Nükleer facia kapıda
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş, Ukrayna’nın Rusya’nın zorla ilhak ettiği doğu bölgelerini geri almaya başlaması karşılığında Rusya’nın nükleer silah kullanma tehdidini dillendirmesiyle farklı bir boyut kazandı. İnsanlığın sonunu getirebilecek potansiyele sahip nükleer tehdit tüm sıcaklığını korurken, Türkiye’nin tavrı savaşın gidişatını değiştirebilir. Bu denklemde Rusya’nın Türkiye’de bir nükleer santral işletmek üzere olduğunu da unutmayalım.
Türkiye’ye uçakla 1 saat mesafede Karadeniz’in bize göre diğer tarafında, yani bir başka deyişle hemen yanı başımızda kanlı bir savaş yaşanıyor. Bu savaşa hiç kimse kayıtsız değil, hele iyi anlaştığımız komşumuzun hunharca işgal edilmesi hepimizi hem üzüyor hem de kızdırıyor. Bölgede olan olaylar yüzünden Türkiye’de aklı başında olan herkes istim üstünde.
Pek kimselerin ihtimal vermediği şey gerçekleşti ve Ruslar Şubat ayında Ukrayna’ya resmen savaş açtı. Tabii bu savaşta Rusların ‘bu işi çabuk bitireceğiz’ tahminleri de tutmadı. Ukraynalılar, vatanlarını savunma motivasyonu ve Batı’nın ciddi yardımlarıyla Rusya’ya kafa tutmaya devam etti.
Öncelikle Rusları Kiev ve çevresinden uzaklaştırmayı başaran Ukraynalılar, savaşın yeniden şekillenmesini sağladılar ve Rusya’nın stratejik karar değişikliği yapıp kendi ülkeleriyle birleştirmek için çaba sarf ettiği doğu bölgelerine odaklanmasına yol açtılar. Karadeniz’de etkinliğini artırmak için çaba gösteren Rusya’nın 2014 senesinde Kırım’ı ilhak etmesinden sonra geçtiğimiz haftalarda Donetsk, Lugansk, Zaporojye ve Herson bölgelerini ilhak etme kararı çıkartıldı. Ukrayna’dan savaşarak zorla kopartılmaya çalışılan bu bölgelerin Rusya’ya bağlanma kararını da Rusya ve müttefikleri dışında kimse kabullenmedi. Batı ülkeleri ciddi tepki gösterdi ama daha da önemlisi bu ilhak çabasına Ukrayna’nın tepkisi sert oldu. Karşı taarruza geçtiler ve köy-köy, kasaba-kasaba bu bölgeleri geri almaya başladılar.
Karşı taarruza geçen Ukraynalılar, Batı ülkelerinden aldıkları son teknoloji silahlarla ilerlemeye başlayınca bu sefer Rusya’nın tepkisi çok sert geldi, söylenecek en son sözü dillendirmeye başladılar: “Daha fazla durumu zorlamayın, bu bölgeler artık Rusya’nındır. Savaşı devam ettirirseniz, nükleer gücümüzü kullanırız”. Bu konuyla ilgili Türk medyasında çıkan bir haberi de sizlerle paylaşmak isterim: https://www.hurriyet.com.tr/dunya/ilhaklar-kievi-durdurmadi-ukrayna-cephede-hizini-arttirdi-42147609
Blöf mü değil mi?
Bu aşamada sorulacak soru: Peki bu nükleer tehdit blöf mü, gerçek mi?
Kimilerine göre blöf; her ne kadar Ruslar bunu açıkça dillendirseler de nükleer savaşı göze alamazlar, bu Rusya’ya nükleer bombaların geri yağdırılması ve ülkenin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalması anlamına gelir.
Kimilerine göre ise gerçek, çünkü bugüne kadar ne söylediyse yapan Putin’i şu ana kadar ciddiye almayan Batı dünyasının artık aklını başına toplayıp ciddiye almaya başlaması ve buna göre stratejilerini kurması gerekiyor.
Bence bu tehdit gerçek ve çok ciddiye alınması gerekiyor.
Olabilecek en kötü senaryo; Rusya’nın nükleer silah kullanmaya başlaması ve başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin karşılık vermesiyle birlikte karşılıklı binlerce nükleer silahın fırlatılması, Çin’in de bu denkleme katılıp Rusya’yı destekleyen pozisyonda savaşa girmesidir. Böyle bir senaryo insanlığın sona ermesiyle veya iyi ihtimalle 7 milyarın üzerinde olan dünya nüfusunun nükleerin etkisinden korunmak için saklanan milyonlar seviyesine düşmesiyle sonuçlanabilir. Bunun da etkileri yüzyıllar sürebilir. İnsanlar radyasyondan kurtulmuş bir doğaya ancak yüzyıllar sonra tekrar kavuşabilirler.
İnsanlığın sonunu getirebilecek senaryolar
Böyle bir felaket senaryosunu liderler göze alabilecek mi, göreceğiz. Aklını realiteden tamamen uzaklaşacak kadar kaçırmış liderler nükleer savaştan kaçınmayacaktır. İnsanlığın sonunu getirebilecek kadar gözünü kan bürümüş liderlerin tarihin en karanlık sayfalarında yer alacağını söylemem yanlış olmaz.
Bu arada bunu önceki yazılarımda da dillendirmiştim (Bkz: https://www.serhansuzer.com/tr/toplumsal-akilsizlasma-uzerine-bir-film-dont-look-up). İnsanlığın sonunu getirebilecek 4 senaryo var:
1) Nükleer savaş
2) İklim değişikliği
3) Biyolojik tehdit (virüs, salgın vb.)
4) Göktaşı çarpması
Buna belki “insanlığın dışındaki üstün varlıkların Dünya’ya gelip Dünya’yı ele geçirmesi ve insanlığın kökünü kazıması” senaryosunu da ekleyebiliriz. Tıpkı insanların bazı hayvanlara yaptığı gibi. Ancak bu senaryolardan bugün en olası ve yakın bir zaman içinde gerçekleşebilecek olanı maalesef nükleer savaştır. O yüzden bu konuyu herkesin çok ciddiye alması ve böyle bir olasılığı ortadan kaldırmak için her şeyi yapması gerekiyor.
Türkiye’nin rolü ve yapılması gerekenler
Bu denklemde Türkiye’nin rolüne de değinirsek, bugüne kadar yürüttüğümüz tarafsızlık politikasının başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak tarafsız kalmak bazı meselelere kayıtsız kalmak anlamına gelmiyor. Nükleer tehdit üzerine Türkiye’nin de bir planı olması gerekiyor. Hemen yanı başımızda atom bombalarının atılması durumunda ortaya çıkacak radyasyondan Türkiye’nin de etkileneceği bir gerçek. Sonuçta uçakla 1 saatlik mesafeden bahsediyoruz. Başta Karadeniz bölgemiz olmak üzere tüm ülke, çıkacak radyasyonun etkisinde kalabilir, hatta daha kötüsü bu nükleer savaş Türkiye'ye de sıçrayabilir. Bunun için bana göre Türkiye’nin aşağıdaki adımları atması gerekiyor:
1) Arabuluculuk rolünde nükleer savaşın olmamasını sağlama hedefinin öncelik haline getirilmesi gerekiyor. Her iki tarafla da görüşmelerin devam ettirilip böyle bir ihtimalin ortadan kaldırılması için diplomatik çabanın başlatılması şart.
2) Kötü senaryoyu düşünerek önlemler alınması gerekiyor. Buna nükleer silahlar kullanıldığında vatandaşlarımızı korumak için yer altına korunaklı alanlar inşa edilmesi dâhil. Ayrıca ortaya çıkacak radyasyonun Türkiye’deki etkilerini nasıl azaltabileceğimizin üzerine kafa yormak gerekiyor. Bir de tabii halkın sağlığına yönelik bazı önlemler almak lazım. Buna iyot tableti stoklamak da dâhil. Bilmeyenler için yazayım: Bir kazada veya patlamada radyoaktif iyot havaya yayılıyor ve teneffüs edildiğinde ya da yiyecek ve içecekler aracılığı ile alındığında radyoaktif iyot tiroit bezlerine yerleşiyor. İyot tabletleri ise tiroit bezini radyoaktif iyotlara karşı koruyor ve tiroit kanseri riskini önlüyor. İyot tableti stoklamaya başlayan birçok Avrupa ülkesi olduğunu duyuyoruz.
3) Enerji üreten nükleer santraller aynı zamanda nükleer silah üretebilecek şekilde dönüştürülebilir. Mersin’de Rusların inşa ettiği nükleer santralle ilgili konuyu iki boyutlu düşünmek gerekir. Birincisi, santralin nükleer kabiliyeti kullanılarak nükleer silah kendi topraklarımızda Ruslar tarafından yapılıp bize ya da başka ülkelere karşı kullanılabilir. Bu da egemenlik haklarımıza saldırı anlamına gelir. İkincisi, Mersin’deki nükleer santral hedef haline gelip başka ülkeler tarafından füze saldırısıyla imha edilebilir. Böyle bir bombalama beraberinde kendi topraklarımızda nükleer felaket ortaya çıkarır. O yüzden Mersin’de Rusların inşa ettiği nükleer santral projesini durdurmak ve bunu da diplomatik yollardan halletmek en akılcı yoldur. Zaten şahsen nükleer santrallerin Dünyamızda işletilmesine karşı olan biri olarak bu projeye hep soğuk bakmışımdır. Bana göre tüm nükleer santrallerin Dünya dışına, örneğin Ay veya Mars'a taşınması gerekiyor. Nükleer enerjinin tek bir kullanım amacı olmalıdır: Uzayda seyahat. Nükleerle ilgili herhangi bir şeyin (enerji santrali veya silah) dünyamızda yeri yok, çünkü nükleer bir facia olduğu takdirde dünyadaki yaşamımızı devam ettirebileceğimiz başka bir gezegen yok (en azından şu an için başka bir alternatifimiz yok). Zamanında endişelerimi dile getirmek için “Nükleer santralle ilgili sorulacak sorular” başlıklı bir yazı kaleme almıştım: https://www.serhansuzer.com/tr/nukleer-santralle-ilgili-sorulacak-sorular. Bu yazıda şu endişeleri dillendirmiş ve açıklamıştım:
1- Nükleer Atık
2- Atık Isı
3- Milli Güvenlik
4- Kaza Riski
5- Maliyet
6- Ödenecek teşvikli fiyat
7- Santralin güvenliği
Şimdi de diyorum ki, tüm bu endişeler içinde en öncelikli hale gelen konu Ruslar tarafında işletilecek böyle bir santralin güvenliğidir. Nükleer savaş başlarsa, Akdeniz’in cennet gibi bir sahilinde yapılan bu nükleer enerji santrali nedeniyle olabilecekleri düşünmek bile istemiyorum.
Tarihten acı dersler
Nükleer santrallerle ilgili olası felaketleri dillendirirken geçmişten ders almamız gerektiğinin de altını çizmek isterim. Tam olarak ne anlatmaya çalıştığımı zihninizde canlandırabilmek için son 65 senede yaşanmış ve doğaya geri dönülmez zararlar veren en büyük 6 nükleer kazayı hatırlatmak isterim (Bkz: https://listelist.com/nukleer-kazalar/):
1- Mayak (Kyshtym – Rusya)
2- Windscale (İngiltere)
3- Three Mile Adası (ABD- Pensilvanya)
4- Çernobil (Ukrayna- Eski Sovyetler Birliği)
5- Mihama (Japonya)
6- Fukuşima (Japonya)
Umuyorum, tüm bu felaket senaryoları boşa çıkar ve yaşadığımız coğrafyada barış tekrar tesis edilir. Bu ortamda bunu söylemek kolay ve gerçekleştirmek neredeyse imkânsız gibi görünse de ben bardağa dolu yarısından bakıp tüm tarafların aklını başına toplayacağı, kısa vadede nükleer tehdit ihtimalinin ortadan kaldırılacağı, uzun vadede de bu anlamsız savaşın sona erdirileceği umudunu taşıyorum.
Bu hayatta şahsen her şeyi insanlığın gelişimini sağlamak ve gelecek nesiller için daha güzel bir yaşam tesis etmek için yaptığımı hatırlatmak isterim. Umarım ülkeleri yönetenler de olaylara bu zihniyetle bakarlar.
Sağlıcakla kalın.
Keşke herkes bu gerçeği görebilse...