Yer altı ordusu ve efsane ikonlarıyla antik kent Xi’an
Haziran başında Çin’e gerçekleştirdiğim iş seyahatimin programı uyarınca Şangay’dan sonra toplantı amacıyla Xi’an şehrine uçtum. Bu muhteşem antik şehir, binlerce asker ve at heykelinden oluşan ünlü Terracotta ordusunu barındıran dev yer altı mezar kentinin yanı sıra, çok sayıda ikonik yapıya, harika bir lezzet ve etkinlik yelpazesine de ev sahipliği yapıyor.
Öncelikle hatırlatma amacıyla, daha önce Şangay’da SNEC fuarında gerçekleştirdiğim konuşmam ve Çin hakkında ilk izlenimlerimi kaleme aldığım yazının linkini paylaşmak istiyorum: https://serhansuzer.com/tr/cine-ilk-gidisimde-gunes-enerjisi-etkinliginde-yaptigim-konusma
Şangay’da çok yoğun ve verimli geçen bir fuarın ardından, yaklaşık 3 saatlik yolculuğun ardından Xi’an şehrine 7 Haziran Cuma akşam saatlerinde vardım. Ertesi gün sabahın erken saatlerinde başlayıp akşama dek süren toplantılarımı tamamladıktan sonra pazar günü Xi’an’ı keşfedebilmek için vaktimiz oldu. Bu toplantılara katılan profesyonellerden biri pazar günü şehir gezisinde bize eşlik etmeyi önerince memnuniyetle kabul ettim. Şehri yerel biriyle gezmek ve kültürü daha iyi tanımak için güzel bir fırsat doğmuştu.
Kısaca bilgilendirme gerekirse Xi’an, Shaanxi eyaletinin başkenti, Çin’in 9 milyon nüfuslu büyük ve tarihi olan bir şehri. Bir zamanlar Chang’an (Ebedi Barış) olarak bilinen bu bölge, İpek Yolu’nun doğu ucunun başladığı yer. Zhou, Qin, Han ve Tang hanedanlarının başkenti kabul edilmiş, 3100 yıllık geçmişiyle önemli ve antik bir şehir. Xi’an’ın çevresindeki ovalardaki arkeolojik kazı alanlarında ünlü Bingmayong (Terracotta Ordusu), Çin’in ilk imparatoru Qin Shi Hua ile birlikte gömülmüş binlerce figürden oluşan bir yeraltı şehri bulunmakta.
Hayalet şehrin heykelleri
Pazar sabahı erken saatlerde otelimizden yola çıktık ve ilk olarak yukarıda söz ettiğim Çin Terracotta Savaşçıları ve Atları Müzesi’ni (The Museum of Qin Terracotta Warriors and Horses) ziyaret ettik. Xi’an şehir merkezinden bu bölgeye yaklaşık 45 km’lik bir yolculuk yapmak gerekiyor. Alana vardığımızda bir rehber ile anlaştık, gün boyu bize eşlik etti. Bir diğer adı İmparator Qinshihuang'ın Mozole Alanı Müzesi (Emperor Qinshihuang's Mausoleum Site Museum) olan ve dünyanın sekizinci harikası olarak bilinen bu tarihi alanda Qin Hanedanlığı'nda yapılan Terracotta savaşçıları ve atları sergileniyor. Qin Terracotta savaşçıları, 2000 yılı aşkın bir süredir Qin Shi Huang'ın türbesini korumuş. Bu alan MÖ 246'dan MÖ 208'e kadar inşa edilmiş. Asker ve at heykelleri, 1974 yılında çiftçilerin kuyu kazarken kalıntılara rastlaması sonucu tesadüfen keşfedilmiş. Qin Shi Huang'ın Mozolesi ve Terracotta Savaşçıları, 1987'de UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi'nde alınmış.
Askerlerin her birinin yüz hatları birbirinden farklı, bu yüzden gerçek askerlerin kendi görünümleriyle heykelleştirildiği varsayılıyor. Bu bölge sadece askerlerden ibaret değil, aslında İmparator Qinshihuang’ın ölümden sonraki yaşamı için inşa edilmiş dev bir yer altı şehri. Henüz diğer bölgeler açılamamış sadece bu bölge ziyarete açık. Toprak askerler fırınlanarak yerleştirilmesine rağmen yer altında oldukça hasar görmüş, çıkarıldıklarında tek tek onarılarak müzeye yerleştirildikleri için yeni alanları açmak zaman alıyor.
Kung Fu çay seremonisi
İlk iki büyük sergi alanını gezdikten sonra öğle yemeği vakti geldiğinde, biri yerel diğeri Batı mutfağından seçenekler sunan müzenin içindeki iki restorandan yerel olanı tercih ettik. Çin mutfağını seçtiğimize rehberimiz şaşırdı ve kararımızdan mutlu oldu. Dünya vatandaşlığı vizyonu ile yaşayan insanlar olarak yeni tatlara açık olmak ve yerel lezzetleri keşfetmek iyi bir seyyah olmanın anahtarı. Öğle yemeğinin ardından Kung Fu çay seremonisi ile çay tadımı gerçekleştirdik. 13 farklı çay çeşidini tatma imkânı bulduk, her birinin önemli işlev ve özelliklerini dinleyip öğrendik. Kung Fu çay seremonisi Çin kültüründe çok önemli bir yere sahip. Çay seremonilerinin hem ruhsal bir arınma olanağı sunduğuna, hem de bu iç huzurun, birbirine değer veren insanların birlikte keyifli vakit geçirmesini sağladığına inanılıyor.
Antik Çin'in Dört Güzeli
Çay seremonisinden sonra çıkışa yöneldik. Yol üzerinde bir dükkanda durup alışveriş yaptıktan sonra müzeden çıktık. Ardından arabayla 10 dakika mesafede olan Huaqing Sarayı ve Kaplıcaları’na (HuaQing Palace and Hot Springs) doğru yola koyulduk. Terracotta’da bize eşlik eden rehberimiz bizimle Huaqing’e de geldi. Huaqing, Tang hanedanlığında inşa edilen bir imparatorluk sarayı. Weihe Nehri ile Li Dağı’nın etekleri arasında konumlanıyor. Feng Shui felsefesine göre, dağlara yaslanan ve nehirlere bakan bir mekânın hayırlı olduğu ve içinde yaşayan insanlara iyi şans getirebileceği düşünülüyor. Bu sebeple Çin’de önemli mekânların benzer koşullarda konumlandığını görebiliyorsunuz. Bu saray, kaplıcası ve derin tarihi kültürü ile ünlenmiş. Tang Hanedanlığı İmparatoru Tang Xuanzong'un sevdiği kadın Yang Guifei (ya da Concubine Yang) ile romantik hikâyesinin gerçekleştiği yerdir. Yang Guifei, Çin tarihine geçmiş ‘Antik Çin'in Dört Güzeli’nden (Four Beauties of ancient China) biri olarak biliniyordu.
İlginç biten bir rehine krizi
Bu şehrin bir diğer tarihi özelliği ise Xi’an Olayı’na (Xi’an Incident) sahne olmuş olmasıdır. Bu olay, 1936 yılında meydana gelen siyasi bir krizdir. Çin Cumhuriyeti’nin o dönemdeki lideri Chiang Kai-shek, astları Zhang Xueliang ve Yang Hucheng tarafından Xi’an’da rehin tutularak, iktidardaki Çin Milliyetçi Partisi'nin (Kuomintang veya KMT) iç savaş halinde olduğu Çin Komünist Partisi’ne ve barış halinde bulunulan Japonya’ya yönelik politikalarını değiştirmesi için iki hafta süren pazarlıklar yürütülmüştür. İşin ilginci, bu kriz lider Chiang’ın onu rehin tutan astlarının isteklerine ikna olması sonucu çözülmüş ve daha sonra Çin hükümeti komünistlerle birlik olup Japonya’ya savaş açmıştır.
Xi’an Olayı; Chiang Kai-shek, Zhang Xueliang ve Yang Hucheng
Xi’an kentinin bahçelerini ve tarihi kaplıca havuzlarını da gördükten sonra Li Dağı’na çıkmak için teleferik durağına doğru ilerledik. Rehberimiz bizden ayrıldı. Li Dağı’na yaklaşık 15 dakikalık bir teleferik yolculuğu yaparken şehrin ve kaplıcaların manzarasının keyfini çıkardık. Li Dağı’nın tepesinde Lishan Laomu Tapınağı bulunuyor. Çin mitolojisindeki bir efsaneye göre, Li Dağı tanrıçası Lishan Laomu ve insanlığın yaratıcısı kabul edilen bir diğer tanrıça Nüwa, cennetin duvarını burada birlikte onarmışlar.
Laomu Tapınağı
Tapınağı da ziyaret ettikten sonra, son teleferik seferine yetişerek Xi’an şehir merkezine doğru yola çıktık. Bir sonraki durağımız Dev Vahşi Kaz Pagodası (Giant Wild Goose Pagoda, Dayanta) bölgesi ve akşam yürüyüş yolundaki (Walking Steet) gösterileri izlemek üzere bu bölgeye vardık. Yol boyunca birçok şova ve müzikli su gösterilerine tanık olduk.
Akşam yemek vakti geldiğinde, bize eşlik eden Çinli arkadaşımız bizi “Müslüman Yemek Caddesi” olarak bilinen sokağa götürmeyi teklif etti. Ancak Cumartesi akşamı toplantımızın ardından şehir merkezine doğru yürüyüşe çıktığımızda bu bölgeyi daha önce tesadüfen keşfetmiştik. Bu vesileyle Xi’an şehir merkezindeki bir diğer keşfimizden, Çan Kulesi’nden (Bell Tower) bahsetmek istiyorum. Xi’an şehrinin merkezi, şehir duvarlarıyla çevrili bir alana sahip.
İkonik Çan Kulesi
1384 yılında Ming Hanedanlığı döneminde inşa edilmiş olan Çan Kulesi (Bell Tower) şehrin en ikonik simgesi ve yalnızca Xi’an’da değil, tüm Çin'de türünün en büyük sembollerinden biri. Otelimiz tam Xi’an Şehir Duvarı’nın (Xi’an City Wall) güney ve orta kısmında çok merkezi bir konuma sahipti. Bu lokasyondan şehir duvarının içinde ve tam merkezinde yer alan Bell Tower’a doğru yürüdükten sonra kuleyi ziyaret etme fırsatı yakaladık. Çan Kulesine giriş biraz karışık, sadece yer altındaki yürüyüş yolundaki bir kapıdan geçiş var. Kule, şehrin tam ortasında, ana bir çember ve döner kavşak içine konumlanmış. Çan kulesinden sonra diğer önemli bir simge olan Drum Tower’a doğru yürürken tesadüfen Müslüman Yemek Caddesi diye tanınan sokağı keşfettik. Bu cadde boyunca birçok sokak yemek stantları ve restoranlar mevcut. Bu restoranlar çoğunlukla Müslüman olan Hui etnik grubunun yemeklerini sunduğu için sokak bu şekilde adlandırılmış. Xi’an şehri ve Shaanxi eyaletinde Hui nüfusu zaten çok yüksek, bu sokağın ünüyle birlikte Uygurlar gibi diğer birçok etnik grup bu bölgeye restoran açmış.
Çin usulü “kendin pişir kendin ye”
Daha önce “Müslüman Yemek Sokağı”nı keşfetmiş olduğumuz için “Giant Wild Goose Pagoda, Dayanta” bölgesinde akşam yemeği için kalmaya karar verdik. Chengdu Hot Pot restoranına gitmeye karar verdik. Çin’in fondue konsepti gibi olan Hot Pot restoranlarında sıcak suda her şeyi kendiniz pişiriyorsunuz. Tabii sıcak suyun içinde yemeğe tat veren birçok farklı biber, baharat, soğan, sarımsak gibi lezzetleri karıştırıyorsunuz. Damak tadımıza hitap eden yemekleri yerken bir yanda da pişirme sürecinin keyfini çıkarıyorduk.
Yemeğin ardından İstanbul’daki İstiklal Caddesi’ni andıran yaya caddesinde yukarı doğru yürüdük. Yukarı doğru diyorum çünkü bu cadde İstiklal’den farklı olarak eğimli, inişli çıkışlı bir caddeydi. Sağlı sollu müzik ve dans performansları izleyerek turumuzu tamamladık ve ardından otelimize döndük. Ertesi gün Çin’deki son toplantımız ve İstanbul’a dönüş için hazır durumdaydık.
Hayatımda ilk defa geldiğim Çin’in kültürünü, insanlarını ve mutfağını yakından tanımış olmaktan keyif duydum. Birçok açıdan faydalı geçen ziyaretimin sonunda, bu ülkeye yakın zamanda tekrar geleceğimi bilerek Çin’den ayrıldım.
Etiket: gezi
Keşke herkes bu gerçeği görebilse...