Sıkça sorulan sorulara cevaplarım 7

Gündem yenilendikçe bana yöneltilen yeni ve farklı soruları yanıtlamaya gayret ettiğim “Sıkça Sorulan Sorular” yazı dizimi, bloğumu düzenli takip edenlerin artık kanıksadığını düşünüyorum. Okumakta olduğunuz yedinci cevap serimde hayata bakış açım, TİDER, doğa, yenilenebilir enerji, eğitim projelerim, sosyal girişimcilik, gıda bankacılığı ve çocukluk hayallerim gibi konulara yer veriyorum.

61. Hayata nasıl bakarsın?

Bu hayatta herkesin bir başlama noktası var. Kimi hali vakti yerinde, kimi yoksulluk içinde doğuyor. Kimse anne babasını seçemiyor. Hepimiz bir yerlerden başlıyoruz. Önemli olan nereden başladığınız değil, başladığınız yerle bitirdiğiniz yer arasındaki fark. Eğer hayatta hep üzerine koyarak ilerlemişseniz pozitif bir yaşam sürmüş olursunuz. Bunu ille de ekonomik açıdan algılamamak lazım. Yani çok iyi bir anne veya baba olup, ülke ve dünya için hayırlı evlatlar yetiştirmişsinizdir, o zaman da insanlığa katkıda bulunduğunuz güzel bir yaşamınız olmuş demektir. Bir STK’da uzun süre insanlara hizmet etmişsinizdir, o zaman da pozitif bir yaşamınız olmuş demektir. Tabii tüm bunlar için çok çalışmak ve ciddi bir çaba sarf etmek gerekiyor. Bir de hayatın keyfini çıkarmak var. Sonuçta hepimiz belli bir süre için var oluyoruz. Bunun için de bir Kosta Rika’ya özgü bir felsefeyi yansıtan ‘Pura Vida’yı benimsiyorum.

Kosta Rika’ya özgü bu felsefi yaklaşım Türkçede “salt yaşam”, “güzel hayat”, “doya doya yaşamak” veya “pozitif yaşam” gibi farklı kavramlarla karşılanabilir. Ne şekilde kullanılırsa kullanılsın, her zaman olumlu bir ifadeyi yansıtır. Pura Vida’nın “pozitif yaşam” karşılığından benim anladığım ise şudur: Hayat anlamla donatıldığı ölçüde güzeldir. O yüzden sorumluluk alıp, olumlu ve anlamlı olanı üretmeye yönelmeliyiz.

62. TİDER hakkında bize bilgi verir misin? Derneğinizin kuruluş öyküsü nedir?

Günümüzde dünyanın en önemli sorunları arasında gıda israfı yer alıyor. Dünyada üretilen gıdaların üçte biri çöpe gidiyor. Türkiye’de ise her 5 aileden biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Gıda sektöründe çalıştığım dönemde bir yanda iş yaşantımızda olağan sayılan, her gün karşılaştığımız israfı fark ediyor, bir yanda da yoksulluk sınırının altında yaşayan insanları görüp üzülüyordum. Bu gözlem beni “Biz de bir şeyler yapmalıyız” düşüncesine yöneltmişti.

Dünyada gıda bankacılığını geliştirmeyi hedefleyen ve dünyanın her yerinden gıda bankalarının üye olduğu Küresel Gıda Bankacılığı Ağı’nın (Global FoodBanking Network) kurucu başkanı Bob Forney şerefine 2009 senesinde Türkiye’nin ileri gelen gıda firmalarının katıldığı bir akşam yemeği düzenlendi. Ben de kendi konumuzla ilgili sosyal sorumluluk projesi arayışında olan bir gıda firmasının yöneticisi olarak bu yemeğe katıldım.  Bu etkinlikte Amerika ve Avrupa ülkelerinde gıda israfını azaltmak amacıyla kurulan “gıda bankacılığı” sistemi ile tanıştım ve ‘böyle bir sistemi ülkemizde neden uygulamayalım’ diye düşündüm.

Aslında gıda bankacılığı tüm dünyada açlıkla mücadelede bir araç olarak kullanılıyor. Biz şanslıyız ki Türkiye, dünyanın çeşitli ülkelerinde olduğu gibi açlığın çok derin olduğu bir ülke değil. Açlık sınırı altında yaşayan az insan var. Buna karşılık, yoksulluk sınırı altında yaşayan 30 milyon civarında insan bulunuyor. Diğer yandan, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ciddi bir gıda israfı var. Bizi TİDER’in kuruluşuna götüren düşünce, sadece israfın engellenmesi halinde dahi, ihtiyaç sahiplerinin temel ihtiyaçlarını karşılayabileceğimize olan inancımız oldu. Bu amaçla da 8 gıda şirketi bir araya geldik ve 2010 yılının Mayıs ayında Türkiye’de gıda bankacılığının çatı kuruluşu misyonuyla Gıda Bankacılığı Derneği’ni kurduk. Ben de bu süreçte derneğin yönetim kurulu başkanı olarak seçildim. O dönem yeni kurulan gıda bankalarına bilgi ve tecrübemizle danışmanlık verdik, temel ihtiyaç ürünleri, yani gıda, temizlik ürünleri ve kıyafet bağışları yaptık. 2014 yılına geldiğimizde, aklımızdaki modeli hayata geçirmek için bir gıda bankası kurmaya karar verdik. Bununla birlikte, şunun da farkındaydık; gıda bankacılığı evet, çok güzel bir araç, fakat kişilere temel ihtiyaçlarını sürekli olarak vermek sürdürülebilir değil. Bu kişilere bir yandan temel ihtiyaçlarını ulaştırırken bir yandan da onları istihdama kazandırarak, söz konusu kişi ve ailelerin gıda bankalarına ihtiyacını ortadan kaldırmamız gerektiğine inanıyorduk. Böylelikle, gıda bankası ile birlikte, iş sahibi yapmayı da hedefleyen entegre bir model kurguladık.

Yoksulluk sınırının altında yaşamak, sadece az para ile geçinmeye çalışmak anlamına gelmiyor. Bu insanlar eğitime kaynak ayıramıyor. Yeterli beslenemiyor, yeterli ısınamıyor, sıklıkla sağlık sorunları ile de mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Toplumda kendilerini ayrıştırılmış olarak hissediyorlar ve bu durumda uzun süre yaşamak zorunda kalan insanlar ne yazık ki hayata dair ümitlerini kaybediyor, değer yargıları farklılaşmaya başlıyor. Sorun sadece az para kazanabiliyor olmak değil aslında. Bu insanların ümitlerini de yitiriyor olmaları. Oysaki kendilerine bir elin uzanması, onlarda yeniden yaşama sevinci ve geleceğe dair ümitlerin yeşermesini sağlıyor. Öte yandan, iş imkânı sunulması halinde kendi ayakları üzerinde durabilmeyi de çok arzu ediyorlar. Sonuçta dezavantajlı kesimlere sistemli gıda ve temel ihtiyaç yardımında bulunmanın yanı sıra iş olanağı da sunarak kalıcı çözümler üretme modelimizi geliştirdik ve bu amaçla ‘Temel İhtiyaç Derneği’ adını aldık.


63. Doğa için neler yapıyorsun?

Bildiğiniz gibi yenilenebilir enerji, iklim değişikliğiyle verdiğimiz mücadelede en etkin araç konumunda. Fosil yakıt kullanmayı bırakıp hızla yenilenebilir enerjiye geçmemiz gerektiğini savunanlardanım. Hatta 2013 yılında Turkish Policy Quarterly’de “Türkiye neden %100 yenilenebilir enerjiyi hedeflemeli?” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Türkiye’de güneş enerjisinin öncülerinden biriyim. Ayrıca rüzgar ve biyogaz alanlarında da çalışmalarım var.

Organik tarım, ekolojik bina ve su teknolojileri konularında çalışmalarım var. İleride bunları da sizlerle paylaşacağım. Şu aşamada güneş enerji santrali beslemeli tarımsal sulama projeleri yaptığımızı söyleyebilirim.

64. 2013 yılında Turkish Policy Quarterly’de “Türkiye neden %100 yenilenebilir enerjiyi hedeflemeli?” başlıklı bir makale yazmıştınız. Bu mümkün mü? Mümkünse nasıl ve ne kadar bir zaman diliminde gerçekleşebilir?

Elbette mümkün. Ben http://turkishpolicy.com/article/632/why-turkey-should-aim-for-100-renewable-energy-summer-2013 linkinde bulunan makalemi bundan 5 sene önce yazdığımda birçok kişi bana bıyık altından güldü. “Söylediğiniz çok ütopik değil mi?” diye yorumlarla karşılaştım. Ben de tüm bu yorumlara “yakın bir zamanda tüm dünya %100 yenilenebilir enerjiye dönecek” diye karşılık verdim. Hatta dalga geçenlere “İddiaya girelim mi?” diye teklifte bulundum. Hiçbiri iddiaya girmedi.

Şimdi geldiğimiz noktada her sene daha fazla %100 yenilenebilir hedefi konuşuluyor. Yavaş yavaş bütün ülkeler fosil yakıta dayalı enerji üretimini bırakıp yenilenebilir enerjiye ağırlık veriyorlar. Arkasında devletin iradesi olursa, 3-5 sene içerisinde rahatlıkla %100 yenilenebilir enerji hedefi tutturulabilinir.

Turkish Policy Quarterly’deki yazıdan yaklaşık 5 sene sonra kayıtlara geçmesi açısından şunu da yazmak istiyorum: %100 yenilenebilir enerji hedefi herkesin beklentisinden çok önce gerçekleşecek. 2040 veya 2050 gibi hedefleri fosil yakıt lobisi koyuyor. Hesaplarını “20-30 sene daha bu işin ekmeğini yeriz” diye yapıyorlar. Ben bu yorumları acı bir gülümsemeyle karşılıyorum. Onlara şu mesajı vermek istiyorum: Tüm gayretlerinize ve lobi faaliyetlerinize rağmen su yolunu bulacak ve sizin belirlediğiniz tarihlerin çok öncesinde ülkelerin %100 yenilenebilir enerji hedefine ulaşacaklarını göreceğiz. Ya siz de iş yapış şeklinizi değiştirir ve geçmişteki günahlarınızı bir nebze giderirsiniz, ya da yok olup gidersiniz!

65. İleri dönemlerde eğitime yönelik projeleriniz olacak mı?

Şu anda biz TİDER’le çok önemli konulara değiniyoruz ama aslında her şeyin başında eğitim geliyor. Burada okuldaki eğitimden bahsetmiyorum, aslında bizim dokunmamız gereken 3 tip eğitim var: Birincisi, 2 ile 10 yaş arası eğitim, bu dönemde çocuğun algıları çok açık oluyor ve kendisine verilen her şeyi alıyor. Bu konuda geçen aylarda bloğumda bir yazı yazmıştım, o yazıda; gelişmiş toplumlarda ebeveynlerin çocuklarını 2 yaşından itibaren sosyal sorumluluk aşılamak için yardım çalışmalarına götürdüklerinden bahsettim. O çocuklar yardımseverlik duygusu ile büyüdüğü zaman iyiliksever kimlikle yetişiyorlar ve hayatlarında bu sorumluluk duygusunu devam ettirebiliyorlar. Bu çok önemli.

İkinci çok önemli eğitim ise anne babaların eğitimi. Anne babaların çocuklarına hangi duyguları aşılamaları ve onlara nasıl davranmaları gerektiği konularında daha bilinçli olmaları gerekiyor. Ebeveyn eğitimi ile ilgili AÇEV adında bir kuruluş var, fakat Türkiye’nin her yerine yayılması gerekiyor. Belki uygulanması çok zor bir fikir olabilir ama bana kalırsa çiftler çocuk sahibi olmadan önce belli bir eğitim almak zorunda olmalılar.

Üçüncü önemli konu ise ‘’eğitimcilerin eğitimi’’. Eğitmenlerle görüştüğüm zaman bazen yetersiz oldukları fikrine kapılıyorum çünkü eğitim sistemimizde birçok şey ezbere dayalı. Çok basit bir örnek vereceğim; Almanya’da 3,5 milyon Türk var ve orada yaşayan Türklerden dünya çapında başarılı olan sporcularımız çıkıyor fakat Türkiye’de 80 milyon insan olmasına rağmen aynı başarıyı yakalayamıyoruz. Bunun nedenini anlamak için sporcuların yetiştirildiği kurumlar ve eğitimcilere bakmak gerektiğini düşünüyorum.

66. Bir dernek bu kadar işin altından kalkabilir mi? Bu işlerin özel sektör tarafından yapılması gerekmez mi?

Sosyal yardımlaşma sistemi üzerinden para kazanan şirketlerin uydurmacasıdır bu. Hep aynı hikâyeyi anlatırlar: İşin sürdürülebilir olması için dernekler finansal olarak bu işlerin altından kalkamazlar.

Onlara hemen şunu söyleyeyim. Sistem oturduğu zaman STK’lar bir firmanın toparlayabileceği finansman kaynağından daha fazlasını daha kolay temin edebilirler. TİDER olarak da bizim sistemimiz oturmak üzere. Hiç kimseden büyük yatırım almadan binlerce kişinin desteğiyle derneğimiz çok güçlü bir finansal yapıya sahip olacak. Hatta bu destek ileride milyonları bulacak. Ayrıca bir girişimci olarak şunu da belirtmek isterim: Bir şirketin yapabileceği işi bir STK rahatlıkla yapabilir. Yani yaptıklarınız atla deve değil. Örneğin bizim TİDER’deki iktisadi işletmemiz üzerinden istihdam bürosu belgemizle meslek edindirme faaliyetlerinde ücret tahsil etmemiz gibi, bir STK aynı bir özel sektör kuruluşu gibi hareket edebilir. Burada tek bir fark var; o da kazanılan paranın şirketin hissedarlarına gitmesi yerine tekrardan sivil toplum işleri için fon yaratmasıdır.

Daha önce de defalarca söyledim: Sosyal yardımlaşma sistemi üzerinden kazanılan paralar etik değildir. Bu kazançların yine sosyal yardımlaşma sistemine geri dönüyor olması gerekir. Kendini sosyal fayda sağlayıcı sosyal girişimler olarak tanıtan ve birçok kişiyi aldatan şirketler var piyasada. Onlar da aynı fosil yakıt lobisi gibi STK’ları kötüleyip bu işleri ancak kendilerinin yapabileceğini savunuyorlar. Ben de bunun aksini herkese ispat edeceğim. Yapılan yanlışlara ışık tutmamdan rahatsız olanlara da mesajım şu: Daha çok rahatsız olacaksınız. Çünkü STK’lardan elinizi çekene dek sizin gibi sahtekârlara karşı gereken hamleleri yapmaya devam edeceğim.

67. Türkiye’de sosyal girişim diye adlandırılan bazı kuruluşlar bir aldatmaca mı?

Sapla samanı ayırmak gerekiyor. Aralarında isminin hakkını veren, gerçekten sosyal fayda yaratan, STK’lara yük olmak yerine gerçekten destek olan düzgün kuruluşlar da var. Ancak bazıları var ki, her türlü cambazlığı yapıyorlar. İnsanların duygularıyla oynayıp manipüle ediyorlar ve kurdukları çarpık sistemi adeta dünyayı kurtaran bir sistem gibi gösteriyorlar. Bizim gibi kişiler olaylara ışık tuttuğunda ise ‘bizim gibi geleceği parlak gençlerle uğraşıyorlar’ diye mağduru oynayıp manipülasyon yapmaya devam ediyorlar. Halbuki ben hayatım boyunca iyi niyetli ve karakterli olan bütün gençlere elimden geldiğince yardımcı oldum ve olmaya devam edeceğim. Kötü niyetli ve karakterli olanlara da destek vermedim, hatta çarpık düşünce yapılarını düzeltmeleri için uyarılarda bulundum. Bugün birçok kişi, kendilerini sosyal girişim gibi tanıtan bazıları marifetiyle kullanıldığının farkında değil. İşler sarpa sarınca maalesef bu sahtekârlıkları yapanlar yüzünden pek çok kişi ve hatta güven üzerine kurulu sosyal yardımlaşma sistemi bir kez daha olumsuz etkilenecek. Benden bir kez daha uyarması.

68. Bloguma mı bloğuma mı?

Önceki yazılarımda blog kelimesine ek geldiğinde özel bir kelime gibi sondaki g’yi yumuşatıp ğ’ye dönüştürmüyordum. Ancak TDK ve bazı ilgili yazıları okuduğumda doğrusunun bloğuma diye yazılması olduğunu fark ettim. O yüzden bundan sonra blog kelimesine ek geldiğinde gerekli değişimi uygulayacağım. Bundan sonra “bloğuma” şeklinde yazdığımı göreceksiniz.

Yabancı okuyucularıma not: Türkçe Ural Altay dil grubundandır ve çok farklı bir dilbilgisi yapısına sahiptir. Tüm ekler kelimenin sonuna eklenir ve kelimede bağlantı yaparken bazı harfler değişir (conjugation).

69. Gıda bankacılığını tanımlar mısın?

Gıda bankası tanımına açıklık getirmek gerekirse; temel mantık, bağışlanan ürünlerin bir yerde toplanıp ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasıdır. Gıda bankacılığının 3 formatı var. Birincisi, Amerikalıların bizlere tavsiye ettikleri depo formatı. Bu formatta ürünler bir yere toplanır, paketlenip ihtiyaç sahiplerine ulaştırılır, fakat biz bu formatı şu anda uygulamıyoruz. Biz, insanların kendi seçim haklarının olduğu market formatını uyguluyoruz. Belirlenen aileler marketlerimize gelerek, ihtiyacına göre alışveriş yapar gibi kapalı devre bir sistemde, ürünleri kendilerine tanınan limit çerçevesinde seçip alabiliyorlar. Bu marketlerde gıda, temizlik ürünleri ve kıyafetler mevcut. Market formatı dışında aşevi formatı var, bu format pişmiş gıdaları içeriyor. Çok zor bir format olmasına rağmen bazı sivil toplum kuruluşları modeli başarı ile gerçekleştiriyorlar. Biz de “Hayata Sarıl Derneği” gibi bu modeli başarıyla uygulayan ve ilkeli STK’lara destek veriyoruz, vermeye devam edeceğiz. Ayrıca ‘’Destek Bulutu’’ yazılımımız var, bu yazılımda; bağışlanmak istenen ürünler paylaşılıyor, bu ürünlere ihtiyaç duyanlar yakınlarındaki ilgili gıda bankasından rezerve ediyor ve anlaşılan saat diliminde kamyonunu gönderip ürünleri çekiyor. Bu sayede hem sistemi otomatize ediyoruz hem de her şeyi kayıt altına almış oluyoruz. Destek bulutu platformumuzda hem bağış yapan firmalar yani üreticiler, toptancılar ve perakendeciler ürünleri paylaşıyor, hem de market ve aşevi formatındaki gıda bankaları buraya üye olarak paylaşılan ürünleri görüp alabiliyorlar. Üyelerimiz arasında toplamda 20 bağışçı kurumumuz, 15 gıda bankamız var.


70. Küçükken ne olmak isterdin?

Rocky filminden mi etkilendim bilinmez ilk hatırladığım boksör olmaktı. Boksörden sonra fikrimi astronot olarak değiştirdiğimi hatırlıyorum. Çünkü uzayın derinliği, sonsuzluğu ve orada nelerin olduğunu merak etme dürtüsü uzay konusunun bende bir tutku haline gelmesini sağladı. Bu konuda şu yaşıma kadar pek bir şey yaptığımı söyleyemem ancak ileride uzayla ilgili bazı çalışmalara imza atacağımı biliyorum.

Son olarak babamın telkinleriyle bankacı olmak üzere üniversitede finans ve muhasebe okudum. Yanlış bölüm okumuşum. Ben tam mühendislik okuyacak biriydim. Matematik, fizik, kimya ve biyoloji derslerim hep en iyi derslerimdi. Tarih, edebiyat gibi sosyal dersler hem çok ilgimi çekmiyordu, hem de heyecan duymadığım için notlarım diğer fen bilimlerine göre düşüktü. Bir de beden eğitimi ve resim derslerim hep en yüksekti.

Sonuçta su yolunu bulur misali, ben de alaylı da olsa güneş enerjisi ve ilgili konulardan bir mühendis kadar anlıyorum. Birçok santralin yapımında bulundum. Bir de ilgimi en çok ARGE konuları çektiği için ARGE toplantılarına dahi giriyorum. Önemli olan insanın kendi tutkusunu takip etmesidir. Ben de gecikmeli de olsa kendi yolumu buldum.

 

İlginizi Çekebilir
Yorumlar ( 0 )
Bu yazı hakkında ilk yorumu siz yapın...
Yorumlarınız için