Gökyüzünün altındaki müze: Saint Petersburg 1
Saint Petersburg ihtişamlı sarayları, tarihi ve hikayeleri ile büyüleyici bir güzellik ve ‘bulutların altındaki müze’ takma adını fazlasıyla hak ediyor. Rusya’nın başkenti ve ticari merkezi Moskova olsa da, Saint Petersburg Rusya’nın kesinlikle kültür ve tarih başkenti. Uzun süredir merak ettiğim bu şehri ziyaret etme fırsatı buldum, ciddi keyif aldım ve beklentilerimin üzerinde bir deneyim yaşadım.
Rusların renkli bir tarihi var ve bu tarih hakkında merakı ve bilgisi olanlar için, karakterler ile hikayelerin geçtiği mekanlar birleşince çok zengin ve etkileyici bir deneyim ortaya çıkıyor. Rusya’da Çarlık düzende çarların Tanrının yeryüzünde seçtiği temsilciler olduğuna inanılırdı. Ayrıca Ortodoks Hristiyan Ruslar, dinlerine ve çarlarına son derece bağlılardı. Dolayısıyla çarların yaşadığı saraylar hep en gösterişlisi ve en şaşaalısıydı, ne de olsa Ruslara göre onlar Tanrı’nın temsilcileriydi.
Neden şehrin adı Saint Petersburg?
Rus tarihinde 3 Çar Peter var ve bunların arasından 1. Peter (Petro) nam-ı değer adıyla Çar Büyük Petro bu şehri kurdu. Ancak şehir adını aslında Çarlardan değil, Rusya’yı 600 yıl boyunca yöneten ve Saint Petersburg’u kuran Romanov ailesinin koruyucu azizi olduğuna inanılan Aziz Peter’den almış.
Şehir 1703 yılında Çar Büyük Petro (1. Petro) tarafından Baltık denizi kıyısında Neva Nehri kenarındaki bir İsveç kalesinin ele geçirilmesiyle kurulmuş. Moskova’nın 715 kilometre uzağındaki St. Petersburg, bir zamanlar birçok Rus tarafından hiç kıymetli görülmüyormuş. Oysa Çar Büyük Petro’ya göre, bu liman şehri Finlandiya Körfezi'ne açıldığı için Rusya'nın yüzyıllardır arayışında olduğu Baltık Denizi'ne çıkış noktası olma özelliğini taşıyordu.
Rusya Federasyonu’nun 2. büyük şehri olan Saint Petersburg 42 adacık üzerine kurulmuş ve Rus Çarlığı’na 200 yıl başkentlik yapmıştır. Şehrin içindeki su ve birçok köprü nedeniyle bu şehre bir yandan da “Kuzey’in Venedik’i” deniyor.
Mekanlar ve Karakterler
St. Petersburg’u gezmenin en güzel tarafı bu gösterişli, altın detaylı ve renkli duvarlı sarayları ve eserleri gezerken, hepsinin tarihteki renkli karakterlere değinen hikayelerini dinleyip öğrenmek. Sanki bir tarih romanının içindeymiş gibi geziyorsunuz şehri. Kiril alfabesi kullanılması, görülecek yerlerin çokluğu, taksi bulmanın o kadar da kolay olmayışı, bir de soğuk hava ile birleşince işler hayli zorlaştığından, St. Petersburg’u bir tur rehberi eşliğinde gezmeyi tavsiye ederim. Tur rehberleri size bu sarayları ve müzeleri gezdirirken, gelmeden önce okumuş ve çoğunu biliyor olsanız bile mutlaka eklenen yeni ve ilginç hikayelerle geziniz çok daha zenginleşecektir.
Şimdi benim aklımda kalanları ve iz bırakanları sizlerle paylaşacağım.
Bu listeye ilk başta fazlasıyla memnun kaldığım ve başlı başına bir tarihi eser olan otelimden başlamak istiyorum.
Hotel Astoria
Bu beş yıldızlı Rocco Forte Oteli, Saint Isaac Katedrali ve tarihi Alman İmparatorluk Büyükelçiliği'nin karşısında yer alıyor. Art Nouveau ve Neoklasik mimariden etkilenen otel 1912’de inşa edilmiş. Amaç ise yüzyıllardır Romanov ailesi tarafında yönetilen Rus İmparatorluğu’nun 300. yılı için düzenlenen büyük kutlamada imparatorluk ailesinin misafirlerini ağırlamakmış. Daha sonra aristokrasi arasında popüler olmuş ve ileride anlatacağım Rasputin de bu otelde evli sevgililerinden bazılarıyla kalmış.
Rus Devrimi'nden sonra Hotel Astoria, Komünist Parti üyelerine ev sahipliği yapmış ve hatta Lenin 1919'da balkonundan konuşmuş. İkinci Dünya Savaşı sırasında otel hastane olarak hizmet vermiş. Ayrıca Adolf Hitler Leningrad'ın (Saint Petersburg’un eski ismi) hızla düşeceğinden o kadar eminmiş ki, bu otelin Kış Bahçesi'nde bir zafer ziyafeti planlamış ve hatta etkinliğe davetiyeleri önceden bastırmış.
Otelin birçok ünlü misafiri arasında ise Prens Charles, Pavarotti, Madonna, Elton John, Jack Nicholson, Vladimir Putin, Alain Delon, Pierre Cardin, Jean Paul Gaultier, Margaret Thatcher, Jacques Chirac, Tony Blair ve George W. Bush dahil pek çok ünlü isim bulunuyor.
Ayrıca yeri de son derece merkezi ve cazip olan bu otel Saint Isaac Katedrali ile komşu ve katedralin aşağıdaki dış fotoğrafları, otel odamın camından farklı saatlerde çekilmiş kareler.
St. Isaac Katedrali
Dünyanın en büyük Ortodoks katedrali olan Saint Isaac katedrali 19. Yüzyılda inşa edilmiş son derece büyük ve ihtişamlı bir yapı.
Neoklasik bir dış cephesi, büyük bir merkezi kubbesi ve dört yardımcı kubbesi olan bu katedral, klasik bir Rus-Bizans mimarisi eseri.
101 metre yüksekliğindeki meşhur ana kubbesinde ise 100 kg saf altın kullanılmış. Binanın yapımı ise ayrı bir hikaye içeriyor. Zamanında bina inşa edilirken bir dizi teknolojik yenilik kullanılmış. Duvarlar yapılmadan önce sütunları büyük ahşap çerçeveler kullanılarak yükseltilmiş. Bina, çok sayıda işçi tarafından katedralin bulunduğu bataklık kıyı bölgesine batırılan 10.000 ağaç gövdesi üzerine oturtulmuş. St. Isaac katedrali, bu tekniğin mimaride ilk kullanımını temsil ediyor.
St. Isaac Katedralini inşa etme konusundaki titiz, özenli ve ayrıntılı çalışmanın tamamlanması tam 40 yıl sürmüş. Hatta bu tarz uzun ve hiç bitmeyen mega projeler için Fin dilinde, “Rakentaa kuin Iisakin kirkkoa” (Aziz Isaac Kilisesi gibi inşa etmek) diye bir ifade kullanılır olmuş. Hakikaten bu yapının içi ve dışı ayrı muhteşemlikte.
St. Petersburg’da gördüğüm yapılar arasında en beğendiğim iki binadan biri St. Isaac Katedrali diyebilirim. Bu muhteşem yapıya bakan bir otel odasında kalınca her sabah camınızdan dışarı ilham alarak bakıyorsunuz. Benim için büyük bir keyifti.
Peterhof Sarayı ve Birinci Petro
Birinci Petro yani “Peter the Great” Saint Petersburg’u kuran ve bu sarayı inşa eden çar. Dolayısıyla size sarayı ve Büyük Petro’yu birlikte anlatmak isterim. 1. Petro devasa ve ilginç görünümlü bir insanmış. 2 metreyi geçen boyu ve yukarıda da görüldüğü gibi küçük bir kafası varmış. Petro, Peterhof Sarayını Versay Sarayına özenerek ve o devrin gerektirdiği ihtişamı misafirlerini konuk ederken sergileyebileceği bir saray olarak inşa ettirmiş. Kendisi ise daha basit ve mütevazi bir düzenden hoşlandığı için küçük ve sade, saraydan yürüme mesafesinde, deniz kıyısında bir ev inşa ettirmiş ve orada yaşamış.
Birinci Petro sanayiye, mühendisliğe, orduya ve donanmaya meraklıymış. En önemli sanayi sektörlerini devlet tekeline almış ve ülkesinin dış ticaret hacmini yedi kat artırmış. Petro'dan önce düzenli bir Rus ordusu yokken Rusya'nın ilk milli ordusu onun zamanında kurulmuş. Askerliği zorunlu hale getirmiş ve ateşli silahların kullanılmasını yaygınlaştırmış. Kara ordusunda ve donanmada ağır silahları kullanacak insanların eğitimi için akademiler kurmuş. Daha önce Rusya'nın Baltık Denizi'nde ve Karadeniz'de limanı olmadığı için donanması da yokmuş ve Petro ilk Rus donanmasını kurarak ülkesinin denizlerde de bir güç olarak boy göstermesini sağlamış.
Bu odada Rusların askeri zaferlerinin konu olduğu eserleri görmek mümkün hatta aralarında Osmanlı donanmasına karşı edinilmiş zaferin konu edildiği tablolar da var (yukarıda).
Petro’nun tüm bu başarılarının yanı sıra takıntılı olduğu enteresan bazı özellikleri de varmış. Mesela, kendi uzun boyu düşünülünce son derece ironik olan bir özelliği cücelere olan takıntısıymış. Peter, sarayında sürekli bir cüce maiyeti tutar ve onlardan sarayındaki abartılı ziyafetler sırasında, dev bir pastadan çıplak bir halde zıplayarak çıkmaları gibi tuhaf isteklerde bulunurmuş.
Ayrıca ülkesinde Avrupalı gibi giyinmeye zorladığı Rus asillerinin sakallarını kestirtmiş. Sakalını kesmeyenlerin sakalını kendi eliyle kesermiş.
Bu arada Peterhof sarayındaki yatak odası ve bu odanın içinde bulunan, oturma kısmını kaldırınca tuvalet görevi gören altın kaplamalı koltuk ise gördüğüm en orijinal tuvaletlerden biri olarak hafızama kazındı.
Hermitage Müzesi
Dünyanın galeri metrekaresi olarak en büyük müzesi olan Hermitage Müzesi, müzeye dönüşmeden önce çarların kışlık sarayıymış. Barok mimarisinin bir başyapıtı olan bu müze 5 farklı binada 3 milyondan fazla eseri barındırıyor. Bu müze aynı zamanda 6 çara ev sahipliği yapmış. Dolayısıyla burada her sarayda olduğu gibi bir taht odası ve tüm odalarda zenginliği sembolize eden altınlı ve gösterişli bir dekor var.
Hermitage müzesinde mutlaka görülmesi gerekenler arasında şu eserleri sayabilirim:
1) Ürdün Merdiveni (Jordan Staircase)
Hermitage'ın teatral merdivenlerinin altın varak ve granit kombinasyonu, tarihsel olarak ziyaretçileri Rus devletinin güzelliği ve gücüyle etkilemek için kullanıldı.
2) Kolyvan Vazosu
Bu vazonun özelliği devasa boyutları, yani 2,5 metre yüksekliğinde, 5 metre uzunluğunda, 3 metre genişlikte ve 19 ton ağırlığında oluşu. Altay yeşim taşından yapılmış olan bu anıtın oyulması iki yıl sürmüş ve donmuş nehirler boyunca taşınması için 1000 adam seferber olmuş.
3) Raphael Loggias
II. Catherine Roma'yı hiç ziyaret etmemiş, bunun yerine Roma'yı kendi ayağına getirmiş. Bu koleksiyonun muhteşem tasarımları, Vatikan Sarayı'ndaki ünlü galerinin bir kopyasıdır. Tuhaf görünüşlü hayvanlar, kuşlar, hayali yaratıkları birleştiren kompozisyonlar içerir.
4) Büyük Taht Odası
Kışlık Saray'ın en büyük devlet odalarından biri olan Büyük Taht Odası'nın beyaz mermer sütunları, yaldızlı başlıkları ve devasa avizeleri, ilk Devlet Dumasının (parlamento) açılışı da dahil olmak üzere Rus tarihinin en büyük sahnelerinden bazılarına ev sahipliği yaptı.
5) Tavus Kuşu Saati
Bu saat 18. Yüzyıldaki robotik çalışmaların güzel bir örneği. Saat, gösterisine baykuşun başını çevirdiği bir melodiyle başlıyor. Sonra tavus kuşu zarif bir şekilde boynunu çeviriyor ve altın tüy yelpazesini göstermek için hızla dönmeden önce kuyruğunu yavaşça kaldırıyor. Gösteri, aşağıda bir horozun ötmesiyle sona eriyor. Döngü, gecenin sonunu, güneşin doğuşunu ve yaşamın sürekliliğini temsil ediyor.
6) Treasury (Hazine Galerisi)
Bu müzenin ayrıca bilet alınıp sadece Rus bir rehber eşliğinde gezilebilen hazinesi ise fazlasıyla göz kamaştırıcı. Taşlarla süslü altın ve gümüş çiçek buketlerinden tutun, 16.000 elmasla süslenmiş at eğer bezlerine kadar inanılmaz parçalar mevcut. En gösterişli hediyelerden biri ise Sultan 2. Mahmut tarafından hediye edilen at koşum takımları.
Bu hazine galerisini Rus rehberle gezerken sağolsun yer yer İngilizce tercüme yaptı ve neyin ne olduğunu çözebildim. Bir ara rehbere “buranın en güzel parçaları bizim yörelerden gelmiş” deyince güldü ve bana “Ruslarla Osmanlılar arasında tarih boyu hep yakın ilişkiler devam etmiş. Kimi zaman dostluklar kurulmuş kimi zaman savaş olmuş” dedi. Ben de bunun üzerine sadece Osmanlılar değil, Kafkaslardan, Karadeniz Bölgesi’nden ve Boğaziçi’nden (Bosphorus) gelen parçalar da mevcut, bunlar da çok değerli diye ekledim.
7) Malakit Odası
1830'ların sonlarında I. Nicholas'ın karısı İmparatoriçe Alexandra Fyodorovna için resmi bir kabul odası kullanmak üzere tasarlanmış. Oda adını sütunlarında ve şöminesinde malakit kullanılmasından alıyor. Romanov gelinleri, Büyük Kilise'deki düğünlerine geçmeden önce geleneksel olarak çariçe tarafından burada giydirilirdi.
Malakit nedir?
Malakit, çarpıcı yeşil rengiyle tanınan bir taştır. Rusya Urallarda büyük miktarlarda çıkarıldığı için de Rusya’da birçok yapıda bu yeşil güzel taş dikkat çeker.
Bu taşın kullanıldığı en ünlü alan ise Hermitage Müzesi'ndeki Malakit Odası. Malakit taşlı hediyeler, Rusya İmparatorluğu’nda en popüler diplomatik hediyeler arasında yer alırdı.
Batıl inanca göre, malakit taşı giymek uyumaya yardımcı oluyor ve kötü ruhları uzak tutuyordu.
Eski Mısır'da ise yeşil renk (wadj), ölüm ve dirilişin yanı sıra yeni yaşam ve doğurganlık ile ilişkilendirildi. Eski Mısırlılar, ölümden sonraki yaşamın, "Malakit Tarlası" olarak adlandırılan, kendi yaşamlarına benzeyen, ancak acı ve ıstırap barındırmayan sonsuz bir cennet içerdiğine inanıyorlardı. Kaynakları azaldığı ve hatta Urallarda artık çıkarılmadığı için Malakit çok kıymetli olmamasına rağmen nadir bir değerli taş olarak kabul edilir. Ayrıca bu taş tarih boyunca olduğu gibi bugün de popülerliğini koruyor. Cartier, Bvlgari, Tiffany’s, Harry Winston gibi dünyaca ünlü takı markalarının güncel koleksiyonlarında yer aldığı gibi, ITA Jewelry https://www.instagram.com/itajewelry/
gibi Türk takı markalarının koleksiyonlarında da bu taşı görmek mümkün.
8) Conestabile Madonna
İtalyan Rönesans sanatçısı Raphael'in küçük (ve muhtemelen bitmemiş) bir tablosudur, c. 1502-1504. Muhtemelen, Floransa'ya taşınmadan önce Raphael'in Umbria'daki son çalışmasıydı. Adı, 1871'de Rusya'nın II. Alexander tarafından satın alınan Perugia'nın Conestabile ailesinden geliyor. Çar, onu eşi Maria Alexandrovna'ya sundu. O zamandan beri tablo, St. Petersburg Hermitage Müzesi'nde sergileniyor. Tablo, kitap okuyan Madonna'yı elinde tuttuğu çocuğu tasvir ediyor.
9) The Knight’s Hall (Şövalye Salonu)
Bu yazımda St. Petersburg’un tarihçesine giriş yaptım, St. Isaac Katedrali, Astoria Oteli, Peterhof Sarayı ve Hermitage Müzesi’nden bahsettim. Yazının ikinci bölümünde St. Petersburg’ün diğer değerli yapılarından bahsedip genel bir değerlendirme yapacağım. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere…
Etiket: anı
Keşke herkes bu gerçeği görebilse...