Türkiye’de afetle mücadelenin anti-kahramanları

6 Şubat tarihinde arka arkaya yaşanan iki Kahramanmaraş Depremi ve sonrasındaki artçılarla hayatını kaybeden kişi sayısı resmi rakamlara göre 50.000’e ulaştı. Türkiye’de afetle mücadeleden çıkan sonuca bakarsak ülke olarak her anlamda topyekûn sınıfta kaldığımızı söyleyebilirim. Hepimiz için büyük bir travma olan bu sorunu net bir şekilde anlayabilmek için ülke genelindeki sorunları dillendirmenin yanı sıra bir de ilgili kurumlara bakalım.

Lafı hiç uzatmadan Türkiye’nin afetle mücadelede her anlamda sınıfta kaldığının altını çizmek isterim. Elbette hayatımızda yaşadığımız en büyük afet söz konusu. Burada 10 il ciddi bir şekilde etkilendi. Burada resmi rakamlarla 50.000 olan, bana bölgeden gelen bilgilere göre bu sayının en az 3-4 katı kişinin hayatını kaybettiği, belki de Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en büyük afeti yaşadık.

Peki böylesine güçlü bir depremi aynı şiddette bugünkü Japonya yaşamış olsaydı, sonuçta Japonya’da da yüzbinlerce kişi hayatını kaybedip milyonlarca kişi böyle eziyet çeker miydi? Tabii ki hayır. Belki onlarca kişi etkilenirdi, birkaç kişi hayatını kaybederdi (o da fazla heyecandan kalp krizi geçirmek gibi bina dışı sebeplerden olurdu) ama asla rakamlar böyle yüzbinleri bulmaz, büyük şehirlerde yaşayan milyonlarca insan da rutin hayatlarına hızlıca dönüş yaparlardı.

Hatalar ve anti-kahramanlar

Sorunu derinine analiz edebilmek için bu yazıyı iki bölüm halinde ele alacağımı belirtmek isterim. Öncelikle ülke çapında yapılan hataları ele alalım, sonraki bölümde de afetle mücadelede birer kahraman gibi ortaya çıkıp sonrasında anti-kahramana dönüşen kurumlarımıza değinelim. İngilizceden alınma bir kelime olan anti-kahramanın (anti-hero) anlamını bilmeyen okuyucularım için şu tanımı paylaşabilirim: Anti-kahraman edebiyat ve sinema başta olmak üzere günümüzün popüler kültüründe idealleri, amaçları ve kişiliği alışılageldik kahramanların tam zıddı olan başkarakterleri tanımlamada kullanılır. Olumsuz nitelikleri olan baş kahraman şeklinde de tarif edilebilir. Detaylar için Vikipedi’deki açıklamayı okuyabilirsiniz: https://tr.wikipedia.org/wiki/Antikahraman

Şimdi şu sorunun cevabını verelim: Neden bu kadar kayıp verdik? Ülke çapında yapılan hatalar nedir?

1) Afetle mücadele edecek kamu kuruluşları ve STK’lar

a) Liyakatsizlik: Özellikle kamuda ve ayrıca birçok STK’mızda liyakatsizlik sorunu en temel sorundur. İşin ehli olan kişilere yetkiyi vermek zorundayız. Aksi takdirde sivil toplum alanında ve afetle mücadelede hep tek ayağı çukurda ördek misali işleri yarım yamalak bırakırız, sonu hep hüsran olur.

b) Hazırlıksızlık: Kamu ve STK’lar bu büyüklükte bir afete hazırlıksız yakalandılar. Yakın çevreme hep söylerim; “Afetlerle mücadelede başarı elde etmek için afet olmayan dönemlerde çok ciddi hazırlık yapmamız gerekiyor.” Buna askeri nizamdaki tatbikatlar misali senede en az 1 kez ulusal çapta tatbikat yapmak ve kamuyla STK’ların rol paylaşımı ve koordinasyonunun paylaşımı gibi birçok hazırlık dâhil.

c) Koordinasyon problemi: Koordinasyon çok ciddi bir problem. Arama kurtarma, insani yardım ve psikolojik rehabilitasyon gibi deprem öncesi, sırası ve sonrasında mutlaka kamunun kendi içindeki ilgili tüm kuruluşlar ve bakanlıklar ile STK’lar, tek yumruk misali ful koordinasyonu sağlamak zorundalar. Ancak bu şekilde verimli bir afet yönetimi oluşturulabilir.

2) Afet konusunun siyaset için bir araç olarak görülmesi

Afetten dolayı zor duruma düşen halka yardım eden kişilerin veya kurumların prim yapması ve popüler olması Türkiye’de direk siyaseti ilgilendiren bir durum olarak algılanıyor. Bazen iktidar partisi ve muhalefet “kim ne kadar yardım yaptı?” yarışına bile girebiliyor. Halbuki afet yönetiminin siyaset üstü bir olay olduğunu başta siyasetçiler olmak üzere halkımızın anlaması gerekiyor. Yapılan yardımlar üzerinden yapılan siyaset ve yaratılan kutuplaşma ortamı bana göre ülkemizde damarlarımıza kadar hissettiğimi ahlaki çöküşün çok açık ve seçik bir göstergesidir.

3) Planlama Sorunu

Türkiye’de yapılan her şey planlama nosyonu eksik bir şekilde gerçekleştiriliyor. Geçmişte bu işlevi Devlet Planlama Teşkilatı görüyordu, şu anda pasifize edildi. Devlet Planlama Teşkilatının özenle hazırladığı raporlar bile rafa kaldırıldı, bunlardan faydalanıldığına hiç tanık olmadım. Belki bizden önceki nesillerde daha işlevseldi ama benim neslim ve sonrasında Devlet Planlama Teşkilatı işlevini her geçen yıl kaybetti. Bunun gibi ülkemizde doğru düzgün şehir planlaması da yapılmıyor. Yapılsa zaten nehir yatağı gibi yerlere binalar dikilmez. Bir de bakın gelişmiş ülkelere. Her bir ülkenin kendi kültüründen kaynaklanan bir tarzı var. Mesela ABD’de yollar birbirine paralel geçer ve ortaya çıkan kare veya dikdörtgen şeklindeki arazilerde yapılaşma olur. Fransa’da bir yuvarlağa bağlanan yollara tanık olursunuz. Bu ülkelerde bir lokasyonda resmi kurumlar tarafından planlama yapılmışsa o plan mücbir sebepler dışında değiştirilmez. Biz de ise alınan izinle yetinilmiyor, sürekli binaların işlevi ve fiziksel durumları (ek kat yapılması gibi) değiştiriliyor. Bu kafa yapısının değişmesi gerekiyor. Değişmeyen bu köhne ve fırsatçı zihniyet yüzünden Türkiye’de binalar herhangi bir yerde, baştan savma ve afet koşulları gözetilmeksizin inşa ediliyor. Sonra da olanlar oluyor.

4) Müteahhit Sorunu

Burada da hemen bir kıyaslama yapalım. Sağlam mühendislikleriyle ön plana çıkan Almanya’yı ele alalım. Almanya’da 3.800 müteahhit varken, Türkiye’de 453.000 müteahhit var. Almanya’da her önüne gelen müteahhit olamaz. Liyakat gerekli. Yani şirket yöneticilerinin kendini ispatlamış mühendisler olması gerekiyor. Almanya’da sigortasız ya da kaçak işçi çalıştıramazsınız. İşin ehli olmayan kişilere iş yaptıramazsınız. Yasaların belirlediği şekilde malzeme kullanmak zorundasınız. Rüşvetle işinizi çözmeye kalksanız Alman yetkili mercileri hayatınızı bitirirler. Yasaları çok sıkıdır ve katı kurallar ile uygulanır. Türkiye’de ise bu bahsettiklerimizin tam tersi bir ortam var. Örneğin her önüne gelen müteahhitlik yapabilir. İlkokul mezunu hatta hayatı boyunca hiç okula gitmemiş müteahhitler bile var bizim memlekette. Müteahhitlik sorunu Almanya gibi çözebiliriz. Hem müteahhit olacakların titizlikle seçilmesini (liyakatlerini ve ahlaklı olduklarını ispat etmek zorundalar) hem de seçilmiş müteahhitlerin yürürlükte olan kanunlara uymalarını sağlamak zorundayız. Uymayan veya kaytaran olursa en hafif ceza olarak müteahhitliğin yasaklanması ve hatta hapis cezasına kadar çok sert yaptırımların uygulanması gerekiyor.

Bu konuya bir önceki yazımda da değinmiştim. Kafanızda canlandırmanız için bina malzemesinden çalma ahlaksızlığını tekrar vurgulamak istiyorum. Binaların kaba inşaatı doğru düzgün yapılsa bu yıkılan binaların büyük çoğunluğu ciddi hasar görür ama yıkılmazdı. İnsanlar da binalardan sağ çıkarlardı. Bir binanın kaba inşaatı toplam bina maliyetinin %20’si. Yani bu hırsız ve ne yaptığını bilmeyen müteahhit kılıklı tüccarlar, %20’nin (ki muhtemelen bu oran daha düşüktür) maksimum %30’unu çalarak kalitesiz beton kullanıyor. Yani toplam maliyetin %6’sı. %6’lık bir orandan tasarruf yapacağım diye binada kalan yüzlerce kişinin hayatını tehlikeye atmaktan çekinmiyorlar.

5) Kamu Denetimi Sorunu

Türkiye’deki afetle mücadelede en çok gol yediğimiz alan denetleme. Tüm aksaklıklara rağmen kamu denetimi olması gerektiği gibi yapılsaydı on binlerce insan hayatını kaybetmezdi. Bir de zaten aksayan sistemin üzerine tüy diker gibi imar affı çıkarıldı. Anlayabilmek mümkün değil. Bu kararı alıp peşinden tüm partileri sürükleyen iktidara şunu sormalı: İmar affından gelir sağlanacak diye hem on binlerce (hatta resmi olmayan rakamlara göre yüz binlerce) vatandaşımız hayatını kaybetti, hem de oradan elde edilen gelirin çok üzerinde mali kaybımız oluştu. Değdi mi? Hiç değilse, imar affını şarta bağlasaydınız. Binasını sağlam yapanlara bu imar hakkını verseydiniz. Deprem oldu, yapılan tüm yanlışlar ayyuka çıktı. Yazık.

AFAD’ın karakterini yansıtan örnekler

Şimdi gelelim afetle mücadelenin anti kahramanlarına. Kahramanmaraş Depremlerinde ön plana çıkan AFAD ve Kızılay’la ilgili görüşlerimi burada paylaşmak isterim. Bu arada, burada yazacaklarım gazetelerden okuduklarıma değil, kendi kişisel deneyim ve gözlemlerime dayanmaktadır:

1) AFAD: AFAD kurulduğundan beri sürekli mercek altında eleştirildi. Çünkü en başından beri afet yönetimi konusunda çok popüler olan AKUT’a bir alternatifi yaratmak için kurulduğu intibası bıraktı. Yani afet yönetimine resmen siyaset karıştırıldı diyebiliriz. Hadi oraları geçtik. AFAD’ın yaşanan afette en başarısız kurum olarak ön plana çıktığı aşikardır. Yani bir anti-kahraman ilan edilecekse listenin başına AFAD’ı hiç düşünmeden koyarım. AFAD’ın 6 Şubat depremiyle ilgili kadro yetersizliği, liyakat problemi ve hiç pratik yapmadığı gerçeği kabak gibi ortaya çıktı. Şimdi bu yazıda ‘bu sorunları nasıl çözeriz’ konusuna uzun uzun girmeyeceğim (bu başlı başına bir blog yazısı olur). Sadece AFAD’la ilgili bizzat yaşadığım ve eleştireceğim iki konu var, bu 2 konu da AFAD’ın bire bir karakterini yansıtıyor zaten:

a) AFAD’ın eski başkanı Mehmet Güllüoğlu’nun Tanzanya Büyükelçiliği’ne atanması: Kendisiyle hem Elazığ Depremi’nde hem de İzmir Depremi’nde bizzat görüştüğüm için tavrını ve yönetim tarzını iyi biliyorum. Benim gözlemim her şeye hâkim olamamasına rağmen iyi bir yönetici olduğuydu. En azından bir şeyler yapmak isteyen insanların önünü açıyordu, önyargılı değildi ve diğer bazı ilgili kurumlarda olduğu gibi insanlara tepeden bakmıyordu. Bu mütevazılığı sayesinde de birçok açığını STK’larla kapatıp verimli bir müdahale ortamı yaratıyordu. Böyle bir adamı AFAD Başkanlığı’ndan alıp Tanzanya Büyükelçiliği’ne atadılar. En parladığı dönemde böyle bir atamaya hiç kimse anlam veremedi. Onun bu ataması yüzünden AFAD’da ciddi bir kopukluk oldu. Bizler STK temsilcileri olarak başlamak üzere olduğumuz hiçbir projeyi başlatamadık. Sonra da Güllüoğlu yerine atadıkları yönetim Maraş Depremleri sonrasında başarısız olunca kendisini tekrar Türkiye’ye çağırdılar: https://www.gazeteduvar.com.tr/tanzanya-buyukelciligine-atanan-eski-afad-baskani-gulluoglu-turkiyeye-cagrildi-haber-1602645

Ama artık her şey çoktan geçti, geriye döndürülemez kayıplar ortaya çıktı. Güllüoğlu yönetimi kalsaydı, hiç ego yapmadan herkesin vereceği katkıya kapısını açan bu yönetici sayesinde belki de on binlerce kişinin hayatını kurtarabilecektik. Yazık.

b) Güllüoğlu sonrası yönetiminin iş birliklerine kapıyı kapatması: Güllüoğlu sonrası başkanlığa atanan Yunus Sezer sonrasında, zaten güç bela ilerleyen işbirliklerine kapılar tamamen kapatıldı. Ben zamanında “Risk Azaltma Haritası” projesini AFAD’a getirdiğimizi hatırlıyorum. Hatta Türkiye’de ilk Risk Azaltma Raporu hazırlayan Tekirdağ iliyle bizzat görüşme yaptık. Tekirdağ’da şunu anlattık: Risk azaltma işi senede bir kez hazırlanacak raporlarla götürülecek bir iş değil. Online harita hazırlanması gerekiyor ve bu haritanın tam zamanlı çalışan gönüllü ve yetkililer tarafından sürekli güncellenmesi gerekiyor. Ancak bu şekilde tüm sorunların teşhisini zamanlı bir şekilde yapabilir, afet oluşmadan riski ortadan kaldırabiliriz dedik. Hatta AFAD’ın Tekirdağ merkezinde bu ilk risk azaltma raporunu hazırlayan yetkili bile bizzat bize “Evet kesinlikle böyle bir harita formatına çok ihtiyaç var. Bunu beraber yaparsak süper olur. Bizim hazırladığımız afaki raporlar bir işe yaramıyor. Hem rapor bir şekilde sağdan soldan topladığımız bilgilerle hazırlandı, hem de eskidi. Bu konuda sizinle mutlaka çalışmak isteriz” dedi. Onun bu iyimser yaklaşımı bizi heyecanlandırmışken AFAD’ın Tekirdağ merkezinin başında olan yönetici “Sizinle onay gelirse çalışabiliriz” diyerek bizi resmen başından savdı. Sonra birkaç kez tekrar sorduk ama hiç olumlu bir sinyal göremediğimiz için, AFAD’a “Beraber yapalım, hatta yazılımcısını bile ayarladık” dediğimiz ‘Risk Azaltma Haritası’ projesi ortadan kalkmış oldu. Bu proje yapılmış olsaydı belki de on binlerce kişiyi tehlikeden haberdar edip hayatlarını kurtaracaktık.

2) Kızılay: Bir kurum düşünün, ta Osmanlı İmparatorluğu’ndan bize yadigâr ve tek amacı tüm yurtta yardıma ihtiyacı olan insanlara yardım etmek (Bkz: Kızılay’ın tarihçesi: https://www.instagram.com/p/CpNUrmYoPgl/?igshid=MDJmNzVkMjY=). Diğer gelişmiş ülkelerde muadili olan Kızıl Haç’ların prestijleri en üst düzeyde. Atatürk bile zamanında Osmanlı İmparatorluğu’nun subayıyken Kızılay (o zamanlar Hilal-i Ahmer Cemiyeti deniyordu) tarafından tedavi edildi (Bkz: https://www.instagram.com/p/CpNoaw9oWOJ/?igshid=MDJmNzVkMjY%3D) ve cumhuriyeti kurduktan sonra da ona Kızılay ismini vererek, özenle devam ettirdiği kurumlar arasına aldı. Memleket için bu derece önemli olan bir kurum son 20 senede sürekli tartışılır hale geldi. Yolsuzluklar, yöneticilerinin akıl dışı açıklamaları, ticarileştirilmesi, siyasileştirilmesi vb.

Kızılay’la kendi deneyimim

Kızılay’la kendi deneyimimi anlatayım. Kızılay’ın genel müdürü İbrahim Altan'la 30 Ekim 2020 tarihinde gerçekleşen İzmir Depremi sebebiyle yolumuz kesişti. İzmir Depremi’nde 20’nin üzerinde STK’nın bir arada hareket ettiği Afet Platformu’nun ilk dönem sözcüsü olarak Kızılay Genel Müdürü’nün karşısındaydım. Biz STK’lar olarak nerede görev yapacağımızı belirlemeye çalışıyorduk. İzmir Valiliği, AFAD ve Kızılay arasında gidip geldik. Kızılay’ın genel müdürü enteresan bir şekilde İzmir’deki depremi unuttu, kurucusu olduğum Tider’le (Temel İhtiyaç Derneği) Covid-19 pandemisinin ilk dönemlerinde yapmış olduğumuz işbirliğine kafayı taktı. O dönemde yüzbinlerce kişiye milyon TL’lik değerde temel ihtiyaç ürünleriyle (gıda ve hijyen ürünleri) yardım yapmıştık. Bu yardımların sponsoru Coca Cola oldu (ki bu konuda kendilerine gerçekten müteşekkiriz), biz STK tarafında bize bağlı olan gıda bankaları vasıtasıyla bu yardım kolilerini dağıttık. Kızılay da kamu tarafını temsilen bu işbirliğine dâhil edildi. Ben sözü “İzmir Depremi’nde ne yapacağız?” gündemine getirmeye çalışırken müdürün ilgisi farklı yöndeydi. Tavrını anlayabilmeniz için aramızda geçen yaklaşık konuşmayı paylaşıyorum:

– Sizin Coca Cola kampanyanız beni çok uğraştırdı. Coca Cola’nın konumu yüzünden bu kampanyaya karşı olan yönetimden ciddi bir kitleyi karşıma aldım ve çok yıpratıldım, benim çok canımı sıktınız.

– Sonuçta bu kampanyadan yüzbinlerce kişi faydalandı. Milyon TL’lik değerde bağış yapıldı Coca Cola tarafından (rakamları şu anda hatırlayamıyorum ama bana daha önce verilen ve aklımda kalan rakamları söyledim). Önemli olan bu değil mi?

– O rakamları o kadar da abartma (biz ne için geldik, genel müdür bizi topluma verdiğimiz büyük katkı nedeniyle azarlıyor). Rakamlar tam olarak şöyle...

– Fark etmez tam rakamları şimdi bizim genel müdürümüzden tekrar teyit ederim. Zaten aramızda %10’luk bir fark var. Sonuç olarak yüzbinlerce kişi milyonlarca TL değerinde yardım aldı. Siz sonuca bakın.

Teşekkür yerine azar

Ortamın gerildiğini gören diğer STK yöneticileri araya girdi. Genel müdür saplantılı gibi bir türlü bu konudan çıkamadı. Bize teşekkür etmesini beklerken adamdan azar işitmiş olduk. Bu arada da Coca Cola kampanyasında neden zorlandığını sordum, sonuçta Coca Cola dünyanın en büyük global markalarından biri. Bunu tam olarak cevaplamadı ama konuşmalarından Coca Cola’nın İsrail markası algısından dolayı zorluk çektiğini anladım. Esasında Coca Cola'nın ikonik bir Amerikan markası olduğunu hepimiz biliyoruz ancak sanırım Amerikan Musevisi iş insanlarının Coca Cola hisselerinden dolayı bu söylemi senelerdir duyarım. Bana bu tip komplo teorileri saçma geliyor, bir de tabii böyle bir toplantıda genel müdürün böyle bir yorumunu son derece yersiz bulduğumu da belirtmek isterim. 

Bu konu çok zamanımızı aldıktan sonra esas konuya girebildik ve bize “Sizin nerede görev yapacağınıza AFAD karar verecek” dedi ve AFAD’a da laf attı (onları beceriksizlikle suçladı). Yani toplantıdan hiçbir şey elde edemeden sinir bozukluğuyla çıktık.

Bu arada, depolarında yeterli adam olmadığı için her şeye rağmen bizden gönüllü desteği istediler. Biz de bu adamların ego problemini önemsemeden elimizden gelen desteği verdik. Afet Platformu’nda olan STK’ların yüzlerce gönüllüsü günlerce Kızılay’ın deposunda bizzat çalıştılar. Kızılay’daki nereden geldiğini anlamadığım bu ego probleminin bir benzerini yönetim kurulu başkanında da gördük. Kızılay çadırlarının AHBAP’a satılmış olması, Hatay’da dağıtılan yemeklerden zehirlenme olması ve Kızılay yönetim kurulu başkanının toplumda son derece antipati yaratan açıklamaları Kızılay’ı kötü yönetişim konusunda AFAD’ın yanına koymamızı sağladı.

Kızılay hakkında son dönemde çıkan ilgili haberler:

İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü’nün, “Bazı personel atamalarında deneme sürelerine ilişkin yönetim kurulunun takdir hakkı ve bir iş sözleşmesinde genel müdürlükçe yapılan idari işlem nedeniyle" kestiği para cezaları Kınık ve Altan tarafından Kızılay Genel Müdürlüğü’ne ödendi. İşte ilgili haber: https://www.birgun.net/haber/kizilay-baskani-ile-genel-muduru-ne-kesilen-para-cezalarinin-belgelerine-birgun-ulasti-317917

Kızılay'ın hesaplarını inceleyen bağımsız denetim firması ise kuruma ‘sınırlı olumlu görüş' notu verdi. Grant Thornton firması ‘sınırlı olumlu görüş' notunun dayanaklarını ve eksiklikleri teker teker Türkiye Kızılay Derneğine bildirdi: https://www.sozcu.com.tr/2023/gundem/kizilay-ile-ilgili-carpici-denetim-raporu-7608635/

Kızılay’ın üretiyorum dediği çadır şirketinde ürettiği çadır kapasitesinin yetersiz olduğu ortaya çıkıyor, bu nedenle dış piyasaya fason üretim yaptırıyor, dolayısıyla maliyet denilen rakam kuruma değil fason firmalara aktarılıyor: http://cuts2.com/MvILO

Zaytung’un Kızılay’la dalga geçtiği iki postu (ağlanacak halimize gülelim biraz):

  1. https://www.instagram.com/p/CpK8G4DNPZU/?igshid=MDJmNzVkMjY%3D
  2. https://www.instagram.com/p/Cps-RFQNy8L/?igshid=MDJmNzVkMjY%3D

Cem Yılmaz’ın reklamını Kızılay Başkanı’na uyarlamışlar (Kızılay’ın çadır satma olayını ti’ye almaya devam):
https://www.instagram.com/reel/CpPN4rNgd4n/?igshid=MDJmNzVkMjY%3D

Şahan Gökbakar, Kızılay Başkanı Kerem Kınık'ın 26 yıl önce yaptığı konuşmayı paylaştı: https://t24.com.tr/video/sahan-gokbakar-kizilay-baskani-kerem-kinik-in-26-yil-once-yaptigi-konusmayi-paylasti,52859?fbclid=IwAR0alcyaMqgIG4tBVUQ4U6kIN6nLLF7Ryhwd5ouDsD8WPXrQOF3w8CVS-kw

Kızılay’dan ‘Hatay’da yemekten zehirlenme' iddialarına ilişkin açıklama: http://cuts2.com/NKkTf

Lafta kalan sözde bağışlar

Son olarak, kamuda eleştirdiğimiz bu kurumların yanında aynı sertlikte eleştireceğim STK’lar ve özel sektör kuruluşları da var. Ancak yazıyı çok uzatmamak adına şimdilik burada kesiyorum. Sadece ülkemizdeki ahlakın ne denli çöktüğünü net bir şekilde gösteren bir başka olaya daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu sefer eleştirim özel sektöre ve bireylere. Büyük depremin ardından bölgeye yardım için başlatılan “Türkiye Tek Yürek” kampanyası 15 Şubat akşamı hemen tüm TV kanallarından canlı olarak yayınlandı ve büyük ilgi gördü.  Depremzedeler için bağış yapacağım diye TV’ye çıkıp şov yapan, ‘şu kadar bağışlayacağım’ diye taahhüt veren sonra da hiçbir bağış yapmayan yüzlerce birey ve kurum var. Gecenin sonunda 115 milyar liradan fazla para yardımı sözü verildi. Kampanyanın üzerinden haftalarca geçmesine rağmen söz verilen yardım parasının sadece 74 milyar 200 milyon lirası AFAD’ın hesabına yatırıldı. İlgili haberi paylaşıyorum:

https://www.hurriyet.com.tr/gundem/canli-yayinda-bagis-sovu-yapip-parayi-odemeyenler-ifsa-edilecek-42236149

Alın bir de buradan buyurun. Memleket olarak nereden tutsanız dökülüyoruz. Liyakatsizliğin, sahtekârlığın ve şiddetin tavan yaptığı bu karanlık dönemin bir an önce bitmesini diliyoruz.

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için