Maalesef Atatürk’ün manevi kızı Ülkü Çukurluoğlu Adatepe’yi kaybettik
Belleğimde Ülkü Hanım ile ilgili kazınmış çok belirgin anılar var. Herşeyden önce sevdiğim ve saydığım bir insanı kaybettiğim için üzüntülüyüm.
Hayat böyle bir şey. Herkesin belli bir süresi var. Bu süren geçince hayata veda ediyorsun. Ancak Ülkü Hanım’ın hayata veda ediş şeklini düşündükçe üzülüyorum, içim içimi yiyor. Dünyanın en önemli liderlerinden biri olarak kabul edilen Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi kızı Ülkü Hanım’ı bir trafik kazasında kaybettik (Atatürk hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan yabancı okurlarımız http://www.kultur.gov.tr/EN,31350/biography-of-ataturk.html linkinden Atatürk’ün hayatını okuyabilirler).
O esnada Amerika’nın San Antonio şehrine iş için gitmiştim. Bu durumu öğrendiğimde ise çok geçti. Öğrenir öğrenmez ilk reaksiyonum Ülkü Hanım’ın senelerce en yakınında bulunan benim de fedakarlığıyla takdir ettiğim asistanı Nilgün Umarer’i aradım. O da benim sesimi duyar duymaz ve son derece üzgün bir şekilde, “Maalesef Ülkü Hanım’ı kaybettik,” dedi. Amerika’da Meksika sınırına yakın alakasız bir yerde başımdan aşağıya kaynar sular inmişti. Sonrasında kendisiyle Ülkü Hanım hakkında, kazayla ilgili ve bundan sonra neler yapılacağı hakkında konuştuk. Ertesi gün cenazesi kalkacaktı. Açıkçası cenazesine katılamadığım için ayrıca üzgünüm. Annemden ve yine Ülkü Hanım’ın asistanı Nilgün Hanım’dan haberleri aldım. Sonunda da bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Ülkü Çukurluoğlu Adatepe 26 Kasım 1932 tarihinde doğmuştur (bu arada doğumgünümüz aynı gün). Dünyanın ilk kadın savaş pilotu Sabiha Gökçen gibi Türk toplumuna ve dünyaya örnek olarak yetişen Atatürk’ün manevi kızlarından en küçüğüdür. Ülkü Hanım, bebekliğinden 6 yaşına kadar Atatürk’ün yanında Çankaya Köşkü’nde yaşamış; kendisi 6 yaşında iken manevi babası Atatürk hayatını kaybedinceye değin ona yurt gezilerinde eşlik etmiş ve onun çocuk sevgisinin simgesi olmuştur. Klasikleşen merakımdan dolayı ben de bir gün kendisiyle sohbet ederken bütün bunları sormuştum:
Serhan: Ülkü Hanım, siz kaç yaşına kadar Atatürk’le birlikte yaşadınız?
Ülkü Hanım: 6 yaşına kadar…
Serhan: 6 yaşında olduğunuza göre olan biteni hatırlayabiliyor musunuz? Atatürk’ü net bir şekilde hatırlayabiliyor musunuz?
Ülkü Hanım: Çok net hatırlıyorum. Atatürk’le ilgili hatıralarım hayatımın en önemli anılarıdır.
Serhan: Peki o zaman herkesin merak ettiği bir soruyu size soracağım, Atatürk nasıl bir insandı?
Ülkü Hanım (yüz ifadesi birden ciddileşerek): Bunu kelimelerle ifade etmek çok zor. Bu konuda söylenecek çok şey var ama onun herkesten çok farklı biri olduğunu söyleyebilirim. Etrafındaki herkesin lider olarak gördüğü ve herkesin büyük sevgi ve saygıyla bağlı olduğu biriydi. Benim için de baba sevgisi anlamına geliyor.
Birdenbire duygusallaştığını ve derin düşüncelere daldığını hissettiğim için ben de bu konuyu daha fazla irdelemek istemedim. Konuyu değiştirdim.
Ülkü Hanım, Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın evlatlık kızı Vasfiye Hanım ile Fransızca öğretmeni ve gar şefi Mehmet Tahsin Çukurluoğlu’nun kızıdır. Vasfiye Hanım ile Mehmet Bey’in çocukları olacağını öğrendiğinde ister kız, ister erkek olsun Ülkü isminin verilmesini isteyen Atatürk, 9 aylıkken Ülkü’yü Çankaya Köşkü’ne aldırdı ve biraz büyüdüğünde onu yurt gezilerine götürmeye başladı. Ülkü Hanım’ın asistanıyla geçmişi konuşurken bana Ülkü Hanım’ın Atatürk’le ilgili bir anısını anlattı:
“Bir gün küçük Ülkü çok hastalanmış. Tifo hastalığına yakalanan küçük Ülkü’nün durumu ile ilgili meraklanan Atatürk, Ülkü’nün Dolmabahçe Sarayı’ndaki odasına girmek istemiş. Rahmetli Profesör Neşet Ömer Bey tifonun bulaşıcı olduğunu ve kendisinin kesinlikle içeriye girmemesi gerektiğini söylemiş. Bunun üzerine Atatürk, “Doktor, bu çocuğu kurtar. O ölürse ben yaşayamam,” demiş ve telkinleri dinlemeyip küçük Ülkü’nün odasına girmiş ve ona moral vermiş. Sonrasında da küçük Ülkü hastalığı beklenenden de çabuk atlatmış.
Ülkü Hanım’ın Atatürk’le ilgili çok anısı var. Her şeyi bir kenara bırakın, resimlere videolara yansımış ve hatta bizim hayatlarımızı etkilemiş olan birçok yaşanmışlıkları var. Örnek vermek gerekirse yıllar boyu kullanılan ünlü alfabenin kapağında Atatürk’ün isteği üzerine Atatürk’ü minik Ülkü’ye harfleri öğretirken gösteren resimleri yer aldı. Ben de sizlerle küçük Ülkü’nün Atatürk’le olan bir videosunu paylaşmak isterim:
9’u 5 Geçe adlı Atatürk’ün son yıllarını anlatan bir belgeselden alınmış bu videoda Ülkü Hanım ile Atatürk’ün Florya Köşkü’nde ne kadar keyifli bir şekilde birlikte zaman geçirdiklerini izleyebiliyoruz. Florya Köşkü demişken Nilgün Hanım’ın bana anlatmış olduğu yaşanmış bir olaydan da bahsetmeden geçemeyeceğim. 2008 yılının Nisan ayında, Ülkü Adatepe’nin çocukluğunun geçtiği Florya Köşkü’nün yenilenip açılması şerefine, açılıştan bir hafta önce kendisine özel bir yemek düzenleniyor. Ülkü Hanım’ın asistanı Nilgün Hanım, yemek esnasında Florya Köşkü’nün büyülü atmosferinden etkilenerek Atatürk’ün varlığını orada hissettiğini ifade ediyor. Bunun üzerine Ülkü Adatepe gözlerinin içine hüzünlü ve manalı bir biçimde bakıp gülümseyerek, “Atatürk zaten hep yanımızda, o her şeyi hissediyor ve bizi izliyor,” diyor. Bunun üzerine tüm konukların şaşkın bakışları arasında, tam arkasında bulunan gül ağacından tomurcuk güller yaprak yaprak Ülkü Hanım’ın kafasının üzerinden masaya dökülmeye başlıyor. Bir iki dakika süren sessizlik boyunca herkesin kafasından aynı düşünceler geçiyor…”
Ülkü Hanım ile tam olarak ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum, çünkü kendisini küçüklüğümden beri hatırlıyorum. Sanırım ilk tanışmamız dedemden kaynaklanıyor. Dedem sağlam bir Atatürkçüydü. Pera Palas Oteli’nin işletmesini yaptığı dönemlerde Ülkü Hanım’ı her zaman önemli etkinliklere çağırır, kendisini ve ailesini ağırlardı. Ben de Ülkü Hanım’ı çocukluğumda Pera Palas Oteli’ndeki bazı etkinliklerden anımsıyor ve ailecek görüştüğümüzü hatırlıyorum. Bu vesileyle sizinle yine aşağıdaki resmi paylaşmak istiyorum. Bu resimde benim için her zaman ayrı bir yeri olan Ülkü Hanım, hayatımdaki en önemli kadınlardan biri olan babaannem ve 24 yaşındaki Serhan’ı görecekseniz. 11 sene önce dedemin Çeşme-Alaçatı’daki otelinde çekilmiş olan bu resim bizim birlikte güzel geçmiş olan anılarımızdan.
Kendisi gerçekten cana yakın ve etrafındakileri düşünen biriydi. Hatta benimle ilgili anneme ve etrafındaki bazı kadınlara da, “Bu bizim Serhan’ı iyi okumuş, iyi kalpli ve güzel bir kızla evlendirelim. Yok mu kızlar, tanıdığınız birileri?” diyecek kadar da samimi birisiydi. Tabii bu konuşmaları daha sonra annemden ve yine kendisine yakın olan kişilerden duyunca bu durumu tebessümle karşıladım.
“Sağ olsun, beni düşünmüş,” dedim.
Son dönemlerinde de kendisiyle “Atatürk’ün Ülkülerini Yaşatma Derneği” ile ilgili neler yapılabileneceğini konuşmuştuk. Bu dernekle ilgili yaşadığı bazı sorunlar vardı. Ben de kendisine elimden gelen desteği vermeye hazır olduğumu, ancak derneğin daha aktif bir kurum haline dönüşmesi için ekipte bazı değişiklikler yapılması ve profesyonel yöneticilerin göreve getirilmesi gerektiğini söylemiştim. Kendisi de benim iyi niyetimden şüphe duymadığı için aynen şunu söylemişti: “Ah, Serhan. Keşke yapabilsem. Ama arkadaşlarım diyebileceğim bu kişileri nasıl gözden çıkarabilirim ki?”
Bu konuşmadan sonra maalesef bir şey yapamamıştım. Çünkü o da dernekte yapılacak işlerle ilgili duygu ve mantık arasına sıkışıp kalmıştı. Ben yine de açmak istediği “Küçük Ülkü” müzesiyle ilgili bir iki yerle onun adına görüşme yaptım. Ancak maalesef bu girişimlerim de belli sebeplerden dolayı sonuçsuz kaldı.
Birçok kişi bugünlerde Ülkü Hanım ile ilgili farklı yorumlarda bulunuyor. Bense size kendi penceremden bakış açımı anlatmak isterim. Benim için önemli olan Ülkü Hanım’ın kişiliğiydi. Bir kere günümüzde bulmakta zorluk çekebileceğimiz türden bir kişiliğe sahipti. İçi dışı birdi. Başka bir tabirle “harbi bir kadın”dı. Kimse hakkında kötü konuşmayan, etrafına faydalı olamaya çalışan biriydi. Aynı zamanda hayattan keyif almak isterdi. Etkinliklerde Atatürk gibi o da dans etmekten çekinmez, eğlenmeyi de bilirdi.
Bir de herhalde içi temiz bir insan olduğu için de bana göre kendi kaderini kendisi çizdi. Asistanıyla konuştuğumda tüylerimi diken diken eden iki olaydan daha bana bahsetti. Birincisi bundan 2 sene evvel uçakla Ankara’dan İstanbul’a giderken uçak ciddi bir türbülansa giriyor ve bu sallantıdan kaynaklanan panikle uçağın içindeki herkes bağırış, çağırış ve ağlamaklı hale geliyor. Son derece sakin olan Ülkü Hanım’a yanındaki asistanı soruyor:
Asistanı: Ülkü Hanım böyle bir ortamda nasıl sakin kalabiliyorsunuz?
Ülkü Hanım: Aman ne olacak ki? Hepimiz bu dünyadan göçmeyecek miyiz? Benim annem trafik kazasında vefat etti. Trafik kazası tabii ki zor bir ölüm ama düşünürsen hiç acı çekmeden anında vefat ediyorsun. O yüzden Allah bana da anneciğim gibi trafik kazasında bir anda acı çekmeden ölüm nasip etsin.
Asistanı: Aman Ülkü Hanım, böyle konuşmayın. Allah geçinden versin. Allah korusun.
Anlattığı ikinci olay ise geçen senenin sonunda kutladıkları yılbaşı partisinde geçmiş. Ülkü Hanım yılbaşı partisini bir otelde kutlamak üzere organizasyon yapmış. Ancak otel sahibi bu organizasyonu “yerimiz yok” diye sonradan iptal etmiş. Yılbaşı partisini evinde kendi arkadaşlarına yapmak zorunda kalan Ülkü Hanım, etrafındakilere, “Bu iptal olayını çok fazla kafanıza takmayın. Hepimiz keyfimize bakalım. Zaten bu benim son yılbaşı partim,” diyormuş.
Maalesef öyle de oldu. Kazadan önce omzunu kırmıştı ve tedavi için Ankara’ya gitmesi gerekiyordu. Ankara’ya gitmek için de kendisine bir Turizm Birliği Başkanı tarafından araç tahsis edilmişti. Bu araç 1 Ağustos 2012 günü Ankara’dan İstanbul’a dönerken TEM otoyolunun Sakarya-Akyazı yolu üzerinde şoförün aracın kontrolünü kaybetmesi üzerine bariyerlere çarptı ve takla attı. Volvo Limuzin’in arka camından fırlayan ve kafasını bariyerlere çarpan Ülkü Hanım da hayatını kaybetti. Annesinin kaderine benzer bir şekilde ve içine doğduğu gibi.
Ülkü Hanım; sizin için Allah’tan rahmet, ailenize ve sevdiklerinize de sabır diliyorum. Bundan sonra sizin için yapacağım iki şey var. Size yakışır bir şekilde bunları gerçekleştireceğim. Nur içinde yatın.
Etiket: anı
Keşke herkes bu gerçeği görebilse...