İyiliğe koşanlar yine harikalar yarattı!
Geçen hafta İstanbul Maratonu kapsamında Temel İhtiyaç Derneği için başlattığımız yeni kampanya hakkında yazmıştım. Bu hafta ise 11 Kasım Pazar günü gerçekleşen koşu boyunca ve sonrasında yaşadığım keyifli ve ilginç anları, ardından da koşumuzun asıl hedefi olan bağış kampanyamızın linkini sizlerle paylaşacağım.
İstanbul Maratonu ve kampanyamız hakkında bilgisi olmayanlar için öncelikle bir önceki yazımın linkini iletiyorum: http://www.serhansuzer.com/tr/istanbul-maratonunda-hep-birlikte-iyilige-kosuyoruz
Geçtiğimiz pazar günü gerçekleşen koşunun sabahında, Anadolu yakasında oturmanın avantajıyla 07.15 gibi evden çıktım. Altunizade civarında araçtan indim. Polis köprüye giden Altunizade sapağına gelmeden yolu kesmişti ve hiçbir koşucuyu geçirmiyordu. 15 dakika onları bekledik. Sonra kalabalık hayıflanmaya başladı; “Bizi neden durduruyorsunuz?” diye bağırma ve şikayet etme faslından sonra polis yolu açtı ve hızlıca alana doğru gittik. Hemen ardından TİDER’lileri buldum. Koşudan önceki sohbet her zamanki gibi çok keyifliydi. Ortaya bu kareler çıktı:
Bu kareyi aynı sitede oturduğum yan komşum elini havaya kaldırıp rastgele çekmiş. Sonrasında beni farkedip resmi bana gönderdi.
Bu sırada köprünün Anadolu yakası tarafı kısa süre içinde hızla doldu. Saatler 9’u gösterdiğinde Maraton koşucuları start aldılar. Ben de neşeli sohbet ortamını bırakıp 15 km koşucularının olduğu start alanına yöneldim. Tabii bulunduğum yerden yürümek imkansızdı. Yol hıncahınç insan doluydu. Benim 10 km koşucularının gerilerinden bir yerden 15 km koşucularının alanına ulaşmak için çabaladığımı gören biri; “Buradan ilerlemeniz imkansız. 15 km alanına ancak yan yoldan gidebilirsiniz” dedi.
Bariyerleri aşmak...
Kafamı kaldırıp baktım, adamın haklı olduğunu gördüm ve kendisine “Mantıklı” deyip, ileri doğru gitmek yerine yana, bariyerlere doğru yürümeye başladım. Tek bir sorun vardı. Yan yola geçebilmek için yaklaşık 3 metrelik bariyeri aşmam gerekiyordu. Sizce benim gibi bir girişimci ne yapar?
Tabii ki bir yolunu bulup bariyeri aşmak için elinden geleni yapar. Ben de öyle yaptım. Bariyere ulaştığımda yapısal bir sorun olduğunu ve üzerinden atlamaya çalışsam beni taşımayacağını görünce oradaki koşuculardan bariyerin her iki yanından tutmalarını rica ettim. “Biz yaparız ama siz dikkat edin, mesafe yüksek, tırmanacak bir yer de yok” diye yanıt aldım. Ben de onlara “siz bariyeri tutun geri kalanını bana bırakın” dedim. “Olur” yanıtını alınca tırmanmaya başladım. Her ne kadar eski fitliğimde olmasam da çocukluğunda bolca dut ağacına tırmanmış biri olarak kendime güveniyordum. Ayağımı koyacak yer yoktu o yüzden yan basarak ve zıplayarak en tepeye elimi attım ve kendimi çektim. Bariyerin tepesine çıktığımda yakın alandaki bütün koşucular bana bakıyorlardı. Her tırmanışın bir inişi vardır. Bariyerin üzerinde kendimi yana savurdum ve ardından aşağıya başarılı bir atlayış yaptım. “Voila!” Hiçbir sakatlık olmadan işlemi başarıyla tamamlamıştım. Bariyerin arkasında kalan ve benim için bariyeri tutan sporculara teşekkür ettikten sonra koşar adım 15 km alanına gittim.
Bu sırada biraz fazla ilerlediğimi fark ettim. Yan taraftan girişe yöneldiğimde oradaki kadın yetkili önümdeki rakamların rengine bakarak “Beyefendi burası maraton koşucularının alanı, sizinki halk koşusu” deyince çok şaşırdım (15 km koşu alanı yerine daha ilerideki maraton koşucuların alanına gelmişim). Asistanım normalde 15 km’lik koşu için çok öncesinde alım yapmıştı, oysa bana bir şekilde ayrı bir kategori olan halk koşusunun çantası verilmiş. Bense kendimi 15 km’ye göre ayarlamıştım. Dolayısıyla daha gerideki 15 km alanına yandan verilen girişi buldum. Alana girmeden hemen önce ise Adım Adım’dan dostlarla karşılaştım. Birlikte selfie çektik.
Sonrasında kalabalığın arasında 15 km alanında yerimi aldım.
Ve koşu başladı…
Misafir koşucuları evinde hissettirmek
Tempomu tutturdum. Koşu sırasında ilginç insanlarla tanıştım. İlk olarak İspanyollara rastladım. İspanyolca “Neredensiniz?” diye sordum, “Madrid’ten” dediler. Sonra bana “Biz aslında maraton koşucuların arasında koşacaktık ama çok kalabalıktı ilerleyemedik, 15 km koşucularıyla başlayabildik” açıklaması yaparak “Bu sorun olur mu?” diye sordular. Ben de onlara “Yarışa nasıl başladığınız önemli değil, önemli olan yarışa bir şekilde başlayıp bitirmek, yani sorun olmaz” dedim. Teşekkür ettiler. İspanyolcayı nereden öğrendiğimi sordular. Kosta Rika Fahri Konsolosuyum deyince bana “Pura Vida!” dediler. Gülümsedim ve aynı şekilde “Pura Vida ve sizlere güzel bir gün dilerim” dedim. Teşekkür etmelerinin ardından tempomu hızlandırıp o gruptan koptum.
İleride bir Jamaikalıyla karşılaştım. Üzerinde Jamaika bayrağı olduğunu görüp “Everything irie man?” diye soru yönelttim. Bu Jamaika jargonunda “her şey iyi mi, yolunda mı?” demek. Bana “Yes, everything irie man” diye yanıt verince, yine Jamaika jargonuyla “Ya man” dedim. Şaşırmış bir şekilde yüzüme bakan siyahi koşucu, gülümseyerek “Thank you brother” (teşekkürler kardeşim) dedi. Misafirlerimize kendini evinde hissettirmiş olmanın mutluluğuyla ona iyi koşular dileyip tempomu bir kez daha artırdım ve ondan da koptum.
İleride bu kez Güney Afrikalılarla karşılaştım. İki beyaz koşucu Güney Afrika Cumhuriyeti bayrağıyla koşuyorlardı. Onlara da gülümseyerek “Burası Table Mountain gibi değil, değil mi?” diye sordum. Şaşırdılar ve “Not at all” (kesinlikle değil) diye kahkahayla cevapladılar. “Ama buranın da çok güzel tarafları var” dedim, “Mesela az önce Asya tarafında koşuyordunuz şimdi Avrupa tarafında turluyorsunuz. Ne kadar keyifli değil mi?”. Sorumu “Kesinlikle” diye yanıtladılar ve “Bizim ülkemizi nereden biliyorsun?” diye sordular. “2010 senesinde Dünya Kupası’nda Cape Town’a gelmiştim” diye cevapladım. Söylediğim hoşlarına gitmişti. “Dünya Kupası çok güzel bir etkinlikti değil mi?” diye sordular, ben de onlara “Evet, çok keyifliydi, sizin de çok güzel bir ülkeniz var” dedim. Karşılıklı iyi dileklerden sonra tempomu artırıp onlardan da ayrıldım.
STK dayanışması İstanbul Maratonu’nda…
Koşu sırasında en çok hoşuma giden olay ise her türlü STK’nın koşu parkurunun yanında toplanıp koşucuları desteklemeleriydi. Hatta bazı STK’lar ve kurumlar işin içine müziği katıp bando bile getirmişlerdi. Ortada tam bir karnaval havası vardı. Ben de koşu sırasında genelde hep yolun en sağından koşmaya çalıştım. Gördüğüm her STK’yı kutluyor ve “çak” yapıyordum. Ne yalan söyleyeyim, herkesin TİDER’i tanıyor olması ve benimsemesi beni daha da keyiflendirdi. 2010 senesinden beri gösterdiğimiz gayretler meyvelerini veriyordu. Ayrıca bu dayanışma tam da bizim bu senenin başında başlattığımız TİDER’le diğer STK’ların işbirliğinin yansımasıydı.
İşte size bunu gösteren bir resim ve video:
Sırp koşucularla Tesla sohbeti
Az ileride bu sefer tişörtlerinin arkasında “Tesla” yazan 3 kadınla karşılaştım. Onlara Türkçe “Tesla Türkiye’ye mi geldi?” diye sordum. Yüzüme anlamsız bir şekilde bakıp Türkçe anlamadıklarını söylediler. Bunun üzerine söylediklerimi İngilizce tekrarladım. Bana “Hayır biz Sırbistan’dan geliyoruz. Tesla da Sırp olduğu için bu tişörtleri giydik” dediler. Sonra hikayesini anlatmaya başladılar. Ben de araya girip “Hikayesini iyi biliyorum anlatmanıza gerek yok” dedim. Tesla’nın insanlık adına muhteşem işler başardığını ve kendisini çok takdir ettiğimi, çok değerli bir kişilik olduğunu ve onun gibi bir dâhinin ülkelerinden çıkmış olmasından dolayı gururlanmakta haklı olduklarını söyledim. Gülümseyerek teşekkür ettiler. Onlardan da ayrılma zamanı gelmişti. Yine vedalaştım ve tempomu artırdım.
Bunlar koşu boyunca sohbet ettiğim 10 kadar yabancı koşucundan birkaç örnekti. Sonuçta tempomu kaybetmeden, sadece diğer insanlarla sohbet sırasında yavaşladığım rahat bir koşu geçirdim (tabii o hız düşürmelerde dinleniyordum). 15 km’lik koşuyu rahat bir tempoyla 1 saat 15 dakikada bitirdim.
Koşudan hemen sonra çektiğim kronometreli saatimin görüntüsü
Maratoncularla koşan torbalı ve madalyalı kişi :)
Koşunun finişi bu sefer ta Yenikapı’nın ilerisine konmuştu. Daha önceki koşularda Eminönü’nde gidiş dönüş yapılıp yine Eminönü’nde bitiriliyordu. 15 km’nin finişi 10 km finişine yakın bir yerde oluyordu. Bu kez bizim TİDER gönüllüleri ve profesyonellerinin bekleme noktası 10 km bitişinde olduğundan benim yaklaşık 6 km’lik bir mesafeden geri dönmem gerekiyordu. Ben de finişte madalyamı ve torbamı aldıktan hemen sonra geri dönüş yoluna koyuldum. Ancak bu yol yürüyerek bitecek gibi değildi. O yüzden elimde torbayla hafif tempoda koşmaya başladım. O sırada maraton koşucuları yanımdan geçmeye başladı. Bir süre sonra maraton koşucularının temposunu merak edip ben de onlarla koşmaya başladım. Komik olan şey, göğsümde yarışı bitirenlere verdikleri madalya, elimde de içinde muz, su, çikolata ve yağmurluk olan torba vardı. Yani elimde torbayla yolun diğer tarafında maratoncularla koşuyordum. Yaklaşık 1 dakika bu şekilde koştuktan sonra yol kenarındaki korkulukların üzerinden atlayarak üzerime gelen fotografçıyı fark ettim. Belli ki maratoncuların yanında elinde torbayla koşan kişiyi fotoğraflamak için canını dişine takmış, o karışıklıkta uygun pozisyonu alarak resmimi çekmeye çalışıyordu. Ona “Çekme çekme” dediğim halde beni dinlemedi, tam çömelip fotoğraf çekme pozisyonu alırken torbayı arkama sakladım ve gülümsedim. Görüntü çok komikti. Sonrasında arada durup manzara eşliğinde selfie çektim.
Balık ekmek keyfi
Bir ara da Redbull standından içecek almıştım, koşarken yudumluyordum. Koşuyu izleyenler gülümseyerek bana bakıyorlardı. Geri dönüş yolunda bazı tanıdıklara da rastladım. Sonuçta 15 km’nin üzerine 6 km daha maceralı bir koşu yapmış ve hayli yorulmuş halde 10 km varışına geri döndüm.
TİDER’in sembolü Adım Adım temsilcimiz Pınar’ın kızı Defne. Bu şirin ve annesi gibi atletik kız 10 km koşuyu bitirdikten sonra madalyayla haklı bir sevinç yaşarken…
Orada bulunan TİDER gönüllü ve profesyonellerine “Artık yarışın sonlarına geldik. Birazdan balık ekmek yiyelim” dedim. Son gönüllülerimiz de vardıktan sonra grup ikiye ayrıldı. Bir kısmı benimle balık ekmek yemeye geldi, diğerleri ise Karaköy’e gittiler.
Leziz balık ekmeklerimizi yedikten sonra metroya yöneldik. Metronun bulunduğu köprünün üzerinde çektiğimiz kareleri sizlerle paylaşmak isterim.
Geri dönüş yolunda hoşuma giden bir başka olay da koşuculardan metro için para alınmamasıydı. Oradaki yetkililer bizi bedavaya içeri aldılar. Taksim’de inerek Ritz-Carlton’ın spor salonunda esneme ve güçlenme antrenmanına gittim. Duşumu aldım ve günüme devam ettim.
Kampanyamızın asıl amacı
Tüm bu çaba, aslında tek bir amaç içindi. Güzel insanlarla keyifli vakit geçirdik. Antrenmansız 15 km koşup sonra 6 km geri dönüş yaptım, ama bu çabanın esas amacı oluşturduğumuz ideal TİDER modelinin tüm Türkiye’ye yayılması yönünde bir adım daha atmaktı. Bizler elimizden geleni yapıyoruz ve siz dostlarımızın desteklerini bekliyoruz.
TİDER’i henüz tanımıyorsanız http://www.serhansuzer.com/tr/temel-ihtiyac-dernegi-tideri-anlamak linkinde bulunan blog yazımı okumanızı tavsiye ederim.
Destekleriniz için de https://ipk.adimadim.org/kampanya/CC35484 linkine girip bağış yapabilirsiniz. Şimdiden can-ı gönülden teşekkür ederim.
Sağlıcakla kalın.
Keşke herkes bu gerçeği görebilse...