Ufuk açan bir deneyim: McGill yıllarım
Mezunu olduğum McGill Üniversitesi’nin geçtiğimiz hafta İstanbul’daki bir etkinliğine katıldım. Bu güzel davet beni yıllar öncesine götürürken hayatımda önemli yeri olan birçok anımın da yeniden canlanmasına vesile oldu. Böylece okuduğum üniversiteyle ilgili yaşadıklarımı, hayatımdaki yerini ve etkilerini paylaşmak istedim bu hafta sizlerle.
Üniversiteye girişim ve üniversitede yaşadığım deneyimler hayatımda dönüm noktası oldu diyebilirim. Esasında hayatımda hiçbir şey göründüğü kadar kolay gerçekleşmedi. Ben Süzer ailesinin ilk yurt dışında okuyup mezun olan bireyiyim. Üstelik bunu Harvard yaz okulunu takiben McGill Üniversitesi gibi Kanada’nın en önemli üniversitelerinden birine girip başarıyla tamamlayarak gerçekleştirdim.
Tabii ki geçmişte genç yaşta İngiltere’de yaz okuluna gitmemin ve okuduğum lisede, özellikle ilk 3 sene, yabancı hocalardan eğitim almamın ciddi faydasını gördüm. Ancak o yaşta biri için aileden uzakta olarak yurtdışına gidip kendi ayaklarının üzerine durabilmek kolay değil.
Üniversite’ye girişim bile epey maceralı oldu aslında. Başta kendimi Amerika’da okuyacağım diye şartlamıştım. Bir gün bir akşam yemeğinde üniversite başvurularımdan konu açıldığında bir aile dostumuz bana ‘Kanada’yı düşünmez misin?’ diye sorunca Kanada gündemime girdi. Öncesinde Kanada hiç aklıma gelmemişti, kendi kendime ‘neden olmasın?’ dedim ve Kanada’yı da gündemime aldım.
Benim için nerede okuyacağım önemliydi gerçekten de, bu yüzden başvurduğum üniversitelerin kampüslerini tek tek ziyaret ettim. Bu ziyaret programına doğal olarak Montreal’i de ekledim. Benim Montreal’e ilk gelişimi ve sonrasında hissettiklerimi ‘ilk görüşte aşk’ olarak tanımlayabilirim. Montreal’i ve şehrin merkezinde bulunan McGill Üniversitesi’nin kampüsünü ziyaret ettiğimde kendi kendime ‘tamam, okumak istediğim üniversiteyi buldum sanırım’ dedim. Böyle bir hisse çok nadir kapılırım aslında. Kafada şimşek çakması gibi bir histir bu. Gerçekleştiği zaman bilirim ki kendi açımdan en doğru yerdeyim, en doğru işi yapıyorum veya en doğru kişiyle tanışmışım. Bu his beni hiç yanıltmadı, hep haklı çıkardı. O yüzden böyle hissettiğim zaman kaybediyorum kanısı oluşsa bile ısrar eder, sonuna dek elimden geleni yaparım.
O ziyaretten sonra en önemli hedefim McGill Üniversitesi’ne girmek oldu. Yurtdışı konusunda diğer ailelerin aksine bizim pek tecrübemiz yoktu. Doğrusunu söylemek gerekirse okuduğum Tarabya Kemal Atatürk Lisesi’nden de pek bir destek alamadım. Ancak bu süreçlerin en doğru şekilde tamamlanması gerekiyordu. Başvuru ve öncesinde yapılacak hazırlıklar çok kritikti.
Sıkı bir hazırlık ve şaşırtan cevap
Bu dönemde yardımıma aile dostumuz Binnur Uzuner yetişti. Oğlunu da MIT’ye sokmuş olan Binnur Hanım, başvuru süreçleri konusunda oldukça bilgi sahibiydi ve beni hep doğru yönlendirdi. Olağanüstü iyi ve sevecen bir insan olması dolayısıyla başvuru süreci benim için çok pozitif geçti. Üniversiteye kabul için yapmam gerekenleri tamamladım ve son 1-1,5 sene sürekli kendimi geliştirdim. Binnur Hanım’a da başından favorimin McGill Üniversitesi olduğunu söyledim ve birlikte elimizden geleni yapacağımız konusunda sözleştik. Bu öyle kolay bir süreç değildi. Bizim dönemimize göre hâlâ çok büyük değişiklik olduğunu düşünmüyorum, 1 sene boyunca TOEFL, SAT 1 ve SAT 2 sınavlarını tamamlamanız gerekiyordu. Ciddi bir hazırlık ve çalışmadan sonra bu sınavların hepsinden geçer notları almayı başardım.
Bu sınavların sonuçları, okul notları, özgeçmişim, spor gibi okul dışı etkinlikler, liderliğimi ispat edebileceğim başarılar, referanslar derken oldukça havalı bir başvuru ortaya çıktı. Olumlu sonuçları beklerken ne göreyim, McGill Üniversitesi’nden ret yazısı geldi. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Bu nasıl olabilirdi? İstedikleri bütün kriterleri sağlıyordum. Bütün sınavlardan geçer not almıştım. Hatta SAT’nin matematik sınavından en yüksek notlardan birini alıp neredeyse tam puan tutturmuştum. Okulumun en iyi öğrencilerinden biriydim. Okul başkanıydım. Sporda çok aktiftim. Burada mutlaka bir hata vardı ve bu hatayı düzeltmem gerekiyordu.
Vazgeçmek yok
Normal birinin vereceği reaksiyon durumu kabullenmek ve kabul gördüğü üniversitelerden birine gitmektir değil mi? Ben kendi kafamda McGill Üniversitesi’ne girmiştim bile. Hemen eyleme geçerek ilk uçakla Montreal’in yolunu tuttum.
Çat kapı doğrudan kayıt bürosuna (Admissions Office) giderek durumu anlattım. Başvurumla ilgili konuşmak istediğimi söyledim. Girişte benim talebimi karşılayan hanımefendi, ‘bir saniye ilgili kişiyi çağırıyorum’ dedi. Hiç unutmam, içerideki kapalı alandan bana doğru sarışın bir hanımefendi geldi.
Konuşmaya başladık ve aramızda şöyle bir diyalog geçti:
-
Merhabalar, ben Serhan Süzer, okulunuza başvurdum ve ret yanıtı geldi. Burada bir yanlışlık var sanırım, çünkü başvuru kriterlerinize baktığımda ben hepsine uyuyorum. Bu reddin sebebini öğrenmeye geldim.
-
Tam isminizi ve nereden başvurduğunuzu şuraya yazar mısınız? İçeriden dosyanızı alıp bir bakayım.
Bu bilgileri aldıktan sonra tekrar içeriye girdi ve sonrasında elinde dosyamla geri geldi. Sonrasındaki diyaloğumuz şöyle gelişti:
-
Sebebi TOEFL notunuz, bizim istediğimiz minimum notun altında kalmış bu yüzden.
-
Nasıl olur? Ben TOEFL sınavını geçtim yani geçer notu aldım.
(Elimde bütün başvuru dosyam mevcuttu ve sınav notunu gösteren belgeyi çıkarıp önüne koydum).
-
İşte burada.
-
Nasıl olur, bizdeki notunuz daha düşük görünüyor.
-
Bir tarihlere bakalım.
Daha sonra gerçek sorun ortaya çıktı. Ben TOEFL’ı ilk denemek için (sınavın nasıl olduğunu öğrenmek için) çalışmadan bir sınava girmiştim. Daha sonra çalışarak tekrar sınava girdim (TOEFL’da bizim dönemimizde 2 ayda bir sınav yapıyorlardı). Bundan geçer not almıştım. Her ne hikmetse McGill Üniversitesi’ne denemek için girip düşük not aldığım bu ilk sınavın bilgisi gitmişti. Başvuruları alan yetkili durumu anlayınca hemen bir reaksiyonla;
-
Bu belgeyi getirdiğiniz iyi oldu. Bunun bir kopyasını alabilir miyim?
-
Elbette.
Kopyalama işleminden sonra,
-
Başvurunuzu tekrar değerlendirip size geri döneceğiz. Esasında İngilizcenizde hiçbir problem olmadığını görüyorum.
-
(Liseden gelme bir alışkanlıkla sohbet etmeye devam ettim) Teşekkür ederim. Eskiden beri çok seyahat ederim. Bunun etkisi vardır herhalde. Bu arada siz nerelisiniz (biraz aksanı vardı)?
-
Ben köken olarak Rusya’dan geliyorum.
-
Ne güzel. Biz Ruslar ve Türkler kardeşiz. Aramızdaki ilişkiler her geçen gün gelişiyor.
-
Evet, bölgeyi takip ediyorum.
-
Türkiye’ye hiç geldiniz mi?
-
Hayır, hiç gitmedim.
-
Çok güzel yerlerimiz var. Marmaris, Fethiye, Bodrum, Çeşme. Türkiye tam bir tatil cennetidir. Tavsiye ederim.
-
Evet bir gün gelmeyi umuyorum.
-
Hayırlısıyla. Yardımcı olduğunuz için çok teşekkür ederim.
-
Tabii, ne demek.
-
Sizden haber bekliyor olacağım.
-
Tamamdır. İyi günler.
-
İyi günler.
Bu konuşmadan 2 hafta sonra McGill Üniversitesi’nden kabulüm geldi. Kulağa şaka gibi geliyor ama başarmıştım. Hayallerimdeki okula ve şehre okumaya gidiyordum. Daha sonra 1995-1999 yılları arasında McGill’de finans ve muhasebe alanlarında çift anadal yaptım. Üniversitede çok keyifli bir 4 sene geçirdim.
Montreal’deki ilk yıllarımda babam ve halamla çekilmiş bir fotoğrafımız
Mühendislik ukdesi ve finansın yararları
İzleyen yıllarda üniversiteyle ilgili tek pişmanlığım finans ve muhasebe yerine elektrik/elektronik, makine veya yazılım mühendisliği gibi bir alanı tercih etmemiş olmamdı. Lisede matematik, fizik, kimya derslerim her zaman çok iyiydi ve bu derslerden çok keyif alıyordum. O dönemde ‘bankacı olacağım’ diye kendimi şartlamıştım. Bugün geldiğim noktada, yine mühendisliğin kalbine kadar girdiğimiz Ekore Yenilenebilir Enerjiler A.Ş. (kısaca EkoRE) firmasının kurucusuyum. Finans kökenli olmama rağmen, pratikte mühendislikle ilgili birçok detaya hakim olmam sayesinde bünyemizde faaliyet gösteren başarılı mühendislerle gayet iyi anlaşarak çalışabiliyorum. Hatta bazen ARGE toplantılarına girdiğim bile oluyor. Bir de tabii haksızlık etmeyeyim; finans hangi alanda olursa olsun bir işin ‘olmazsa olmazı’dır. Finansı iyi icra etmeniz size rakipleriniz karşısında büyük avantaj sağlar. Bugün bulunduğumuz noktaya gelişimizde bu durumun sağladığı avantajların da katkısı var sanırım.
Üniversitede çok şey öğrendim ve deneyimledim. Üniversiteye ilk giren Serhan ile bitiren Serhan arasında çok büyük fark var diyebilirim. Tabii ki, temelde altyapı ve karakter olarak aynıydım, ama dünyaya bakış açım ve düşünce sistematiğim tümüyle değişmişti.
Mezuniyet töreninden bir kare
Nelerin değiştiğini sizlerle de paylaşmak isterim:
1. Buna zaten yatkındım ama McGill Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra gerçek anlamda bir ‘Dünya Vatandaşı’ oldum. Göçmenlerin oluşturduğu bir ülke olan Kanada’nın Montreal şehrinde yaşayanların Fransız kökenli olması ve Fransız etkisini her yerde hissetmenizin yanı sıra çok farklı coğrafyadan gelenlerin tercih ettiği bir şehir olan Montreal’e bir de okulumdaki uluslararası ortamın eklenmesiyle içinde bulunduğum ortam tam bir Birleşmiş Milletler yelpazesi gibiydi. Tüm bu farklı kültürler ile bir arada olmaktan ve tanışmaktan büyük keyif aldım.
2. Yemek zevkim değişti. Önceleri tipik bir Türk öğrenci gibi onu bunu yemem derken, tattığım her şeyden çok büyük keyif almaya başladım. Üniversite 1. sınıfta ilk suşi deneyimimi hatırlıyorum. Tattığım ilk suşi ağzımda büyürken ve ‘bunu nasıl yutacağım, şimdi kusacağım galiba’ diye düşünürken Fransız arkadaşlarımın ‘çok lezzetli değil mi?’ diye sorduklarını hatırlıyorum. Zorla ağzımda gevelediğim ilk birkaç lokmadan sonra önümdeki suşileri Fransız arkadaşlarıma vermiştim. Üniversite’den mezun olduktan sonra ise bırakın suşiyi (ki şu anda onu çok severim) Çinlilerin tatlı-ekşi soslu garip yemeklerini dahi yemekten keyif alan bir Serhan’a dönüşmüştüm.
Arkadaşlarımızla yemek yerken
3. İlk arabam Nissan Pathfinder’dı. Aramızda duygusal bir bağ vardı. Kış koşulları için ideal bir arabaydı. Montreal sayesinde karda çok iyi araba kullanmayı öğrendim.
İlk arabamı Montreal’de kullanırken
4. Çok soğuk havalara dayanıklı olabileceğimi düşünmezdim. Tipik bir kış mevsiminde Montreal gündüz -10 derece, akşamları da -20, -30 derece arasında olur. Benim rekorum ise rüzgârın etkisiyle bir akşam vakti -52 dereceydi. Soğukla yaşamayı öğrendim böylece.
5. Kayak yapmayı çok severim. Hayatımda ilk defa pistin aydınlatılıp kayak yapıldığını Montreal’de gördüm. İnsanlar işten çıkıp spor salonuna gitmek yerine akşamları şehrin hemen dışında bulunan kayak pistlerine gidiyorlardı. Bu harika bir durumdu.
6. Yüzlerce futbol takımının iştirak ettiği okul turnuvasında önümüze geleni devirip finalde kaybetmek çok trajik oldu. Bunun detaylarını ileride yazacağım. Yarı finalden itibaren iki maçımızı okulun stadında oynadık. Statta seyircilerin önünde final maçlarını oynamak müthiş bir histi.
7. Türkiye’de okuyan öğrencilerle Kanada’da okuyan öğrencilerin arasında şöyle bir fark gözlemleyebiliyorum. Türkiye’de okuyan öğrencilerin birçoğu Kanada’dakilere göre daha pratik zekâlı ve dersleri çabuk kavramalarına rağmen özgüven eksiklikleri var. Kanada’da okumuş öğrenciler yurtdışında çok daha özgüvenli ve rahat hareket edebiliyorlar. Bir de Türkiye’deki üniversitelerin birçoğunda bana göre İngilizce seviyesi düşük. Hatta bu dersleri veren hocaların bile İngilizce veya başka yabancı dil seviyeleri bana göre yeterli değil. Kanada’da ise doğal olarak tüm gününüz İngilizce ve Fransızca’yla geçiyor. Montreal’de gerek özgüven gerekse yabancı dil anlamında kendimi geliştirdiğimi düşünüyorum.
8. İngilizceden sonra ikinci yabancı dili Montreal’de ekledim. Üniversite’den mezun olduğumda çat pat da olsa Fransızca konuşuyordum. Şimdi garip bir şekilde İspanyolca öğrendikten sonra Fransızca’nın yerini İspanyolca aldı. Şu anda Fransızca konuşamıyorum, ancak anlıyorum (Tekrar canlanması için Fransa’ya gidip bir süre yaşamam lazım).
9. İlk Formula 1’i Montreal’de izledim. Her açıdan çok keyifliydi. Bu tecrübe ileride İstanbul’a Formula 1 etkinliği kazandırılırken arka planda çalışan ekibin içinde bana fayda sağladı.
10. İlkokul ve lisede olduğu gibi üniversite’de de arkadaşlık anlamında çok şanslıydım. Harika bir ortamımız vardı. Genç yaşlarda arkadaş insanı çok etkiler. Arkadaş ortamı öyle etkilidir ki, insanı sürekli gaza getirir. Yapmaması gereken şeyleri yaptırtabilir, ya da yapmanız gerekenler konusunda sizi sürekli frenleyebilir. Size sürekli duymak istediğiniz şeyleri söylerken bir yandan kullanıldığınızın farkında olmazsınız. Allah’a şükür benim arkadaş ortamım birbirine bağlı, samimi ve düzgün kişilerden oluşuyordu. Esasında tek bir arkadaş grubum yoktu. Türkler, Fransız Kanadalılar, İngiliz Kanadalılar, Fransızlar, Latin Amerikalılar, Amerikalılar, Yunanlar, Lübnanlılar ve Hintlerden oluşan çok farklı etnik alt yapısı olan birçok farklı grubun içindeydim. Tabii hangi ülkeden olurlarsa olsunlar orada okuyanların kalitesi oldukça yüksekti.
11. Değişmeyen tek şey değişimdir lafını ilk üniversitede duymuştum. İnsanların temel değerlere bağlı kalarak sürekli gelişebileceğini ve değişebileceğini üniversitede gördüm. Zaten iş ve özel hayatlarında değişmeyenler ve kendilerini geliştiremeyenler hep kaybederler. İnsan yaşamında ‘ben buyum, beni böyle kabul eden eder etmeyen kendi bilir’ tarzında bir yaklaşım sonunda hep hüsranla sonuçlanır. Yapılması gerekenler zamanında yapılmazsa ortaya çıkacak son pişmanlıklar da fayda etmez.
12. Her zaman çalışkan olmuşumdur ve sorumluluklarımı yerine getirmek için elimden geleni yaparım. Zaten okulumuzun logosunun üzerinde yazan mottosu da "Grandescunt Aucta Labore" yani "Çalışmayla, her şey artar ve büyür." Aynı zamanda okulumuzda 300’den fazla kulüp vardı ve her gün farklı bir aktivitenin içinde kendimizi buluyorduk. Bir de üniversite yıllarımda İngilizce ‘Work Hard, Play Hard’ yani ‘Sıkı Çalış, Sıkı Eğlen’ deyimini çok sık duydum. Ben de birçok diğer McGill’li arkadaşlarım gibi hem derslerimiz için ciddi çalışıyordum hem de Montreal gibi bir şehirde ve Üniversitemizde eğlenmek için birçok farklı aktiviteye katılıyordum.
Okulun logosu
İlk sene yurtta kaldığım oda.
İkinci seneden sonra eve taşınmıştım. Evdeki odamda telefonla konuşurken.
.
13. Çok farklı kültürlerle iç içe olduğum için önyargıyı bıraktım. Artık hiçbir kültürü yargılamıyorum. Biliyorum ki, her kültürde, bölgede ve ülkede iyi insan da var, kötü insan da. Hiçbir insan %100 iyi veya kötüdür de diyemeyiz. Bunun dereceleri var. O yüzden üniversitede birini geldiği yere, kültürüne veya inancına bakarak yargılamanın ne kadar yanlış olduğunu ve kişinin kendisine odaklanılması gerektiğini kafama kazımış oldum.
14. Bir de T.C. vatandaşı olarak kendimizi çok önemsemeyi bıraktım. O yüzden ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur’, ‘bir Türk Dünya’ya bedeldir’, ‘çok mu güzeliz, harikayız’ gibilerinden boş övünmeler veya klişe laflar bana saçma geliyor üniversite yıllarımdan beri. Geldiğimiz yerle ilgili her zaman gurur duyalım ama şunu da bilelim: Önemli olan verimli olup bir şeyler üretebilmek, insan olabilmek ve insanlığa hizmet edebilmek, mutlu olmak, evrensel değerlere inanmak ve başkalarını üzmemek, hatta değer verdiklerimizi mutlu edebilmektir. Gerisi boş.
Bunu giriş yazısı olarak kabul edin. Bir sonraki yazımda size üniversitemle ilgili başka detaylar vereceğim. Zaman zaman da üniversitede yaşadığım anıları kaleme alıp sizlerle paylaşacağım. Bir sonraki yazıya kadar sağlıcakla kalın.
Etiket: eğitim
Sizi takdir ettim..Genc yasta hem hayati hem is yasamini cozmussunuz..Iyiligin bulasici ve toplumsal fayda yonunde zenginlik katmasi ne buyuk erdem..