McDonalds’ın fakir menüsü
Geçenlerde İstanbul’un Beşiktaş ilçesinde şehrin merkezi diyebileceğiniz bir yerde kocaman billboardda McDonalds’ın dürüm arası patates menüsünün reklamı karşıma çıkınca uzun bir süre bakmadan edemedim. Görür görmez bir anda askerde yaşadığım tüylerimi diken diken eden anılarım gözümün önünden film şeridi gibi geçti. Fakir, muhtaç ve cahil bırakılan bir milletin durumunu çok net bir şekilde tasvir eden anılarımı ve düşüncelerimi sizlerle bu yazımda paylaşmak isterim.
Kanada’da üniversiteyi okuyup Amerika’da İtalyan Sigorta Şirketi Generali’nin merkezinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüp 2 ay içinde askere gittim. Bana Denizli’nin 11. Piyade Tugayı’nda askerliğimi yapmak nasip oldu. Askerlik günlerim çok ilginçti gerçekten. Benim için adeta ‘memleketine hoş geldin’ oldu. Özellikle ilk haftalar her şey beni çok şaşırtıyordu. Arka arkaya kendi kendime defalarca ‘hadi canım bu kadar da olmaz’ dediğimi hatırlıyorum.
Piyade tugayımızda yaklaşık 5.000 asker vardı. Bunların yarıdan fazlası Doğu Anadolu illerinden gelmişti. Geri kalanın büyük çoğunluğu Karadenizli ve bir kısım da Orta Anadolu, Ege ve Marmara bölgelerindendi. İçeride Türkçe konuşmayı bilmeyenler, okuma yazması olmayanlar, ayıptır söylemesi tuvalette temizlik için taş kullananlar bile vardı.
Askeri kantindeki ‘ekmek arası’
Böyle bir ortamda bir sürü olaya şahit oldum. Bunlardan birinde acemilik dönemimizde kantine ilk gittiğim günü hatırlıyorum. Karnım acıkmıştı ve kaşarlı tost yemek istiyordum. Kantinde bankonun arkasında üst tarafta duvara asılı menüde kaşarlı tost var mı diye bakarken bu ekmek arası kızarmış patatesi görünce şaşırdım. Bankoda kasada görev yapan askerle aramda şöyle bir diyalog geçti:
– Ben yanlış mı görüyorum, ekmek arası patatesin arasında başka bir şey var mı?
– Var ketçap koyuyoruz. İstersen mayonez de koyarız.
– Onu anladım da, köfte gibi bir şey yok mu mesela?
– Biz burada köfte satmıyoruz. Onu Denizli’de yiyebilirsin.
– (Hâlâ emin olmak isteyen ben) Sadece ekmek ve patates kızartması mı yani?
– Evet abi. Tavsiye ederim, çok lezzetli ve doyurucu.
– Doyurucu olduğu muhakkak ama hayatımda ilk defa böyle bir şey görüyorum.
– Yaptırayım mı sana?
– Şu anda canım kaşarlı tost çekiyor, belki sonra yerim. Teşekkürler.
Hakikaten sonraki günlerde denemek için yedim. Sonuçta ekmeğe de kızarmış patatese de çok alışkın biri olarak aldığım tat beni hiç şaşırtmadı. Kantinde kasada duran çocuğun söylediği gibi özellikle ketçap ve mayonez koyunca lezzetli oluyordu, bir de tabii yarım ekmeği bitirince başka hiçbir yemeğe ihtiyacın olmuyor. Sadece ekmek ve patates kızartmasının iç içe konulup kombine edilmesi benim açımdan şaşırtıcıydı. Bir de menüdeki en ucuz üründü. Bunu da o günlerde net bir şekilde görmüştüm.
“Bir kaşarlı ver ulan!”
Kantindeki o ilk gün beni şaşırtan bir başka olay daha yaşamıştım. Bu olayı daha öncel “Memleketin DNA’sına askerlikten bir bakış” başlıklı yazımda kaleme almıştım: https://www.serhansuzer.com/tr/memleketin-dnasina-askerlikten-bir-bakis-1. Bu yazımdan alıntı yaparak tekrar aktarıyorum:
Özellikle uzun dönemlerin arasında okuma yazma bilmeyen, Türkçe konuşamayan (aksanlı konuşmaktan bahsetmiyorum, hakikaten Türkçe konuşamayan), çatal bıçak tutmasını bilmeyen, görgü kurallarıyla uzaktan yakından alakası olmayan, şiddet eğilimi olan birçok kişiyle tanıştım.
Bazıları kibarlıktan, ricadan ve insan yerine konmaktan hakikaten anlamıyordu. Hayatları boyunca hep kafalarına vurularak iş yapmışlar. Acemilikte uzun dönemlerle nasıl muhatap olduğuma dair bir soru gelebilir aklınıza. Hemen yanıtlayayım. Kantin ve ortak alanlarımız vardı. Kantinden ilk tost isteyişimi hatırlıyorum. Kantinde çalışan çocuğa “Bir kaşarlı tost alabilir miyim?” diye sordum. Çocuk yüzüme bakmadı. Tekrar ettim. Yine bakmadı. Arkamdan biri geldi, “Bir kaşarlı ver ulan!” dedi. Çocuk direk tepki verdi ve “tamam abi, şimdi atıyorum” dedi.
Bunu gördükten sonra içimden “Serhan, şu kibarlığı bir kenara bırakman gerekiyor, yoksa aç kalacaksın” dedim. Sonra söylemimi kendimi zorlayarak kabalaştırdım: “Bir kaşarlı versene” dedim. Kantinde çalışan çocuk bana göz ucuyla baktı yine tepki vermedi. İçimden “Haydaa, yine tutturamadım, daha sert ve kaba söylemen gerekiyor” dedim. Sonra üçüncü kez seslendim, “Sana söylüyorum, bir kaşarlı ver” dedim. Üçüncüsünde Allah’tan ‘ulan’lara gerek kalmadan “Tamam vereceğim” dedi ve tostumu verdi. Bu ortama alışmaya çalışıyordum. Aslında tam tersi olması gerekirken benim o ortama ayak uydurmaya çalışmamın ne kadar acı olduğunu düşünüyordum bir yandan da.
Dürüp düşünecekmişiz!
Ve sene 2023. Cumhuriyetin 100. Yılı’nı kutlamaya sayılı aylar kala, Beşiktaş’ın göbeğinde billboardda aşağıdaki menü karşıma çıktı.
Önce baktım yürümeye devam ettim. Sonra gördüğüm şeye inanamayıp dönüp tekrar uzun uzun baktım ve askerde yaşadıklarım aklımdan film şeridi gibi geçti. McDonald’s gibi dünya çapındaki bir kuruluşun menüsü de askerde kantinde gördüğüm menüyle benzerlikler içeriyordu. Orada da en ucuz ürün ekmek arası patates kızartmasıydı, McDonald’s en ucuz ürün olarak lavaş arası patatesi sunuyordu.
Bir de süper zekâ reklam ajansı espri olsun diye dürümden kelime türetip “bir durup düşünün” yerine “bir dürüp düşünün” yazmış. Bravo valla, tebrik ederim, süper bir buluş. Milletin zekâsıyla alay etmeye yazıyla da devam etmişsiniz.
Sosyal medyada dürüm bozgunu
Daha sonra haberlerde “McDonalds'ın Türkiye'de piyasaya sürdüğü 'patates dürüm' menüsü, sosyal medyada gündemde: Gençliğe bunu mu reva gördünüz?" başlıklı haberi http://cuts2.com/pIfZp linkinde okuyunca içimde geçenleri bir blog yazısında paylaşmaya karar verdim.
Bu haberde konuyu güzel özetleyen twitter yorumlarını da okuyabilirsiniz. Bunların arasında beğendiklerimi (bazıları komik bir şekilde konuyu ele almış) aşağıda paylaşıyorum:
Arkasından da şu videoya denk geldim: https://www.youtube.com/watch?v=pT_2mf6BV0M
Bir de Yeni Çağ’daki haberi okudum: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/mc-donaldsin-fakir-menusu-sosyal-medyayi-salladi-631642h.htm#9. Bu haberde paylaşılan ve beğendiğim bazı twitleri de aşağıda paylaşıyorum:
Başka bir ülkede yok
En beğendiğim twitter yorumu yukarıdaki oldu. Musa Özsoy haklı olarak "bize reva gördüğün bu menüyü başka ülkelere de sundunuz mu?" diye sormuş. Gıda perakendesine yıllarını vermiş biri olarak bu sorunun cevabını vereyim: Böyle bir menü başka bir ülkede yok. Türkiye’ye reva görülmüş.
Enflasyonun tavan yaptığı bir ortamda insanlar uygun fiyata yemek bulmakta zorlanıyorlar. McDonalds’taki yöneticiler de sivri zekâlılık yapıp böyle bir çözüm bulmuşlar kendi kafalarınca. Bu menünün çok satacağını da hesaplamışlar herhalde. Zaten lavaş ve patates kızartmasının da maliyeti oldukça düşük olduğu için (Starbucks’ın kahvesinin içecek maliyetinin çok düşük olması gibi) ciddi kâr edebilecekleri (40 TL’lik fiyata rağmen) ve sürümden kazanacakları bir ürün tasarlamışlar kendi kafalarınca. Ancak halkın tepkisini çekeceklerini düşünmemişler herhalde. Bizim askerdeki kantin gibi düşük fiyatlı ve katmerli karbonhidrattan ibaret onur kırıcı bir ürün satacak kadar seviyeyi düşürmeyi McDonalds’a yakıştırmadım.
Dünyada birçok ülkede alt ve orta gelir seviyesindeki insanları hedefleyen McDonald’s böylelikle Türkiye’deki ortama kendince ayak uydurup çıtayı daha da düşürmüş oldu. Türkiye’de düzeltmek istediğimiz tüm yanlışları yüzümüze vurmuş oldu.
Zamanında KFC Türkiye’nin CEO’suyken markaların sahibi Yum! International'daki ilk LEED sertifikalı yeşil restoranı açmıştık. Bu benim aile şirketimizde yaptığım son işti. KFC Bostancı restoranımızın çatısında GES (Güneş Enerji Sistemi) vardı, mutfağı ve tuvaletleri özel tasarımlıydı (su tüketimini asgariye indiren) ve daha birçok çevreye duyarlı özellik taşıyan bir restorandı. Bu restoranımızı açtıktan sonra büyük bir gururla sektördekileri arayıp siz de yeşil restoran açın diye detayları aktarmıştım: Bu işleri %20 ek bir yatırımla gerçekleştirdik. Tasarruflardan sağladığımız finansal avantajı hesapladığımızda bu %20 ek yatırım bize 3 senede geri dönüyordu. Bu konuyu detaylı kaleme aldığım yazımı da bu vesileyle paylaşayım: H. Serhan Süzer - Gıda perakendesinde enerji ve su verimliliği (serhansuzer.com)
Hızlı kâr hırsından kör olmuş gözler
Bunu da şirketten ayrılmaya yakın, herkese anlatmaya çalıştım. Hatta benzer standartları uygulasınlar diye gıda perakendesindeki diğer firmaların yöneticilerini aradım. Aradıklarım arasında McDonalds’ın genel müdürü de vardı. Telefonumu gayet güzel karşıladı ancak bu konuda bir şey yapma niyetlerinin olmadığını bana son derece kibarca anlattı. McDonald’s dışında da pek kimse oralı olmadı. Maalesef Türkiye’deki mantık; herkes en kısa vadede harcayacağı ve kazanacağı paraya bakıyor. O yüzden de sürdürülebilirlik hak getire, kimsenin pek umurunda olmadı.
Sürdürülebilirliği umursamayanların tek derdi hep satışları artırmak oldu. Bu kendimi bildim bileli hep böyle oldu. Satışlar artsın, maliyetler düşsün, kâr marjını azamiye çıkaralım. Bunu yapabilenler patronlar tarafından yüksek primlerle ödüllendirildi. İşleri güçleri hep bu oldu.
İşte bu değişmeyen kafa yapısı, McDonalds’ın Patatesli Dürüm menüsünü düşük marjlarla çalışan kantin mantalitesiyle önümüze tekrar koyuverdi. McDonald’sın yatırımcısı biz olsaydık (zamanında KFC ve Pizza Hut’ların yatırımcısı olduğumuz gibi), şahsen böyle bir kampanyanın yapılmasına asla izin vermezdim. Bunu icrada olduğum için yapabiliyordum, kampanya onayları benden geçiyordu. Bu çok net.
Bu reklamı gördüğümde kafamda konuyu direkt şu şekilde sonuca bağladım: Milletimizi fakir, muhtaç ve cahil bırakan bir anlayışın sembolü olarak patatesli ekmek yine karşıma çıktı. McDonalds’ın bile seviyeyi düşürdüğü ortam milletin kaderi olmamalı. Bu değişmeyen kara döngüyü artık değiştirmenin vakti geldi.
Kaleminize, yüreğünize sağlık.. Tane tane zarif bir şekilde ahvalimizi özetlemişsiniz. Devletler Sürdürülebilirlik üzere kurulur ve otorite buna endeksli oluşturulur….Sizin bu yazınızda bir yönü ile toplumsal otorite.