Latin Amerikalı kuzenlerimizin karizmatik ülkesi: Peru (Macchu Pichu)

Peru’ya yaptığım yılbaşı seyahatini anlattığım geçen yazımda İnkaların başkenti Cusco’yla ilgili izlenimlerimi aktarmıştım. Bu yazıyı ise yine İnkalar tarafından deniz seviyesinden yaklaşık 2.500 m yükseklikte inşa edilen antik kent Machu Picchu’ya ayıracağım. Hastalanarak gittiğim bu muhteşem yerden nasıl iyileşerek döndüğümün hikayesini size anlatacağım.

Bir önceki yazımda (https://www.serhansuzer.com/tr/latin-amerikali-kuzenlerimizin-karizmatik-ulkesi-peru-cusco) Cusco’daki ilk akşamımda bir Fransız restoranına gittiğimizi yazmıştım. Bu klasik bir Fransız restoranı değildi. Peru’nun nimetlerinden de yararlanarak bir tür füzyon mutfağı yaratan bu restoranda yemekler lezzetli ve farklıydı.

Ancak deneyimlediğimiz bu lezzetli yemekler arasında sanırım yediğimiz buğulama balıktan zehirlendik.

Ertesi gün sabahın ilk saatlerinde Machu Pichu’ya yolculuğumuz olduğu için erkenden yemeğimizi yedik ve otele döndük.

Sabahın 3’ünde kalkıp sabah 5’te başlayan Machu Pichu turuna katılmamız gerekiyordu. Ancak çok ilginç bir şekilde sabah yataktan bir türlü kalkamadım. Adeta yer ayaklarımın altından kayıyordu, başım dönüyor ve kusacak gibi oluyordum. Midesi böylesine bulanıp kusamamak gerçekten çok rahatsız edici bir duygu. Bir de bütün bunlara soğuk soğuk terleme eklenince zehirlendiğimi anladım. Benimle seyahat eden arkadaşım da aynı durumdaydı.

Hastalıklı başlayan yolculuk

Bir karar vermemiz gerekiyordu. Biz de ne olursa olsun Machu Picchu’ya gitmeye karar verdik. Gerçekten zorlanarak kendimizi otelden dışarı attık. Henüz hava karanlıkken bir taksi bizi turu düzenleyen acentenin merkezine götürdü. Biletimizi alıp otobüse bindik. Sabahın beşinde başlayan 3-4 saatlik yolculukta, sürekli zikzak çizen otobüste midemiz ciddi bulandı. Genelde uyuyarak bu sıkıntılı süreci atlatmaya çalıştık.

Sonunda tren hattının olduğu Ollantaytambo şehrine geldik. Oradan raylı hatla (Inca Rail) Aguas Calientes şehrine ulaştık. Benim iştahım tamamen kapandı, kendimi zorlayarak trende bir şeyler yemeye çalıştım ama nafile! Her ne kadar kötü hissetsem de üstü camla kaplı bu otantik trende dışarıya baktığım zaman gördüğüm manzarayla içim açıldı. Kendinizi Alice Harikalar Diyarında, Harry Potter’ın treninde seyahat ediyor gibi hissediyorsunuz.

Tren yüksek And dağlarının arasında, insan eli değmemiş yemyeşil doğanın içerisinde, Urrubamba nehrinin kıvrımını takip ederek ilerlerken, gördüğüm doğal güzellik, bir kere daha bu güzel dünyada yaşadığım için şükretmeme sebep oldu. Gelecek nesillerin de bu güzellikleri görebilmesi için var gücümle sürdürülebilirliğe, yenilebilir enerjiye ve geri dönüşüme sağladığım ve sağlayacağım katkılar için beni daha da çok motive etti. 

Trenden indik, bir süre restoranların birinde mola verdikten sonra otobüse binerek Machu Picchu’ya doğru yola çıktık. Elbette zehirlenmenin etkisiyle yine son derece rahatsız bir yolculuk geçirdik. Soğuk terler dökmeye devam ediyordum. Saat 12’ye doğru Machu Picchu’ya ulaştık.


Her şeye rağmen dikine gitmek

Jesus’un referans verdiği bir rehber müsait olmadığından bir başka rehberi tavsiye etmişti, onunla buluştuk ve o da bize bu turu verdi. Zorlu yolculuğun sonunda soğuk terler dökerek ve mide bulantısıyla bu inanılmaz yere varmış olduk. Rehbere de iyi olmadığımızı anlattım. Bol bol su içip idare ediyorduk.

Tura başlamadan önce yanımdaki arkadaşım cep telefonunun olmadığını fark etti. Kendimizi hasta hissetmemizin dışında bir de bu sıkıntı baş gösterdi. Kayıp eşyaların toplandığı yere sorduk, bize olumsuz yanıt verdiler. Aldırmamaya çalışarak turumuza başladık.

Kalabalıkla birlikte merdivenleri çıkarak turumuza başladık. Hastalık kendini iyiden iyiye hissettirdiği için rehberimiz bize iki seçenek sundu: "Şu dik merdivenleri tırmanıp en tepeye çıkabiliriz. Oradan manzara inanılmaz. Ya da daha yatay olan şuradan gidip yine güzel bir manzara eşliğinde turumuzu yapabiliriz. Hangisini seçelim?"

Ben yanımdaki arkadaşımın gözünün içine bakarak her zamanki gibi zor olan seçeneği seçtim ve ona şöyle dedim: "Buraya kadar gelmişken bu hastalığın bizi engellemesine izin vermeyelim. Buranın hakkını verelim derim. Dik olan yerden gidelim, sana uyar mı?"

Geçmişten bugüne yansıyan ütopya

Arkadaşım onaylayınca, rehbere dönüp “Hadi şu merdivenleri çıkalım ama kendimizi iyi hissetmediğimiz için yavaş gidelim” dedim. Rehber sempatik bir şekilde gülümseyerek “Anlaşıldı, o zaman beni takip edin” dedi ve merdivenleri dikine çıkmaya başladık.

Tepeye vardığımızda kendi kendime 'burası inanılmaz bir yer' dediğimi hatırlıyorum. Dünyada birçok yere seyahat ettim ancak ben bu kadar ikonik ve farklı enerjilere sahip bir yer daha görmedim. Muhteşem bir doğanın içinde, dağların zirve noktasında, bulutların üstünde bulunan bu İnka şehrine baktığınız zaman; sanki herkesin huzurlu, sağlıklı ve refah içinde yaşadığı, birbirine saygılı, etik, modern, bilime önem veren bir medeniyetin olduğu ütopik bir kentteymiş gibi hissediyorsunuz.  

O manzaraya baktığımda hastalığımı unuttuğumu fark ettim. Sonra oturup resim çektirdiğim ilk yerde aşağıdaki kareler ortaya çıktı. Bu fotoğraflarda ilginç bir durum görüyor musunuz?


 


Peru gezimde en çok merak ettiğim yere gelmiştim. İster hasta olayım ister iyi durumda, kendimi zorlayarak tur rehberinin anlattıklarını kafama yazıyordum. Bu inanılmaz medeniyeti sizlerin de tanımasında fayda var.

Bu vesileyle sizlere Machu Picchu ile ilgili bazı bilgileri aktarmak isterim:

Machu Picchu, bugüne kadar çok iyi korunarak gelmiş olan bir İnka antik şehri. 7 Temmuz 2007 tarihinde dünyanın 'Yeni Yedi Harikası'ndan biri olarak seçilmiştir. And dağlarının bir dağının zirvesinde, 2.360 m yükseklikte, Urubamba vadisi üzerinde kurulmuş olup Peru'nun Cusco şehrine 88 km mesafededir. (Kaynak: Vikipedi)

İnkaların antik şehri olan Machu Picchu, bir İnka hükümdarı olan Pachacutec Yupanqui tarafından 1450’li yıllarda yaptırılmıştır. Terk edilen bu antik kentin birçok sakininin 100 yıl sonra seyyahların getirdiği çiçek hastalığı nedeniyle öldüğü düşünülmektedir.

Şehir, İnka başkenti Cusco’nun sadece 80 kilometre ötesinde olduğu halde, İspanyollar hiçbir zaman Machu Picchu’yu bulamamışlar. Yağmalanmayan ve yıkıma uğramayan bu kent yıllarca saklı kalmış. Kentin adı Quechua dilinde “Yaşlı Zirve” anlamına gelir. Yüzyıllar boyunca çevresi sık ormanlarla kaplı olan bu şehrin varlığından çok yakınındaki yerler hariç kimsenin haberi olmaz. 1911’de Yale Üniversitesi’nde akademisyen olan Amerikalı tarihçi ve kaşif Hiram Bingham eski İnka başkentine yaptığı seyahat sırasında yerli bir çiftçinin yardımıyla Machu Picchu’yu bulur. Bingham uluslararası dikkati Machu Picchu üzerine çeker ve şehrin tamamının ortaya çıkması için 1912’de büyük kazı çalışmalarını organize eder. Bingham’dan önce başkalarının da Machu Picchu’yu keşfettiğine, ancak dünyaya duyurmadıklarına dair söylentiler mevcuttur. 1983’te UNESCO bölgeyi 'Dünya Mirasları Listesi’ne almıştır; şehir UNESCO tarafından “Mimarinin mutlak başyapıtı ve İnka medeniyetinin benzersiz tanığı” olarak tanımlanmıştır.

Şehir kentsel ve tarımsal bölgeler olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Yukarı şehir kısmında tapınaklar ve aşağı şehir bölgesinde ambarlar bulunmaktadır. Mimarisi bulunduğu dağa göre tasarlanmıştır. Yaklaşık 200 yapı doğu-batı yönüne paralel geniş teraslardan oluşmaktadır. 200’den fazla merdiven sistemiyle birbirine bağlı taş yapılar ve 3.000 basamak günümüze oldukça iyi korunarak ulaşmıştır. Machu Picchu’nun yapılış amacına dair birçok teori ortaya atılmış olmasına karşın en çok kabul gören teoriye göre şehir, 700’den fazla İnka asil ve din adamına ev sahipliği yapmıştır.

Daha önceleri günlük yaklaşık 2000 kişinin ziyaret ettiği şehre, UNESCO tarafından kalıntıların zarar görmemesi için günlük 800 kişilik kota getirilmiştir. (Kaynak: Gezimanya)

Tur sırasında çektiğimiz fotoğrafları sizlerle paylaşmak isterim:

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Bu bilgilere ek olarak, tur rehberimizin bize anlattığı bazı ilginç bilgileri de sizlerle paylaşmak isterim:

- İnkaların kralı ve asiller Machu Picchu’nun üst bölümünde kalıyorlar, genel halk ise kentin alt kısmında konaklıyordu.

- Kralın kaldığı yer üst tarafta o dönem villa tarzı inşa edilen bir bölümde yer alıyor. Kenti “asiller ve halk” diye ayırmış olan dönemin sisteminde, kralın evinde kendi odası haricinde misafirlerini ağırladığı büyük bir oda ve kente hakim bir avlu bulunmakta. Yine de içine girdiğinizde şaşalı bir sarayda yaşamadığı için nispeten mütevazi bir hayat geçirdiğini söyleyebiliriz.

- Bizdeki harem konsepti gibi krala hizmet eden ve arkadaşlık yapan çok sayıda kadın mevcutmuş.

- İnkalar kendi kendine yeten kent konseptini yaratmışlar. Tarım alanları kentin kenarlarında bulunan teraslarda bulunuyor ve yüzlerce çeşit patates başta olmak üzere, bakliyat gibi birçok farklı ürünleri yetiştiriyor ve tüketiyorlardı.

- İnsanoğlu tarımı İnkalardan çok önce keşfetmiş ve İnka öncesi birçok medeniyet tarım faaliyetlerini geliştirmişler, büyütmüşler. Günümüzde tarım hâlâ en önemli besin kaynağımız. İnkaların insanlığa yaptıkları katkı ise, ileri medeniyet kültürleri ve tarım konusunda sürekli AR-GE yapmaları sayesinde zamanında tarım tekniklerini mükemmel hale getirmişler, bu sayede verimliliği ve çeşitliliği çok artırmışlar.

- Doğayla barışık şekilde yaşamaya çok özen gösteriyorlardı. O yüzden Machu Picchu’yu dağın ve güneşin konumunu dikkate alarak doğayla uyumlu şekilde inşa etmişler. Kentte güneş saati bile mevcut.

- Tapınakları da görece mütevazı biçimde inşa edilmiş ve güneşe göre konumlanmış durumda. İnka hanedanınca desteklenen ve ibadet edilen en önemli tanrı, İnti'dir (Güneş Tanrısı). Ayrıca İnkaların diğer önemli tanrıları da var. Örneğin “Pachamama” yani Toprak Tanrıçası veya bizdeki tabiriyle Toprak Ana. Yine özellikle doğayla özdeştirdikleri farklı tanrıları var. Copacati, yani göl tanrıçası gibi.

- Güneş tapınağı görmeye değer. Bu tapınakta vakit geçirirken, yanımdaki arkadaşımla şöyle bir sohbet geçti (konuyu ben açtım):

- Bizdeki Hitit medeniyetinde veya Orta Asya’daki atalarımızın kültüründe olduğu gibi İnkalar da güneşi yaşam kaynağı olarak görüyorlar ve kutsal sayıyorlar. Esasında İnkalarla birçok ortak noktamız var, hatta inançlarında şamanizm unsurlarını görüyorum (bu konuya bir sonraki yazımda gireceğim).

- Dünyada bir çok antik kültürel yerleşim yerleri jeodezik çizgileri (kürenin yüzeyindeki en kestirme mesafeleri) kullanarak dünyanın yüksek enerji alanlarında yer seçimini yapmışlardır. Örneğin Mısır piramitleri, Kamboçya Kayıp Şehir Angkor Wat ve Maya yerleşimleri gibi. 

Bu enerji merkezleri arasında dünyanın en güçlü olanı Kundalini enerjisi (Doğa Ana) olup bu seviyede dünyada sadece dört yerleşim yeri bulunmaktadır. Himalayalar,  Hindistan’daki bazı bölgeler, Tibet ve Machi Picchu, İnkalarin diliyle “Pachamama”.

Bu enerji insan vücudundaki çakralarla da benzerlik göstermektedir.

Başka bir kaynağa göre de (http://outertravelsinnerjourneys.com/the-seven-most-powerful-places-on-the-planet/ ) dünyanın tıpkı bizim vücudumuzdaki gibi kendine ait çakra sistemin olduğu ve dünyada 7 yerleşim alanının bu 7 çakraya hitap ettiği belirtilmiştir. Yine bu kaynağa göre Machi Picchu ikinci çakraya denk gelen (Sakral Çakra) enerjisi ile bağdaştırılmıştır. İkinci çakranın karakteristik özellikleri duygular, yaratıcılık, ilişkiler gibi duygusal fonksiyonlarla örtüşmektedir (https://www.chakras.info/sacral-chakra/).

Bir diğer kaynağa göre de (https://www.spiritualbizmagazine.com/machu/)  Machu Picchu kristaller açısından zengin bir araziye sahip (quartz rich terrain). Kristaller birçok bütüncül felsefeye göre doğal iyileştirici – sakinleştirici – ve vücuttaki çakraları dengeleyici özelliği bulunmaktadır.

Bu doğal enerjilerle ilgili dersi aldıktan sonra ve kendi hissiyatımı da yansıtmak anlamında yanımdaki rehbere dönüp “Burası özel bir yer, enerjisi yüksek” dedim. O da “Genelde öyle derler” diye sözü tamamladı.

Rehber sonra bana sordu:

  • Ne iş yapıyorsunuz?
  • Güneş enerjisi
  • Ne güzel.
  • İnkaların güneşi hayatlarının merkezlerine alıp yaşamlarını şekillendirmiş olması da şahsen çok hoşuma gitti. Çünkü benim işim de bu.
  • O yüzden doğru yerdesiniz.
  • Onların zamanında tarım konusunda ARGE yaptıklarının aynısını ben de günümüzde sürdürülebilirlik alanında yapıyorum. Hayat amacım insanlık için sürdürülebilirlik alanında modelleri ve teknolojileri sürekli geliştirmek. Bunun için ARGE çalışmalarına büyük önem veriyorum.
  • Sizin gibi insanların varlığından haberdar olmak beni memnun etti.
  • Teşekkür ederim. Elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz…


Tekrar görüşene dek...

Artık geri dönüş yoluna geçecektik. Rehberimizle vedalaştık.

 

Bu sırada telefonu tekrar nasıl araştırabileceğimizi aramızda konuştuk, sağa sola sorduk ve otobüslerin binileceği terminaldeki sıraya girecekken oradaki yetkili bizden telefonu tarif etmemizi istedi. Tarif ettik ve bu tarife bire bir uyan telefonu cebinden çıkardı. Arkadaşım kayıp telefonunu otobüste düşürmüş ve yolcular tarafından bulunup yetkililere teslim edilmişti. Büyük bir sevinç oldu.

Sonra geri dönüş yoluna koyulduk. Otobüsten sonra trene, trenden sonra tekrar otobüse bindiğimiz yoğun bir yolculuğun ardından Cusco’ya akşam saatlerinde vardık.

Otele vardığımızda iyiden iyiye açılmıştık ama yine de hastalığın emareleri vardı. Jesus bize güzel bir sebze çorbası hazırladı, bu çorbayı içip erkenden yattık. Uzun süredir deliksiz 8 saat uyumamıştım. Ertesi sabah yeniden doğmuş gibi kalktım. Çok mutluydum.

İnkalarin dili olan Keçuva dilinde "hoşca kal" kelimesi yokmuş (ki yerli halkın önemli bir çoğunluğu hala bu dili konuşuyor), onun yerine “Tupananchikkama” (“Until we meet again” yani “Tekrar görüşene dek”) deyimini kullanıyorlarmış. Bizim de bu maceralı geçen ama unutamayacağımız güzellikteki İnkalarin medeniyetine hoşça kal demek içimizden gelmedi. Tekrar görüşene dek, İnkalar...

Not: Bir sonraki yazımda İnka öncesi ve sonrası medeniyetlere ve Latin Amerikalılarla ortak paydamız olan Şamanizm'e de değineceğim.

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için