Sürdürülebilir Kalkınma: Ekonomik ve ekolojik bütünlük
Uzun süredir sürdürülebilir kalkınmayla ilgili bir yazı kaleme almak istiyordum. Sizlere aktarmak isteğim birçok detay var, muhtemelen konuyla ilgili birkaç yazı kaleme alacağım. İlk olarak benim de bir parçası olduğum Good4Trust’tan Zehra Yakut’un yazısına dün denk gelince sürdürülebilir kalkınmanın ekonomik ve ekolojik bütünlüğünü ele almak istedim.
Öncelikle bilmeyen okuyucularım için paylaşayım. Good4Trust mevcut yaşam şeklimizin tükettiği dünyayı tekrar yaşanabilir kılmak için, ekolojik ve sosyal açıdan adil üretim yapan üreticilerle, ihtiyaçlarını onlardan karşılayan alıcıların bir araya geldiği bir topluluk. Good4Trust kâr amacı gütmeyen bir sosyal girişim. Çıkarlar için tüketilen doğal ve insani varlıkları koruyor; hem insan hem de doğa sağlığının iyileşmesine birlikte katkıda bulunuyor. Yerel üreticiler üretimi doğa ile işbirliği içinde, zehirsiz, atıksız, temiz enerji ile, adil çalışma koşullarında yapıyor, alıcılar da tercihleri ve katılımları ile ihtiyaçlarını belirtiyor, yönetimde yer alıyor ve sistemin dönüşmesini sağlıyor. Özlemini duyduğumuz, gerçek bir toplulukta birlikte görev alıyoruz. Daha fazla detay için web sitesini ziyaret edebilirsiniz: https://good4trust.org/
Şimdi gelelim Good4Trust’ın blog’unda Zehra Yakut’un “Büyüme Tapınağı: Ekonomik Bulmacanın Eksik Parçası EKOLOJİ” başlıklı kaleme aldığı yazıya. Çok güzel bir içerik sunuyor. Sizlerle bu yazıyı aynen paylaşıyorum. Yazının sonrasında da altını çizmek istediğim noktaları belirtip bazı eklemelerde bulunacağım. Önce Zehra’nın yazısı (https://blog.good4trust.org/2023/04/08/buyume-tapinagi-ekonomik-bulmacanin-eksik-parcasi-ekoloji/ linkinde okuyabilirsiniz):
Büyüme Tapınağı: Ekonomik Bulmacanın Eksik Parçası EKOLOJİ
Dar ve keyfi bir gerçeklik dilimini yakalayan ekonomik büyüme göstergesi GSYİH, 21. yüzyıl dünyasında oldukça eskimiş durumda. Sürdürülebilir büyümenin tartışıldığı ve sarsıcı güç değişimlerinin yaşandığı günümüzde, bu gösterge maalesef yalnızca bilgi ile yoğrulmuyor. Peki ulusların büyümesini ve gelişmesini, daha zengin bir gerçeklik görüşünü kapsayacak şekilde genişletebilir miyiz? Bu ne ölçüde istatiksel akrobasi gerektirir? Bu titiz dengenin sağlanmasında, bize her defasında geldiğimiz yeri hatırlatan ekolojiyi göz ardı edebilir miyiz?
David Pilling’in 2018 tarihli ilgi çekici ve kışkırtıcı kitabı “The Growth Delusion” bu yazının esin kaynağı olmuştur.
Ekolojik İktisat (Ekonomi) ve Tarihçesi
1980’lerde çeşitli Avrupalı ve Amerikalı akademisyenlerin çalışmaları ve aralarındaki etkileşimler üzerine kurulan ekolojik iktisat, hem disiplinler ötesi hem de disiplinler arası (ekonomi, ekoloji, psikoloji, arkeoloji, antropoloji ve tarih) bir akademik araştırma alanıdır. Biyoekonomi ve eko-ekonomi olarak da bilinen bu alan, insan ekonomisinin doğal ekosistem ile olan karşılıklı bağımlılığını ve birlikte evrimini ele alır.
Ekolojik iktisadın kurucularından Robert Costanza, bu iktisadi alanın insan refahına ve sürdürülebilirliğe katkıda bulunan birbiriyle ilişkili üç hedefi olduğunu belirtir: sürdürülebilir ölçeklendirme, adil dağıtım ve verimli paylaşım. Özellikle paylaşım ve dağıtım, toplumun nasıl işlediğine dair bize önemli bilgiler sunar. Geleneksel görüş sadece daha fazlasına sahip olmaya odaklanırken, ekolojik iktisat bu görüşün göz ardı ettiği birçok doğrudan ve dolaylı geri bildirime sahiptir (Şekil 1’de gösterildiği gibi). Bu ekol temel vurguyu, ekonomi, birey ve tüm ekosistemlerin refahını en üst düzeye çıkaran uyumlu faaliyetlere öncelik verilmesi noktasına yapar. Bu da bizi, bireylerin doğa ile etkileşime girmeden ihtiyaçlarını karşılamasının imkânsız olduğu gerçeğine götürür.
Şekil 1 – Ekonomi ve çevre arasındaki ilişki
Ekolojik İktisadın Mevcut Piyasadaki Rolü Nedir?
Ana akım ekonomi (neoklasik) büyümeyi neredeyse tanrılaştırmış durumda, çoğu disiplinin bağlı ve bağımlı olduğu doğada hiçbir şey sonsuza kadar büyümez, limitlidir. Organizmalar belirli bir süre büyür ve sonra büyümeyi bırakırlar, fakat fiziksel olarak büyümeden gelişmeye ve ilerlemeye devam ederler. Eğer günümüz ekonomisindeki gibi büyümeye devam etselerdi, nasıl olabileceğini gelin bu trajikomik videoda hep birlikte izleyelim.
Neoklasik ekol, tam rekabet koşullarının gereği olarak hedeflenen kâr maksimizasyonunun sağlanması uğruna doğadaki optimal dengeyi bozabilecek her türlü dışsal faktörü ikinci plana atar fakat kabul görülenin aksine, çevresel ve sosyal dışsallıklar göz ardı edilemeyecek ölçekte büyüktür. Tam bu bağlamda ekolojik iktisat, bu dışsallıkların doğru fiyatlandırma mekanizmalarıyla içselleştirilmesi gerektiği görüşünü savunur (Örneğin Şekil 2, geleneksel ekonomi ile ortaya çıkan çevresel etkiler ile çevre kirliliğine yol açacak oluşumların ekolojik iktisat bağlamında nasıl ele alınması gerektiğini göstermektedir).
Şekil 2 – Ekolojik iktisadı etkileyen kavramlar ve aralarındaki ilişkiler
Aşırı tüketimin yerinde ve zamanında fiyatlandırılmaması ile sonuçlanan kaynak kıtlığı ve eşitsizlik de endişelenmemiz gereken bir döneme girdiğimizi aslında yıllardır bize söylemekte. Cornell Üniversitesi ekonomi profesörü Robert Frank, artan oranlı vergi sistemi – örneğin lüks malların daha çok vergilendirilmesi – gibi çözümlerin gerekliliğini savunur. Bu iktisadi alanı iş dünyasına uyarlarsak da kıyasıya rekabet yerine, daha işbirlikçi ve istikrarlı ilişkilere doğru bir geçiş anlamına geldiğini görebiliriz.
Ekolojik iktisat, artan çevre kirliliğinin ulusal sınırları aşarak sınır ötesi bölgeleri olumsuz etkilemesi nedeniyle çevrenin küresel ve kamusal bir mal perspektifinde değerlendirilmesi gerektiğini şiddetle savunur. Örneğin bu alanda kavramsal olarak sık kullanılan ‘rakip olmayan ve hariç tutulamayan mallar’ (not rival, not excludable goods) kategorisine giren bilgi, ekolojik iktisada göre neoklasikte olduğu gibi özelleştirilmemeli ve buna istinaden kamu tarafından finanse edilen araştırmaların sayısı çoğaltılmalıdır.
Küçülme ile Barışma Zamanı
Önceki paragraflarda bahsettiğimiz üzere, tanrılaştırılmış büyüme, şu an ülkeler tarafından kabul görülen GSYİH* ile ölçülüyor. Çoğu negatif (pozitif) dışsal sorunu (çözümü) göz önüne almayan bu yöntemin yerini alabilecek başka metotlar da elbette mevcut. Yalnızca finansal ve fiziksel sermaye yerine ekolojik ve sosyal sermayeyi de hesaba katan yöntemlerden bazılarını aşağıda sıralayalım:
• Gerçek Gelişim Göstergesi (Genuine Progress Indicator): Ünlü Amerikan ekonomist Simon Kuznets’in 1965’lerde GSYİH’nin bir ülkenin refahını ölçmede yeterli olmadığını belirtmesiyle Clifford Cobb tarafından geliştirilen Gerçek Gelişim Göstergesi, ekolojik iktisatta ‘büyüme ve gelişme’ ölçümünde kullanılır. GSYİH ile ölçülmeyen çevresel ve sosyal faktörleri dahil ederek bir ülkenin refahını tam olarak hesaplamak üzere tasarlanmış bu gösterge, toplumsal ilerleme kavramını ekonomik büyümeden ayırır. Örneğin hava kirliliği GSYİH’yi iki kat arttırır çünkü hem kirliliğin yaratılma hem de temizlenme süreci pozitif bir değer olarak hesaplanır fakat Gerçek Gelişim Göstergesi ilkini kazançtan ziyade bir kayıp olarak sayar. Dünyanın birçok yerinde bu göstergeyi ölçmek için çalışmalar yapılmış ve yayınlanmıştır.
• Gayri Safi Milli Mutluluk Endeksi (Gross National Happiness Index): Bhutan’ın 4. Kralı Kral Jigme Singye Wangchuck tarafından 1972’de “Gayri Safi Milli Mutluluk, Gayri Safi Yurtiçi Hasıladan daha önemlidir” çağrısıyla ortaya atılan bu kavram, sürdürülebilir kalkınmanın bütüncül bir yaklaşım benimsemesi ve ‘refahın’ ekonomik olmayan yönlerine de eşit önem verilmesi gerektiğini gösterir. Endeks 9 alana odaklanır: psikolojik refah, sağlık, eğitim, zaman kullanımı, kültürel çeşitlilik ve dayanıklılık, iyi yönetişim, topluluk canlılığı, ekolojik çeşitlilik ve dayanıklılık, yaşam standartları.
Sürdürülebilir Kalkınma Mümkün mü?
Kapitalizm sonucu meydana gelen aşırı büyümenin (popülasyon ve ekonomik büyüme), çevresel, sosyokültürel ve yönetimsel sonuçlarına baktığımızda görüyoruz ki gezegen olarak çok daha verimli ve sürdürülebilir üretim süreçlerine ihtiyacımız var. Ekolojik endişelerin ses vermeye başladığı 1970’lerden bu yana insanlığın ekolojik ayak izi, Dünya’nın yenilenme kapasitesini fazlasıyla aşmış ve her yıl da aşmaya devam etmektedir. Son verilere göre, 2022 yılında Dünya Limit Aşım Günü** 28 Temmuz’da gerçekleşmiş ve kaynakların sürdürülebilir bir şekilde sağlanması için 1.75 gezegenin ihtiyaç duyulacağı noktaya gelinmiştir.
Aşağıdaki harita, ülkelerin mevcut alanlarının kendi biyolojik kapasitelerini ne kadar aştığını yani ekolojik ayak izini göstermektedir. Gördüğümüz üzere, özellikle Türkiye’nin de içinde bulunduğu Kuzey Yarım Küre biyoçeşitlilik tehdidi altındadır. Haritaya göre Türkiye, 1977’den bu yana biyolojik kapasite açığı vermekte ve son 2018 verisine göre bu açık kişi başına 1.1 gha (global hectare***)’a düşmüştür.
Sorunların çözümüne yönelik sürdürülebilir kalkınma yaklaşımları, insan-çevre ilişkileri ile ekonomik ve politik yapı değişimlerine göre farklı kategorilerde ele alınabilir. Günümüz statükocuları sürdürülebilir kalkınmanın mevcut yapı içinde (business-as-usual) gerçekleştirilebileceğini savunurken, ana akım reformcular mevcut yapıdan tamamen ayrılmadan bu kalkınmanın bazı reformlar ile yapılabileceğini düşünürler. Dönüşümcüler ise sorunların kaynağını ekonomik çıkarlara ve güç dağılımına dayandırır ve kalkınmanın ancak radikal bir toplumsal dönüşümle olabileceğine inanırlar. Statükoculara göre teknolojik ilerleme ve serbest piyasa, bugün şiddetle tanıklık ettiğimiz sorunlara çözüm getirecektir. Nesiller arası eşitlik, iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik gibi konulara odaklanan reformcular aslında çevresel ekonomi anlayışıyla hareket etmenin yani teknolojik modernizasyon ve yeşil tüketimin bizi kurtarabileceği savına vurgu yaparlar.
İkamesinin mümkün olmadığı, parasal değeri trilyonlarla ifade edilen ve çok değerli ekolojik işlevleri olan doğal sermayemizin iyileşme sürecinin korunması sürdürülebilir kalkınmanın ayrılmaz bir parçası. Bize hava, su, gıda ve ham maddenin yanında dinlenme ve iyileşme için gereken alanları da sağlayan doğamızla ilişkimize öncelikle birey gözünden bakmamız gerekiyor.
Geldiğimiz noktada görüyoruz ki, statükocuların savunduğu teknolojik gelişmeler bizi bu yıkımdan kurtarabilecek düzeyde değil ve belki de hiç olmayacak. Bireysel ayaklanmalarla başlayan ve kurumsal şirketlerde reformist hareketlere neden olan, radikal bir dönüşümün içerisinde olduğumuzu hepimiz görebiliyoruz.
Mevcut yaşam şeklimizin tükettiği dünyayı tekrar yaşanabilir kılma gayesiyle yola çıkmış, ekolojik ve sosyal açıdan adil bir topluluk olan Good4Trust, seni de bu dönüşümün bir parçası olmaya çağırıyor.
*GSYİH: Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
** Dünya Limit Aşım Günü: İnsanlığın tüm yıl boyunca Dünya’nın yeniden ürettiği tüm biyolojik kaynakları kullandığı tarih
*** Global hectare (Küresel hektar): İnsan veya faaliyetlerin ekolojik ayak izi ve Dünya’nın veya bölgelerinin biyolojik kapasitesini ölçmek için kullanılan ölçüm birimi
Sürdürülebilirliğin 4 ana unsuru
Bu güzel yazı için Zehra Yakut’a teşekkür ederim. Şimdi bu yazıya eklemek istediğim iki konu daha var. Birincisi, sürdürülebilirlik veya sürdürülebilir kalkınma kavramlarının sadece ekonomik açıdan değil ekolojik, sosyal ve kültürel açıdan da ele alınması gerekiyor. Bir başka deyişle sürdürülebilirlikte dört ana unsur var. Birincisi ekonomik, yani yapılan işin ekonomik olarak devam ettirilebilir olması gerekiyor. İşi ekonomik olarak yoluna koyup sürdürülebilir hale getirirken de doğaya zarar verilmemesi gerekiyor. Bu da sürdürülebilir kalkınmanın ikinci ana unsuru. Ayrıca işi hem ekonomik hem de ekolojik olarak sürdürülebilir hale getirirken sosyal adaletsizliğin olmaması ve sosyal sömürüye izin verilmemesi gerekiyor. Bu da sürdürülebilir kalkınmanın üçüncü ana unsuru. Son olarak ekonomik ve sosyal açıdan doğru olan şeyleri yaparken kültürel mirasa sahip çıkıp zarar vermemek de şart. Bu da sürdürülebilir kalkınmanın son ana unsuru. Bunun altını çizmek isterim.
Son olarak sürdürülebilir kalkınmayı nasıl mümkün kılacağımıza, sistemi nasıl düzenleyeceğimize veya baştan aşağı kuracağımıza dair birçok tartışma olduğunun altını çizmek isterim. Kapitalist sistemin ekonomik, ekolojik, sosyal ve kültürel açıdan nasıl felaketler ortaya çıkardığını hepimiz deneyimledik. Bana göre sistemde köklü değişiklikler gerçekleştirmek gerekiyor.
Eğer bir ECO para birimi olsaydı...
Sistemde yapılacak köklü değişikliklerin her boyutu detaylı incelenip çalışmalar yapıldıktan sonra aksiyon alınması lazım. Burada sizi düşünmeye sevk edecek Eco Currency konseptine atıfta bulunmak istiyorum. Eco Currency hipotezini ortaya atan ve tartışmaya açan Mensvoort’un çalışmasını okumanızı tavsiye ederim: https://www.mensvoort.com/essay/eco-currency/
Burada bahsettiğimiz konu hayali bir para birimi. Çevresel değer için alternatif bir para birimimiz olduğunu hayal edin. Değerini ifade edecek ve çiftçilere ağaçları canlı tutmaları için ödeme yapacak bir ECO para birimi olsaydı, yağmur ormanları yine de yok olur muydu? Ekonomi ile ekolojiyi nasıl ilişkilendirebileceğimize dair bir öneri.
Amazon ormanlarında çiftçilerin ormanı yok edip tarım alanı için yer açması yerine ormanı koruyup bu koruma karşılığında gelir elde etmesinden bahsediyorum.
Sistemdeki köklü değişikliklerle ilgili düşüncelerimi ileride paylaşacağım. Kafanızda bu kavramları daha net canlandırabilmeniz için net örnekler vereceğim. Mesela hiç vakit kaybetmeden sürdürülebilir kalkınmayı Türkiye’de sağlayabilmek için neler yapılması gerektiğini kaleme alacağım.
Bir sonraki blog yazımda görüşmek üzere…
Keşke herkes bu gerçeği görebilse...