Memleketin DNA’sına askerlikten bir bakış (1)

Türkiye’de maalesef güvenliÄŸe ve askeriyeye yönelik bazı üzücü haberler duymadan gün geçmiyor. ÖrneÄŸin geçtiÄŸimiz haftalardaki yemekten zehirlenmiÅŸ askerlerin haberini okuyunca insan ister istemez geçmiÅŸte yaÅŸadıklarını hatırlayıp empati kuruyor. Ben de bu hafta 2000’in sonundan 2001 Temmuz’una dek yaptığım 8 aylık askerliÄŸime iliÅŸkin bazı anılarımı paylaÅŸmak istedim.
Öncelikle burada gizlilik içeren bilgileri yazmayacağımı belirtmek isterim. Hepimiz iyi taraflarıyla kötü taraflarıyla görevimizi yaptık. Çok canımın sıkıldığı zamanlar olduÄŸu gibi özellikle kendi ülkemi tanımam açısından benim için güzel bir deneyimdi askerlik. Bir anlamda ülkenin DNA’sına vakıf oldum.
Biliyorsunuz, aynı zamanda Kosta Rika Fahri Konsolosuyum. Bir baÅŸka deyiÅŸle ordusu olmayan bir ülkenin resmi temsilcisiyim. KeÅŸke tüm dünyada ordulara ihtiyaç olmasa ve Kosta Rika’da olduÄŸu gibi orduya aktarılacak fonların eÄŸitime aktarılması mümkünse olsa. Bu sayede oradaki okuma yazma oranı %97. Yeni neslin hemen hemen hepsi bir yabancı dil konuÅŸuyor. Son derece bilinçli bir toplum yaratmayı baÅŸarmışlar. Kosta Rika’nın hayata geçirdiÄŸi ideal model keÅŸke bizim bölgemizde de uygulanabiliyor olsa. Ancak gelgelelim, içinde yaÅŸadığımız dönemde cennet vatanımız dünyanın belki de en problemli bölgesinde bulunuyor. O yüzden ordumuza sahip çıkmamız gerekiyor. Åžahsım adına konuÅŸmak gerekirse ben de bu doÄŸrultuda hiç yakınmadan 8 ay askerliÄŸimi yaptım (o sırada kısa dönem 8 aydı). O yüzden vicdanım rahat.
Gelelim askere gidiÅŸ hikâyeme...
McGill University’de 4 sene okuyup mezun olduktan sonra, İtalyan sigorta ÅŸirketi Generali’nin Amerika merkezide bir süre çalıştım. Bu geçiÅŸ dönemimi daha önce “15 yıllık iÅŸ hayatım ve geleceÄŸe notlar” baÅŸlıklı blog yazımda kaleme almıştım: http://www.serhansuzer.com/tr/15-yillik-is-hayatim-ve-gelecege-notlar
Generali’de çalışırken direkt askere gitmeye karar verdim. Süremi tamamlayınca Türkiye’ye döndüm. Döndükten bir ay sonra da askere gittim.
Lise anısından askerliğe Denizli...
İkiz kardeÅŸim de askerliÄŸini aynı dönemde yaptı. Herkesin geçtiÄŸi süreçleri biz de yaÅŸadık. Baran bu konularda genelde benden daha ÅŸanslı olduÄŸu için denizci oldu, İzmir’de acemiliÄŸini tamamlayacağı bir askerlik sürecine girdi. Bana da Denizli’de 11. Piyade Tugayı çıktı. Askeriyenin içinde denizci, havacı veya karacıların her birinin ayrı ayrı dinamikleri ve ruhu var. Bunların arasında en rahatı her zaman denizciler, en çilekeÅŸ de karacılardır. O yüzden Genel Kurmay BaÅŸkanı hep karacıdır.
Bana Denizli’nin çıkması da ilginç bir tesadüf oldu. Lisedeyken benim açımdan çok güzel geçen bir Pamukkale seyahati yaÅŸamış ve okul arkadaÅŸlarımla çok eÄŸlenmiÅŸtik. Aklımda yer eden birçok anım vardı. Yine Denizli’ye gideceÄŸim belli olunca ister istemez geçmiÅŸi düÅŸünerek beni bir gülümseme aldı.
Ancak askerliÄŸin farklı bir dünya olduÄŸunu içine girince anlamış oldum. Çünkü askerliÄŸi nerede yaptığın önemli deÄŸil. En önemlisi baÄŸlı bulunduÄŸun amirin karakteri. ÖrneÄŸin, askerliÄŸi evinin yakınında İstanbul’da bir yerde yapabilirsin; içeride baÄŸlı bulunduÄŸun amirin sana kan kusturursa çok kötü bir askerlik yaÅŸarsın. Yine aynı ÅŸekilde askerliÄŸi Hakkari’nin daÄŸlarında yapabilirsin, ama çok iyi anlaÅŸtığın bir komutanın ve askerlik arkadaÅŸların varsa daha iyi bir askerlik geçirebilirsin.
Denizli’de de durum aynıydı. Tugayın yakınındaki Pamukkale’den bağımsız olarak bütün hayatımız askeriyede geçiyordu. Denizli’de yaptığım askerliÄŸin ilginç bir tarafı da pilot bölge olarak ilk defa acemilikle esas birliÄŸin aynı yerde olmasıydı. Ben de Denizli’deki acemilikten sonra esas askerliÄŸimi ya tekrar Denizli’de ya da bu ile baÄŸlı Söke’deki birlikte yapacaktım. Böylece o dönem bir denemenin parçası olduk. Benim açımdan iyi de oldu. Sonuçta bildiÄŸim yerde, tanıdığım arkadaÅŸlarımla yine Denizli’de kaldım.
İlk duygu ve izlenimler
Ailemle vedalaÅŸtıktan sonra askeriyeden ilk içeri giriÅŸimi hatırlıyorum. Jandarma kontrol yaptı ve “Cep telefonun var mı?” diye sordu. “Evet” yanıtını verince cep telefonumu aldı, “Çıkışta bizden alırsın” dedi.
Sonrasında, kıyafetleri ilk giydiÄŸimde hissettiÄŸim farklı duyguyu hatırlıyorum. Sonuçta yaptığımız savaÅŸa gitmeye yönelik bir askerlik deÄŸildi ama yine de kendimi Kore Gazisi sevgili dedemi ve onunla nasıl gurur duyduÄŸumu düÅŸünürken bulmuÅŸtum bir anda.
Kore Gazisi dedem, annem ve ikizim Baran’la çekilmiÅŸ bir kare. Dedemin kucağında ben varım. Dedemi maalesef 49 yaşında kalp krizinden kaybettik. Nur içinde yatsın!
AcemiliÄŸimi yaptığım dönemde diÄŸer asker arkadaÅŸlarımla hiçbir sıkıntım olmadı. Hepsi kısa dönem üniversite mezunu oldukları için belli bir eÄŸitim seviyesindeydiler. Askere giden herkesin yaptığı aynı muhabbetler bizim orada da dönüyordu.
ÖrneÄŸin klasik bir ÅŸafak muhabbeti vardır. Herkes birbirine “ÅŸafak kaç?” diye sorar. Bu askerliÄŸin bitimine kaç gün kaldığına dair bir askeriye klasiÄŸidir. Her geçen 24 saat ÅŸafaktan bir gün düÅŸer. Bir de kalan gün sayısının memleketinin plakasına gelmesi önemlidir. ÖrneÄŸin Trabzonluysan, ÅŸafak 61 olduÄŸu gün (askerliÄŸin bitmesine 61 gün kala) özel kutlama yapılır.
Memlekette hemÅŸehri meselesi
Bu memleketli meselesi askeriye de sürekli karşıma çıktı. Tanıştığım herkes bana ‘nerelisin’ diye soruyordu. Bu muhabbetleri yapa yapa en ideal cevabı buldum. Ben de bu soruyu soran arkadaÅŸa sen nerelisin diye soruyordum. Baba tarafım Gaziantepli, anne tarafım Trabzonlu ve doÄŸup büyüdüÄŸüm yer İstanbul olduÄŸu için hemen hemen herkes benim memleketliydi içeride.
Bizim tugayda benim tanıştıklarımın %60’ı doÄŸulu, %20’si Karadenizli, %10’u Ege ve Marmara’dan, %10’u da İç Anadolu ve Akdeniz bölgesindendi. O yüzden örneÄŸin bana soran kiÅŸi Åžanlıurfalıysa, “Benim babam da Gaziantepli” diyordum. Hemen “Ooo hemÅŸehriyiz” muhabbeti doÄŸuyordu. Bu soruyu soran kiÅŸi Samsunluysa, ben de “Annem Trabzonlu” diyordum, yine aynı muhabbet dönüyordu. İstanbullu veya Marmara bölgesindense ben de İstanbul’da doÄŸup büyüdüÄŸümü söylüyordum. Buna göre askeriyedekilerin %90’ı benim hemÅŸehrimdi. J Bazen takıldığım oluyordu. Mesela bir gün Bingöllü bir arkadaÅŸa “Babam Gaziantepli” dediÄŸimde, bana “Sen dogulu gibin konuÅŸmıyırsen babo, degiÅŸik konuşıyırsen” deyince İstanbul’da doÄŸup büyüdüÄŸümü söyledim.
Åžaka bir yana mikro milliyetçiliÄŸe inanmıyorum. Bana göre her yerin iyi insanı ve kötü insanı var. O yüzden bu hemÅŸehrilik muhabbetlerinden hiç haz etmesem de kendi çapımda eÄŸleniyordum. Fırsat verdiÄŸim birçok kiÅŸi oldu ama hayatım boyunca da liyakatten ödün vermedim. Kim iyiyse o iÅŸi yapar. Nereden geldiÄŸi, tipinin nasıl olduÄŸu, hangi inanca sahip olduÄŸu beni ilgilendirmez. İşini iyi yapıyorsa, dürüst ve ahlaklıysa o kiÅŸiyle her zaman çalışmak isterim. Bu kadar basit.
KoÄŸuÅŸ kalk!
Acemilikte gıcık olduÄŸum bir baÅŸka konu da koÄŸuÅŸta nasıl kaldırıldığımızdı. Ben zaten sabahları erken kalkan biriyim. Yani sabahın 6’sında kalkmak benim açımdan hiç zor deÄŸildi. Sadece kaldırırken iki askerin koÄŸuÅŸa daldığını ve avazları çıkarcasına ranzaların arasında dolaÅŸarak “koÄŸuÅŸ kak kak kak kak kak …” (bu ‘kak’ yani ‘kalk’ kelimesini 20 kere arka arkaya taramalı tüfek gibi söyleyerek bağırdıklarını düÅŸünün.)
“SavaÅŸ çıktı da üzerimize bomba yaÄŸdırıyorlar” dersiniz. İki gün sabrettikten sonra bunu yapan arkadaÅŸlara neden böyle kaldırıyorsunuz diye sordum. “Bu usuldür” yanıtını alınca, “Burada herkes üniversite mezunu, insan gibi kaldırın, inanın herkes daha hızlı kalkacaktır” dedim. DiÄŸer arkadaÅŸlar da bu konuda söylenince, bunu yapanlar sonraki günlerde daha medeni kaldırmaya baÅŸladılar. Ben zaten çoÄŸu zaman onlar uyandırmadan kalkıyordum.
Bu tarz gereksiz sertlik ve kabalık askeriyenin her yerinde vardı esasında. Askeriyenin benim açımdan en iyi tarafı ülkemin insanını tanımam oldu. Daha evvel defalarca duymuÅŸtum. Her ÅŸeyi askerde öÄŸrenen, okula gitmemiÅŸ ya da çok kısa süreli gitmiÅŸ birçok kiÅŸiyle tanıştım. Bana anlatılan efsaneler gerçekti ve cidden hayretlere düÅŸüyordum.
Bir kaşarlı ver ulan!
Özellikle uzun dönemlerin arasında okuma yazma bilmeyen, Türkçe konuÅŸamayan (aksanlı konuÅŸmaktan bahsetmiyorum, hakikaten Türkçe konuÅŸamayan), çatal bıçak tutmasını bilmeyen, görgü kurallarıyla uzaktan yakından alakası olmayan, ÅŸiddet eÄŸilimi olan birçok kiÅŸiyle tanıştım.
Bazıları kibarlıktan, ricadan ve insan yerine konmaktan hakikaten anlamıyordu. Hayatları boyunca hep kafalarına vurularak iÅŸ yapmışlar. Acemilikte uzun dönemlerle nasıl muhatap olduÄŸuma dair bir soru gelebilir aklınıza. Hemen yanıtlayayım. Kantin ve ortak alanlarımız vardı. Kantinden ilk tost isteyiÅŸimi hatırlıyorum. Kantinde çalışan çocuÄŸa “Bir kaÅŸarlı tost alabilir miyim?” diye sordum. Çocuk yüzüme bakmadı. Tekrar ettim. Yine bakmadı. Arkamdan biri geldi, “Bir kaÅŸarlı ver ulan!” dedi. Çocuk direk tepki verdi ve “tamam abi, ÅŸimdi atıyorum” dedi.
Bunu gördükten sonra içimden “Serhan, ÅŸu kibarlığı bir kenara bırakman gerekiyor, yoksa aç kalacaksın” dedim. Sonra söylemimi kendimi zorlayarak kabalaÅŸtırdım: “Bir kaÅŸarlı versene” dedim. Kantinde çalışan çocuk bana göz ucuyla baktı yine tepki vermedi. İçimden “Haydaa, yine tutturamadım, daha sert ve kaba söylemen gerekiyor” dedim. Sonra üçüncü kez seslendim, “Sana söylüyorum, bir kaÅŸarlı ver” dedim. Üçüncüsünde Allah’tan ‘ulan’lara gerek kalmadan “Tamam vereceÄŸim” dedi ve tostumu verdi. Bu ortama alışmaya çalışıyordum. Aslında tam tersi olması gerekirken benim o ortama ayak uydurmaya çalışmamın ne kadar acı olduÄŸunu düÅŸünüyordum bir yandan da.
Askerlerin gaza geliÅŸi…
Özellikle kantin ve çevresi ilginçti. Askerlerin birçok mahreminin konuÅŸulduÄŸu ve sıcak muhabbetlerin döndüÄŸü bir yerdi. Bir gün yine bir ÅŸey almak için kantine gitmiÅŸtim. O sırada çok acayip bir ÅŸey gözüme takıldı. Yan yana tiyatro düzeninden en ön sırada bulunan askerlerin yere paralel ÅŸekilde eÄŸilip televizyondaki programı izlediklerine ve “Uff ÅŸunların mallarına bak, yavruuum” dediklerine tanık oldum. Televizyon ekranına baktığımda gözlerime inanamadım. Bir sabah programında, o dönem ikiz kardeÅŸim Baran’ın çıktığı manken kız arkadaşı, popüler bir sunucu kadının programına katılmış, sohbet ediyorlardı. İki kadın da mini etek giymiÅŸti. En ön sırada bulunan 3 askerin neden yere paralel ÅŸekilde eÄŸilip televizyona baktıklarını o an çaktım. Klasik ergen muhabbeti; kadınların etek altlarından bakmaya çalışıyorlardı. Televizyon ekranı olduÄŸu için açının deÄŸiÅŸmeyeceÄŸini, yani onların eÄŸilmesiyle daha fazla manzaraya tanık olmayacaklarını akıl edemeyip saçma bir hareket yapıyorlardı. Ayrıca ettikleri laflar çok çirkindi. Tüm kadınlara duyduÄŸum saygıdan dolayı “HiÅŸÅŸÅŸt beyler, kendinize gelin” diye seslendim. Askerler toparlandılar.
Yemekhanenin durumu
Kantinin dışında yemekhane de ayrı bir alemdi. Her yemekten önce yemek duası vardı. İki asker, eÄŸitim çavuÅŸu, astsubay ve zaman zaman ilgili subay yemekhanenin başında bekler, askerler sıraya dizilir ve hep birlikte yemek duası okunurdu.
- Tanrımıza hamdolsun,
- Milletimiz var olsun,
(Sonra askerlerden birisi avazı çıktığı kadar bağırır: Dikkaat!)
- Afiyet olsun!
Hep birlikte “saÄŸol” diye baÄŸrılıp yemekhaneye geçirilirdi. SaÄŸol da büyük bir böÄŸürmeyle “sao” diye çıkardı.
Yemekhanedeki yemekler fena deÄŸildi. ÇoÄŸu zaman kara ÅŸimÅŸek veriyorlardı. Kara ÅŸimÅŸek askeriyede mercimeÄŸin jargon adıdır. Bizim açımızdan hiçbir sorun teÅŸkil etmedi. Bu arada bir asker efsanesi olan ÅŸap konusuna da açıklık getireyim. Net bir ÅŸekilde söyleyebilirim ki yemeklerde ÅŸap map yok.
Askeriyede tuvalet
Bir gün tugay komutanı yemekhanemizi ziyaret etti. Bizimle birlikte yemek yedi. Tugay komutanı tuÄŸgeneralimiz için özel bir masa hazırlandı. Kendisiyle aynı masada oturmak üzere 5 asker seçtiler. Bunlardan biri de bendim. Tugay komutanının tam karşına oturdum. Bizimle güzel sohbet etti. YemeÄŸin sonuna doÄŸru “Sorunuz var mı?” diye sorunca, elimi kaldırdım:
“Her yerde alaturka tuvaletler var. Bunlardan hiç deÄŸilse birkaç tanesini alafrangaya çevirebilir miyiz?” diye sorunca tugay komutanımız da dahil masadaki herkes gülmeye baÅŸladı. Bu gülme faslı bitince, tugayımızdaki tuÄŸgeneral bana alafranga tuvaletlerin hijyenini saÄŸlamanın kolay olmadığını o yüzden alaturka tuvaletlerin kullanıldığını belirtti. Ben de bunun üzerine “Komutanım siz yaptırın, biz hijyenini saÄŸlarız” dedim. O da yanındaki emir astsubayına “Bunu da not al” dedi.
Esasında komutanın haklılık payı vardı. Çünkü hakikaten tuvalet kullanmasını bilmeyen çok asker vardı. Olayın vahametini anlatmak adına size bir örnek vereyim; alaturka tuvaletlerin bazılarının içi taÅŸ doluydu. Özellikle uzun dönem askerlerle birlikte kullandığımız tuvaletlerde sıkıntılar vardı. Bir gün sohbet arasında bunun neden böyle olduÄŸunu sordum. ArkadaÅŸlarımızdan biri yanıtladı:
“Bazıları tuvalet kağıdı yerine taÅŸ kullanıyor.”
Bunu ilk duyduÄŸumda arkadaşımız ÅŸaka yapıyor sandım. Ciddi olduÄŸunu anlayınca bir ÅŸok daha geçirdim ve içimden ‘dur bakalım daha neler göreceÄŸiz’ dedim.
Bir de tabii ÅŸunu belirtmem gerekiyor. Asker dediÄŸin yok tuvalettir, yok ağır koÅŸullardır hiç birini sorun etmemesi gerekir. KoÅŸullar ne olursa olsun görevini yerine getirmekle yükümlüdür. Yeri gelir, aylarca daÄŸlarda en zor koÅŸullarda görevini yapar. Ancak kendi konumumda ben fizik gücünden öte (ki o dönemde fiziken de gayet iyi durumdaydım) asıl beynimle katkıda bulunabileceÄŸimi düÅŸünüyordum. O yüzden askeriyede hep bilgisayar başındaydım. Bu yüzden de tuvalet gibi konuları dile getirmekte bir sorun görmüyordum.
OkumuÅŸ beceriksizler
Askerlerin arasında üniversiteden mezun olmuÅŸ, iyi eÄŸitim almış kiÅŸiler de beni zaman zaman ÅŸaşırtıyordu. Sporla alakası olmayanlar eÄŸitimlerde ciddi zorlanıyorlardı. Bir de elini ve ayağını bir türlü koordine edemediÄŸi için yürüyüÅŸ düzenini sürekli bozanlar vardı. Onların yüzünden basit bir kolektif yürüyüÅŸü bile sürekli tekrar ediyorduk. Bir ara bu sorunu yaÅŸayan arkadaÅŸlara eÄŸitim çavuÅŸunun “Sen ne biçim üniversite mezunusun, daha eline ayağına hâkim deÄŸilsin” diye bağırdığını hatırlıyorum.
Acemilikte iki vukuatım
Tüm bu içtima (yani sayım) ve eÄŸitimler arasında benim de istemeden vukuatlarım oldu. İlk iki hafta boyunca kimliÄŸimi saklamayı baÅŸarmıştım. Hiçbir ÅŸekilde torpilli askerlik istemiyordum. Hep ona göre hareket ediyordum. Ancak bir gün yanıma bir asker geldi, “Serhan Süzer sen misin?” diye sordu. “Evet benim” dedim. “İstihbarat ÅŸubeden seni çağırıyorlar” dedi. Ben de “Hayırdır, ne için?” diye sordum. Asker de “Bilmiyorum, istihbarattaki komutanımız seni yanına çağırıyor, hemen gitsen iyi olur” dedi. Ben de acemiliÄŸimin geçtiÄŸi tugayın bir ucundan komuta katının olduÄŸu diÄŸer ucuna epey bir yürüdükten sonra istihbarattaki ilgili komutanın yanına vardım. Bana kim olduÄŸuma dair sorular sordu. En sonunda “Bize neden kim olduÄŸunu bildirmedin?” diye sordu. Ben de ona düÅŸüncemi aynen aktardım: “Ben normal askerlik yapıp süremi tamamlamak istiyorum. Kim olduÄŸumu bildirmeye gerek duymadım” dedim. Bir saate yakın konuÅŸmadan sonra yanından izin isteyip ayrıldım.
EÄŸitim alanına koÅŸarak gittim, çünkü geç kalmıştım. Vardığımda tüm alanda ÅŸöyle bir ses yankılanıyordu: “Serhan Süzer nerede lan? Çabuk onu bulun ve buraya getirin.” İçtimaya geç kalmıştım. Herkes beni soruyordu. EÄŸitim alanına koÅŸarken bu ÅŸekilde seslenen ve eÄŸitimi veren en rütbeli askerlerden biri olan subaya hiç vakit kaybetmeden bağırarak cevap verdim: “Buradayım komutanım!”
- Neden geç kaldın?
- İstihbarat ÅŸubeden çağırmışlardı, görüÅŸme uzun sürdü.
- Beni istihbarat mistihbarat ilgilendirmez. İçtimaya geç kalmayacaksın. Kalırsan cezayı alırsın. Şınav pozisyonuuuuuu al!
Bir saniyelik ÅŸaÅŸkınlıktan sonra dediÄŸini yaptım ve şınav çekmeye baÅŸladım, bunun üzerine tekrar bağırdı: “Say!” Saymaya devam ettim: “…. 4, 5, 6, …10, ….20, …..50”
Elliye vardığımda kafamı yukarı kaldırdım. “Yeterli mi?” diye sordum. Bana çok fena gıcık olmuÅŸ bir ÅŸekilde bakıp, tekrar bağırdı: “Devaaaaam!”
Devam ettim: “51, 52, 53 …, 60, … 70.”
70’e vardığımda tekrar bağırdı: “Tamam, yeter! AyaÄŸa kalk! Yerine geç!”
AyaÄŸa kalktım. Durumdan utanmış bir ÅŸekilde arkadaÅŸlarımın arasına geçtim. Bu cezayı veren komutan bir baÅŸka yöne döndü ve bir baÅŸkasına bağırmaya baÅŸladı. O sırada etrafımdaki arkadaÅŸlarımız bana kısık sesle; “OÄŸlum sen neymiÅŸsin? 70 şınav çekilir mi? Aramızda Rambo varmış da haberimiz yokmuÅŸ. Hiç tipinden de belli etmiyor” gibi komik komik ÅŸeyler söylemeye baÅŸladılar. Bu makaradan sonra benim gerginliÄŸim de gitti. Gülmeye baÅŸlayıp ben de karşılık verdim. “Gerekirse 100’e kadar giderdim” dedim.
Hakikaten üniversitenin son seneleri ve sonraki birkaç yıl benim fiziksel olarak en saÄŸlam olduÄŸum dönemdi. Sıkı spor yapıyor ve vücudumun hacmine göre ciddi ağırlıklar kaldırabiliyordum.
Buna benzer bir olay da fiziksel olarak iri bir arkadaşımızla yaÅŸadım. EÄŸitimden önce herkes makara yaparken millete ne kadar güçlü olduÄŸunu gösteriyordu. Etrafındaki askerleri kaldırıp indiriyordu. Ben de onu bir anlamda provoke etmek için “BaÅŸkalarını kaldırabiliyorsun ama esas iÅŸ kendi vücut ağırlığını kaldırabilmekte. Bunu yapabilir misin?” dedim ve lisede Baran’la pratik yapıp geliÅŸtirdiÄŸimiz, direkte kendi vücudunu kaldırarak yere paralel durma hareketini gösterdim. Herkes “Vay, harekete bak!” derken iri kıyım arkadaÅŸ da denedi ve kendini bir türlü kaldıramadı. Ben de ona “Ya, demek ki o kadar da güçlü deÄŸilmiÅŸsin” diye takılırken, bana “O hareketi bir daha yapar mısın?” diye sordular. Ben de “Tabii” deyip tekrarladım. Tam o sırada arkamda yine bir bağırtı koptu: “OÄŸlum, sen ne yapıyorsun orada? Sen ÅŸovmen misin? Çabuk in aÅŸağıya. EÄŸitim düzenini bozmayın!”
EÄŸitim veren diÄŸer subay gelmiÅŸti. Ayaklarımı yere koyduktan sonra bana “Hadi bakalım ÅŸovmen, bugün bayrağı sen taşıyacaksın. Bakalım bayrakla koÅŸarken performansın nasılmış görelim” dedi.
O gün ciddi bir antrenman yaptık. Hemen hemen her gün söylediÄŸimiz ve kafamıza kazınmış olan “Yaylalar” marşını hep bir ağızdan söylüyorduk. Ben de bayrakla koÅŸarken kan ter içinde kalmıştım.
Yaylalar yaylalar!
Åžahsen çok sevdiÄŸim bu yaylalar marşı kafamızda o kadar yer etti ki, yaÅŸamımın ilerleyen bölümlerinde enteresan bir olay yaÅŸadım: 10 seneye yakın NiÅŸantaşı’nda oturdum ve iki ay önce üzülerek buradan taşındım. NiÅŸantaşı’nda oturduÄŸum yer tam merkezdeydi. Bir gün uyurken sabaha karşı 5’te, pavyondan bozma Scotch adlı kulüpte alkolü fazla kaçırmış 3 kafadar “Yaylalar Yaylalar” diye bağıra bağıra marÅŸ söylüyorlardı. Sesleri benim evin içinde yankılanıyordu. Uyurken bir anda “Ne oluyor, askerde miyim?” diye yataktan bir sıçrayışım var, görmeniz lazım. Sonra perdeyi aralayıp baktım. O arkadaÅŸları görünce hem durumuma güldüm hem de biraz söylendim.
Kısa süresi kalanı kıskanma sendromu
1 aylık acemilik döneminin sonuna gelmiÅŸtik. Askeriyede ‘kim önce çıkacak, sonra çıkacak, ÅŸafak kaç’ muhabbetlerini çok sık duyar olmuÅŸtum. Hatta uzun dönem askerlerin kısa dönem askerlere karşı genel bir gerginlikleri olduÄŸunu söyleyebilirim. Bir gün kantinde bir uzun dönem askerin bir kısa dönem asker hakkında konuÅŸurken “Bu benden 4 ay sonra girdi, 6 ay önce çıkacak” dediÄŸini duydum (bizim zamanımızda uzun dönem 18 aydı). Kısa dönemlere gıcık oluyorlardı. Esasında olmakta da haklıydılar. Aynı psikolojiyi bir gün bedelli askerlerin aramıza gelmesiyle biz de yaÅŸadık. Bizim kısa dönem askerleri “Ooo Mehmet Beyler gelmiÅŸ” diye konuÅŸmaya baÅŸladılar. Askeriyenin içinde uzun dönem askerlere Mehmetçik, kısa dönemlere Mehmet, bedelli askerlik yapanlara da Mehmet Bey diyorlar. İğneleme içeren bu Mehmet Bey söyleminden sonra bir baÅŸka arkadaÅŸ “OÄŸlum, bunlar ÅŸimdi 3 gün sonra askerliÄŸi mi tamamlayacaklar? Bizim daha 7 ayımız var” diye söylendi. Bir diÄŸeri ÅŸakayla karışık ekledi: “Bunları aramıza alıp dövsek de öyle mi uÄŸurlasak?” DiÄŸer taraftan bedelli askerlik yapanlara baktığımda ortada ilginç bir manzara vardı. Kendi aralarında askerlik namına yaptıklarını abartılı bir ÅŸekilde anlatıyorlardı. Åžu tür ÅŸeyler söylüyorlardı:
“Bak komutana nasıl selam verdim, gördün mü?”
“Çakı gibi asker olmuÅŸsun.”
“Gitmeden bize de piyade tüfeÄŸi verecekler mi?
Bu yorumları duyunca kendi kendime “Bu nasıl iÅŸtir, bu arkadaÅŸlar askere gelmeseler daha iyi olurdu, boÅŸuna kaynak israfı” diye söylendiÄŸimi hatırlıyorum.
GördüÄŸünüz gibi herkesin durumu bulunduÄŸu konuma göre farklılık gösteriyor.
Yemin Töreni
Tüm eÄŸitimlerin sonunda yemin töreni gelip çatmıştı. Aile en geniÅŸ kadro olarak beni ziyarete gelecekti. Tüm askerler çok heyecanlıydı. Bilenler bilir, Denizli Ege’de olmasına raÄŸmen biraz içeride olduÄŸu için kara iklimi vardır. Yani yazın sıcak, kışın soÄŸuktur. Yemin töreninin olacağı gün o kış ilk kar yağışına tanık olduk. Yemin töreni saatinden iki saat önce tören alanına getirildik, o süre zarfında son hazırlıklar tamamlandı. Tören baÅŸladı, ben bizimkileri göz ucuyla gördüm. İçimden seviniyordum. Önce silahların olduÄŸu yerde sesli bir ÅŸekilde asker yemini ettik. Daha sonra yürüyüÅŸe geçtik.
Tören alanında yürürken. Bu resimde beni bulana özel ödül vereceÄŸim :)
Törenden bir baÅŸka kesit
Tören için yürürken bizimkileri göz ucuyla takip ediyordum. Babamın ÅŸoförü Turan Abi (Allah rahmet eylesin, kendisini geçtiÄŸimiz senelerde kaybettik. Nur içinde yatsın), binlerce askerin arasında beni arıyordu. İçimden gülüyor, ‘Bu kadar yeÅŸilli askerin arasından bakalım beni nasıl bulacak?’ diye kendi kendime eÄŸleniyordum. Yanlarından geçtiÄŸim sırada (ki ÅŸansa ben onların tarafında yürüyordum), Turan Abi beni fark etti. Bizimkilere döndü, “Burada burada!” diye seslendi. Bizimkiler “Orada orada” diye beni birbirlerine gösterip kendi aralarında seviniyorlardı. Ben de tam yanlarından geçerken gülümseyerek çaktırmadan göz kırptım. Binlerce kiÅŸinin resmi olarak askerliÄŸe adım attığı bu tören toplamda 4,5 saat sürdü. Dışarıda kar yağıyordu ama zaten soÄŸuk havayı seven biri olarak ve ailemi görmenin sevincini yaÅŸadığım için hiç önemi yoktu. ÜÅŸüdüÄŸümü tören bittikten sonra içeriye girince hissettim. Daha sonra bütün askerler aileleriyle bir araya geldiler. Dedem, babaannem, annem, babam, kız kardeÅŸim Nazlı ve diÄŸer akrabalar oradaydılar. Hemen yanlarına gittim, hasret giderdik.
Annem ve kızkardeÅŸimle tören alanında çektiÄŸimiz resim
Bu törenin ardından 20 günlük iznimi alıp dışarıya çıktım ve bizimkilerle buluÅŸtum. Ardından aynı akÅŸam güzel bir yemek yiyip hep birlikte İstanbul’a döndük.
Soldan saÄŸa askerlik arkadaşım Eyüp, Turan Abi ve ben. Denizli’de çıktığımız ilk akÅŸam beraber yemek yerken.
İstanbul’a ilk döndüÄŸüm akÅŸam aileyle yediÄŸimiz yemekte çekilmiÅŸ kare. Ayaktakiler soldan saÄŸa; Gülten Halam, Cemile Teyze (babaannemin kızkardeÅŸi), Babaannem, Babam ve Cennet Halam.
AskerliÄŸin önemli bir eÅŸiÄŸini bitirmiÅŸtim ancak önümde tamamlamam gereken bir 7 ay daha vardı. Bir sonraki yazımda askerdeki geri kalan ‘ustalık’ dönemimi kaleme alacağım.
Sağlıcakla kalın.
SÜPER....