı yılda 5 milyonu geçmezse ben de turizm hakkında bir şey bilmiyorum demektir. Burada o kadar büyük bir potansiyel var ki. İnsanlar farkında değil. Belki de farkında, ama herkesin üzerinde genel bir bezginlik, kabul etmişlik ve yılgınlık var.

Bütün bunları kafamdan geçirirken Yalova feribot iskelesine nasıl geldiğimizi hatırlamıyorum. Çok zorlu bir gündemin olduğu şu günlerde yapılacak çok iş var memleketimizde.

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için