Türkiye’de sporun kendi özüyle imtihanı…
Bir yanda iyi niyeti, ahlakı, karakteri simgeleyen “sportmenlik” niteliği, diğer yanda onun kökeninde yer alan “spor” sözcüğü… Etle tırnak gibi olmaları gereken bu iki kavram nasıl oldu da ülkemizde bu denli ayrı düştüler? Sağlık ve bilgelikle özdeşleşmesi gereken sporun, şiddet ve yozlaşmayla ne ilişkisi olabilir? İşte kimi trajik, kimi umut verici güncel gelişmelerin düşündürdükleri ve çözüm önerilerim…
Geçtiğimiz haftalarda gündem Çaykur Rizespor maçı dönüşünde Fenerbahçe otobüsüne yapılan silahlı saldırıyla bir kez daha sarsıldı. Ligin sonuna yaklaştıkça tansiyon artıyordu ancak böyle bir olay kimsenin aklının ucundan bile geçmezdi. Gerçi kimilerine göre bu saldırı, seçim dolayısıyla ortalığı karıştırmak ve gündemi değiştirmek için organize edilmiş ve profesyoneller tarafından icra edilmişti. Hiçbirimiz neyin ne olduğunu tam olarak bilemeyiz, ancak ben olayın şiddet yönüyle ilgileniyorum. Özellikle şoförün hedef alınması o otobüste bulunan bütün sporcuların hayatına kastetmektir. Bir spor kulübünün böyle bir silahlı saldırıya uğraması hiçbir koşulda kabul edilemez bir durumdur. Bir ilk niteliğinde olan bu olayla birlikte sporda şiddet farklı bir boyut kazanmıştır. Türkiye’nin hayatın her alanında uygulanan şiddetten dolayı ciddi problemleri var. Bu konuda daha önce yazmış olduğum bir yazıyı hatırlatmak isterim;
http://www.serhansuzer.com/2015/03/18/turkiyede-kadina-siddetin-neden-onune-gecilemiyor/#more-1336
Türkiye’de spor nasıl bu derece kirletildi? Neden sportif başarılardan tutun da saygı sevgi gibi insana has güzel kavramlar bu kadar yozlaştırıldı? Neden sürekli şiddet olayları artarak devam ediyor? Ben bu soruların yanıtları ve sorunların çözüm yollarıyla ilgiliyim. İşte sizlerle paylaşmak istediğim düşüncelerim…
Türkiye’de spor camiasının bir parçası olan herkesin bana göre iki özelliğe sahip olması gerekir: Birincisi iyi niyet ve karakter, ikincisi ise iyi eğitim. Bu özelliklere sahip olmayan yöneticilerin, teknik direktör ve antrenörlerin, sporcuların, spor emekçilerinin (masör, malzemeci vb.) spordan elini çekmesi gerekir.
Atatürk’ün bir zamanlar söylediği gibi “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim” sözünün ne kadar doğru ve yerinde olduğunu, bugünlerde ve bundan sonraki senelerde de geçerliğini koruyacağını söyleyebiliriz.
Türkiye’de özellikle futbol ve basketbol gibi popüler sporlar, sadece spor olarak algılanmıyor. Orası bir sahne gibi. Eski zamanın arenası ve gladyatörleri yerine bugünlerde statlar/salonlar ve sporcular bulunuyor. O sahne öyle önemli bir sahne ki, milyonları etkileyebiliyor ve harekete geçirebiliyor. O yüzden bana göre o sahnede olmayı hak edenler topluma iyi örnek olan, dürüst, ahlaklı, ortalığı germeyen ve toplumun gelişimine katkıda bulunacak sporcular, yöneticiler ve profesyonellerdir. Galatasaraylı olduğum için elbette objektif bakamam. Ancak yine de şimdiki başkanımız Duygun Yarsuvat ile gurur duyuyorum. Galatasaray kulübü üyelik beratını onun elinden almış olmaktan da ayrıca gururluyum.
Keşke sağlığı ve enerjisi el verse de daha uzun yıllar Galatasaray’ın başında kalsa. Kısa süre içerisinde Galatasaray’a birçok katkısı oldu ve geminin sakin sularda yüzmesini sağladı. İşte size Duygun Başkan’dan bir anekdot:
28 Mart 2015 tarihindeki mali genel kurul yapılırken Başkan da, her ne kadar başarılı olsa da özellikle bir konuda eleştirildi. O da ezeli rekabet içinde bulunduğumuz Fenerbahçe’ye karşı neden bu kadar hoşgörülü ve yumuşak bir tavır içinde olduğuyla ilgiliydi. İşte size Başkan’ın cevabı:
Bu yorumun altına imzamı atarım. Galatasaray’ın resmi üyelik beratını Duygun Başkan Döneminde aldığım için de gururluyum…
Başkan, 3 Temmuz olayları nedeniyle Aziz Yıldırım’ın yargılanma sürecini neden eleştirdiği ve rakibini bu kadar kolladığı konusundaki eleştirilere ise şu yanıtı verdi:
“Ben bir hukuk profesörü olarak bırakın Fenerbahçe Başkanı’nın, herhangi bir kişinin özel mahkemeler kurularak yargılanmasına karşıyım. Bu benim hukuk misyonuma ve bütün değerlerime aykırıdır. O yüzden inandığımı söylüyorum. Aziz Yıldırım’ın özel mahkemelerce yargılanması yanlıştır.”
Keşke benzer bir tavrı spor camiasının içindeki bütün yöneticilerden görebilsek. İnandığını popülist söylemlere inat sonuna dek savunabilen, düzgün, iyi karakterli ve iyi eğitimli yöneticilere Türk sporunun çok ihtiyacı var.
Hocalar, antrenörler, teknik direktörler ve spor eğitmenleri de sporda çok önemli bir yer teşkil ediyor. Ben bile profesyonel bir tenisçi olabilecekken çok sevdiğim bu sporu donanımsız bir hoca yüzünden bıraktım. Bu konuda daha önce yazmış olduğum bir yazıyı hatırlatmak isterim:
Sahne alan sporcuların da topluma hep doğru mesajlar vermeleri, ortamı germemeleri ve iyi bir rol modeli olmaları gerekiyor. Yoksa sadece başarı odaklı olan, rakiplerine saygı duymayan ve olay çıkaran sporculardan çok var. Önemli olan şartlar ne olursa olsun centilmen tavrını bozmamak ve oyun kuralları içinde mücadeleyi sürdürmektir. Zamanında Galatasaray ile ilgili yazmış olduğum bir yazıyı da paylaşmak isterim:
http://www.serhansuzer.com/2013/01/31/konumuz-galatasaray/#more-291
Özetle sporun topluma pozitif katkısını sağlamak için aşağıdaki aksiyonların alınması gerekiyor:
1. Spor Kulüplerindeki sporcuların, antrenör/teknik direktörlerin, yöneticilerin ve profesyonel çalışanların iyi eğitimli ve iyi karakterli/niyetli insanlardan oluşması için bir mekanizma kurmak gerekiyor. Belli kriterlere uymayanların spor kulüplerine girmeleri engellenmeli; gerilime sebep olan, rakibe saygı göstermeyen ve sürekli tartışma ortamı yaratanların da sistemin dışında kalması sağlanmalıdır.
2. Olay çıkaran ve rakibine sürekli küfreden/aşağılayan seyircilerin spor müsabakalarından men edilmesi ve yerlerine ailelerin davet edilmesi gerekiyor. Unutmayalım, maçlarda edilen ana-avrat küfürler her açıdan yanlıştır. Bu hem gelenek/göreneğimize aykırıdır (bizler için anne, eş ve aile kutsaldır), hem de evrensel değerlere baktığımızda kadınlar için bir ayrımcılığı simgeler. Maçlarda gösterilen sözel ve fiziksel her türlü şiddet ise en ağır şekilde, tavizsiz cezalandırılmalıdır.
3. Sporcuları yönlendiren teknik direktör, antrenör ve koçların mutlaka iyi eğitilmeleri ve belli bir süzgeçten geçmeleri gerekiyor.
4. Profesyonel sporcuların olabilecek en erken yaştan itibaren eğitilmeleri gerekiyor. Bahsettiğim eğitim sadece spor bilgisi veya tekniğini kapsamıyor. Bu sporcuların hayata hazırlanması da gerekiyor. Ancak bu şekilde baskı altında nasıl davranabileceklerini, topluma ne şekilde örnek olabileceklerini, doyumsuzluk hastalığına nasıl kapılmayacaklarını öğrenebilirler.
5. Medyanın ortamı gerecek haberlerden kaçınması ve yalan haberleri yapmaması gerekiyor. Bunun için yine yaptırımlar söz konusu olmalıdır.
6. Sporda ‘fairplay’in teşvik edilmesi, şiddetin ve topluma kötü örnek olacak davranışların cezalandırılması gerekiyor.
7. Seyircilerin tek başarının şampiyonluk olmadığını fark etmelerini; genç oyuncu yetiştirme, Avrupa kupalarındaki başarı, ‘fairplay’, mali başarı, milli takıma katkı, amatör branşlarda elde edilecek yükselişin olimpiyatlardaki ülke başarısına katkısı gibi kriterleri görmelerini sağlamak gerekiyor.
8. Özellikle kulüp başkanlarının ve yöneticilerin spor kulüplerini kendi reklamlarını yapmak için kullanmamaları gerekiyor. Bu kulüpleri, bir anonim şirketi yönetir gibi mali disiplini bozmadan ve bunun aynı zamanda topluma hizmet olduğunu akıllarında tutarak yönetmeleri gerekiyor. Bir de kulüp başkanları ve yöneticileri için yönetimde kalmanın sınırlandırılması gerekiyor. Bana göre bu sınır maksimum 3 dönem ve 15 senedir.
9. Spor federasyonlarında çalışanların da aynı şekilde tarafsız, iyi niyetli ve karakter sahibi, hem alaylı hem de iyi eğitimli idealist kişilerden oluşması gerekiyor. Federasyonların iyi denetlenmesi ve insanların kendi çıkarları için kullandığı, kötü yönetilen federasyonlara yaptırımlar getirilmesi gerekiyor. Kulüplerde olduğu gibi federasyonlarda da görev yapma süresi sınırlandırılmalıdır. Maksimum 3 dönem veya 15 sene kuralı federasyon başkanı ve yöneticileri için de geçerli olmalıdır.
Kısacası daha yapacak çok işimiz var…
Etiket: spor
Keşke herkes bu gerçeği görebilse...