Sıkça sorulan sorulara cevaplarım 5
Yıllar önce ‘soru-cevap’ formatında “sık sorulan sorulara cevaplarım” başlığıyla yazılar kaleme almaya başladım. “Çalışmalarım veya görüşlerimle” ilgili merak edilen konular biriktikçe buradan yanıtladığım bu seriye bir yazı daha eklemenin artık zamanı gelmişti. İşte son döneme ilişkin sık karşılaştığım sorular ve güncel yanıtları...
41. TİDER’in yönetim kurulu başkanlığından sene sonunda neden ayrıldın?
Öyle gerekti. Bir süredir yönetim kurulu başkanlığını devretmeyi düşünüyordum. Bunun birkaç sebebi var. Birincisi her zaman söylediğim gibi, TİDER kamuya mal edilmesi gereken bir kurum ve ben de kamu görevimi yerine getirmekteydim. Bu bir bayrak yarışı ve bayrak değişiminin zamanının geldiğini düşündüm.
7 yılın üzerinde sürdürdüğüm TİDER Yönetim Kurulu Başkanlığını, 3 yıldır derneğimizin yönetim kurulunda yer alan sevgili dostum Hande Tibuk’a devretmeye karar verdim. Hande’yle ve bir diğer dostumuz Burak Küntay’la birlikte en son geçtiğimiz Ekim ve Kasım aylarında Adım Adım platformuyla iştirak ettiğimiz İstanbul Maratonu’nda takım kardeşliği üzerine bir kampanya yapmıştık. İlgili resmimizi aşağıda bulabilirsiniz.
Sağdan Sola; Burak Küntay, Hande Tibuk ve ben
Bir diğer sebep de TİDER’in Süzer’in derneği olarak anılması. Burada artık mütevazı olmayacağım. Evet, derneğin kurucu başkanı benim. Derneğe açık ara en büyük finansmanı ben sağlıyorum. Derneğin ödül alan modelini, vizyonunu, misyonunu, yapı taşlarını hep ben oluşturdum. Tabii yaptığım ve oluşturduğum her şey etrafımdaki akıllı insanların ve TİDER için çalışan profesyonellerin ve gönüllülerin süzgecinden geçerek bu hale geldi. Yapı oturmaya başladı.
Ancak yine de TİDER’in Süzer’in derneği olarak anılmasından rahatsızım. Çünkü her zaman söylediğim gibi TİDER’in nesiller boyunca gelişip insanlığa her geçen gün daha fazla hizmet etmesi en büyük hayallerimden biri. Bu hayal Süzer isminden veya herhangi bir şahıstan çok daha büyük. Üstelik ‘Süzer’in bir derneği’ demek bana ciddi haksızlık oluyor. Dernek faaliyetlerim konusunda ailemin bir bilgisi yok. Sadece ara sıra muhabbet açılınca özet geçiyorum. Ailede destekleyenler de oluyor, ne gerek var bu işlere diyenler de. Benim kendi hür iradem var ve hayatta yapmak istediklerimi gerçekleştiriyorum. Aldığım aksiyonlar ve dernekte yaptığım her şey bana ait. Süzer’in değil de Serhan’ın yaptığı işler denilmesini yeğlerim. Aksi takdirde beni ve yaptığım işleri değersizleştirmek için bilinçli veya bilinçsiz konuşmalar olarak algılıyorum bu tür ifadeleri. Arkamda Süzer yok. Sadece Serhan’ın aklı, kalbi, iradesi, inatçılığı ve inancı var. Bunun net bir şekilde altını çizmek isterim.
42. Bundan sonra TİDER’e destek vermeye devam edecek misin?
Sizce bu kadar emek verdiğim ve kendi bebeğim gibi gördüğüm bir kurumu benim karakterimde biri bırakır mı? Elbette elimden gelen her türlü desteği vermeye devam edeceğim. Benim bunun için bir unvana ihtiyacım yok. İlla bir sıfat kullanmak isteniyorsa, bana TİDER’in “kurucusu” veya ilk yönetim kurulu başkanı olduğum için “kurucu başkanı” diyebilirler. Ama dediğim gibi benim hizmet etmek için bir unvana ihtiyacım yok. TİDER’i hak ettiği yerde görmek için maddi manevi yönetim kurulunun, profesyonellerin ve gönüllülerin her zaman yanlarında olacağım.
TİDER’in hak ettiği yeri de şöyle tanımlayabilirim: Memlekette sosyal yardımlaşma sistemini kamu, özel sektör ve STK’ların işbirliği ve koordinasyonuyla sağlıklı ve kurumsal bir zemine oturtmak. İdeal modelimizin ülke çapına yayıldıktan sonra tüm dünyada yaygınlaşmasını ve UNICEF veya WWF gibi uluslararası bir kuruluşa dönüşmesini hedefliyoruz. Bunun da kendi memleketimizden çıkacak olması bir gurur kaynağı olacak. Unutmayalım, ileride STK’lar (özellikle tüm insanlığa gerçekten tarafsız, şeffaf, samimi, dürüst ve sürdürülebilir bir şekilde hizmet edenleri) dünyada çok önemli roller üstlenecekler. Bizler de bunun bugünden temellerini atıyoruz.
43. Blog’taki yazılarına neden bu kadar ara verdin?
Geçen senenin ikinci yarısı benim için çok yoğun ve zorlu geçti. Kanada üniversiteleriyle ilgili yazdığım son yazıdan sonra gerçekten kafamı verip yazmaya başlamam uzun zaman aldı. Son birkaç haftadır eskisinden daha heyecanlı bir şekilde geri dönüş yaptım. Her hafta dolu dolu içerikleri olan yazılarımı sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyorum.
44. TİDER’e neden bir CEO atadınız? Bir dernekte CEO olur mu?
Bu konuda yorumlar aldık. Bunu soranlara ben de “CEO neden bir dernekte olmasın?” diye soruyorum? Bir dernekte CEO olmaz diye bir kural mı var? Alın size bir örnek; Avustralya Gıda Bankası Kuruluşu (Food Bank) CEO’su sevgili dostum Brianna Casey. Harika bir iş çıkarıyor ve unvanı CEO. Gelişmiş ülkelerde bir STK’da CEO olmaz diye bir kural yok. Aksine STK’ların başında CEO’lar var. Tam Türkçesi de ‘icra kurulu başkanı.’
https://www.foodbank.org.au/2016/06/15/fba-appoints-new-ceo/
Bir de şunu belirtmek isterim; STK dünyasına özel sektör dinamizmini kazandırmaya çalışıyoruz. Yani hayır işlerine yalnızca sözde değil özde de sıcak kalple bakan, akıllı ve becerikli özel sektör profesyonellerini STK dünyasına kazandırmak istiyoruz. Bu yüzden özel sektörde alışılmış bazı yöntemleri 3. sektörde yani STK dünyasında kullanmamız normal.
Son olarak bu konuda bizi eleştirenlere dernekte zaten Genel Müdür unvanlı bir yöneticimizin olduğunu ve onun üzerine gelecek atamanın da ancak CEO olarak yapılabileceğini belirtmek isterim. Ancak ileride dernekte çalışanların sıfatlarıyla ilgili bir revizyon da yapabiliriz.
Tüm bunları söyledikten sonra şunun tekrar altını çizmek isterim: İster profesyonel olun ister gönüllü, unvan önemli değildir. Önemli olanlar yapılan hizmettir.
45. Yenilenebilir enerji sektöründe EkoRE eskisi gibi aktif değil mi?
EkoRE elindeki sermaye gücüyle birçok yenilenebilir enerji santrali devreye aldı. Şimdi bu santrallerini kendi modeline uygun bir şekilde satıp nakit pozisyonunu güçlendiriyor.
Bizim sektöre ilk girdiğimizde en başından beri oluşturduğumuz modelimiz; projeleri sıfırdan (greenfield) veya bir kısmı tamamlanmış (brownfield) şekilde geliştirmek, inşaata hazır hale getirmek, ardından finansmanı çıkarmak, inşaatı tamamlamak ve devreye almak şeklindeydi. “Devreye aldıktan sonra da sat” modelini birçok proje için uyguladık. Portföy oluşturmuyoruz çünkü yenilenebilir enerji sektörü benim kendi girişimim. Çok fazla sermaye isteyen bir sektörde ayakta durabilmeniz için nakit pozisyonunuzu iyi durumda tutmanız gerekiyor. Bu da değer kazanan bir santralin satılması anlamına geliyor.
Türkiye’de son çıkarılan yönetmeliklerle birlikte GES ve RES projeleri durma noktasına geldi. Elimizdeki projelerin tamamını elden çıkardıktan sonra ne yapacağımızı size ileride açıklayacağım.
46. Nişantaşı’ndan sonra Çekmeköy’de canın sıkılmıyor mu?
Hayır sıkılmıyor. Çünkü ben Nişantaşı’nda yaşarken de sürekli dışarıda takılan biri değildim. Tabii ki arkadaşlarım Nişantaşı’na geldiklerinde beni arıyorlardı ve evdeysem, işim yoksa ve enerjim yerindeyse çıkıyordum. Bunu Çekmeköy’de de yapabiliyorum. Çünkü köprüye yakın bir konumdayım.
Çekmeköy’den memnunum çünkü doğayı özlediğimi fark ettim. Çekmeköy’de toprağa basıyorum, temiz havasını bol bol içime çekiyorum ve çok daha sessiz bir ortamda daha rahat uyuyabiliyorum. Zaten yoğun bir tempoda çalışan biri olarak bunları yapmam enerji depolamamı sağlıyor.
47. Moka nasıl gidiyor?
Moka (Mobil Kart veya Mobil Kasa’nın kısaltılmışı) şirketimiz iyi gidiyor. Genel Müdürümüz Selim Bey önderliğinde Moka iyi bir büyüme ivmesi yakaladı. Ortaklar olarak Moka’dan memnunuz. Memlekette ‘fintech’in (finansal teknoloji) ilk öncüleri olarak bundan sonra yol haritamız nasıl olur, onu da ileride açıklayacağım. www.moka.com
48. Sana ihanet eden oluyor mu? Bu davranışları nasıl karşılıyorsun?
Türkiye gibi yapılan iyi işlerin sürekli cezalandırıldığı bir ülkede sizce ihanet eden olmuyor mudur? Şöyle söyleyeyim, ihanet edenlerin sayısı etmeyenlerin sayısından daha fazla. Bunu üzülerek söylüyorum.
Hele ki biraz güçsüz duruma düşün veya kontrolü elden bırakın dışarıdan ve içeriden başlıyorlar sizi yemeye. Bazıları da akbaba kesiliyor. Saldırmaya başlıyorlar. Bu hareketleri bazen yakınınızdaki kişilerden bile görebiliyorsunuz.
Böyle bir durumla karşılaştığımda ne mi yapıyorum? Onlara yumuşak kalpli birinin aynı zamanda nasıl güçlü olabileceğini gösteriyorum. Eğer o an yapabileceğim bir şey yoksa yaptıklarını yazıyorum bir kenara, ileride elbette onlara bir ders vermek için fırsat çıkıyor. Kin tutmamaya çalışıyorum, ilahi adalete de inanıyorum ama adaletin tecelli etmesi için de elimden bir şey geliyorsa yapıyorum. Bir de tabii bu kişilerin en büyük kaybı onlara her zaman sahip çıkacak ve destekleyecek birini yani beni kaybetmeleri oluyor. Çünkü huyum gereği birini sildim mi, silerim. Küsmem, ama bir daha yanıma yaklaşamazlar.
Bu durumları geçmişte ve yakın geçmişte defalarca yaşadım. Zaten benim şahsen kafamda tasarladığım işlerin istediğim gibi gitmemesinin en önemli sebebi insan kaynakları. Bu sorun defalarca karşıma çıkıyor.
Türkiye’de genelde akıllı ve işi bilen profesyoneller dürüst olmuyorlar, arkanızdan iş çeviriyorlar, ya da dürüstse fazla iş çıkaramayabiliyorlar. Hem akıllı, işi bilen hem de dürüst biriyle yolum kesişirse o kişiyi bırakmamak için elimden geleni yaparım.
Bir de beni taklit eden ve paylaştığım fikirleri uygulamaya çalışan insanlar var. Taklitler gerçeklerini yaşatır mantığıyla bunları da çok önemsemiyorum. Hatta iyi şeylere vesile olacaksa taklit etmelerini isterim. Ancak benim yaptıklarımı çarpıtıp iyiliği kötülük veya kendi menfaatleri adına kullananlarla ve insanları aldatanlarla sorun yaşıyorum. Benzer şekilde hakkımda sürekli spekülasyon yapanlar var. Bunların hakkımda yalan yanlış söylediklerini de umursamıyorum. Uzun vadede ak ile kara çok net ortaya çıkar.
Son gülen iyi güler diyor ve tüm bu saydığım negatif tipler karşısında beni her zaman destekleyen dostlarıma, aile bireylerine ve yakınlarıma aşağıdaki resmimi armağan ediyorum.
Tabii karşılaştığım insanların çoğunluğunun kötüye meyilli olması ve bana direk veya dolaylı zarar vermeleri beni yaptığım işlerden alıkoymuyor, aksine daha çok motive ediyor ve çalışma tempomu arttırmamı sağlıyor. İnönü’nün en sevdiğim sözü hep kulağımda: Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur.
Bilmem anlatabildim mi?
49. İsraf ve yoksullukla mücadele çalışmalarınızda bilişim sektöründe faaliyet gösteren teknoloji firmaları ile ortaklaşa hayata geçirmeyi planladığınız projeniz hakkında da bilgi verebilir misiniz?
Teknoloji olarak bizler Eko Group’un temin ettiği yazılımcılardan faydalanıyoruz. İhtiyacımız olan Destek Bulutu ve Destek İK yazılımlarını çok başarılı bir şekilde icra ettiler. Diğer tarafta eğer teknoloji şirketleri gıda bankacılığına hizmet etmek istiyorlarsa bunu ‘pro bono’ yani bedelsiz yapmaları gerekir. Son dönemlerde pazar yeri ortamı yaratıp komisyon geliri elde etmeye çalışan sosyal girişim başlatmış teknoloji şirketi olduklarını söyleyen bir takım girişimlere biz de denk geldik. Bizim bu konuda çizgimiz nettir. Sosyal yardımlaşma sistemi üzerinden komisyon almak çok yanlıştır. Bu tip girişimler, komisyon geliri elde eden platformlar oluşturmak istiyorlarsa pazar yerini özel sektör firmalarından oluşturmaları gerekir. Gıda bankaları, STK’lar ve hayvan barınakları üzerinden komisyon geliri elde etmek kesinlikle etik değildir. Bu komisyonu da nereden aldığınız önemli değildir. Eğer bir gelir elde edilecekse, bunu o işi yapan gıda bankalarının, hayvan barınaklarının ve diğer ilgili STK’ların elde etmesi gerekir. Çünkü bu kuruluşların her birinin yükü çok ağır.
Ailesi üç nesildir girişimci olan biri olarak bu tip aç gözlülüğe ve etik olmayan çalışmalara kesinlikle karşı olduğumu belirtmek isterim. Böyle bir durum gördüğümde 3. sektörü (STK’ları) korumak için elimden geleni yapacağımı belirtmek isterim.
50. Destek Bulutu platformunun Türkiye’nin israf ve yoksullukla mücadelesinde ne gibi katkılarının olmasını hedefliyorsunuz?
İsrafın önüne geçmek ve yoksullara yardım elini uzatmak için Türkiye’nin farklı bölgelerinde faaliyet gösteren birçok gıda bankası bulunuyor. Fakat bunların en büyük problemi ürün bağışına ulaşabilmek. İlk kuruldukları zamanlarda ürün bağışı bulabilseler de ilerleyen zamanlarda bu konuda zorluk çekiyorlar ve kaynakları varsa satın alma yapmaya başlıyorlar. Gıda bankacılığı iki ayak üzerine oturuyor; biri israfı önlemek diğeri yoksullukla mücadele. Bir gıda bankası satın alma yapmaya başladığı zaman bu iki ayaktan biri ortadan kalkmış oluyor ki bu sağlıksız bir durum. Öte yandan üretici ve perakendeciler de aslında ürün bağışı yapmak istiyorlar. Fakat kapıları farklı farklı kurumlar tarafından ürün bağışı için çalındığında tek bir yerden sistemli bir şekilde bağış yapmaları mümkün olmuyor. Destek Bulutu iki tarafta yaşanan bu problemlere çözüm oluyor. Üretici ve perakendecilere ürün bağışları için tek bir platform sunuyor. Üretici ve perakendeciler yalnızca TİDER’le sistemli bir şekilde çalışmış oluyorlar; gıda bankaları da yine tek bir platform üzerinden kendisine en yakın market veya üreticiden ürün bağışına ulaşmış oluyor. Bu sayede, yoksulluk sınırı altında yaşayan insanlar da bu gıda bankalarından ürünlere ulaşabiliyorlar.
Bir de işin ekonomik tarafı var. Biz bu ürünleri bedelsiz temin ediyor ve bağışlıyoruz. Hâlbuki gıda bankası kurmuş olan birçok belediye ve ilgili kamu kuruluşları bunları kendi bütçelerinden temin ediyor. Dolayısıyla Destek Bulutu platformu kamu bütçesine ciddi katkıda bulunan ve artı değer yaratan bir sistem. Aşağıda bu sistemin ekran görüntüsünü ve özet tanıtımını bulabilirsiniz.
Yeni yazılarda buluşmak üzere, sağlıcakla kalın.
Etiket: sosyal sorumluluk
Keşke herkes bu gerçeği görebilse...